4 Ağustos 2020 Salı

4 Temmuz 2020 homofobi-k-leri!

Unutma! Bize doğal bir durum gibi anlatılan LGBT kısaca CKB

Cinsel kimlik bozukluğu:
 (CKB) bireyin karşı cinsten olmayı çok istemesi ve/veya karşı cins davranışları sergilemesi ile karakterize bir durumdur.  Kişinin erkek ya da kadın olduğunu içsel olarak hissettiği ruhsal durumdur, yani kişinin kendisi dişi yada erkek olarak tanımlamasıdır. 

Cinsiyet: 
Erkeklik ve kadınlığın tüm bileşenlerin birbiriyle uyumunun göstergeleri “cinsiyet” ile ifade edilir.
Genler, kromozomlar, üremeye yardımcı bileşenler ve genital uzuvlar ise biyolojik cinsiyetimizi belirlemeye yarayan özelliklerdir .

Cinsel Kimlik: 
Cinsel kimlik ise bireyin kadın ya da erkeklik durumunu ile yaptığı özdeşim sonucu algısına dayanan öznel bir yapılanmadır. Bu yapılanmanın yansımalarını psiko-sosyal, davranışsal ve bilişsel alanlarda görebiliriz. Her kültürde, toplumun yapısın bağlı olarak gelişmiş erkek ve kadına yönelik davranış kalıpları mevcuttur. Belli başlı bazı yeteneklerin, ilgi alanlarının, bir durum karşısında alınan tavırların ya da verilen tepkilerin toplum ve kültürler tarafından belirli cinsiyetlere atfedilmesi, cins rolü kapsamına girer . Bireyin hangi eşten cinsel uyaran algıladığı ve buna olan yanıtı cinsel yönelimini belirler. 

 Hastalıklı Cinsel Kimlik Tipleri: 
•Biri sadece karşı cinsten birine cinsel anlamda yakınlık duyuyor ise heteroseksüel,
• Yalnızca kendi ile aynı cinste birine yakınlık duyuyor ise (homoseksüel)
• Hem kendi cinsinden olan birine hem de karşı cinsten birine yakınlık duyuyor ise biseksüel olarak adlandırılmaktadır.
•Travesti, olarak adlandırılan bireyler, karşı cins formunda yaşamaktan haz alan bireyler iken, transseksüel bireyler ise, yalnızca karşı cins formuna girmek değil, cinsiyet değiştirmek de isteyen ve bu doğrultuda hareket eden bireylerdir.

 •Eşcinsellik litaretürde, yaygın olarak, kadın için bahsedilecekse “lezbiyen”, erkek için bahsedilecekse “gey” terimi ile kullanılmaktadır. 

Kişinin cinsel yönelimini, biseksüel, homoseksüel ya da heteroseksüel terimlerinden herhangi biri ile tanımlaması ise cinsel kimliğini gösterir .

Hermafrodit: 
Çift cinsiyetlilik, yani kişinin bir vücutta hem erkek hem kadın organını taşıması “hermafrodit” olarak adlandırılır .
Bu durum ile cinsel kimlik bozukluğu arasındaki ayrım iyi yapılmalı ve bu durum ile  hemhal olan bireylere gerekli destek ve sağlık kuruluşlarınca hemde gerekli eğitim desteğini almış aileleri tarafından sunulmalıdır.

Son yıllarda eşcinsel (lezbiyen/gey), biseksüel ve transseksüel bireylere (bundan sonra ‘lgbt bireyler’ olarak anılacaktır) lgbt (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel) yönelik toplumda bir merak ve yönelim artışı olmuştur. 

Farklı yönde cinsel eğilim göstermenin nedenlerine ilişkin çeşitli kuramlar öne sürülmektedir. Erikson “kimlik” terimini bireyin, çocukluktan getirdiği önemli özdeşimleri, aynılık, süreklilik, benzersizlik özellikleriyle ergenlik döneminde bütünleştiren en üst düzeydeki ruhsal yapılanması olarak tanımlar.

Bahsedilen en üst düzeye ulaşabilmek için kişinin cinsel kimlik gelişimini de tamamlaması gerekir. Cinsel kimlik gelişiminde anne baba tutumlarının, ödİpal dönem yaşantıları, dinsel inanç, hukuk sistemi gibi sosyo-kültürel etkenlerin, kişinin bilişsel süreçlerinin ve biyolojik etmenlerin rol oynadığı düşünülmektedir.

Doğumdan 6 ay sonra başlayan cinsiyet yapılanmasında bireyin cinsiyetinin kendinin değişmez bir parçası olduğunun yerleşmesi Kohleberg’in bilişsel-gelişimsel kuramına göre somut işlemsel döneme geçişiyle gerçekleşir .

Kohleberg'e göre:
“Çocuğun cins kimliğini yapılandırması yavaş ve kademeli bir süreçtir. Bu
süreç derinde, çocuğun bağlanma ilişkilerinden köken almaktadır."

Çocuklar, cinsel kimliğin gelişiminde anne ve babanın yanı sıra, çevresindeki, abla, teyze, hala, ağabey, dayı, amca gibi örneklerden de etkilenir. Çocuk, aynı cinsten arkadaşlarının olumlu veya olumsuz özellikleri benimseyip ve kendi cinsel kimliğini arkadaşlarınınkiyle karşılaştırabilir. Sürekli kadın rol modelleriyle büyüyen bir erkek çocuğun, hareketlerinin daha feminen olması çok şaşırtıcı değildir, veya erkek rol modelleriyle büyüyen bir kız çocuğun erkek davranışlarını sergilemesi de şaşırtıcı değildir, çünkü çocuğun öğrendiği budur.

Cinsiyete Göre CKB Oranları: 
CKB kız çocuklarında daha yağın olarak görülmekle beraber erkek çocuklarında kliniğe başvurma oranı daha fazladır. Buda bize kültürel ve psiko-sosyal etkenlerin önemini göstermektedir. Bu sandığımızdan daha fazla görülen karşı cinsten olmayı isteme davranışının tanısı, bir bozukluk olup olmadığı ve tedavisi hakkında çok fazla tartışma yaşanmaktadır.

 İstanbul Sözleşmesinin Dünyadaki Fikir Babaları ve Asıl Hedefleri :

Son yıllarda benzer şekilde çocuklarda CKB’nin psikiyatrik bir hastalık olmadığı tartışmaları başlanmıştır. Psikiyatrik tanı sınıflandırma sistemlerinden çıkartılması gerekliliği savunulmaktadır. CKB’nin psikiyatrik bir hastalık olmadığını savunanların şu nedenleri göstermektedir:
• CKB cinsel davranışın normal bir çeşitlenmesidir.
• CKB tanısı konan çocuklar bu durumları ile ilgili herhangi sıkıntı yaşamamaktalar ve bu durum herhangi bir işlev kay bına neden olmamaktadır. Eğer bir sıkıntı ya da işlev kaybı yaşanıyorsa bunun sebebi durumun kendisinden değil sosyal olarak kabul edilmemesinden ötürüdür.
• Çocukluktaki CKB tanısı yetişkinlik dönemindeki homoseksüel cinsel yönelimin bir yordayıcısı olduğuna göre ve homoseksüalite psikiyatrik bir bozukluk olarak kabul edilmediğine göre bu tanının tanı sınıflandırma sistemlerinde yer alması sadece homoseksüalitenin psikiyatrik bir bozukluk olduğuna vurgu yapmak içindir.
Psikiyatrik belirtiler ile bozukluk arasındaki birleşme noktasını belirlemek çoğunlukla karmaşık ve güçtür. Örneğin kişilik özellikleri ile kişilik bozuklukları arasındaki birleşme noktasını gibi. Karşı cinsiyet davranışı gösteren çocuklarla belirgin cinsel kimlik sorunu yaşayan çocuklar arasındaki benzer noktaların olması durumu da tartışmaya neden olmaktadır.

Bir psikiyatrik bozukluğun hoşnutsuzluk ve işlev kaybı yaratıp yaratmadığının belirlenmesi de karışık ve güç bir durumdur. CKB olan bireylerde hoşnutsuzluk ve işlev kaybının rahatsızlığın doğasından kaynaklanmadığı sosyal ve çevresel faktörlerden ileri geldiği düşünülmektedir. Karşı cinsiyet davranışının sosyal çevre tarafından kabul görmesinin ya da etiketlenmesinin ortadan kaldırılmasının sıkıntıyı yok edeceği savunulmaktadırlar. 

 Yukarıdaki açıklamayı ve kabul sürecini öne sürenler öncelikle cinsel kimlik bozukluğunun acil tedavi edilmesi gereken bir durum olduğunu kabul etselerdi  sonrasında destek amaçlı kabul süreci vurgusu yapsalardı samimiyetlerine bir nebzede olsa inanmış olacaktık. Fakat şu açık ve net olarak bilinmeliki ABD'deki sağlık kongresi üyelerince ortaya atılan bu açıklamaların temel amacı toplumsal çözülmeyi hızlandırmaktadır. 

CKB Bir Rahatsızlıktır. 
Kabul süreci ve mevcut hastalığı desteklemeye yönelik  durum yalnızca çocuklarda ve ergenlerde CKB açısından değil tüm psikiyatrik bozukluklar açısından geçerlidir. Bir örnekle açıklamak gerekirse ayrılık kaygısı bozukluğu olan bir çocuğun bağlanma nesnesinden ayrılmadığı sürece bir zorluk ve hoşnutsuzluk yaşamayacaklardır. Bu nedenlerden ötürü cinsiyet davranışları ve cinsel yönelimlerin cinsel gelişimin farklı bir görünümü olduğunu ve işlev kaybına neden olmadığını tartışmak zor olmaktadır. Sonuç olarak çocuğun ya da ergenin kendi bedenine yabancılaşması, biyolojik cinsiyet ile psikolojik cinsiyet arasındaki ayrımın sıkıntı yaratıyor olması doğaldır.
Sürekli ve yineleyici şekilde farklı cinsiyet davranışları gösteren bir çocuğa sahip olmak, hem ebeveynler hem de çocuk için huzursuzluk ve stres kaynağı olmaktadır. Bu çocuklar ya da ergenler yaşıtları ve yetişkinler merak edilip ilgi çekmekte ya da alay edilmektedirler. Etiketleme, dışlanma, aşağılanma, sözlü ya da fiziksel şiddet ve ötekileştirmeye maruz kalmaktadır ve bu durum diğer psikiyatrik bozukluklara da neden olabilmektedir. Bu bireylerin aileleri de etiketlenmekte ve benzer çatışmalı durumlara maruz kalabilmektedir. 

CKB toplumda çok nadir görülen ancak diğer psikopatolojilerin eşlik etme riskinin yüksek olduğu bir bozukluktur. Olgu sayısının bu denli az oluşu, araştırmacıların önündeki en önemli engellerden birisini teşkil etmektedir.
Son yıllarda klinik olarak tercih edilen ve öne çıkan yöntemler arasında; çocukluk dönemindeki müdahalenin tedavi edici olduğunu, uyumu sağlamak amacı ile oyun terapisi, bireysel ya da aile terapilerinin uygulanması gerekmektedir.
 
 DİKKAT!! 
 Birde çok tehlikeli bir yaklaşım olarak;
CKB’nin etkin bir tedavisi olmadığını düşünenler tarafından bir müdahale yapılmadan çocukların izlenmesi gerektiği, çocukluk döneminde karşı cinsiyet davranışı göstermenin doğal bir cinsel gelişim özelliği olduğunu okul öncesi ve okul çağında desteklenmesi gerektiğini düşünenler vardır.

 Anne-Babalar Dikkat! Bilinçsiz Korku ve Destek  , Kaş Yapacağım Derken Göz Çıkarmaktır. 

Cinsiyetler, aralarında katı ayırımlar olan unsurlar değillerdir. Bir çocuk, herhangi bir eğilimi olmadığı halde bir kız çocuğunun eşyasına yatkınlık gösterebilir, ya da bir kız çocuğu da aynı şekilde bir yönelim gösterebilir. Ebeveynlerin bu bağlamda ciddi tepkiler vermesi, çocuklar açısından baskı oluşturan ve rahatsızlık veren durumlardır. Bunlar olumsuz tepkileri de beraberinde getirmektelerdir. Ancak çocuklarda aşağıdaki belirtiler uzun bir sure boyunca devam ediyorsa, bir psikoloğa danışmakta fayda olabilir;

•Diğer cinsiyette olma isteğini veya ısrarını yineleyici bir biçimde dile getirme.
•Erkek çocukların kadınsı; kız çocuklarında erkeksi giysiler giyme konusunda ısrar etmesi.
•Oyunlarda sürekli olarak karşı cinsin rollerini oynamayı tercih etme (Jean giyme, Erkek Fatma gibi davranma veya sürekli olarak diğer cinsiyette olma fantezileri kurma.
•Karşı cinsin oyunlarına ve eğlencelerine katılma konusunda yoğun bir istek duyma.
•Özellikle karşı cinsten oyun arkadaşları seçme.



İngiliz BBC'den alçak algı operasyonu: Peygamber efendimizin ismini kullanarak sapkınlığı normalleştirmeye kalktılar

Her fırsatta Türkiye karşıtı propaganda faaliyetleri yürüten İngiliz yayın organı BBC, eşcinsel ahlaksızlığı bu kez de İslamiyet üzerinden normalleştirmeye kalktı. BBC Türkçe'de "Evine dönme, seni eşcinsel olduğun için öldürecekler" başlığıyla yer alan içerikteki karakterlerde Peygamber efendimizin Muhammed, Ahmed, Mahmud gibi isimleri kullanıldı. Uluslararası Medya Enformasyon Derneği (UMED), BBC Türkçe'nin alçak algı operasyonu üzerine hukuki süreç başlatacağını duyurdu. Takvim.com.tr'nin özel haberi...

İngiliz BBC'den alçak algı operasyonu
İngiltere kaynaklı BBC'nin Türkiye'de yayın yapan mecrası BBC Türkçe, skandal bir algı operasyonuna imza attı. Her fırsatta Türkiye karşıtı propaganda faaliyetleri yürüten BBC, bu kez de ahlaksızlığı İslamiyet üzerinden normalleştirmeye kalktı.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN İSİMLERİNİ KULLANDILAR!
BBC Türkçe'de "Evine dönme, seni eşcinsel olduğun için öldürecekler" başlığıyla yer alan içerikteki karakterlerde Peygamber efendimizin Muhammed, Ahmed, Mahmud gibi isimleri kullanıldı. Eşcinsel sapkınlığı İslamiyet ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) üzerinden normalleştime operasyonuna soyunan BBC Türkçe, sapkınlığın övüldüğü skandal içerikte "bütün isimler değiştirilmiştir" ifadesine yer verdi.

ALÇAK OPERASYON GÖZLER ÖNÜNE SERİLDİ
Yazıda yer alan karakterlerin hepsinin isimlerinin değiştirilerek Peygamber efendimiz (SAV) isimlerinin kullanılması BBC Türkçe'nin alçak algı operasyonunu gözler önüne serdi.

VATANDAŞTAN SAPKINLIĞI ÖVEN BBC'YE SERT TEPKİ!
BBC Türkçe'nin İslamiyet üzerinden eşcinsel sapkınlığı normalmiş gibi göstermesi vatandaşların da büyük tepkisini çekti. Bir sosyal medya kullanıcısı, "Ahlaksızlığı normalleştirmeye çalışan ve bunu Peygamber efendimizin adıyla yapan BBC'yi takipten çıkıyorum. Size tavsiyem sizde bu ahlaksızlığı takip etmeyin" ifadelerini kullanarak BBC'yi sert tepki gösterdi.

"BİLEREK YAPILAN ALÇAK BİR PROVOKASYON"
Bir başka sosyal medya kullanıcısı da BBC Türkçe'nin alçak algı operasyonuna "Metnin sonunda "Bütün isimler değiştirilmiştir" yazıyor ve hikayede geçen isim "Muhammed"... Bu bilerek yapılan alçak bir provokasyon." ifadeleriyle dikkat çekti.

"ÇABANIZ BEYHUDE BİZANS KALINTILARI..."
Twitter'da bir vatandaş eşcinselliği İslamiyet üzerinden normalmiş gibi gösteren yazıya "Bizans kalıntısı BBC yine ülke gündemine göre yangına körükle gitmeye devam ediyor. Bu vatanın evlatlarının ahlakını bozamayacaksınız asıl Türk ve Müslüman kanı olan her birey bu topraklar üzerinde asimile de olmayacak ahlakı da bozulmayacak çabanız beyhude Bizans kalıntıları..." şeklinde tepki gösterdi.

HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAK!
BBC Türkçe'de "Evine dönme, seni eşcinsel olduğun için öldürecekler" başlığıyla yer alan ve Peygamber efendimizin Muhammed, Ahmed, Mahmud gibi isimlerinin kullandığı içerikle ilgili Uluslararası Medya Enformasyon Derneği (UMED) hukuki süreç başlatacağını duyurdu.

Uluslararası Medya Enformasyon Derneği'nden yapılan açıklamada "BBC Türkçe, yaptığınız ifade ve basın özgürlüğü değil, Türk Ceza Kanunu'nun 218, 130 ve 216. maddesinin üçüncü fıkrasına göre açık suç... 125. maddenin 3. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde ayrıca ağırlaştırıcı sebep olarak tanımlanmıştır. Hukuki süreci başlatacağız!.." ifadelerine yer verildi.

TAKVİM.COM.TR / ÖZEL HABER



Kanunları TBMM yapar; AB değil!

Şakir Tarım

Bismillâhirrahmânirrahîm;

İSTANBUL Sözleşmesi ile ilgili yazılarımızdaki temayı anlamayan veya anlamak istemeyenlerin olduğunu görüyorum. Bu konudaki temel düşüncemiz; “Türkiye bağımsız bir ülkedir. Türkiye ile ilgili kanunları bu ülkenin sahipleri hazırlar. Millî iradenin temsil yeri ise TBMM’dir. Türkiye’nin sosyal yapısının nasıl olacağını; ne AB, ne de başka bir ülke belirleyebilir! Türkiye özgür insanların ülkesidir”, şeklindedir.

İstanbul Sözleşmesi, Hükümet’çe 2011’de imzalandı. Aynı yıl TBMM tarafından onaylandı. 2012’de Sözleşme’nin uygulanması için 6284 sayılı yasa çıkarıldı. İlk yıllarda konu, basına fazla yansımadı. Herhalde hazırlık safhası yaşandı. Ülkemizde cinayetler, intiharlar, aile faciaları yaşanıp, aile çöküşe geçmeye başlayınca halkta tedirginlik oluştu. Konu, yazar ve çizerlerce gündeme alınmaya başladı.

AKP Kayseri Milletvekili Hülya Nergis şu açıklamayı yaptı: “İstanbul Sözleşmesi’nin metni Avrupa Konseyi tarafından hazırlandı. Türkiye bu Sözleşme’ye imza attı.” Bu sözler, Sözleşme’nin kaynağının AB olduğunu, şüphe götürmez bir gerçek olarak ortaya koyuyordu.

Hülya Nergis, 06.05.2019 günü yaptığı açıklamasında da Sözleşme’nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Alt Komisyonu olarak 7. toplantılarını yaptıklarını söyleyerek, temsilci olarak bir araya geldikleri kadın derneklerinin isimlerini açıkladı: Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), Türk Kadınlar Birliği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı… Dikkat edilirse, toplantılarda Feminist derneklerin belirleyici rolü açıkça görülecektir.

DİN VE NAMUS KUTSALDIR
2009 yılında Viyana’da, AB’nin Aileden Sorumlu Devlet Bakanları toplandı. Türkiye’den katılan Selma Aliye Kavaf, sonuç bildirgesindeki “farklı aile formları” ifadesinin eşcinsel aileleri de kapsadığını öğrenince, “Eşcinsellik hastalıktır” diyerek itiraz etti. Fakat Türkiye’ye döndükten sonra bakanlığından oldu.

Yerine geçen Fatma Şahin, “Eşcinsellerin haklarına pozitif baktığını” açıkladı. Sözleşme’yi kabullendi. Sözleşme’yi savunanlar, Türkiye’yi temsil eden bakan ve bazı milletvekilleri AB’ye gitti, görüş bildirdi, diyorlar. Evet, gittiler, ama milletimizin görüşünü, konuya bakışını alarak gitmediler ki!

Milletimizin görüşü, Selma Aliye Kavaf’ın Sözleşme’ye itiraz eden tavrıydı. Nereden biliyorsunuz, diyeceksiniz? Hani, Diyanet İşleri Başkanımız, Ramazan ayının ilk Cuma’sında, “İslâm zinayı en büyük haramlardan sayar; eşcinselliği lânetler” demişti ya! Bir baro başkanının bu söyleme tepkisi üzerine, halkımızın yüzde 99’u Diyanet İşleri Başkanımızı desteklemişti. Bu tavrıyla halkımız, dinin emirlerinden taviz verilemeyeceğini hatırlatmıştı.

Halkımız dinine bağlıdır. Sözleşme’nin 12. Maddesi’nin 5. Şıkkı’nda geçen; “Kültür, örf ve adet, gelenek veya sözde namusun işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar” ifadesini kesinlikle kabul etmez. Bu ülkenin en sıradan gördüğünüz vatandaşı bile, din ve namusu söz konusu olduğunda aslanlar gibi kükrer, hiçbir engel onun karşısında duramaz.

Herkes şunu iyi bilmelidir ki; halkımızın gözünde din ve namus, AB’nin insafına bırakılmayacak ölçüde önemlidir.   

KANUN MİLLÎ OLMALI
İSTANBUL Sözleşmesi’nin aileyi yok etmeyi amaçladığı o kadar açık ki! 48. Madde’de, aile içi problemlerde, karı-koca arasındaki arabuluculuk ve uzlaştırmaya kesinlikle izin verilmiyor. AB, Sözleşmesi’ni kendisi kullansın! Kitab’ımızın uygun gördüğü çözüm yöntemi, onlarınkinden binlerce kat ileride ve tabiî:

“Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkuyorsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterse Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Nisa, 35) 

Şu anda, yürürlükteki kanunlar bile kadın ve aileyi İstanbul Sözleşmesi’nden daha fazla koruyor. Eksik tarafları varsa günün şartlarına göre o düzenlemeyi de TBMM yapar; kesinlikle AB değil.

Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), 01.08.2020 günü İstanbul Sözleşmesi’ne destek veren 16 maddelik bir açıklama yayınladı. Çok yadırgadım. AKP’nin kucağında büyümüş bir dernek niçin Türkiye’nin şartlarıyla örtüşen, şiddeti önleyecek kanunlar çıkarılması için gayret etmez? TBMM, devlet kurumlarımız, STK’lar AB’nin yanlışlarının “onay makamı” değil ki! Bizim yöneticilerimizin aklı yok mu? Niçin kendi kanunlarımızı kendimiz yapmıyoruz?

“Biz bize yeteriz”; “Birlikte Türkiye” gibi sloganlar, görünüşte mutantan; fakat içi bomboş söylemlerden ibaret mi kalacak? Bu sözlerin içini kim dolduracak? Gereğini kim yerine getirecek? TBMM, milletin görüşünün temsil edildiği mekândır. Milletvekili önemli insandır. Kesinlikle bostan korkuluğu değildir. Ülke için gerekli kanunları TBMM hazırlasın; kesinlikle yabancılar değil!



Murat Özermurat
Bu derdi kime yanam?

Ülkemizdeki “kadın cinayetlerinin”, erkek mağduriyetlerinin, “neslimizi tehdit eden eşcinselliğin”, ensest pisliğinin ve hatta pedofilinin; hülasa tüm kötülüklerin kaynağı olan İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya doyamadık.

Bu toz bulutunda ne evladını adeta bir mal gibi “icra memuru” aracılığıyla görebilen babalar derdini tam anlatabildi; ne de kar beyaz ümitlerle çıktığı yolda eşinin sadizme varan şiddetine maruz kalan kadınlar.

Camianın KADEM gibi bir günah keçisi de bulunduğuna göre, sırtımızda taşıdığımız ne kadar yük varsa boşaltabilirdik üstlerine. Öyle de yaptık. Kimi sırtlanlar, Cumhurbaşkanının kızının da bu dernekte görevli olmasını fırsat bilip, meydanda açıkça söyleyemediklerini “hazır dayak atılacak bir mekan” da bulmuşken boca ettiler üzerlerine.

SADECE EŞCİNSELLİK Mİ TEHDİT EDİYOR NESLİMİZİ?

Dindar Hıristiyanların, Ortodoks Yahudilerin, Avrupa’nın en koyu Katolik ülkesi Polonya’nın eşcinselliğe karşı duruşlarını gösterip, Türkiye’ye vurduk. Hükümetin İslami kimliğinden utanç duymasını salık verdik sosyal medyada. Hatta Yusuf Kaplan, memleketin geleceğinden duyduğu korkunç endişeyi dile getirirken, İstanbul Sözleşmesi’nin vehametinin ayırdına varamayanların “epistomolojik ve ontolojik” cehalet içinde yüzdüğünü söylemeyi ihmal etmedi.

Şüphesiz neslimizi tehdit eden “cinsel yönelim” ifadesinin istikbalde açacağı zararları konuşmak elzemdir. Ya “hali hazırda” yaşadığımız felaketleri ne zaman konuşacağız?

Ak Parti iktidarının getirdiği ekonomik refah sayesinde ikinci, üçüncü ve belki de dördüncü “gizli nikahlarını” yapan “çok dindar” ağabeylerimizin toplumda açtığı yaraları konuşabilecek miyiz? Herkesten ve hatta en çok kendi ailesinden, çocuklarından gizlediği evlilikler ortaya çıkınca, hanımının öfkesine uğrayan erkekler, neden polis marifetiyle kapı dışarı edildiğini gerçekten izah edebilecekler mi topluma? Yoksa yine 6284’ten mağdur edildiklerini mi söyleyecekler?

Koluna takıp gezdiremediğin, sorulduğunda “bu benim eşim” diyemediğin kişiyle aslında nikahlı olamayacağını kim cesaret edip söyleyecek bu çok dindar erkeğe? Telefonla dahi nikah kıyabilen hoca efendiler mi?

SEKÜLER ÇİRKİNLİK İLE DİNİ SAPMA BİRBİRİYLE YARIŞIYOR

Nikahsız birlikteliklerini, erkek erkeğe, kadın kadına yaşadıkları çirkinlikleri bir sözleşmenin ardına saklanıp savunan, bunu yaparken de dindarlara sopa gösteren sekülerlerin bu toplumda açtığı yarayı ne ile kapatacağız?

Binlerce çocuk, babaları evliliklerini gizlediği için gerçek kardeşlerini dahi tanımadan büyüyor bu toplumda. Daha da vahimi Suriye ve Irak’ta yaşanıyor. Gerçek adları ve uyrukları bilinmeyen “Ebu bilmemne”lerle evlenen on binlerce kadın, bu erkekler öldüğünde ya da kendilerini terk edip gittiklerinde “nesebini bilmedikleri” çocuklarıyla baş başa kalıyorlar. O çocukların ne amcası, ne dedesi ne de babaannesi olacak hayatlarında. Gerçekte kimin çocukları olduklarını dahi bilmeden, Ortadoğu’nun en muhafazakar toplumlarında daima aşağılanarak yaşıyorlar.

Kız çocukları 12’sine varmadan yine 50’sinde erkeklere nikahlanacaklar. Biz ise sekülerlerin yaşamlarındaki benzer çirkinliklerini örnek gösterip, itirazları “dini muhafaza” görüntüsünde savunacağız. 15 asırlık fıkıh külliyatından çürük deliller getirecek, Irak’ın işgalinde en küçük dahli olmayan Ezidi kızların esir pazarında mal gibi satılmasına göz yumacağız.

İSTİKBALİN DEĞİL, BUGÜNÜN SORUNLARI

Siz hiç, kocasını İslami (!) gerekçelerle terk edip, dört yavrusuyla birlikte internette tanıştığı 18 yaşındaki adama kaçan kadına ne cevap verileceğini düşündünüz mü? Ya evlatlarıyla birlikte eşini de dünyanın bir başka ülkesinde aramak zorunda kalan gözü yaşlı babayı hangi dini fetvayla teskin edeceğiz?

Kendi ilkel kafasının ürettiklerini “adamlık” diye pazarlayıp, sabah akşam eşini döven, sakat bırakan erkeklerden, kadınları nasıl koruyacağız? Ya sosyal medyanın ve kanunların gücüne güvenip, kocasını sevgilisiyle aldatan, sonra da eşini evden kovdurup üzerine nafaka alan kadınların şerrinden? Bunlar istikbalde karşılaşacağımız sorunlarımız değil. Bugün, can yakıcı bir şekilde “şimdi” yaşadıklarımız.

Yaşadığımız üstelik bazıları “dinin ardına gizlenen” bu çirkefliklere ontolojik ve epistomolojik bir cevabı olan var mı?

Söyleyin şimdi, derdimizi kime yanalım?

Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam.

Cevher-i lamekân benim, kevn u mekana sığmazam.



İstanbul Sözleşmesi tüm kötülüklerin anası mı?

Evet, İstanbul Sözleşmesi AK Parti’nin yumuşak karnına dönüştü. Muhafazakâr camia sözleşmedeki kimi maddelerin içeriği konusunda duyarlı, hatta camiada sözleşmenin bir kültür dayatması olduğu kanaati var.

Doğrusu ben de 2011 yılında imzalanan bu sözleşmeyi okumamıştım. Muhafazakâr camiadan yükselen itirazları, özellikle AK Parti’yi yıpratmaya yönelik bir malzeme olarak kullanıldığını görünce bir kez değil birkaç kez okudum.

Önce şunu açık ve net belirtmeliyim ki sözleşmenin amacı kısmında açıklanan kadına şiddet konusuna insan olan hiç kimse itiraz edemez. Hele, hayatı boyunca annelerimize elini bile kaldırmamış olan Efendimizi örnek ve rehber kabul eden hiçbir Müslüman şiddeti onaylamaz. Sadece kadına değil, insan olan herkese şiddet merduttur. Merhamet dini olan İslam, insan bir yana hayvana şiddeti bile reddeder.

Dolayısıyla sözleşmeye itiraz eden dindarları kadına şiddet yanlısı olarak göstermek de en hafif ifadeyle bilgisizliktir.

HANGİ DİN KABUL EDER?

Mesela tanımlar maddesi olan 3. Maddenin (b) bendinde ‘Aile (ev) içi şiddeti’ tarif ederken eşler arasındaki şiddete ilaveten ‘birlikte yaşayan bireyler arasında’ meydana gelen şiddete de değiniliyor.

Eşler anlaşılıyor nikâhlı karıkoca, peki birlikte yaşayan bireylerden maksat nedir? Hem nikâhsız ilişki hem de eşcinsellik gibi diğer sapkın ilişkileri içermektedir.

Bu ilişkileri tecviz eden bir din var mıdır?

Aynı maddenin (c) bendi ise şöyledir: c “toplumsal cinsiyet, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır.”

Müslüman toplum cinsel bağlamda kadınlar ve erkekler için kadınlık ve erkeklik dışında rol davranış ve özellik tanımaz. Prof. Nevzat Tarhan beyin yazdığı gibi, ’Biyolojik olarak üçüncü bir cinsiyet yoktur.’

Aynı maddenin (e) bendi ise 18 yaşından küçük kızları da kadın olarak kabul etmektedir!

4. maddenin 3. fıkrasında bir de cinsel yönelim ve cinsel kimlikten bahsedilmektedir.

BM’nin ‘Herkes Eşit ve Özgür Doğar’ adlı metninin alt başlığı ‘Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği’ şeklindedir. Burada İstanbul Sözleşmesi’nde geçen cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kişiler kastedildiği anlatılıyor. Hatta interseks bireylerden bahsediliyor.(E. Yıldırım, Yeni Şafak,29.7.2020)

Bunun anlamı eşcinsellik, homoseksüellik ve lezbiyenliği de cinsel hürriyet adı altında kabullendirmenin yasal alt yapısını oluşturmaktır.

Nitekim bazı Avrupa ülkeleri bu sözleşmeyi ya Bulgaristan gibi reddetti, ya Almanya gibi çekince koydu, ya İngiltere gibi imzaladığı halde uygulamadı ya da Polonya gibi uyguladıktan sonra feshetme kararı aldı!

AİLE MEFHUMU

Genel Yükümlülükleri içeren 12. Maddesinin 1. fıkrası ise, ‘Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır. ‘ şeklindedir.

İlk bakışta kadınların aşağı düzeyde olmasına karşı düzenlenmiş bir madde şeklinde algılanıyor. Buna itiraz edilemez. Ama ‘diğer uygulamalar’dan maksat nedir belli değil.

Ayrıca bu ifadeler, aile içinde bulunan din, örf ve adetlerimizdeki esasa göre, karı-koca görev ve sorumluluklarının kalktığı; eşler ve çocukların, birbirlerine karşı bağımsız ve sorumsuz olduğu anlaşılabilir! Yani aile içinde bir düzen ve disiplin kalmayacak otel gibi herkes başına buyruk ve istediği gibi, girip çıkabilecek, istediği gibi davranabilecektir.

Örf ve adetlerimizin getirdiği kuralların kökünden kazınması aile yapımızı olumsuz etkilemeyecek midir?

EĞİTİM VE SPORDA

Sözleşmenin 14. Maddesi şöyle:

‘Madde 14 – Eğitim

1 Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.

2 Taraflar 1. fıkrada belirtilen ilkeleri yaygın eğitimin yanı sıra, spor, kültür ve eğlence tesislerinde ve medyada yaygınlaştırılmasına yönelik gerekli tedbirleri alacaklardır.’

Yani şiddetle mücadele kılıfı altında, eğitimde çocuklara, spor ve eğlencede herkese İslam’ın gayri ahlaki bulduğu ve yasakladığı sapkınlıkların doğal olduğu anlatılacak!

Nitekim bu amaçla başlatılan Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP) projesi Biritish Counsil desteğiyle Ankara, Erzurum, Batman, Samsun, İzmir, Malatya, Şanlıurfa Karaman, Mardin, Trabzon ve Sivas’ta pilot olarak başlatıldı, ana okullarında bile uygulandı! Ama gelen tepkiler üzerine bakanlık iptal emek zorunda kaldı!

Tepkiler haklıydı çünkü, bırakın dindar muhafazakar insanları bu toplumda yaşayan seküler kesime mensup fertlerin de geyliği lezbiyenliği eşcinselliği normal gösterecek EĞİTİMİ kabul etmesi mümkün değildir.

Zaten 6284 sayılı kanunda bu husus toplumsal cinsiyet olarak değil kadın erkek eşitliği olarak yer almıştır. Yani kanun sözleşmeye anlamlı bir şerh koymuştur!

ARABULUCUK UZLAŞTIRMA SULH

36. maddede yine eşler ve birlikte yaşayan bireylerden bahsedilmektedir.

48. madde ise inancımızın sulh prensibine tamamıyla aykırı. Karıkoca arasında tatsızlıklar kavgalar yaşanabilir. Geri dönüşü olmayan durumlarda boşanmak son çaredir. Ama ortada bir pişmanlık varsa ailenin devamı ve eşler arasında sulh esastır. Ama sözleşmenin 48. Maddesi arabuluculuğu tamamıyla ortadan kaldırmayı ve yasaklamayı öneriyor.

48. maddenin 1. Fıkrası aynen şöyle:’ 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.’

Rabbimiz, Nisa suresi 128. Ayette karıkoca arasındaki anlaşmazlıklarda sulhu tavsiye etmekte ve ‘Sulh daha hayırlıdır’ buyurmaktadır. İstanbul sözleşmesi ise arabulucu ve uzlaştırmanın yasaklanmasını tavsiye etmektedir.

Bunlar birkaç misal. Diğer bazı maddeler için de farklı yorumlar getirilebilir.

SAVUNANLAR İYİ NİYETLİ

Muhafazakâr camiada sözleşmeyi savunan kardeşlerimizin iyi niyetlerinden şüphemiz yok. Kısaca yukarda serdettiğimiz hususlarda aynen bizim gibi düşündüklerinden de şüphemiz yok. Sözleşmeyi onlar yazmış olsaydı eminim böyle yazmazlardı!

Doğrudur, sözleşme bütün kötülüklerin anası değildir. Sapkınlıklar sözleşmeden önce de vardı; sözleşme ile de şiddet azalmadı. Ama sözleşme sapkınlıklara meşruiyet sağlıyormuşçasına bir algı oluşturdu. Başta LGBT olmak üzene kimi çevrelerin sözleşmeyi savunması bu algıyı güçlendirdi. Dolayısıyla muhafazakâr camia ve AK Parti tabanının geneli sözleşmeye tepkili hale geldi.

Nitekim bu hususta STK’ları dinleyen Başkan Erdoğan ‘Nass değil ya değiştirilir’ diyerek milletin talebine olumlu tepki verdi. Geçen haftalarda parti MKYK’sında konu gündeme alındı ve Numan Kurtulmuş bey nasıl girildiyse öyle çıkılacağı açıklamasıyla yine muhafazakar camiayı rahatlattı.

MÜEYYİDE YASADAN

Şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum ki, kadına şiddete müeyyideyi sözleşme değil kanun koymaktadır. Esas olan bu konu ile ilgili olan 6284 sayılı kanundur.

Yine ifade etmeliyim ki, sözleşmenin esas alındığı 6284 sayılı kanunda sözleşmede geçen toplumsal cinsiyet, cinsel eğilim ve cinsel kimlik gibi kavramlara yer verilmemiştir!

Sözleşme, batıdaki çarpık ilişkileri de normal algılayan bir çerçevede yazılmış; kanun ise tüm eleştirilere rağmen batının değil Türk toplumunun gerçeklerini göz önünde bulundurarak düzenlenmiştir!

Dolayısıyla sözleşme çarpıklıkları da içeren uluslararası bir düzenleme; kanun ise yerli ve millidir.

Kanuna da kimi itirazlar vardır ama asıl tepki sözleşmeyedir.

Sözleşmeye şerh/çekince konmamıştır, ancak kanun içeriği itibariyle sözleşmeye gereken şerhi kısmen de olsa koymuştur!

Çekince koyma dönemi geçtiği için tepkilerin giderilmesinin iki yolu var. Ya değiştirilmesi talep edilecek ki, diğer ülkelerin onayı gerektiği için imkânsız gibi görünmektedir. Ya da feshedilecek. Sözleşme bu konuda katı değil 80. Madde tek taraflı olarak çekilme imkânı veriyor. Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne yapılacak bir bildirim yeterli oluyor.

Önemli olan sözleşme değil şiddete engel olabilmektir.

Sözleşmenin feshedilmesi şiddete karşı mücadele hususunda yasal boşluk oluşturmayacaktır. Zira hem TCK’daki ilgili maddeler hem 6284 sayılı kanun yürürlüktedir.

Ancak artık gayet açık ve net olan bir gerçek var ki o da, kimi siyasi çevrelerin de teşvikiyle bu sözleşmenin Başkan Erdoğan’ı yıpratmak için kullanılan bir argümana dönüşmesidir.

Dünya mazlumlarının umudu Başkan Erdoğan aleyhine oluşturulan bu algı operasyonu durdurulmalıdır.

https://www.star.com.tr/yazar/istanbul-sozlesmesi-tum-kotuluklerin-anasi-mi-yazi-1562716/


Cübbeli Ahmet Hoca'dan 'İstanbul Sözleşmesi' açıklaması

İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin açıklama yapan Ahmet Mahmut Ünlü, "Biz 'kadının beyanı esasdır' ifadesine karşıyız. Bu sözleşme eşcinsellik ilişkisini meşrulaştırıyor. Sözleşmenin kaldırılmasını istiyoruz" dedi.

Gazeteci İsmail Saymaz, kamuoyunda 'Cübbeli Ahmet Hoca' olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü ile yaptığı görüşmenin detaylarını paylaştı. 

Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı'nın bildirisini hatırlatan Ahmet Mahmut Ünlü, tarikatları ve cemaatleri toplantıya çağıran bu vakıfla görüşeceklerini belirtti. İsmail Saymaz'ın aktardığına göre Ünlü şu ifadeleri kullandı:"Biz 'kadının beyanı esasdır' ifadesine karşıyız, bunun erkeklere mağduriyet yaşattığını düşünüyoruz. Bu sözleşme eşcinsellik ilişkisini meşrulaştırıyor. Evet şiddet varsa cezası verilsiz ama sözleşmenin kaldırılmasını istiyoruz" dedi.

Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı'nın "Millî Varlığımızı Tehdit Eden İfsat Hareketine "DUR!" Demeye Çağırıyoruz" başlıklı kamuoyu açıklaması şöyle:

"Utanma!" diyerek yola çıkan küresel çapta bir fesat hareketinin, bütün dünyada hayasızca yürüttükleri bir kampanyaya şahit oluyoruz. Son derece cür'etli ve etkin bir dalga oluşturma adına, ellerindeki tüm vasıtaları harekete geçirmiş bulunuyorlar. Aileyi, nesli ve insana ait değerleri yıkma hedefiyle, sinsice yürüttükleri projelerinin, bugünlerde deşifre olmasından da son derece rahatsız oldukları anlaşılıyor. Arkasına gizlendikleri "Kadına şiddete ve tacize hayır maskesi"nin düşmesi, kendilerini hayli telaşlandırmış görünüyor.

Evet, kadına şiddete ve şiddetin her çeşidine bizler de hayır diyoruz. Kadına, erkeğe, çocuğa karşı işlenen şiddet ve taciz suçuna da hayvanlara ve hatta çevreye karşı işlenen suçlara da karşı olduğumuzu yüksek sesle ilan ediyoruz. Zira bizler millet olarak, hiçbir canı incitmemeyi ve kimseden incinmemeyi bir insanlık nişanı sayan Mevlana'ların, Yunus Emre'lerin ve Hacı Bektaş Velilerin irfanıyla yoğrulmuş Anadolu medeniyetinin çocuklarıyız... Aldığımız terbiye gereği  babamıza bir ise annemize üç kat daha fazla hürmet, hizmet ve saygı duyar, onları baş tacı ederiz. Din, kültür ve geleneğimize göre erkek ve kadın birbirinin hasmı ve rakibi değil, biri diğerinin tamamlayıcısı olan bir bütünün iki ayrı parçasıdır. Birbirinden bağımsız değil, biri diğerine muhtaç aile yuvasının iki temel ögesidirler.

Fıtrat mecrasından sapmış ve saptırılmış; iffet, namus, edeb ve hayadan yoksun LGBT+ vb. sapkınlık türleri, son derece masum hareketler gibi topluma sunulmaktadır. Şeytani bir akıl, İstanbul Sözleşmesi'ni herkesin ne anlama geldiğini kolayca anlayamayacağı "toplumsal cinsiyet eşitliği" ve "cinsel tercih/yönelim" gibi yaldızlı kelimelerle süsleyip bir ifsad metni haline dönüştürmüştür. Bu kelimelerin örtüsünü açtığınızda ailemiz ve neslimiz adına kurulan ifsat tuzağını fark etmek zor olmayacaktır. Az bir güruh istisna edilecek olursa, bu asil toplumda hiçbir kimse:

Oğlunun bir başka erkekle birlikte yaşamasına (gay)

Kızının lezbiyen olmasına,

Pedofili, zoofili, nekrofili, ensest gibi sapıklıklara asla rıza göstermeyecek; aksine bunlara karşı  büyük bir nefret duyacak ve tepki gösterecektir.

Güya kadına şiddeti engelleme maksatlı oluşturulduğu ifade edilen bir metin, bizim toplumumuza ifsat ve şiddet tohumlarından başka bir şey ekmemiş ve ekmeyecektir. Çözüm, aile ve nesli korumak adına adaleti esas alan kanuni düzenlemelerle şiddetin her türlüsüne karşı önlem almaktır.

Son günlerde duyarlı ve basiretli kişi ve kuruluşlarımızın bu konuda gösterdiği hassasiyeti destekliyor ve halkımızı aile ve nesline sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Polonya İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayıp onayladığı halde çıkma kararı almış ve İngiltere, Ukrayna, Macaristan gibi ülkeler de imzalamalarına rağmen uzun zamandır yürürlüğe koymamıştır.

Devlet ricalimizin de İstanbul Sözleşmesi ve uzantılarını en kısa sürede yürürlükten kaldıracağına inancımız tamdır.



TURGEV'den LGBTİ'ye karşı net duruş



Ahlaksızın kitabını okutmamak suç oldu!

Türkiye’nin güzide eğitim merkezlerinden Kabataş Erkek Lisesi’ne sapkın saldırı. Eşcinsel olduğunu gizlemeyen, meyhane işletmeciliği yapan “Küçük İskender” lakaplı İskender Över’in ahlaksız kitaplarını öğrencilerden uzak tutan Kabataş Erkek Lisesi’nin idaresi ve öğretmenleri, sapkın gruplar tarafından günlerdir hedef gösteriliyor. Kabataş Erkek Liseliler Derneği’ne sızan bir avuç azgın, küçük İskender’in kitaplarını okula sokmayan okul idaresine yönelik sosyal medyadan linç kampanyası yürütüyor.


Mustafa Durmaz  İstanbul 

LGBTİ savunucusu eşcinsel Küçük İskender’in Kabataş Erkek Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yapan eğitimciler tarafından ölüm yıldönümünde anılmaması ve lise öğrencilerine anlatılmaması üzerine 4 Temmuz’da iğrenç propaganda başlatıldı. Kabataş Erkek Lisesi Derneği Başkanı Anıl Cansızoğlu, Twitter üzerinden yerli ve milli duruş sergileyen edebiyat öğretmenlerini hedef aldı. “@anilcansiz” kullanıcı adıyla provakatif paylaşımlarda bulunan Cansızoğlu, “Sene 2120 olduğunda 212 yaşındaki Kabataş Erkek Lisesi tarihi anlatılırken bugünden kalacak ilk 10 isimden biri “küçük İskender” olacaktır. Kabataşlı bu değerimizin adını anmayan edebiyatçı ve edebiyat öğretmeni olduğunu iddia edenler bugünü not alsınlar. Biz not aldık” ifadeleriyle tehdit etti.

Başkan Erdoğan’a hadsiz sözler
Twitter üzerinden Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ı etiketleyen Cansızoğlu, 6 Haziran 2013’te yaptığı paylaşımda, “Gel bu ülkenin ağaçlarından özür dile, dağa çıkana gösterdiğin nezaketi bu ülkenin geziye çıkanları hak etmiyor mu?” şeklinde hadsiz sözler sarf etti. AK Parti Hükümeti’ni devirmek için planlanan Gezi kalkışmasında aktif rol oynayan Kabataş Erkek Lisesi Derneği, Türkiye’nin yangın yerine çevrildiği olaylarda, okul duvarına “Diren Gezi Parkı” , “Bir ağaç öldü. Bir millet uyandı” şeklinde pankartlar astırdı. Aynı süreçte öğrencilerin Gezi olaylarına katılması için çağrıda bulunan Kabataş Erkek Lisesi Derneği Başkanı Cansızoğlu, 7 Haziran 2013 tarihli paylaşımında, “Hababam Sınıfı Gezi Parkında. Aydın Ilgaz’dan Rıfat Ilgaz’ı, Hababam Sınıfı ve Kabataş’ı dinleyeceğiz. Hababam devam ediyor” dedi.

Müslümanlara hakaret etmişti
Eşcinsel sapkınlığı öğrencilere empoze etmeye çalışan, AK Parti Hükümeti’ne meydan okuyan açıklamalar yapan Anıl Cansızoğlu’nun övgüler yağdırdığı İskender Över’in ahlaksızlıkları ise halen hafızalardaki tazeliğini koruyor. Hemen hem tüm şiirlerinde ve kitaplarında genç dimağları zehirlemeye çalışan Över, lanetlenmiş sapkınlıkları normalleştirme gayretinde bulunuyordu. Geçtiğimiz yıl ölen İskender Över, Müslümanlara hakaret eden “Haşarat Uygarlığı” isimli sözde şiirinde, “Unutulmuştu bu havanlar şimdi unutturmaya geldiler. Şimdi temmuzda kar yağdı, yarın yağlı kayışlarla dövecekler. Böcekler de geri geldiler artık ibadet etmek ülkede zorunlu. İçimizde tek sorumlu aydın kalmayana kadar öldürecekler” demişti.



UCUBE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Ayasofya Kebiri Camii’nin açılması, biz Müslümanları sevindirmiş olup, yine bir hatanın daha düzeltilmesini beklemekteyiz. 10 Ekim 2019 tarihinde gündeme getirdiğim ve hala  gündemde olan tartışılan ucube İstanbul Sözleşmesiyle;  sözde kadın, erkek eşitliği adı altında kandırmaca söylemlerle kadın haklarının  savunulduğu lanse edilmektedir. Bu iktidarda Müslümanlar  böyle bir aldatmaca görmedi.

Yapılan hatadan dönmek bir erdemdir. Bu sözleşmenin diğer maddelerinde eş cinsellik çeşitli adlar altında teşvik edilmektedir. Eşitlik adı altında toplumun hassas yapısı bozulmaya çalışılmaktadır. İslam'a ve kültürümüze ters olan bu sözleşme İstanbul adıyla kamufle edilmektedir. Ayrıca neden bu sözleşmeyi imzalayan ilk ülke biz olmuşuz? Bu belgeyi bize nasıl dayattılar?

Kadın ve erkek eşitliği mümkün müdür? Kadınlık  hassas ve duygusaldır, kutsal annelik görevi vardır. Erkek bedenen güçlü ve sorumludur. Kutsal babalık görevi vardır. Haliyle anne ve baba birbirine muhtaçtır. Paylaşılan görev sorumlulukları vardır. Birbirlerinin yardımcılarıdır. Birbirlerine rakip değil, birbirlerine muhtaçtırlar. Ailenin reisi erkek olurken, istişare yapmak sünnettir.  

İngiltere, Rusya, Polonya, Ukrayna, Macaristan gibi bir çok  ülkeler bahse konu sözleşmeden çekilmişler veya işleme koymamışlardır. Deyim yerindeyse ülkemizde “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaktadır.” Buna meydan verenler büyük vebal altındadır. Toplumun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede nasıl oluyor da bu sözleşmeyi savunan dindar kişiler var? Bu sözleşmenin savunuculuğunu niye KADEM üstlenmektedir? Neden Sözleşmenin izleme komitesinde lgbt dernekleri vardır?

Bu millete kimsenin çocuğunu gay ve lezbiyen olmaya özendirmeye hakkı yoktur. Bu bir kötülüktür. Tıpkı içki yaptırılması ve kumar oynatılmasına izin verilmesi gibi. Mesele kadın hakları ise ayrı bir düzenleme ile bu yapılır.  Kadınların ezilmesine, işkence görmesine, cinayete kurban edilmesine, töre cinayetlerine  herkes karşıdır. Buna ilişkin düzenlemeler için  uluslar arası kuruluşlara ihtiyacımız yoktur. Kadın haklarını kullanarak diğer ahlaksızlıkların yayılmasına imkan verenlerin asıl amacı, eş cinselliği resmi olarak yaymaktır.

Kadın haklarını düzelteceğiz argümanlarıyla, eş cinsellere sahip çıkılmaktadır. Bu kadar net olan sözleşmeye hala sahip çıkılmaktadır. Evet bu sözleşmenin imzalanması yanlış olmuştur. Bu aşamadan sonra hala bu sözleşmeyi savunanlar ihanet içerisindedir.

İstanbul Sözleşmesi’nin arka planında da Türkiye’nin toplum ve aile yapısını dizayn etme amacı yatıyor. Sözleşmenin içerisine sinsice işlenmiş bazı kavramlar ve bu kavramları inşa etmenin gereği olan birtakım yükümlülükler söz konusu.

“İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu” isimli oluşum neden yoğun şekilde marjinal feminist gruplar ve LGBT derneklerinden teşekkül ediyor? Eğitim maddesi diyor ki taraf devletler tüm eğitim düzeylerinde “toplumsal cinsiyete dayalı” eğitimler verir. Avustralya’da LGBT’nin sahip olduğu gücü anlatırken eğitim sistemlerinin “toplumsal cinsiyet” kavramı üzerine kurulu olduğuna ve bunun doğal sonucu olarak eşcinselliğin daha ilkokulda çocukların zihninde normalleştirildiğine dikkat çekmiştir.

Kadın haklarına ilişkin kendi yasalarımızla daha kapsayıcı, milli kültürümüzü savunan bir kanun çıkarmalıyız. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu konuda görüş bildirmelidir. Bu olay bir oldu bittiye getirilemez.



AK Parti ve MHP’nin tarihi sorumluluğu…

Mesut Mezkit
İstanbul Sözleşmesi’nde, AK Parti ve MHP’nin tarihi sorumluluğu büyüktür.
***
Son yüzyıllık tarihteki bazı sosyal ve siyasi gelişmeler dikkat çekicidir.
Bunlar, Müslüman Türk Milleti’nin direnç noktalarını ölçmeye matuftur.
Şartlar gereği ne kadar mukavemet gösterildi, malum.
Bazı olayalar sıradan gibi görünür; ama, değildir.
Her şeyi FETÖ ile irtibatlandırmak istemem…
-Bu tür örgütlerin nasıl manivela gibi kullanıldığını bilenler bilir-
Ancak, 2011 İstanbul Sözleşmesi adıyla imzalanması sıradan bir hadise olmaz…
Olamaz…
***
31 Temmuz 1932 yılında Belçika’da 28 milletin güzellerinin katıldığı bu yarışmada jüri, "Türkiye Güzeli" Keriman Halis'i “Dünya Güzeli Seçmesi” ile başlayan bir olaylar silsilesi, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ile aile boyutuna sirayet etmesinin somutlaşmış hali olabilir mi?
Mübalağa etmiyoruz.
Bu Sözleşme, oryantalizmin sosyal ve kültürel sahadaki zaferidir.
***
Muhteşem Ayasofya’nın açılışını İstanbul Sözleşmesi’ne feda etmeyelim…
Artık bu zülden kurtulmalıyız…
Görev AK Parti ve MHP’ye düşmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile sayın Devlet Bahçeli’nin tavrı meselenin akıbetini belirleyecektir.
Anlayabildiğimiz kadarıyla hem sayın Cumhurbaşkanı hem de sayın Bahçeli sözleşmeden çekilmenin daha doğru olacağına inanıyor.
Bizim endişemiz, bazı çıkar odaklarının, belirli gurupların Muğla’daki cinayeti bahane ederek İstanbul Sözleşmesi’ni dayatmalarının, iktidar üzerinde ne kadar etkili olacağı…
Bizi düşündüren husus burasıdır…
***
Polonya kadar da mı olmayalım?
Polonya, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sürecini resmen başlatıyor...
Adı bile insanı yaralayan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış gerekçesini Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro şu şekilde şöyle açıkladı:
“İstanbul Sözleşmesi, kabullenemeyeceğimiz sakıncalı ideolojik dayatmalar içeriyor. Meselâ bunlardan biri, “toplumsal cinsiyet” düşüncesi. Buna göre cinsiyet doğuştan değil, herkesin sosyo-kültürel kararına göre belirleniyor. Bu ideolojik varsayıma dayanan sözleşmeye göre, sözleşmeyi imzalayan devletler genç nesillere, bu “değer ve düşünceleri” öğretmek için eğitim sistemini değiştirmek zorunda. Önemli olanın sosyo-kültürel tercihlerimize göre belirlediğimiz cinsiyet olduğunu söylüyor. Bunu yanlış buluyoruz ve reddediyoruz.”
Üzüldüğümüz nokta şu:
Müslüman ülkede hiçbir devlet adamının Polonya Adalet Bakanı kadar İstanbul Sözleşmesi’ni açıktan, son derece tutarlı, güçlü bir şekilde reddetme tavrını sergileyememesidir.
Hepsinin ağzında…
Ama…
Fakat…
Şimdi olmaz…
Bak, cinayetler arttı…
Gibi ipe su sermeler, tedirgin edici…
Bunları gördükçe ümidim kırılıyor.
Muhafazakâr devlet yetkilileri LGBT salvolarına teslim bayrağını çekiyor görüntüsü veriyor.
***
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak’ta köşesinde bu endişeleri şöyle ifade ediyor:
“Kadın cinayetini kimse savunamaz! Bu sözleşmenin asıl meselesi de kadına yönelik şiddet, cinayet değil.
Kadın cinayeti maskedir, işin kılıfıdır!
Oysa burada asıl amaç, eşcinsel ilişkilerin yasal hâle getirilmesi, yasayla dayatılması ve ailenin çökertilmesidir!
Böyle bir sözleşmenin adının “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırılması ise yüzkarası!
Polonya Adalet Bakanı’nı dinlerken, İstanbul adının geçmesinden yüzüm kızardı, bu ülkenin her bir insanının da, yöneticisinin de bu videoyu izlediklerinde yüzlerinin kızaracağından, İstanbul’un adının insanı soysuzlaştıracak bir sözleşmenin adı olmasından çılgına döneceklerinden eminim.
Türkiye, böylesine iğrenç bir amaçla hazırlanan, cinsiyetsiz bir dünya inşasının kilometre taşlarını döşeyen yüzkarası bir anlaşmadan derhal çıkmalıdır!”
***
Meselenin Kadına yönelik şiddetin önlenmesi olmadığını, amacın Türk aile yapısını bozmak, cinsiyetsizleştirmeyi aile içine sokarak lezbiyen anlayışı Avrupa’da olduğu gibi aileden bir unsuru haline getirmeyi hedeflediğini belirten sosyolog Prof. Dr. Ergün Yıldırım’ın değerlendirmesi Cumhur İttifak’ının omuzlarına ağır sorumluluk yüklemektedir. Şöyle diyor sayın Yıldırım: “Türkiye’ye ve dünyaya yaşayan bu cinsellik felsefesi, kültürü ve hukuku CEDAW ile başlayıp şu an İstanbul Sözleşmesi ile devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi, bu gelmekte olan trans-kültür ve akışkan cinselliğin konseptinde yer alıyor. Elbette metin tek başına tüm kötülüklerin anası değil, ama bu metin Batı kültür taarruzunun bir parçası. Okumamızı böyle yapmalıyız. Bu bağlam ile beraber metin kendi dünyasını bize açar. Nitekim toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında MEB yapılan uygulamalarda bunu net bir biçimde gördük. Yine lezbiyen ve “oğlancıların” faaliyetlerinde meşruiyet metni olarak buraya atıf yaparak hareket ediyorlar.
“Kaosa gel” demek bir isyan bayrağıdır. Cinsiyetten ve cinsellikten beslenen bir isyan. Özgürlük ve birey taleplerinden beslenen bir isyan. Cinsel kimlikle ilgili değerlerimize, mahremiyetle ilgili inançlarımıza, aile yapılarımıza, anne ve baba olmanın doğal biçimlerine karşı bir isyan. Erkekle kadını birbirine saldırtan, ebeveynle çocukları birbirine düşman eden, hududullahı çiğneyen bir isyan. Neslin korunmasına ve devamına karşı bir isyan. Bu isyana karşı durmak hududullaha saygısı ve inancı olan her müminin görevidir. Aile ve neslin saadetine inana her insanın mesuliyeti. “

(Kaynak: https://www.yenisafak.com/ yazarlar/ergunyildirim/istanbul-sozlesmesi-cinsiyetci-isyanin-parcasidir-2055804)
***
Artık gözümüzü açmalıyız…
Kuma başımızı gömerek hakikatlerden kaçamayız…
Müslüman Türk Milleti’nin son kalesi ailenin yıkılmasına izin mi vereceğiz?
Ailemizde “oğlancılara” meşruiyet mi kazandıracağız?
LGBT sapkınlığını ailemizin içine mi alacağız?
Batı’dan “özgürleşmiş lezbiyen aile” mi ithal edeceğiz?
Buna karar verecek olan Cumhur İttifak’ının yetkilileridir.
Dolayısıyla AK Parti ve MHP’ye çok iş düşüyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak- Ayasofya-i Kebir Camii de olduğu gibi- muhteşem bir geri dönüşe daha imza atalım.
Hatayı telafi edelim.
Yoksa, çok yakın bir gelecekte bunun hesabını millet soracaktır.
Ama, soracak aile kalırsa…
Bu vesile ile bütün okuyucularımın ve Müslüman aleminin geçmiş mübarek Kurban Bayramı’nı tebrik ederim.



Kendini kadın sanan GAY'i kadınlar kovunca çıldırdı


Kadınların eylemine katılan sosyal medya fenomeni, daha önce yaptığı açıklamalar sebebiyle alandan kovulurken, “O, 2 yıl önceydi. Cahil.” diye bağırdı.

Muğla’nın Bodrum ilçesinde bir grup kadın, kadın hakları ile ilgili eylem yaptı.

Bodrum Kadın Platformu'nun çağrısıyla Bodrum belediye meydanında toplanan kadınların yanına, sosyal medya fenomeni Murat Övüç de geldi.

Bunun üzerine kadınlar, Övüç'ü eylem alanında istemediklerini söyledi.

KADINLARA “CAHİL” DEDİ
Eylemcilerden Cihan Aydın Bozkurt isimli bir kadınla tartışan Övüç, eylemcilere tepki gösterdi. Övüç, “Yanılıyorsunuz. 2 yıl önceydi o, 2 yıl. Cahil. 2 yıl önceki konuşmamı yeni yayınlanmış gibi anlattılar burada. Böyle cahil insanlar bunlara inanıyor işte.” diye bağırdıktan sonra aracın ön yolcu koltuğuna bindi. Araç sonra hızla meydandan uzaklaştı.

“KENDİSİNİ AKLAMAYA GELDİ”
Oturma eylemi sonunda basın mensuplarına açıklama yapan Cihan Aydın Bozkurt, “Murat Övüç, bu eylem üzerinden kendisini aklayamaz. Kadınlar şiddete uğrarken onun söylediği her şeyi biliyorum. Bunu 2 yıl önce söyledim diyerek aklayamaz. Bunun hiçbir şekilde pişmanlığı olmaz. Öncelikle tutumunun değişmesi gerekiyor, buraya katılarak olmuyor. Kendisini aklamaya geldi.” dedi.

YEŞİM SALKIM'A KÜFÜR ETTİ
Öte yandan sosyal medya fenomeni Murat Övüç, daha önce tartışma yaşadığı şarkıcı Yeşim Salkım'a cinsiyetçi küfür etti.

O anları sosyal medya hesabından paylaşan Yeşim Salkım ise “Keşke o ağzından çıkanı duysan. Unutma kontrolsüz güç güç değildir. Bu ülke çok gördü senin gibileri, yok oldular. Yazık sana.” diyerek tepki gösterdi.



Kim haklı: Dilipak mı, KADEM mi?

Prof. Dr. Ali Seyyar

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi maksadıyla hazırlanan ve kamuoyunda, “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış ve Türkiye, 12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olmuştu. Ak Parti Hükümeti, (feminist) kadın örgütleri ile de mutabakat sağlayarak, 6284 tarih ve 20.03.2012 tarihli “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu” bu sözleşmenin hükümlerine uygun bir şekilde çıkartmıştır. Son yıllarda İstanbul Sözleşmesine yönelik tepkiler, özellikle İslâmî duyarlılığı ile bilinen kesimler tarafından artmıştır. Bunların başında Abdurrahman Dilipak, Şevki Yılmaz ve Av. Muharrem Balcı gelmektedir. AK Parti daha doğrusu AKP, Dilipak’ın son yazısından dolayı epey rahatsızlık duymuştur. Eleştirilere cevap vermek yerine Dilipak hakkında “hakaret”ten dolayı dava açmayı düşünüyor. KADEM de İstanbul Sözleşmesini ısrarla savunmaya devam ediyor.  

Bu doğrultuda KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu’nun İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak hazırladığı bilgilendirmenin 5. sorusuna (İstanbul Sözleşmesinde LGBT gibi yönelimlere kapı aralayan maddeler var mı?) sorusuna kesin olarak “Hayır” dedikten sonra şu açıklamayı yapmaktadır: “Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dâhil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya yeni standartlar koymamaktadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir.”

Kötü niyetli olmak istemem ama İstanbul Sözleşmesinin cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya yeni standartlar koymadığına dair tespiti, objektif olarak değerlendirdiğimizde bunun dolaylı da olsa anlamı, önceki sözleşmelerde onaylanan farklı cinslerin gayri meşru birlikteliklerinin teyidi mahiyetindedir. Toplumsal tepkiler karşısında KADEM, muğlak ifadeler kullanmak suretiyle Müslüman Türk halkından bazı gerçekleri halen gizleme telaşındadır. İstanbul Sözleşmesinde “cinsel yönelim” kavramının 4. maddesinde geçtiğini hem kabul ediyor, hem de eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına zemin hazırlamadığını iddia ediyor.

Halbuki İstanbul Sözleşmesi’nin 4/1. maddesi, “Devletler cinsel yönelimi yasal güvence altına alır” hükmü ile T.C. devletinin hükümetine aile politikalarımızı bu çizgide değiştirmemizi açıkça dayatmaktadır. Doğrusu uluslararası bir sözleşmede “cinsel yönelim” ve(ya) “toplumsal cinsiyet (eşitliği)” kavramlardan birisi geçiyorsa orada bir cinsin farklı cinsten veya aynı cinse yönelik birleşme talebini (biseksüel), bir cinsin aynı cinse yönelik birleşmesini (gey, lezbiyen); bir cinsin karşı cinse bürünerek kendi doğuştan cinsiyetini reddetmesini (trans) ve bu haliyle doğuştan hemcinsi ile birleşmesine hukuki koruma ve güvence vardır. Pozitif hukuk teorisinde hukuki olan aynı zamanda meşrudur. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi temiz fıtrattan sapma hallerine daha önceden getirilen hukuki düzenlemeleri teyiden onaylayarak, onlara hukuki koruma sağlamakta ve meşruiyet kazandırmaktadır.

Kaldı ki “Toplumsal Cinsiyet” kavramı bize ait bir ifade değildir. İngilizce “Gender”in karşılığıdır. Ancak sözde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” anlamına gelen “Gender Equality” toplumda kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olmalıdır temeline dayanırken, aynı kavram her iki cinse yönelik cinsel özgürlük gibi birçok unsur da ihtiva etmektedir. Yani “Gender”, “Toplumsal Cinsiyet” yerine “Cinsel Özgürlük” biçiminde tercüme edilmiş olsaydı “Gender Equality” de “Cinsel Özgürlükte Eşitlik” anlamına gelirdi. Böyle bir takdim, Müslüman toplumun tepkisini çekeceği için, belki de herkesin kabul edebileceği “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı vitrin olarak öne sürülmüştür.

İfade edildiği üzere bu kavram, ilk kez İstanbul Sözleşmesinde de yer almıyor. Bu kavram, 1981’de yürürlüğe giren CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme) isimli sözleşmede yer almaktadır. Türkiye, bu sözleşmeyi 1985’te onayladıktan sonra 2002’de de İhtiyari Protokolü de imzalayarak 2003’te yürürlüğe koymuştur. 2011 yılında Türkiye tarafından çekincesiz olarak kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nin kaynağı olan CEDAW’ın 5/a maddesindeki şu ifadeler üzerinde düşünmekte fayda vardır: “Her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak maksadıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmeyi” taraf devletlere yüklemiştir.

Av. Muharrem Balcı’nın araştırmalara göre ülkemiz aydınlarından pek azının dikkatini çeken bu sözleşme, “ayrımcılık” ve “kadına şiddet” gibi olguları kullanarak, kadını öne çıkarıp, aslında cinsler arası ayrımcılığı körüklemektedir. İstanbul Sözleşmesi ve bunu esas alan 6284 sayılı Kanun “kadına karşı ayrımcılığı ve şiddeti” esas alıyor gibi görünüyor. Ancak gerek Sözleşme, gerekse 6284 sayılı Kanun, şiddet konusunda Türkiye toplumunu değil, Batı toplumlarının ön kabullerini, inançlarını esas aldığı için, şiddete karşı kanunî tedbirler bir işe yaramamaktadır.

Türk toplumunda şiddet anlamına gelmeyen bazı söz ve davranışlar, Batı’da tam tersine şiddet gibi algılanmaktadır. Müslüman toplumlarda, inanç ve geleneklerinden gelen bazı ön kabuller vardır, örneğin namus gibi. Ama Sözleşme buna “sözde namus” yakıştırması yapmış. Namus ön kabul(!)ünün esası, İstanbul Sözleşmesi’nin 12/1. maddesinde yer almaktadır: Bu anlamda “Taraflar, kadın ve erkek için kalıp rollere dayanan önyargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak maksadıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alma” zorunluluğunu, kanun koyucu ve uygulayıcıya referans olarak dayatılmasını taraf devletlere yüklemiştir.

Bu hüküm ile Müslüman toplumun kadın–erkek dâhil cinsiyet inanç, örf, adet ve geleneklerinden gelen her tür kalıp rollerde değişimin teminatı olarak devlet/hükümet gösterilmektedir. Yani, cinsel hayata dair İslâm’ın öngördüğü emir ve yasaklar, bir tarafa atılacak ve aynı Batı’da olduğu gibi geleneksel olarak kadın ve erkekten oluşan aile hayatının yanında alternatif aile modellerine de cevaz verilecek. Daha somut bir açıklama ile devlet/hükümet, eşcinsel birliktelikleri de bir aile biçimi olarak kabul edecek.

Aynı şekilde 12/5. maddede de, “Taraflar; kültür, gelenek, görenek, din ya da ‘sözde namusun’ işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar.” diyerek, taraf devletlere yasal güvence zorunluluğu getirmiştir. Bu ön kabul bile başlı başına şiddete yönlendirme sayılabilir. Dolayısıyla Sözleşme ve Kanunda “şiddet” yeterince tanımlanmış değil, hatta şiddet sebebi sayılabilecek bazı ön kabul ve davranışlar bizde şiddet olarak kabul edilmeyebilir. Özel bir sohbetimizde Av. Muharrem Balcı, bana bu bağlamda sahadan bir örnek gösterdi. Buna göre eşinden boşanmış annesi ile birlikte yaşayan, henüz 18 yaşını doldurmamış bir erkek çocuğu, bir gün eve geldiğinde annesini yabancı bir erkekle birlikte görür ve annesine kızar. Dövme ve sövme yok, sadece kızar-bağırır. Kadın, soluğu savcılıkta alır ve çocuğa evden uzaklaştırma cezası verilir. Çocuğun burada “namus” kavramı ve inancı ile kendini savunması imkânsızdır. Şiddet zaten yok. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun, “namus”u, ‘kabul edilemez, sözde’ bir ön kabul” olarak gördüğünden, kendini savunma imkânı da yok.

Görüldüğü üzere İstanbul Sözleşmesi’nde “Cinsel Yönelim” ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı üzerinden dinimize, örf ve ananelerimize aykırı birçok madde bulmak mümkündür. Hükümet, Batı dünyasının yaşama tarzından kaynaklanan modern aile ilişkilerine ait olarak ortaya çıkan kavramların içeriğini tam bilmeden ve sonuçlarını hesap etmeden Türk aile yapısına adapte etmenin vahim hatasını henüz tam olarak anlayabilmiş gibi görünmüyor. Sizce eleştirmeleriyle Dilipak mı haklı, yoksa KADEM mi? Peki, muhafazakâr olarak bildiğimiz AK Parti hükümeti kimin tarafında?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder