4 Ağustos 2020 Salı

İstanbul Sözleşmesi üzerinden dünün homofobikleri

İstanbul Sözleşmesi'nin amacını açıkladı: Kökünden kazımak istiyorlar

Gazeteci Yazar Sibel Eraslan, İstanbul Sözleşmesi'nin hedefini açıklayarak çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Gazeteci Yazar Sibel Eraslan, İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili "İstanbul Sözleşmesine göre şiddetin kaynağı: Cinsiyet" başlıklı önemli bir yazı kaleme aldı. 

İşte o yazı: 

İstanbul Sözleşmesi, bir sözleşme değil bir manifestodur. Kadına karşı şiddetle mücadele gibi, hepimizin vicdanen rahatlıkla kabul edeceği bir çıkış noktasını kullanarak, şiddetin kaynağı olarak cinsiyet ayrımını gösteriyor. AB uyum yasaları çerçevesinde bize dayatılmış bir sözleşme olmasının ötesinde, detaylı okumalar sonucunda farkettiğim ve cidden tedirgin olduğum bir mevzuyu sizinle paylaşacağım: Feminizm ve LGBT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transeksüel) düşüncelerinin ideolojik kavramsallaştırmalarıyla yapılandırılmış bir metindir. Tüm dünya ülkelerine, kadına yönelik şiddetle mücadele ismi altında empoze ediliyor oluşu maskesinin altında, kadın ile erkek üzerinden kurulmuş varoluş ve insanlık bilgisini değiştirmek, bozuma uğratmak hedefindedir. Özgür bireyin kendi bedenine istediği gibi şekil vermesi ve bedeni hakkında karar vermesi şeklinde güncelleşen bu itiraza göre; cinsiyet kavramı, sadece kalıplaşmış bir önyargıdır! Kadın veya erkek olmak bir klişeden ibarettir.

İstanbul Sözleşmesi’nin ideolojik bir metin olarak, ilk insandan bu yana aşina olduğumuz "insan" kavramını yok edip, insanı yeniden inşa etme girişimi olarak okumak mümkün. Çünkü metin, insanların kadın ya da erkek oluşlarını, şiddetin ve tüm kötülüklerin kaynağı olarak göstermektedir.

İstanbul Sözleşmesinin tekrarlar halinde ortaya koyduğu sekans kavram, hatta metnin ana fikri; "toplumsal cinsiyet"tir (gender) ve sosyolojik bir kurgu olduğu kadar ideolojik bir tanımlamadır. Yani insanlar aslında kadın ya da erkek değildir; toplum, kültür, gelenek ve din insanları kadın ya da erkek olarak ayırmıştır ve şiddet işte bundan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden bu inançların hepsinin "kökü kazınmalıdır"...

Sözleşme boyunca "toplumsal cinsiyet"in (gender) bilinçli olarak, fıtri olanın, yani "cinsiyet" (sex) kavramının yerine ikame edildiğini görürüz. Sözleşme, toplumun cinslere yüklediği farklı görev yüklerinin yol açtığı eşitsizliği eleştirir gibi yaparken, feminizme has yapı-bozum tekniğini kullanarak, aslında fitri olanı yani kadın veya erkek oluşu eleştirmektedir.

Cinsel kimliğin doğuştan gelen bir özellik olmayıp, içinde yaşanılan kültürün ve sosyal çevrenin dayatmalarıyla şekillendiği varsayımına dayanarak, her çocuğun ve gencin cinsel tercihini yapabilme özgürlüğünü savunan Sözleşme, “toplumsal cinsiyet eşitliği” hedefiyle bu amaca ulaşmayı öngörmektedir

Toplumun cinslere yüklediği "cinsiyet rolleri"nin (gender role) eşitsizliğe yol açtığı fikri sözleşmeye hakimdir. Sözleşme; kadın veya erkek tanımlamalarının aslında varoluşsal bir durum olmadığını, toplumun faraziyesi olduğunu söyler. Bunun sonucu olarak şiddetin ve eşitsizliğin; kadın ve erkek şeklindeki rol ayrımından kaynaklandığı neticesine varılmaktadır. Sözleşme, fıtri ve doğal olan kadın veya erkek oluşun yerine, "cinsiyetsizliğin" ikame edilmesini dayatmaktadır.

Sözleşmedeki dikkat çekici bir diğer ifade ise "gender stereotype"tir. Cinsiyet hakkında kalıplaşmış yargılar, genellemeler şeklinde tanımlanan bu kavram çerçevesinde sözleşmenin ana gayelerinden birisi olarak; "non stereotyped gender roles" hedeflenmektedir. Bu noktada sözgelimi bir öğretmen kız öğrencisine kızım, erkek öğrencisine oğlum şeklinde seslenemeyecektir. Sözleşmeye göre bu ayrımcılık ve şiddettir.

Sözleşmedeki ideolojik terimlerden bir diğeri "sexual orientation" yani "cinsel yönelim"dir. Burada kişinin birey olarak kimliği değil, kişinin cinsel isteklerinin esas alınması söz konusudur. Kadına şiddeti önlemek amacıyla hazırlanan bir yasada, cinsel eğilim, cinsiyet kavramının önüne geçirilmektedir. Sözleşmeye göre cinsiyet tehlikeli, cinsel eğilim ise tehlikesizdir.

Sözleşmenin terminolojisinde dikkat çeken bir diğer ifade; "domestic violence" (ev içi şiddet)in, bizim dilimize "aile içi şiddet" olarak geçirilmiş olmasıdır. Sözleşmenin Türkçe metni, aileyi şiddet mekanı, şiddetin doğduğu yer olarak tarif etmektedir.

Sözleşme hakkında tartışmaların serin kanlı bir şekilde sürmesini beklerken, tartışmaya katılan büyük sermaye grupları ve uzantıları, meselenin küresel kısmı hakkında bize fikir verebilir. Koro halinde bir ezber var: "Bu sözleşme kalkarsa şiddeti önleyecek bir şey kalmaz elimizde" diyorlar. 2014’ten beri yani Sözleşme yasalaştığından beri azalıyor mu şiddet? Şiddetin önüne geçebilmek için yeni yasalar acilen yapılmalı elbette. Hatta kadına yönelik şiddet en ağır derecede cezalandırılmalı, ama bu, nesli ifsad ederek, kadın ve erkek genleriyle oynayarak düzeltilecek bir iş değil. Hukuk, bir yaşam kültürü olduğu taktirde, yaşayan hukuka dönüşür.



Haksızlıklar karşısında susarsanız!..
   
“Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun…” diyorduk ya! O zaman buyurun.

Tamam CEDAW çok önceydi, Lazaranto ile de her ne kadar sözleşme hükümleri mer’i ise de ayrı bir yasal düzenleme yapılmadı. İstanbul Sözleşmesi üzerinden düz bir okuma yapanlar burada ne var diyorlar? Bakıyorlar, ama görmüyorlar.

Kamuoyu araştırması yapıyorlar; Kadınlara yönelik cinayet ve şiddeti önlemek için çıkarılan “İstanbul Sözleşmesi”ni destekliyor musunuz? Sorulanların %90’ı sözleşmeyi okumamış. Sözleşmenin adını haberlerden sosyal mediadan ya da çevresinden duymuş. %70 destek, az bir kısmı karşı çıkıyor, bir kısmının konudan hiç haberi yok. Aslında böyle bir soruya karşı %99 evet olması gerekirdi. Ama sonuç bu. Peki aynı soru şöyle sorulsaydı: Ailenizde bir lezbiyen gelin, homoseksüel bir damat ya da gayrimeşru bir çocuk ister misiniz? Kendi hayatında ahlaki açıdan en kötü durumda olanımızın bile böyle bir soruya vereceği cevap belli. Toplum böyle manipüle ediliyor. 

Aile Bakanlığı, 236 kadın derneği ile masaya oturup, 6284 sayılı yasa tasarısının ön çalışmasını yaptı. Şimdi bakanlığın o günkü kadroları konuşması gerek. O dernekler kimlerden oluşuyordu. 

Bakın bu sözleşmenin 4. madde ve 3. fıkrasında; “Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapmaması” başlığı altında, “cinsel tercih ve cinsel yönelim”den söz ediliyor. Temel haklara, eşitliğe ve ayrımcılık yapmamaya kimse itiraz etmez. Bala katılan ağu 4 kelimede saklı: “cinsel tercih ve cinsel yönelim”. Sözleşmenin 16. maddesi, “Bu cinsel yönelimlere ve tercihlere yönelenlere karşı oluşacak şiddet eylemlerinin önlenmesi ve şiddete başvuranların eğitimiyle” ilgili tedbirlerin alınmasını emrediyor.

4. Madde’nin 3. Fıkrası şöyle: Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci
statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın
uygulanmasını temin edeceklerdir.

Madde 14 - Eğitim / 1.Fıkra: Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel
ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı
toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin
zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için
gerekli tedbirleri alacaklardır.

Bu sadece iki örnek. Burada ilk nazarda, açık ve kaba bir tehdit gözükmemektedir. Bu ifadelerin şifresi “Uluslararası I·nsan Hakları Hukukunda Cinsel Yo¨nelim ve Cinsiyet Kimligˆi”nde gizli. Bu bilgiye https://www.ohchr.org/Documents/Publications/BornFreeAndEqual_Turkish.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. Burada 61 sayfalık bir doküman çıkacak karşınıza. İçindekiler şöyle: O¨nsöz, Giriş, Tavsiyelerin özeti, LGBT KI·S¸I·LERI·N I·NSAN HAKLARININ KORUNMASINA DAI·R DEVLETLERI·N BES¸ TEMEL YASAL YU¨KU¨MLU¨LU¨GˆU¨, “Birey”lerin homofobik ve transfobik s¸iddetten korunması, LGBT kis¸ilere yo¨nelik is¸kencenin ve zalimane, insanlık dıs¸ı ve onur kırıcı muamelenin o¨nlenmesi, Es¸cinselligˆin suc¸ olmaktan c¸ıkarılması, Cinsel yo¨nelim ve cinsiyet kimligˆine dayalı ayrımcılıgˆın yasaklanması, I·fade o¨zgu¨rlu¨gˆu¨, o¨rgu¨tlenme ve barıs¸c¸ıl toplanma haklarına saygı go¨sterilmesi, Sonuç. Bu belgeyi Yayınlayan BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği. Bu metni hazırlayan editoryal grubda Kaos GL, Ilga Europe, Açık Toplum Vakfı, Sida da var. Birilerinin altına imza attıkları metnin görmedikleri, okumadıkları sayfaları bu örgütler tarafından hazırlandı. Bugün birilerinin savundukları tez bu derin yapının tezi. Bu sözleşmeyi tartışmayacaklarını söyleyerek savunan AK Parti içindeki AKP’lilere soruyorum: Böyle yapmanız, Soros’un sözcülüğü olmaz mı?

Bu sözleşme ve yasa uygulamada neler yaptırıyor? Güneydoğuda bir ilçe belediyesi. AK Parti %73.06 oy almış. Bu şehrin durumunu misal olarak göstermek için 2. sırada oy alan Saadet Partisi’nin oy oranını da veriyorum: %23,94. Toplamı: %97. Önümde belediye meclisinde, 7.2.2020 tarihinde oy birliği ile alınan karar var. Bir sürü yazmışlar da, Eşitlik Birimi Madde: 12- Eşitlik biriminin görev, yetki ve sorumlulukları aşağıdaki gibidir: Belediyemizin stratejik planının hak temelli çalışan yerel sivil toplum kuruluşları (STK) ile birlikte, toplumsal cinsiyet eşitliğinin dikkate alınarak hazırlanması konusunda girişimde bulunmak. Yani kaba Türkçesi şu: Evlerimizi hak temelli fuhşa açık hale getirmek! B-Toplumda dezavantajlı konumda bulunan LBGTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks bireyler) (…) -ile ilgili olarak- hizmet üretme ve belediye politikalarını yurtiçindeki ve yurtdışındaki STK’larla işbirliği içinde hazırlamak. Buraya mülteci, sığınmacı ve azınlık gibi grublar da eklenmiş. Ç-Belediyemiz personeli arasında toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda duyarlılığı ve farkındalığı artırmak için eğitim çalışmalarını planlamak ve yürütmek. Bakın burada belediye içinde personel arasında gay ve lezbiyenlik eğitimi, bunların korunması ve desteklenmesi, bu lanetli işin misyonerliği karar altına alınıyor. G maddesinde ise, bu grublara hukuki destek sağlanması karar altına alınıyor.

Bu sözleşme metnini hazırlayanlar, insanların cahilliklerini kullanıp, bozgunculuklarını başka protokollere bağlayıp, yürümekten vazgeçip günümüzde, bizim belediyelerimiz üzerinden ahlaksızlık tellallığı yaptırılma noktasına gelmiş iş. Daha söyleyeceklerim var. Selâm ve dua ile.

 https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/haksizliklar-karsisinda-susarsaniz-33084.html


Cübbeli Ahmet Hoca uyardı: Bunun vebâlinin altından kalkamayız

Türkiye'de büyük bir faciaya sebep olan İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin açıklamalarda bulunan Cübbeli Ahmet Hoca tüm Müslümanlara çağrıda bulundu.

Türk aile kurumunu parçalayan İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin açıklamalarda bulunan Cübbeli Ahmet Hoca Müslümanlara çağrı yaparak, "Ey Müslümanlar! Bayramdır, yazdır, tâtildir demeyelim. Bugün bu "İstanbul Sözleşmesi"ne gereken tepkiyi vermezsek yarın çoluk çocuğumuzu eşcinsellikten kurtaramayız." uyarısında bulundu.

Cübbeli Ahmet Hoca sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Ey Müslümanlar! Bayramdır, yazdır, tâtildir demeyelim. Bugün bu "İstanbul Sözleşmesi"ne gereken tepkiyi vermezsek yarın çoluk çocuğumuzu eşcinsellikten kurtaramayız ve bunun vebâlinin altından kalkamayız. Bu hususta TÜGVA'nın şu açıklamasını da çok önemli buluyorum." dedi.



Yeni Şafak yazarından Erdoğan'a sert çıkış: 'Sözleşmeyi çöpe atmazsa...'
Yandaş yazar Yusuf Kaplan, bugünkü köşe yazısında İstanbul Sözleşmesi'ni hedef alırken Erdoğan'a da "Eğer İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırıp çöpe atmazsa, sonunu hazırlamış olur" diye çıkıştı.

AKP'nin havuz medyasının başını çeken yandaş Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, 'Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe atmalı!' başlıklı bugünkü yazısında toplumsal cinsiyet eşitliğini ve İstanbul Sözleşmesi’ni hedef aldı. İstanbul Sözleşmesi'ni savunmanın 'tanrıya meydan okumak' olduğunu iddia eden Kaplan, "İstanbul Sözleşmesi’nde defalarca tekrarlanan 'toplumsal cinsiyet', 'cinsel yönelim' gibi kavramların dayandığı ideoloji, işte bu cinsiyetsizleştirme ideolojisi; bendeniz bunu 'toplumsal cinsiyet mühendisliği' projesi olarak adlandırıyorum. Ne demek bu? Tanrı’ya meydan okumak, demek. Yaratıcı’ya 'Ben senin verdiğin cinsiyeti kabul etmiyorum, reddediyorum!' demek" ifadelerini kullandı.

Yusuf Kaplan, kadın hakları için hayati önem taşıyan İstanbul Sözleşmesi'nin 'büyük yıkımlara yol açağını' söylerken, "İstanbul Sözleşmesi, çok büyük sosyo-kültürel yarılmalara ve ailevî yıkımlara yol açacak toplumda. Çok büyük yaralara yol açtı daha şimdiden..." dedi.

'KADEM FEMİNİZMİN İÇİNDEN KONUŞUYOR'

Gerici Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan yazısında ayrıca "Eşcinsellik ve benzeri akımlar yaradılışa aykırı, sapkın eğilimlerdir" diye açıklama yapan Kadın ve Demokrasi Derneği'nin de (KADEM) 'fenizmin içinden konuşuyor' diye niteledi.

Kaplan, "Kadem, Feminizm içinden konuşuyor, bu toplumun kozmolojik ve evrensel İslâmî değerleri ve ilkeleri içinden değil. Feminist konumdan, İstanbul Sözleşmesi’nin belirlediği konumdan konuşunca, sorunu, aile sorununa değil kadın sorununa indirgiyor. Kadın ile erkek arasında çatışmayı, kadın-erkek husumetini körükleyecek çatışmacı, maskülen, şiddet yüklü bir dil kurarak konuşuyor diğerleri gibi" diye yazdı.

ERDOĞAN ÇIKIŞI

Yazısında AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a da çıkışan Yusuf Kaplan, Erdoğan'ın İstanbul Sözleşmesi'ni 'çöpe atması gerektiğini' söyledi.

Kaplan şunları yazdı:

"Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe atmalı, bizim insanı yücelten asil medeniyet değerlerimize dayalı, dünyaya da model olabilecek kadına cinayeti, şiddeti önleyecek örnek bir yasa yapılması talimatı vermeli! Eğer İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırıp çöpe atmazsa, sonunu hazırlamış olur iktidar! Benden hatırlatması."



Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe atmalı!

İstanbul Sözleşmesi’nin dayandığı temel felsefî temeli gözardı edersek, söyleyeceğimiz lehte veya aleyhte hiçbir sözün değeri de, anlamı da olmayacaktır.

TOPLUMSAL CİNSİYET MÜHENDİSLİĞİ PROJESİ: TANRI’YA MEYDAN OKUMAK!

İstanbul Sözleşmesi’nin kalkış noktası, “cinsiyetsizlik” fikri: Biyolojik cinsiyete karşı, toplumsal cinsiyeti eksene alıyor.

Bütün feminist hareketlerin, eşcinsel oluşumların kalkış noktası burası: “İnsan, yaratılışta verilen cinsel kimliği kabul etmeyebilir ve cinsiyetini istediği şekilde değiştirebilir.”

İstanbul Sözleşmesi’nde defalarca tekrarlanan “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim” gibi kavramların dayandığı ideoloji, işte bu cinsiyetsizleştirme ideolojisi; bendeniz bunu “toplumsal cinsiyet mühendisliği” projesi olarak adlandırıyorum.

Ne demek bu?

Tanrı’ya meydan okumak, demek. Yaratıcı’ya “Ben senin verdiğin cinsiyeti kabul etmiyorum, reddediyorum!” demek.

KADEM NEREDE/N KONUŞUYOR?

Dünya değişiyor... Modernliğin haklar rejimi demokrasinin yerini postmodernliğin hazlar rejimi dromokrasi alıyor...

Yeni bir dünyanın ayak sesleri bu. Bildiğimiz cinsiyetleri, dinleri, devletleri yok edecekler. Tek devlet, bütün dinlerin karışımı tekno-pagan tek bir din, bütün cinsiyetlerin karışımı akışkan, cinsiyetsiz bir cinsel kimlik inşa edecekler...

Kadem’in, dünyada yaşanan bu gelişmeleri kavrayabilecek entelektüel donanıma sahip olmadığı anlaşılıyor, ne yazık ki. Kadem’in de, diğer kadın derneklerinin de.

Kadem’i günah keçisi haline getirmek istemem. Ama Kadem, yerini bilmeli, ülkemizin de dünyanın da nasıl bir yıkımla, ontolojik felaketle karşı karşıya olduğunu görebilmeli.

Kadem’in durduğu yer neresi? En iyisi, bu feminist ideolojilerin içinde konuşlanıyor ve oradan konuşuyor; Müslümanca bir ontolojide ve epistemolojide konuşlanmıyor ve oradan konuşmuyor.

Kadem’in ülkenin kadın, aile politikalarının belirlenmesinde çok etkin olduğunu biliyoruz. O yüzden vebale girdiğini hatırlatmak istiyorum burada.

Kadem, bize örnek bir Müslüman aile modeli geliştirmeli ve bunu toplumun bütününe sunabilmeliydi. Böyle bir kaygıları oldu mu? Bundan sonra Kadem olacaksa, aileyi eksene alan model bir Müslüman tipi ve ilişkiler haritası çıkarmaya kafa yormalı ve bunu bütün dünyaya sunacak şekilde yapmalı.

Bu dert, bu kaygı, bu birikim yoksa niçin var ki Kadem?

Tekrar ediyorum: Kadem, Feminizm İÇİNDEN konuşuyor, bu toplumun kozmolojik ve evrensel İslâmî değerleri ve ilkeleri içinden DEĞİL.

Feminist konumdan, İstanbul Sözleşmesi’nin belirlediği konumdan konuşunca, sorunu, aile sorununa değil kadın sorununa indirgiyor. Kadın ile erkek arasında çatışmayı, kadın-erkek husumetini körükleyecek çatışmacı, maskülen, şiddet yüklü bir dil kurarak konuşuyor diğerleri gibi.

Feminizm ideolojisi de, cinsiyetsizleştirme ideolojisi de, sorunu cinsiyet sorunu, erkek-egemen cinsiyet sorunu olarak görüyorlar. Çözümü de, cinsiyetleri yok etmekte buluyorlar! İfrattan tefrite yuvarlanıyorlar...

Tam bir kaos! Çıkmaz sokak! Anarşi! Bu tür ideolojik fraksiyonlar var bu örgütler arasında “KaosGel” gibi!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, BÜYÜK YIKIMLARA YOL AÇACAK!

İstanbul Sözleşmesi, çok büyük sosyo-kültürel yarılmalara ve ailevî yıkımlara yol açacak toplumda. Çok büyük yaralara yol açtı daha şimdiden...

Özetle Kadem’in ve diğer kadın derneklerinin durdukları yerin bu toplumun medeniyet dinamiklerinin ürünü Müslümanca bir yer olmadığını, ailenin ve toplumun altını oyan, erkek-kadın ilişkilerini düşmanca kurgulayan, söylemsel şiddet üreten, o söylemsel şiddetle eylemsel şiddeti kışkırtan ve meşrulaştıran seküler, İslâm-dışı, fıtratı hiçe sayan, fıtratı metamorfoza uğratan büyük ontolojik, kültürel ve sosyal yıkımlara yol açacak bir yer olduğunu, çok vebale girildiğini hatırlatıyor, bir Müslüman fikir adamı olarak uyarıyorum.

Kadınların bazı haklar elde etmesinde önemli rolleri ve işleri oldu Kadem’in, elbette ki. Ama durduğu yer Müslümanca bir yer değil. Belki farkında olmadan bizim değerlerimizin altını oyan bir yer. Ailenin ve toplumun geleceği açısından da, AK Parti’nin geleceği açısından da çok sorunlu hatta tehlikeli bir yer!

ERDOĞAN! ÇÖPE ATMALI!

Şunu bilelim: Bu toplumu, son iki asır o büyük yok oluş mevsiminde aile ayakta tuttu. Aileyi de güçlü, sarsılmaz akîde. Akîde çökerse, aile çöker. Aile çökerse toplum ayakta duramaz. Toplum çökerse ülke silinir gider tarihten -Allah muhafaza!

Bir yanlışlık var, bir yerde büyük bir yanlışlık yapılıyor: Aile çöküyor! Uygulanan politikalar çok yanlış bu konuda. Müslüman, muhafazakâr bir partinin iktidarında ailenin çökmesi olacak iş değil, bunun vebali var!

Bu ülke kadına cinayeti önleyecek yasa yapmaktan âciz mi, yapmayın Allah aşkına!

Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe atmalı, bizim insanı yücelten asil medeniyet değerlerimize dayalı, dünyaya da model olabilecek kadına cinayeti, şiddeti önleyecek örnek bir yasa yapılması talimatı vermeli!

Eğer İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırıp çöpe atmazsa, sonunu hazırlamış olur iktidar!

Benden hatırlatması.

Vesselâm.




İstanbul Sözleşmesi'ne destek açıklaması yapan KADEM'e sosyal medya hesabından açıklama yapan Yusuf Kaplan'dan sert tepki geldi.

Yusuf Kaplan şu açıklamalarda bulundu: “Yobazlara KADEM’den tokat gibi yanıt”mış! Bu tokat Ak Parti'ye! Bu tokat aile'ye! Kadın cinayeti MASKE! İstanbul Sözleşmesi eşcinselliği yasayla dayatıyor KADEM kademe kademe ailenin altını oyuyor, bu sahipsiz toplumun tarihine kara leke olarak geçiyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder