4 Ağustos 2020 Salı

Osmanlı’nın Güzel Eşcinsel Oğlanı: Enderunlu Fâzıl

İsyancı ailenin saraya methiyeler düzen çocuğu Enderunlu Fâzıl, şiirleriyle, Osmanlı dönemindeki eşcinsel edebiyatının en somut örneklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Defter-i Aşk, Hûbannâme, Zenannâme, Çenginâme ve Divan kitaplarına imza atan Fâzıl, 18. yüzyıl İstanbul’unun sokak hayatını, kenar mahallerini ve o güne kadar değinilmeye cesaret edilemeyen gerçeklikleri kaleme alarak adını Divan şairleri arasına yazdırmayı bilmiştir.


Hazırlayan: Cenk Kolçak

Asıl ismi Hüseyin olan Enderunlu Fâzıl, Osmanlı hâkimiyeti altında olan Akka’da dünyaya gelir. I. Abdülhamid döneminde (1775) devlete başkaldırdığı için ölümle cezalandırılan Akka muhafızı (bazı kaynaklarda Mısır ve Filistin emiri olarak da geçer) Zahir Ömer’in torunu, babasından devraldığı isyan bayrağını taşırken Şam Valisi Mehmed Paşa tarafından ortadan kaldırılan Ali Tâhir’in de oğludur.

Fâzıl’ın doğum tarihi net olarak bilinmese de kardeşinin doğum tarihi kerteriz alınarak, 1756-57 yıllarında doğduğu bilgisi genel kabul görmektedir. Fâzıl, dedesini yakalayıp ölüme gönderen Kaptanıderyâ Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından kardeşi Hasan’la birlikte İstanbul’a getirilir. O günlerde ufak yaşta olan Fâzıl, hükümdarın fermanı ile içoğlanı olarak Enderun’a gönderilir. Günlerini boşa harcamayan Fâzıl, burada ilim ve fen tahsilinin layıkıyla yerine getirirken ‘Fâzıl Bey’ olmaya da adaydır artık. Düşsel becerisini felsefe ve edebiyatla karan şair, yetim kaldığı çocukluk günlerinden saraydaki bolluk ve bereket içinde geçen günlerine kadarki yolculuğunu Defter-i Aşk kitabının bir bölümünde anlatır. Defter-i Aşk, eşcinselliğini sakınmadan yaşayan Fâzıl’ın saraydaki aşklarını da gün yüzüne çıkaran şiirlerden oluşur. Gel zaman git zaman yetenekli şair, sefahat düşkünlüğünü günden güne açık eder ve olanlar olur: Fâzıl saraydan ihraç edilir. Işıltılı günler geride kalmıştır artık; gümüş tepsilerde sunulan etler, kadehler, etrafını çevreleyen ince ve zarif gençler…

İstanbul’un erguvan renklerine bezeli sokaklarında aç ve sefil dolaşan Enderunlunun bu hâl-i pürmelali, Abdülhamid Han’ın tahttan inip yerini III. Selim’e bırakışına dek sürüp gider böylece (10-12 yıl). Kendine bir çıkar yol arayan şair, bu bedbaht günlerinde bile her daim teyakkuzdadır. Şiiri iyi bildiği gibi musiki ustası da olan bu yeni hükümdarın sanatı ve sanatkârı kolladığını, hatta sarayda bir sanat alanı bile kurdurduğunu bilen Fâzıl boş durur mu hiç, kolları sıvar hemen. Acınası hâlini kasidelere dökerek başta taht sahibi olmak üzere devlet erkânına arz eder. Sanatın ve sanatçının yoldaşı Sultan III. Selim de cömertliğini esirgemez ve Fâzıl’ı Rodos’a vakıf mallarına bakmakla görevli olarak gönderir (tevliyet). Bir süre Halep defterdarlığında memurlukla, daha sonra da Erzurum ve civar illerini teftiş etmekle vazifelendirilen Fâzıl, bir ara da Maden eminliği yaptıktan sonra İstanbul’a geri döner. Yazdığı hicivlerle bazı kesimlerin huzurunu kaçıran şair, hakkındaki ihbarlar sonucu Rodos’a sürülür (1799-1800). Daha birkaç yıl önce bürokrat olarak geldiği ve günlerini bol güneşli geçirdiği bu yerde, bu defa sürgün günleri beklemektedir Fâzıl’ı. Ancak yaşamayı iyi bilen ve şehvete pek düşkün olan şairin, sürgündeyken yakışıklı ve güzel gençlerle geçirdiği zamanların ardından yorgun düştüğü de söylenmektedir.

Rivayete göre Fâzıl, -kahrından mı, günlerin çalkantısından mı bilinmez- çok geçmeden gözlerini kaybeder. Bu, aynı zamanda İstanbul bileti demektir şair için. Güç durumu göze alınarak İstanbul’a dönmesine izin verilir. Enderunlunun dünyasına örtülen bu perde, yaklaşık on yıl kadar daha kalkmayacaktır. Şair görmeyince şiirden vazgeçecek değil ya, yattığı yerden câize (şimdiki telif ücreti) almak için devlet erkânına kasideler ve methiyeler düzmeye devam eder. O sarayı, saray da onu bir eliyle uzaktan okşamaktadır hep. Enderunlu Fâzıl’ın gözleri, ölümünden (1810) birkaç yıl önce açılır. Dar günlerinde elinden tutan Sultan III. Selim’in 1808’de sarayda öldürülmesinin ardından bir de mersiye kaleme alan Fâzıl, mersiyesini şu beyitlerle bitirir:

Çünki tekrâr ile hân olmadı bu fânîde
Dilerim dâr-ı bekâ tahtına hâkân olsun

Nûr ile merkad-ı pâkinde o yatdıkca hemân
Hazret-i Pâdişehiñ ‘ömrü firâvân olsun


Enderunlu Fâzıl’ın Hûbannâme adlı mesnevisinin ilk iki sayfası (İÜ Ktp., TY, nr. 5502)


Hûbannâme ve Aleko Bey

Fransız Devrimi’ne tanık olan ve dolayısıyla Napolyon Bonapart’ın da çağdaşı olan Enderunlu Fâzıl, ne yazık ki çağdaşının sürdüğü gibi bir hayat süremediği günlerde,  Aleko Bey adında biriyle aşk yaşamaya başlar. O günkü Mısır’ın Yusuf’u, bağrının Şahı ve Rum ülkesinin ışığı olarak betimlediği bu aşk savaşlarının aslanı Aleko Bey, nedendir bilinmez, Fâzıl’dan dünyadaki bütün milletlerin güzellerini anlatan bir kitap yazmasını ister. Bu kitap, Hindistan’dan Hicaz’a, Fas’tan Rusya’ya, Bosna’dan İran’a uzanan erkek güzellerinin özelliklerini anlatan Hûbannâme’dir. Kırk üç delikanlının anlatıldığı kitapta Fâzıl’ın kırk üçüncü ve son güzeli Aleko Bey’dir: “Aleko’m! Sana bütün milletlerin güzellerini anlatmak için yazdığım bu küçük kitabı kabul et!”

Birkaçı hariç hemen her güzelden övgülerle bahseden Fâzıl, Borneo güzeli için, “Altın kakmalı dişleri beyaz bir Gavur gördüğünde gıcırdıyor. O zaman öpücükleri morartıyor: sırtımda izleri var” der. Bağdat güzelineyse “cilvelerin, kırıtmaların ve emmelerin Hanı”, sıfatını yakışık bulur. Karşılaştırma yapmayı ihmâl etmeyen şair, Payas ve Urfa güzellerini de tartıya koyar: “Zaten cenabet dedikleri Payas güzelinin karpuz kadar değeri yoktur ama Urfa güzeli Büyük İskender gibi zaferden zafere koşar.” Enderunlu Fâzıl’ın Hûbannâme’si, Güzel Oğlanlar Kitabı adıyla SEL Yayınları tarafından Türkçeleştirilerek 2009 yılında okura ulaşır. Fâzıl’ın diğer eserlerine ise ulaşmak bir hayli güç. SEL Yayınları etiketiyle yayınlanan kitaptaki metinler modernize edilmiş ve düzeltilmiş olarak raflardaki yerini alır. Zevke düşkünlüğüyle bilinen Divan şairini ölümsüzleştiren yapıtlarının başında gelen Hûbannâme, orjinalinde 796 beyitten oluşur. Yer yer tasavvufi türünde diyebileceğimiz güzellik tasvirlerinin de bulunduğu eserde, insan güzelliklerinin yanı sıra mahallî hayatın ve sokakların renkliliği de göze çarpar. Yalnız, şairin bu kadar ulusu yerinde ziyaret edip etmediği ayrı bir şüphe taşımaktadır. Birçok güzelle Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde tanıştığı bilinmektedir. Yaşadığı dönem içerisinde değerlendirildiğinde, Fâzıl, gerek yaşamı gerek düşünce tarzı gerekse anlatımıyla diğer Divan şairlerinden ayrılmaktadır. Kendine özgü oluşturduğu betimlemelerle özgün ve dikkat çekici bir dile sahiptir. Fars edebiyatını taklit edenler bir yana dursun, İran kültürüne bağımlı olmayışı, Fâzıl’ı daha da bir ayrı kılıyor kuşkusuz. Fâzıl’ın Hûbannâme’si, bazı İslami kaynaklar tarafından “bedîî zevk ve nezahetten yoksun (estetik zevk ve ahlâk temizliğinden uzak)” olarak yorumlanmaktadır. Öyle ki, Enderunlu Fâzıl’ın “Divan”ı hariç, sırasıyla Defter-i Aşk, Hûbannâme, Zenannâme, Çenginâme olmak üzere hepsi “bedii zevk ve nezahetten yoksun” olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Defter’i Aşk, şairin aşk maceralarını; Hûbannâme erkekleri; Zenannâme kadınları; Çenginâme ise eğlence hayatını anlatır. Eh, buna da şaşırmamak lazım gelir…


Enderunlu Fâzıl’ın Zenânnâme adlı eserinde mahalle baskınını tasvir eden bir minyatür (İÜ Ktp., TY, nr. 5502, vr. 148a)


Fâzıl Bey ve Kadınlar

Bizim, kaşları iki Acem kılıcı Aleko Bey, daha da ileri giderek Fâzıl’dan bir kitap daha yazmasını ister. Bu sefer de kitabın konusu kadınlardır. Büyük aşkı Aleko Bey’i geri çevirmeyen şair, pek içine sindiremese de 1101 beyitten oluşan mesnevi eseri, Zenannâme’yi (Kadınlar Kitabı) kaleme alır. Daha kitabın başında niyetini apaçık ortaya koyarak, kadınlara meyli olmadığını ve aslında onları yazmak istemediğini söyler:

“Şairiz, şeyn verir şanımıza

Giremez fahişe divanımıza.”

Fâzıl, Zenannâme’de farklı milletlerin kadınlarını anlatır. Şairin kadınları tasvir edişine baktığımızda, kadınları pek de iyi yönleriyle anlatmadığı dikkatimizi çeker hemen. Kimini hastalıklı, kimini hımbıl, kimini uyumsuz, kimini de çirkin bulur. Aralarından sadece birkaçının şairin övgüsüne nail olduğu görülür. Hiç kuşkusuz, Fâzıl, kadınlara karşı olan bu kötücül ve eril düşüncelerini, kitabında, Aleko Bey’e karşı bir nazire olarak kullanmış gibi görünse de kadınları ötekileştiren cinsiyetçi tavrıyla yanlış bir kişilik örneği olarak edebiyat tarihindeki yerini alır. Gelgelelim Fâzıl, İstanbul kadınlarını ise “perde ehli”, “hafif işveliler”, “fahişeler” ve “lezbiyenler” olarak dört gruba ayırır.  Zenannâme de tıpkı Hûbannâme gibi dönemin kültürünü ve yaşamını tüm gerçekliğiyle anlattığı için İstanbul’da büyük yankı bulur. Kadınlar hamamı ve mahalle baskını gibi dönemin önemli sahneleri canlandırılır kitapta. Ayrıca Fâzıl’ın, cinsel ilişki biçimlerinden evlilik müessesesinin faydasızlığına kadar değinmediği şey kalmaz. Hâl böyleyken, Fâzıl Bey’in korkusuz ve açık-seçik dili kendisinin ölümünden yaklaşık 30 yıl sonra (1838) bile başına bela olur. Zenannâme, nikâhı ve aileyi tehlikeye düşüren muhteviyatından ötürü toplatılıp yakılır.   

Fâzıl Bey, aşka saygısından dolayı bekârlığı tercih ettiğini söyleyen büyük şair Bâki ile her ne kadar evlilik konusunda benzer fikirler taşıyor olsa da kadınlar konusundaki bazı keskin düşünceleriyle çoklarından ayrılmaktadır. Öyle ki, tıpkı Fâzıl’ın ölümünden yaklaşık 220 yıl sonra bugün, aynı eril zihniyet tarafından sürdürülen bir örnekle -keçi ile kıvırcık koyunun bir olamayacağı- örneğiyle erkeğin kadından daha üstün olduğunu betimleyen şair, daha da ileri giderek, kadınların saçının uzun aklının kısa olduğunu, bu nedenle de kadınlara aldanılmaması gerektiğini şu dizeleriyle ifade eder:

“Saçına bağlanup aldanma zenanun sözine

Sevdügüm ‘akl-ı nisa geh uzanur geh kısalur”

Ayrıca Fâzıl, tıpkı Nâbî gibi tek eşliliğe karşı durarak, erkeğin farklı kadınlarla zevk-i sefa içinde bir hayat sürmesi gerektiği fikrini mısralarında sıklıkla vurgular. En çok da Zenân-nâme’de karşılaştığımız bekârlık tavsiyeleriyle Fâzıl, erkeklere her bahçede bir yuva, her yerde bir ev bulmanın doyulmaz güzelliğini anlatmaktan da geri durmaz. Aynı görüşü savunan bazı divan şairleri gibi onun da evlilikten anladığı, sadece çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Kadınlara meyli olmayan Enderunlu Fâzıl’a göre; Allah, insan neslinin devam etmesini istediği için kadınları güzel yaratmış, böylelikle erkekler de kadınlara meyletmiştir:

Ol sebep virdi hakîm-i kudret                       (Hikmetli işler yapan kudretli Allah
Fırka-i cins-i zenâne zînet                             bir sebeple kadın milletine güzellik verdi

Kıldı hatdan ruh-ı zîbâsını pâk                      Parlak yüzlerini (ve) vücutlarını kıldan temiz pak eyledi
Mûydan eyledi a’zâsını pâk

Tâ ki meyl eyleye nefs-i gılmân                   Böylece gençlerin nefisleri onlara meyil eyleye
Münkarız olmaya nev’-i insân                      (ve) insan nesli son bulmaya.)


Kaynakça

Çetinkaya, Ü. (2008). Divan Edebiyatında Kadına Genel Bakış. Turkish Studies – International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic.

Düzenli, M. B. (2018). ENDERUNLU FAZIL’IN III. SELİM MERSİYESİ (İNCELEME – METİN). Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.

Fâzıl, E. (2009). Güzel Oğlanlar Kitabı. İstanbul: SEL.

Zenannâme, Enderunlu Fâzıl , Derleyen: Filiz Bingölçe, Alt Üst Yayınları, 2007

Çil, O. (2019). Osmanlı’nın eşcinsel şairi: Enderunlu Fâzıl, Gazete Duvar

https://islamansiklopedisi.org.tr/enderunlu-fazil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder