4 Temmuz 2020 Cumartesi

Günün homofobi-kleri!

Türkiye’yi bu ayıptan kurtarın!

 Şakir Tarım

     Bismillâhirrahmânirrahîm;

     LUT kavmini helâk eden o kötü fiilin (eşcinselliğin) hayata geçmesine sebep olan sözleşmeyi, bir İslâm ülkesinin onayladığını söyleseler, buna inanır mıydınız? Türkiye bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülke oldu. 2011’de TBMM’de bulunan 4 siyasi parti sözleşmeyi onayladı. Sözleşmenin uygulanması için 6284 sayılı yasayı çıkardı. Eşcinsellere dernek kurma hakkı verdi. Onlara eylem yapma hakkı tanıdı.

     Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan dayatma, İstanbul Sözleşmesi olarak halka sunuldu. Türkiye hükümetlerinin görevi Avrupa’dan gelen istekleri imzalamak olmamalıdır. TBMM de milletin temsil makamıdır. Avrupa’dan gelen dayatmaları onaylama makamı değildir. TBMM, Türkiye’nin ihtiyacı olan her türlü düzenlemeyi yapmaktan aciz olamaz.

     AB uyum yasaları üzerinden, aile ve nesillerin eşcinsellik ve yozlaşma tehdidiyle karşı karşıya bulunduğu bir dönemde Erbakan Hoca milletvekillerini uyarmıştı: “Ne olursunuz, kanunları siz yapın! İki sene önce Erzurum’un doğusu Ermenistan olacak, diyen Strasburg yapmasın! İngilizlerin nasıl kanun yaptığını biliyorsunuz! Affınıza sığınarak söylüyorum: ‘Erkekle erkek evlenir’ diyen adamlardan ne hayır geliiiir.”

     Erbakan Hoca tavrını milletimizin sahip olduğu değerlerden yana koydu. Bugün İstanbul Sözleşmesi diyerek, Avrupa Konseyi’nin dayatmasını imzalayan Hükümet ile onu TBMM’de onaylayan 2011’deki AKP, CHP, MHP, HDP grupları ne yaptıklarının farkındalar mı? Önemli konularda bile, birlikte müzakereye yanaşmayan partiler, nasıl oldu da İstanbul Sözleşmesi konusunda tam uzlaşma sağladılar?

Burası Türkiye

      HERKES yaşadığı toprakların Türkiye olduğunu iyi bilmelidir. Asırlarca dünyaya adalet, ilim, medeniyet ve insanlık öğretmiş bir ecdadın torunlarıyız. Edep, terbiye, iffet, ahlâk ve cesaretiyle dünyanın imrendiği bir milletiz.

     Osmanlı hükümdarları Batılı elçilere ellerini öptürmezlerdi. Onlar da, hükümdarın atının üzengisini öperek itibar kazanmaya çalışırlardı. Akif’imiz bu gerçeği şöyle terennüm eder: “Donanma ilerlerken muzafferan ileri, / Üzengi öpmeye hasretti Garp’ın elçileri.”

     “Aile ve kadına şiddet” ile ilgili düzenlemeyi Avrupa Konseyi hazırlıyor; TBMM’de ciddi bir müzakeresi yapılmadan onaylanıyor. O zaman milletvekillerinin görevi ne? Meclis’e sesleniyorum: Aile kurumu gibi en mahrem ve hassasiyeti olan bir alanımıza girerek, şerefli milletimize nizamât vermeye kalkışan Avrupa Konseyi’ne haddini bildirme zamanıdır. Sözleşmeyi feshederek, millî irade ve güçlü bir Meclis’e sahip olduğumuz bütün dünyaya duyurulmalıdır.

     Cumhurbaşkanı 01.06.2019’da, “İstanbul Sözleşmesi nas değildir; feshedilebilir” demiş; 2 gün önce de, “Halkın isteği yapılsın” açıklaması yapmıştı. AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş da,  halkın İstanbul Sözleşmesi konusundaki beklentilerini karşılayacaklarını açıklamıştı: “Usulü yerine getirilerek sözleşmeden çıkılır.” (02.07.2020)

      Üst düzey yetkililerin yaptığı bu açıklamaların muhatabı TBMM değil mi? Bu sözler karşılıksız kalmamalı? TBMM hemen harekete geçmeli; milletimizin hasretle beklediği İstanbul Sözleşmesi’ni vakit kaybetmeden feshetmelidir. Kanun yapma yetkisinin TBMM’de olduğu gösterilmelidir.

Halk ateş püskürüyor

     ELİNİZİ çabuk tutmak zorundasınız. Avrupa Konseyi oluşturduğu Grevio adlı komisyon aracılığıyla konuyu sıkı takibe almış durumda. Önce, pilot uygulama diyerek 10 ilimizdeki Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP) seminerleri başlattılar. Bazı sosyal grupları da konuya dâhil ettiler. Şimdi üniversiteler, Millî Eğitim, Aile ve Sosyal Politikalar, Adalet ve benzeri bakanlıklarda, belediyelerde sözleşmenin uygulanma planlamasını yapıyorlar. Eşcinsel derneklere yüklü paralar akıtıyorlar.

     Sözleşme, 2,5 milyon öğrencinin girdiği Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) da bulaştı. Türkçe soruları içinde, LGBT destekçisi olarak tanınan Mabel Matiz’in “Fırtınadayım” şarkısının sözleri soruldu. Bu cesareti nereden alıyorlar, dersiniz? ÖSYM, konuyu “incelemeye aldığını” açıkladı.

     İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tepki gösterdi: “Sapkın LGBT’yi gündeme getirenler hesap vermelidir.” (30.06.2020)

     Star yazarı Sibel Eraslan, ÖSYM’nin yaptığının basit bir soru hatası olmadığını söyledi: “Gençlerimizin kaderiyle oynayan bir kurum bunun hesabını vermelidir. Yetti sorumsuzluklarınız, yetti!” (02.07.2020)

     Halkımız, “İslâm’da zina ve eşcinsellik haramdır” diyen Diyanet İşleri Başkanı’na verdiği yüzde 99’luk destekle İstanbul Sözleşmesi konusunda durduğu yeri belirlemiştir.

     CHP Genel Başkan Yardımcısı Lâle Karabıyık, “İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmenin kadına şiddete,  kadın cinayetlerine göz yummak olacağını” (02.07.2020) açıkladı. Hayır, ey CHP hayır! Ucuzcu olmayın! Siz, Avrupa Konseyi’nin onay makamı değilsiniz. O düzenlemeyi, TBMM’deki diğer partilerle birlikte, siz yapacaksınız!

https://www.milligazete.com.tr/makale/4947051/sakir-tarim/turkiyeyi-bu-ayiptan-kurtarin


Top Çevirmek

Cafer Keklikçi

Ülkemiz korona morana dinlemiyor acayip ilerliyor! Farklı yerlerde farklı şekillerde acayip sorular soruluyor! Soru sorma şekli gelişiyor! Soru sorma yeteneği ileri teknolojiyi geçiyor! Öyle ki eğitim adına sorulan soru zaten ülkemizin ilerlemesine çok büyük katkı sağlıyor! Ülkemiz öyle sorularla ilerliyor ki cevap bulmak zor! Ne olduğu belirsiz sorularla demokrasiye katkı yapılıyor! Öyle sorular sorulmasa demokrasi hiç ilerlemez! Şu demokrasinin ilerlemesi de acayip önemli! Nereye ilerliyorsa mübarek! İlerle ilerle bitmiyor! Halk olarak biz aç kalalım ama demokrasi ilerlesin! Biz susuz kalalım ama demokrasi geri kalmasın!

Demokrasi ilerledi ya imamın biri de ilerliyor! Camiye sabah namazına gelen cami cemaati mensubuna imam sabah namazına niye geldiğini soruyor. Sabah namazına niye gelinir? Halay çekmek için! Kimse kalkmadan gidip şurada biraz halay çekelim sabah sabah! Hani yaz gününde spor olsun canım! Hava da sıcak! Başka yer bulamadık camiye geldik! İmam da halay başı ya! Olaya Diyanet el attı imam o camiden alındı. Cemaat de küsmekten vazgeçti galiba. Galiba diyoruz çünkü cemaat bir daha küsebilir önlem almak lazım!

Diyanet dedik ya; iki ay önce Diyanet İşleri Başkanı eşcinsellikle ilgili hutbe vermişti. Eşcinselliğin sapıklık olduğunu belirtmişti. Eşcinselliğin sapıklık olduğunu sapık olmayan her insan bilir. Diyanet’in böyle açıkça hutbe vermesi Müslümanları sevindirmiş, başkan takdir edilmişti. Buraya kadar güzel. Buraya kadar tamam. Güzel ve tamam olmayan ne?

Geçtiğimiz hafta sonu YKS yapıldı. Liseyi bitirmiş gençler üniversitede okumak için sınava girdi. Bir üniversiteye yerleşebilmek için canhıraş bir şekilde ter döktü. Üst düzey önlemler eşliğinde gençlerimiz sınava girdi. Aslında üniversiteye geçiş sınavlarının günümüzde pek bir önemi de kalmadı ama olsun. Neden sınavların önemi kalmadı? Üniversitelerin önemi kalmadı ki sınavların kalsın. Üniversite bitirmekle bitirmemek arasında herhangi bir fark yok. Üniversite bitirmeyen de iş arıyor üniversite bitiren de. Üniversite bitirmeyen de asgari ücrete talim ediyor üniversite bitiren de. Üniversiteyi bitirmek önemli değil atanmak için torpil lazım. Gençlerimiz sınava hazırlandığı kadar da torpil yapacak adam araması lazım. Zaten çoğu bulamıyor. Üniversite bitiren, market fakültesi kasiyerlik bölümü hayat şartları kürsüsünde sisteme de düzene de saydırma talimleri yapıyor asgari ücrete. Düşünün tarih bölümü mezunu kasiyerlik yapıyor. Barkot tabancasına demokrasi tarihini anlatıyordur kendisini o duruma düşürenlerin geçmişlerini anarak! Başka ne yapacak!

ÖSYM, üniversiteye geçiş sınavlarını yani YKS’nin önemi kalmadığını göstermek için eşcinsel bir şarkıcının şarkı sözünü sormuş YKS’de. Gördünüz mü baştan beri söylüyoruz ülkemiz çok gelişti çok ilerledi! Türkiye korona morana dinlemiyor durmadan ilerliyor! Gelecek yıl da teröristbaşının sözünü sorsunlar! Yoksa ilerleme durabilir! YKS sorularını hazırlayan toplar pardon hocalar anlaşılan başka bildikleri şarkı yok. Adamlar ne yapsın kendi meşreplerince soru sormuşlar. ÖSYM’de soru hazırlayanlar ilerleye ilerleye top olmuş! Ortada bir top var; bakalım gol kimlerin kalesine atılacak!

Diyanet, eşcinselliğin sapıklık olduğuna dair hutbe verdi. ÖSYM eşcinsel şarkıcının şarkı sözünü sordu. Burada iki sonuç çıkıyor. Birincisi YKS’de o soru sorularak rövanş alındı. İkincisi iktidar Diyanet’e öyle hutbe verdirerek Müslümanları kendine çekti, arkasından eşcinsel şarkıcının şarkı sözünü sordurarak Batıcılara yağdanlık yaptı. Maç bir bir berabere! Gelecek yıl ÖSYM lezbiyenlerden bir soru sorarak kaldığı yerden devam edebilir! Meşreplerince soru soruyorlar.

Sayın yetkililer gençlerimiz erkektir böyle biline!

https://www.milligazete.com.tr/makale/4947044/cafer-keklikci/top-cevirmek


Hukukçu Fidantek: "Toplum beklentisi göz önüne alınarak İstanbul Sözleşmesi feshedilmeli"

İstanbul Sözleşmesi'nin ailede ve toplumda yol açtığı tahribata dikkat çeken Hukukçu Elif Fidantek, toplumun değerleri göz önünde bulundurularak sözleşmenin iptal edilmesi gerektiğini söyledi.


Hukukçu Fidantek: "Toplum beklentisi göz önüne alınarak İstanbul Sözleşmesi feshedilmeli"

Batılı değerleri temel alan, toplumun inanç, gelenek ve göreneklerini göz ardı eden, 6284 Sayılı Kanun'a dayanak oluşturan İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesi için gerekli adımların atılmasını isteyen Fidantek, TBMM'de bu konunun gündeme getirilip hukuki dayanağa göre düzenlenmesi gerektiğini ifade etti.

Ailesini ve çocuklarını korumak isteyen herkesin bu sözleşmeye karşı çıktığını belirten Fidantek, toplumun ahlak ve değerleri dikkate alınarak sözleşmenin iptali yönünde karar alınması gerektiğini söyledi.

AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş'un, İstanbul Sözleşmesi'nin iptali yönünde yaptığı açıklamaları hatırlatan Fidantek, bu tür açıklamaların umut verici olduğunu belirterek vaat edilen açıklamaların havada kalmayıp somutlaştırılması ve fiiliyata dönüştürülmesi gerektiğine vurgu yaptı.

"Sözleşmede toplumsal cinsiyet gibi kavramlarla olumsuz durum yokmuş gibi algı yapılıyor"

İstanbul Sözleşmesi'nin meclis sayfasında geçen adı ile asıl metni arasında bir uyumsuzluğunun olduğunu belirten Hukukçu Elif Fidantek, "İstanbul sSözleşmesinin asıl adı 'Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi' bunlarla mücadeleye dair Avrupa Konseyi sözleşmesidir. Sözleşmenin Meclis sayfasında gecen asıl adında ise 'Aile içi şiddetin önlenmesi' yazıyor ancak asıl metne baktığımızda ev içi şiddetten söz ettiğini görebiliriz." şeklinde konuştu.

Fidantek, "İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında İstanbul'da imzalandı. Baktığımızda adını da buradan alıyor. Türkiye, imza atan ülkeler içerisinde ilk imzacı ülke statüsündedir. Aslında ilk bakıldığında İstanbul Sözleşmesi her ne kadar şiddetti önlemeye dair olduğu görünse de sözleşmenin tek kapsamı bu değil. İçerisinde cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kavramları gibi ve bizlerin de özellikle karşı çıktığı maddeler de yer alıyor. Nitekim sözleşmede toplumsal cinsiyet gibi kavramlar ön plana alınarak olumsuz bir durum yokmuş gibi algı yapılıyor. Aksine Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP) veya sözleşmenin akabindeki olaylara bakıldığında eşcinsellik lobisinin önünü açtığını rahatlıkla görebiliyoruz. Ayrıca eşcinsellik mevzuatsal olarak kendine bir dayanak bulmuş oluyor." ifadelerini kullandı.

"Ailesini ve çocuklarını korumak isteyen herkes bu sözleşmeye karşıdır"

İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesini isteyen kesimin toplumun büyük bir kısmını oluşturduğunu belirten Fidantek, "Bu sözleşme belirli bir kesimin savunduğu ya da karşı çıktığı bir sözleşme değildir. Ailesini ve çocuklarını korumak isteyen herkesin şiddetle karşı çıktığı bir sözleşmedir. Şunu da belirtmek gerekir ki toplumla ve ahlakla bağdaşmayan bu sözleşmenin sadece İslami ülkeler tarafından kaldırılmasına yönelik bir talebi yoktur. Örneğin; Rusya, Macaristan ve Ermenistan gibi İslami hassasiyeti olmayan ülkelerin de karşı çıktığını görüyoruz. Hatta meydana getirdiği olumsuz sonuçlardan ötürü İstanbul Sözleşmesini fesih eden ülkeler dahi var." dedi.

"Kendi toplumumuzun değerlerine uygun ilişkilere göre düzenlenmesi gerekiyor"

İstanbul Sözleşmesine dayanak olarak oluşturulan 6284 Sayılı Kanun'un revize edilip toplumun değerlerine uygun hale getirilmesi gerektiğini belirten Fidantek, "İstanbul Sözleşmesi'ne dayanak olarak çıkarılan 6284 Sayılı Kanun'un da ciddi anlamda revize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu kanun ile aile yapısı için alınan önlemlerin Avrupa'daki kadın-erkek ve aile ilişkilerine göre değil de bizim kendi toplumumuzun değerlerine uygun ilişkilere göre düzenlenmesi gerekiyor. Elbette kadına şiddetin ve çocuğa yapılan her türlü istismarın karşısındayız. Ama mevcut kanunun yeniden düzenlenip toplum olarak bize uygun hale getirilmesi gerekiyor." şeklinde konuştu.

"Siyasi partili yetkililerin, halkın çağrısına kulak verip adımlar atması önemli"

Fidantek, "Numan Kurtulmuş gibi politikacıların İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yaptığı açıklamalar oldukça sevindiricidir. Özellikle daha önce de açıklamalarda bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ın, dün açıklama yapan Numan Kurtulmuş'un ve diğer siyasi partilerdeki yetkililerin halkın çağrısına kulak verip adımlar atması oldukça önemlidir. Ayrıca toplumun beklentisi yönünde atılacak adımlar için ümit verici bir durumdur. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki söylenilen bu tür vaatlerin sadece sözlerde kalmaması gerekiyor. Kısa zamanda fiiliyata da dönüştürülmesi gerekiyor. Bundan dolayı İstanbul Sözleşmesi feshedilmediler. Nasıl ki TBMM'de bu sözleşme kabul edildiyse aynı şekilde yine Meclis aracılığıyla bu sözleşme feshedilmelidir. Ayrıca Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine yapılacak bildiri ile tamamen çekinilmelidir. Yine bu sözleşmeye bağlı olarak oluşturulan 6284 sayılı kanun da revize edilmesi gereklidir." ifadelerini kullandı. (İLKHA)

https://dogruhaber.com.tr/haber/676801-hukukcu-fidantek-toplum-beklentisi-goz-onune-alinarak-istanbul-sozlesmesi-feshedilmeli/


Sözleşmeyi feshedip özümüze dönelim

Kamuoyu, aileyi ve toplumu ifsad eden istanbul sözleşmesi’nin iptalini bekliyor. Yürürlüğe girdiği 2011 yılından bu yana; kadına şiddeti engellemek bir yana, aileyi ifsad etmek ve LGBTİ sapkınlığını yaymak için kullanılan Haçlı menşeili İstanbul Sözleşmesi toplumda infiale yol açıyor.

Geçtiğimiz yıl, “İstanbul Sözleşmesi nas değildir” diyen Başkan Erdoğan önceki gün de, “Halk istiyorsa kaldırın” talimatı verdi. Akit’e konuşan STK’lar ise, “Sözleşmeyi feshedip, özümüze dönelim” çağrısında bulundu.

AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un İstanbul Sözleşmesine ilişkin, “Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır” sözlerine STK temsilcilerinden destek geldi...

Ailenin kimyasını bozdular
Diva-Sen Genel Başkanı Mustafa Çopursuz: “İstanbul Sözleşmesi yapılmadan önceki aile hayatımız daha düzgündü. Sözleşmenin vermiş olduğu aşırı güçten istifade etmek isteyen bazı taraflar maalesef aile yapımızın kimyasını bozdu. Biz bu yönünden dolayı karşı olduğumuzu her zaman söyledik. Ayrıca hükümetimiz bizim bildiğimizin çok çok fazlasını biliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapımıza ne kadar zarar verdiğini herkes biliyor. Sayın Numan Kurtulmuş’un açıklamalarını geç bile buluyoruz. Derhal İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini, kendi özdinamiklerimize dönmemizi bekliyoruz.”

Neslimizi kurban etmeyeceğiz
Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu Başkanı İlhan Ergincan: “Aile yıkılmasına sesleri çıkmayan, her türlü ahlaksız oluşuma özgürlükler altında destek veren, İstanbul Sözleşmesi’ni her fırsatta savunan şer odakları, feministler, sözde kadın dernekleri ve CHP4den tepki ise gecikmedi ve bu tepkiler bizleri de şaşırtmamıştır.

Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu olarak aile köklerine konulan dinamit olan İstanbul sözleşmesinin her türlü sözde kadın hakları savunucularının, CHP zihniyetinin ve AK Parti içindeki yeşil feministlerin baskılarına boyun eğmeden derhal feshinin gerçekleşmesini bekliyoruz. LGBT’yi meşru hale getiren İstanbul Sözleşmesi’nin feshi geç bile kalınmıştır. LGBT nin tüm faaliyetleri durdurulmalı. LGBT’ye destek veren derneklere ve kurumlara soruşturma başlatılmalı. Bizler neslimizi çarpık zihniyete kurban etmeyeceğiz.”

https://m.yeniakit.com.tr/haber/sozlesmeyi-feshedip-ozumuze-donelim-1320962.html


'Gözümün gördüğü, göğsümün bildiği ile bir değil' cümlesinde anlatılmak istenen nedir?
30 Haziran 2020, 12:23
Psikolog Hüseyin Kaçın
Psikolog Hüseyin Kaçın

Başında başörtüsü, türban, eşarp olmayan Selma Aliye Kavaf, 2009 yılında Viyana’da yapılan Avrupa Konseyi Aileden Sorumlu Bakanlar Konferansı’na katılmış ve “farklı aile formları” diye bir kavram geçtiği için tavsiye karar metnini imzalamamıştı. Bu kavramın eşcinsel aileleri de içeriyor oluşundan dolayı direnç gösterdi. 2010 yılında Hürriyet gazetesindeki röportajda Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, eşcinselleri hasta olarak görüyor ve cinsel yönelim başlığı altında: “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. “ dediğinde medyada linç edilirken dindarlar öyle yada sus pus olmuşlardı. Feminist kadınlar ve eşcinseller el ele kol kola vererek bir “cadı avı” başlattı. Recep Akdağ “Bunları kişisel özgürlük meselesi olarak ele almak lazım” dedi. Nursuna Memecan’a göre Kavaf’ın açıklamaları “talihsiz sözler”di. Egemen Bağış ise Der Spiegel’e verdiği demeçte, “Ben eşcinselliği bir hastalık olarak görmüyorum” dedi. Selma Aliye Kavaf, siyaset sahnesinden bir yıldız olarak kayıp gittikten sonra İstanbul Sözleşmesi, Toplumsal Cinsiyet Eğitimi, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun vasıtasıyla; Türk ve Müslüman aile dinamiklerinin bozulması süreci etkin bir şekilde başlamıştır.

Farklı aile formları kavramıyla İstanbul Sözleşmesinin ‘gizli amacı’, ‘gerçek yüzü’: İstanbul Sözleşmesi demek eninde sonunda "eşcinsel evlilikler" ve "eşcinsellerin evlat edinme hakkı" demektir. İstanbul Sözleşmesi bir kralsa; kral bu kadar çıplak mıdır? Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen İmparatorun Yeni Giysileri kitabında kralın çıplak olduğunu anlatmıştı. İmparatorun Yeni Giysileri’ndeki kralın çıplaklığı masum sayılabilir ama İstanbul Sözleşmesi’nin çıplaklığı aile’nin ırzına muallat olmuş birinin anadan üryan bir çıplaklıktır.

İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının ardından "eşcinsel evlilikler" ve "eşcinsellerin evlat edinme hakkı"nın topluma dayatılacağını nerden öngörebiliriz?

Cuma Hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HİV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “sesi çağlar öncesinden gelen bu şahıs”, “zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip” kişi ilan edilerek hakkında suç duyurusunda bulunarak linç edildi. Selma Aliye Kavaf’ı korumayan gaflet dalalet ve hatta hiyanet uykusunda olan sosyal medya dindarları; Ali Erbaş’ı muhtaç oldukları kudreti damarlarındaki kanda bularak cansiperane savundular.

Mahşerin dört atlısı varsa; birinci atla Ali Erbaş’a saldırdılar. Mahşerin ikinci atlısı ise, Yükseköğretim Kurumları Sınavı'nda bir 'Fırtınadayım' estirerek "Gözümün gördüğü, göğsümün bildiği ile bir değil' diyen Mabel Matiz oldu. Sosyal medya dindarları yine esecekler gürleyecekler, yeri göğü inletecekler ama üçüncü atlı yola çıkmış olacaktır. Dördüncü atlı da ahırında tımar ediliyordur. Sosyal medya dindarlarının sanal alemde bağırmaları çağırmaları nafile bir çabadır. Çünkü bu stratejiyle asla ve asla bu atlılarla baş edemeyeceklerdir. Türk ve Müslüman aile yapısında farklı aile formları adı altında eşcinsel evliliklere yeşil ışık yakılmaması için kalıcı tek çözüm; İstanbul Sözleşmesi, Toplumsal Cinsiyet Eğitimi, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, başlıklarının toplumun gündeminden de hafızasından da kaldırılmasıdır. Kadın erkek aile evliliklerine alternatif kadın kadın yada erkek erkek aile evliliklerinin önünün açılması istenmiyorsa Türkçe’mizin ırzına musallat olan güçlere dur demeliyiz. Dil tecavüzcüsü güçler, iş adamın ırzına geçerek ondan iş insanı, bilim adamının ırzına geçerek ondan bilim insanı peydahladılar. Veledi zina iş insanları, veledi zina bilim insanları; Türk ve Müslüman aile yapısını çökerten dinamitlerdir. Ailemizi iş adamları ve bilim adamları ile korumalıyız.

Siyaset adamlarımız siyaset insanı değillerse eğer sesimizi duyarlar umuduyla “Ailemizin kurtuluşu; Allah’ın kitabı Kurân-ı Kerim’in ve Peygamberin sünnetinin kurtuluşudur” başlıklı yazımızda haykırmıştık:

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği zırvalıkları, İstanbul Sözleşmesi pespayeliği ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un adaletsizlikleri sonucunda ailemiz çökmüştür. İstanbul Sözleşmesi feshedilmedikçe, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği çalışmaları Milli Eğitim, Aile ve Sosyal Politikalar, Adalet Bakanlıkları bünyesinde durdurulmadıkça 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun T.B.M.M’de yeniden gözden geçirilmedikçe ailemizin çöküşü durdurulamayacaktır. Kadına şiddeti durdurmak adına bilinçsiz ve bilimsiz yapılan çalışmalarla ailemiz çökertilmiştir. Kılıçlar çekilmedikçe saflar tutulmadıkça bu yenilgiyi önlememiz mümkün değildir.  https://www.habervakti.com/ailemizin-kurtulusu-allahin-kitabi-kurn-i-kerimin-ve-peygamberin-sunnetinin-kurtulusudur-makale,2971.html

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın rol modeli: Sıla, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın rol modeli: Aleyna Tilki’den sonra ÖYSM'nin rol modeli: sırtına erkek göbeği değmeden uyuyamayan Mabel Matiz oldu. “Dindar nesil değil çocuk tanrılar nesli” yazımızda da birileri duyar umuduyla haykırmıştık:

Liberal yada postmodern yaşamlarda mutluluğu elde etmek için tükettikçe tüketmek artık yetersiz kalmaktadır. Değerlerimizi yitirdiğimiz için artık kendimizi unuturcasına ve kendimizi kaybedercesine geçici olarak kendimizi yok etmemiz gerekiyor. Piercing'li yeni nesil gençlerimiz acılarını dindirmek için artık sarhoş olana kadar alkol tüketmeyi yetmezse kendinden geçmeye varana değin uçucu ve uyuşturucu madde kullanmayı kaçınılmaz olarak denemektedirler.

Egemen Güçler Ekini ve nesli bozmaya başladılarsa, Köle kadınlar efendilerini doğurmaya başlamışsa ahir zaman yakın demektir. Dünyanın, insanlığın son günleri; kıyamete yakın yıllar ve günlerdeyiz. O mutlu günlerimiz mazide şimdi…

Dindar nesil değil çocuk tanrılar nesli
“Türkiye'nin Gerçek Beka Sorunu: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projeleri Ve Cemaatler” yazımızda da birileri duyar umuduyla umutsuz bir şekilde haykırmıştık:

Her yıl Haziran ayının sonlarında Taksim'de örgütlenen Onur Yürüyüşleri; Eşcinselleşmenin ayak sesleridir. Siyaset adamları ve bürokratlar bu yürüyüşlerin sosyolojik olarak Türk toplumunu nasıl dönüştüreceğinin bilincinde midirler?

Taksim'de 28 Haziran 2015'te düzenlenen Eşcinsel derneklerinin düzenledikleri Onur yürüyüşü'nde 'Şaban'la Recep'in aşkına Ramazan engel olamaz' pankartı açtıkları gerekçesiyle yargılanan üç sanık hakkındaki dava, beraat kararıyla sonuçlandı.

"Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçundan birer yıla kadar hapisleri istenen sanıklar hakkında mahkeme, "yüklenen fiilin bu haliyle kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğunu" belirterek beraat kararı verdi.

Mahkemenin verdiği bu kararla, 'Şaban'la Recep'in aşkına Ramazan engel olamaz' sloganı sonucunda Ramazan bu direnişi kaybetmiştir. Bu sonuç toplumun eşcinselleştirilme çalışmalarının meşru (hukuki) bir zeminde sürdürüldüğünün bir ispatıdır.

ÖNGÖRÜ:

Benim öngörüm en yakın zamanda "eşcinsel evlilikler" talebiyle toplum karşılaşacak daha sonra bu kabul edildiğinde "eşcinsellerin evlat edinme hakkı" talebi söz konusu olacaktır.

Türkiye'nin Gerçek Beka Sorunu: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projeleri Ve Cemaatler
'Türkiye artık eşcinsellik sorunuyla yüzleşmeli'

‘’Eşcinsellik kaçınılmaz olarak artık Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir konudur. 2000’ler öncesi de bu konu vardı ve üstü örtülüyordu. 2000’lerden sonra artık bir şekilde dernekleştiler, örgütleştiler. Bu artık bir lobi faaliyetidir. Türk toplumu artık bu gerçeği halı altına süpüremez. Bu gerçekle yüzleşecek, toplum yetmez, devletin bütün kurumları bu konuda kendini sorgulamalıdır.’’

Sosyal medya dindarları sanal dünyadan yakalarını kurtarıp gerçek dünyanın gerçek sorunlarına çözümler üretmedikçe dinimiz de ailemiz de mahşerin üçüncü ve dördüncü atlılarının saldırısından kurtulamayacaktır.

Kral çıplak derken aynı zamanda şeytanında avukatlığını yapmak istiyoruz. "Gözümün gördüğü, göğsümün bildiği ile bir değil' cümlesinde anlatılmak istenen nedir?" sorusunu soran kişi bilindik fetöcülerden midir yoksa eşcinsel lobinin fanatik misyonerlerinden bir eşcinsel midir? Devletimizin etkili yetkili bürokratları talimat verirlerse eğer müfettişler bu zor sorunu çözümleye bilirler mi? Bu yeni sorunu müfettişler çözümlerse eğer sosyal medya dindarları da derin bir nefes alır mı?

"Bu dünyada gerçeği söylemek ikinci dile bırakıldı. Ve ikinci dil yaratılmadı. Gerçeği duymaya dinlemeye tahammül gücünü üçüncü kulağa bıraktılar. Üçüncü kulak yaratılmadı."

Sosyal medyanın kes kopyala yapıştır dindarları Arif Nihat Asya'ya kulak verirlerse eğer belki ikinci dilden anlar üçüncü kulakları varsa eğer. İkinci dilsizsiz ve üçüncü kulaksız olanlar Rahman'ın sesini asla duyamazlar. Rahman inananlara sesleniyor:

"Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla Rahmân, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona anlayıp açıkça anlatmayı öğretti."

https://www.habervakti.com/gozumun-gordugu-gogsumun-bildigi-ile-bir-degil-cumlesinde-anlatilmak-istenen-nedir-makale,3185.html



TOPLUMSAL DEĞERLERİMİZDEN LGBT'ye DOĞRU

Değerlerimiz; seçimlerimizde, kararlarımızda ve alışkanlıklarımızda bizi yönlendiren, hayat yolculuğunda nereye ve nasıl gideceğimiz konusunda bize rehberlik eden yol pusulamızdır.
     
Bir toplumun değerlerini sıfırdan yaratamayız; onlar zaten inanç kalıplarımızın bir sonucu olarak bilinç altına gizlenmiştir. Bu değerlerimiz, genelde ahlâki değerlerimize ve dini inançlarımıza dayanır. Bu değerlerin en önemli özelliği ait olduğu toplumun kültürünü ve inancını yansıtmasıdır. Kaybettiğimiz ve kaybetmek üzere olduğumuz o kadar çok değerlerimiz var ki, bunları anlatmaya ve yazmaya ne nefesimiz ne de kalemimiz yeter. Ne yazık ki yaşam kalitemiz arttıkça değerlerimizi yaşatmak ve devam ettirmek adına duyarlılığımız azalıyor. Aile bütünlüğünü ve toplumları ayakta tutan, aile kültürü ve değerleri olduğunu unutmuşuz gibi.. Geleceğimiz dediğimiz çocuklarımıza, değerlerimizi aktarmaya artık gerek duymayan bir millete mi dönüştük? Aile, bütün toplumlarda temel kurumdur. Her dine, dile ve kültüre sahip olan milletlerin, toplumların çekirdeğini oluşturur. En küçük topluluk olan aile kurumunun toplumdaki önemini, kültürünü, ahlaki ve dini değerlerini, örf, adet, gelenek ve göreneklerini yaşatmak için bu kurumu dimdik ayakta tutabilmek her kesimin önde gelen görevi olmalıdır. Yitirilen değerlerimizi çocuklarımıza tekrar kazandırmak için onur sahibi her kişinin vicdanını yoklaması gerekir. Kaybolan nesilleri ve manevi tahribatı tedavi etmek, kültürel ve ahlaki değerlerimizin yeniden yapılanması için gerekli tedbirler acilen alınmalıdır. Sözde reyting uğruna, televizyon dizilerinde sergilenen ahlaksızca uygunsuz sahnelerin, argo konuşmaların, ihanetlerin sıradan ve normalmış gibi gösterilen film ve dizilerin, toplumun ahlâk çöküntüsüne zemin hazırlamaktadır. Çocuklarımıza ahlaki ve kültürel değerlerimizi, aile kurumunun yüceliğini ve değerini öğretecek filmlerin, dizilerin ve çizgi karakterlerin izlettirilmesine neden ihtiyaç duymuyoruz? Geçmişten günümüze kadar yayınları devam eden yabancı çizgi karakterlerin çocuklarımızı ahlâki ve ailevi değerlerimizden uzaklaştırdığını ne zaman görmek isteyeceğiz? Dizi ve filmlerin çocuklarımızın, genclerimizin ve hatta yetişkinlerimizin dahi ahlâki değerlerini ve ruh halini olumsuz etkilediğini görüyoruz, ancak çözüm üretemiyoruz. Özellikle son yıllarda yayınlanan popüller yerli dizilerin ahlâksız konuları aile yapısını tehdit ettiğini neden görmek istemiyoruz? Televizyon dizileri, kültürümüze, edep ve ahlâk anlayışımızla bağdaşmayan, arzu edilmeyen davranış modeller yaratılarak nikahsız yaşayan, ayrı yaşayan karakterlerle toplumsal yaşamı ve ailevi degerleri riske sokmaktadır. İhanetlerden dolayı boşanmalar, evlilik dışı ilişkiler, nikahsız beraberlikler, eşcinsel beraberliklerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Japon Bilim Adamı (Antropoloji) Kalyo Yasuo: "3 yıldırTürkiye' de yaşayan insanların kültürünü inceliyorum. Bir şey çok korkunç, diğeri ise çok garip. Korkunç olan ülkede bir kaç televizyon dizisi hariç tamamı onların kültürüne ve dinine ters. Yani batı bu ülkeyi savaşmadan yok ediyor. Garip olan ise, herkes bunu biliyor ama yine de izliyorlar. Hem de anne-baba-çocuklar birlikte izliyorlar" diyor. Evet, dışardan resim daha net görünüyor.Geleceğimiz yok oluyor, çocuklarımızı yavaş yavaş kaybediyoruz. Zararın neresinden dönersek kârdır, sürüp giden yanlışlardan ne denli erken vazgeçip aslımıza dönersek, daha sonra uğrayacağımız zararı o denli azaltmış, geleceğimizi teminat altına almış oluruz. Baştan sona dini hikâye anlatan filmler, diziler ve çizgi karakterler yapılsın ve izletilsin demiyorum. Hayatın içinden yaşadığımız günlük şeylerle değerlerimizi, örf adetlerimizi, aile kültürümüzü; kısaca anadolu insanın gerçek yaşanmışlığını, yani bizi, geçmişimizi anlatalım ve izletelim istiyorum. Sempatik karakterlerle çocuklarımıza geçmişteki değerlerimizi öğreterek, geleceğimizi daha iyi şekillendirebiliriz. Daha sağlıklı bir gelecek yaratabiliriz. Kimse kusura bakmasın, ahlâki değerlerini, geçmişini, aile kurumunun değerlerini bilmeyen bir gençlik hiç kimsenin geleceğinin teminatı olamaz. Bir çocuğun şekillenmesinde, izlediği filmde bir karaktere benzeme ve o karakteri model alma rolünün çok önemli olduğu yadsınamaz bir gerçektir. En etkili öğrenme, model alarak öğrenme şekli değil midir? O zaman önce biz yetişkinler örnek davranışlar sergileyeceğiz, sonra da bizden sonrakilere aktarmak için kolları sıvıyacağız. Sonuç olarak, anne-babalar, öğretmenler, arkadaş ve toplum gibi öğretici sosyal çevreler ile TV, internet gibi eğitici teknik araçlar sadece çocuklar için değil, yetişkinler içinde birer rol modeldir. Teknolojinin amacına uygun kullanılması yönünde çocukları bilinçlendirmek ve eğitmek, onların sağlıklı şekillenmesi için onlara örnek model olmak her anne babanın önceliği olmalıdır. Ahlâki ve dini değerlerin aktarımı için aile en uygun ortamdır.

https://www.mebpersonel.com/genel/toplumsal-degerlerimizden-lgbt-ye-dogru-h243066.html


LGBTİ tartışmaları ve kayan zeminler
Dr. M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi

Eşcinsellerin toplumdan gördükleri baskıdan bahsediliyor ama değerler üzerine kurulan baskıdan hiç bahsedilmiyor. Üstelik bu baskı, AK Parti karşıtlığı üzerinden bazı siyasi çevrelerce aralıksız ve sistematize edilmiş şekilde tatbik ediliyor. Kamusal alanın en önemli unsurları, kültür-sanat çevreleri, akademi camiasının meşhur elitleri, kendisini siyasal mekanizma sanan kamu tüzel kişilikleri bu baskı kampanyasında neredeyse istisnasız olarak rol alıyor.

Özel hayat ile kamusal alan arasındaki sınırın, eşine rastlanmadık seviyede şeffaflaştığı bir süreci yaşıyoruz. Akşam’da yayınlanan “Kalın Sıva Ya Rasulallah” başlıklı yazımda bunu anlatmaya gayret ettim. Özel alanı kamusal alana taşımak kimileri için bir ihtiyaca dönüştü, kimileri ise bunu ister istemez, insiyaki olarak yapıyor. Bunun mücadelesini verenlere de rast geliyoruz sık sık. Kamusal alan ise özel hayata eskiye nazaran çok daha yoğun şekilde dahil oluyor. Günümüz insanının yaşadığı en büyük zorluklardan birisidir, ikisi arasına kat’i, yeri geldiğinde aşılmaz duvarlar örmeyi başarmak. Başaramıyorlar.

Onur Haftası gerilimi

Gelgelelim sürekli olarak konu edilen bir şey artık toplumumuzda özel hayat-kamusal hayat ayrımı. Doksanlı yıllarda başörtüsü, kılık kıyafet gibi başlıkları olurdu bu tartışmanın. Geleneksel Onur Haftası gerilimimiz ise özel hayat-kamusal hayat ayrımına bambaşka başlıklar hediye etti. Artık kılık kıyafetin tartışılması bizlere son derece anlamsız geliyor; buna mukabil bir zamanlar katiyen bahsini yapamayacağımız, her birimizin yüzünü istemsizce kızartacak bahisler kamusal alan tartışmalarının başlığı haline gelmiş durumda.

Cinsellik tabu olmaktan çıkıyor

Cinsellik, gerek tatbikatıyla gerek tematizasyonuyla bir tabu olmaktan çıkıyor. Bizden öncekilerin en büyük talebi olan, cinselliğin özel hayata ait kalması prensibi giderek dönüşüyor. En fazla bir erkek sohbeti olabilecek kadar kamusallaştırılabilecek mahrem bir mevzudur cinsellik pek çoğumuz için. Bunu uzun uzun tartışmanın ve üzerinden kadın erkek eşitsizliği tartışmalarına yol bulmanın alemi yok. Kadınlar ile uluorta konuşabileceğimiz bir şey olmadı hiçbir zaman. Erkek sohbetlerinde de hep anonimize edilmiş bir cinsellik konuşuldu. Sohbetin öznesi bir adam yahut bir kadın olurdu, ancak o adamın yahut kadının bir adı olmamasına özen gösterilirdi. En azından biz böylesine sohbetler eden büyüklerden dinledik bu bahisleri. Şimdi ise tedricen genişleyen bir tabudevirenlik ile karşı karşıyayız. Bir zamanların “Hop hemşerim aile var” dedirten hadiseleri artık ilgi çekmiyor. Heteroseksüel ilişkiler ise son derece cüretkar bir şekilde kamusal alanda yaşanıyor.

Tabudevirenliğin tedrici olarak genişliyor olması ise norm kaygısı yaşayan insanların “ver kurtul” cihetine gitmesine mani oluyor. Zira anormal olmaktan çıkan her tabu sonrası yeni bir tartışma karşımıza çıkıyor. Tabu devirmek, norm dönüştürmek pek çoklarınca bir ihtiyaç olarak kabul görmüş durumda. Bir sonraki adımı hesaplamamız mümkün gözükmüyor, zira “o kadar da olmaz denilen” şeylere “o kadar da olmaz” dedirten şeyin aslında zaman ve devir olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bir sonraki adımı öngörülemez kılan, bir sonraki devrin öngörülemezliğidir. Karl Popper’in “gelecek açıktır” derken ne kadar acı bir tespitte bulunduğunu bir de buradan değerlendiriniz.

Eşcinsellik tartışmalarının kamusal alan özel hayat tartışması haline gelmiş olması ve bu merkezden değerlendiriliyor oluşu yukarıda çizdiğimiz tablo ile yorumlamaya kalktığımızda bambaşka bir sorunu karşımıza çıkartıyor: Zihnimiz idlal olmuş, altımızdaki zemin kaymış, normumuz delik deşik olmuş. “Evlerinde ne yaparlarsa yapsınlar, kamusal alana çıkmasınlar” diyen bir Müslüman Türk var artık. Eşcinsellik, günümüz Müslüman Türkü’nün bir kısmı açısından, özel hayat-kamusal alan tartışmalarında bir başlık haline gelebilecek kadar anormal olmaktan çıkmış durumda. Elbette kimsenin özel hayatına, kapalı kapısının, çekili perdesinin ardına karışmak gibi bir haddimiz yok. Ne haddimize? Bunu teklif etmiyorum. İnsanların özel alanlarına girmeyi kastetmiyorum. Ancak idealimizi korumaktan bahsediyorum. İdealimiz eşcinselliği özel hayatta da mel’un gören bir değerler sistemince oluşturulmuştur. Dolayısıyla varmış olduğumuz nokta, bizim değerler sistemi olarak benimsediğimiz ve müftehirane aleme ilan ettiğimiz şey ile te’vil edilemez bir aşınmışlığı ortaya koymaktadır. Eşcinsellik, kamusal alanda tatbik edildiği için kötü kabul ettiğimiz bir şey değildir. Aksine eşcinsellik, bizatihi kötü bir şeydir. Geldiğimiz nokta ise, sırf kendisine homofobik, yahut zorba denmesin diye, özel hayat eşcinselliğini kabul edilebilir bir şey olarak gören nicelerinin bu kanaatlerini ızhar ettikleri bir ortamı bizlere sunuyor. Evet, özel hayatına yahut ne yaptığına karışamayız, ancak o fiilin bizzat mel’un bir fiil olduğu konusundaki kanaatimizi alenen beyan ederiz. Değerler sistemimizi tedricen dönüştürmelerine karşı direniriz yani. Zira özel hayatta tatbik edildiğinde kötü bir şey olmaktan çıkan bir lutilik değildir bizim istikrah ettiğimiz. Bu fiili bizzat müstekreh bulmamak ayağımızın altından kaymış zemini bizlere gösteriyor. Davulun derisi o katmanda delindi, birkaç sağlam parça ile kasnağa tutunuyor.

LGBT ve siyasallaşma

Bir de davulun derisinin henüz delinmeyen bir katmanı var ki, o henüz ayağımızın altında olan, ancak sürekli olarak çekilen bir zemine işaret ediyor: Eşcinselliğin kamusal alanda da normal kabul edilmesi. Toplumun geniş kesimlerince henüz kabul edilmemiş olan bu noktaya, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden yaratılan suni mazlumiyet ile taraftar çekmeye çalışan bir siyasal söylem var. Değerleri namına eşcinselliğe karşı açıkça pozisyon ortaya koyan herkesi sevgi düşmanı olarak yaftalayan bu söylem, eşcinsellik sorununu siyasallaştırmanın derdinde. Kamusal eşcinselliği tolere edilebilir bir şey olarak bizlere dayatan ve değerler sistemimizi kökünden değiştirmemizi dayatan bir baskıcılık bu. Cümlede “eşcinsellik ve baskı” geçtiğinde otomatik olarak eşcinsellerin toplumdan gördükleri baskı hatra geliyor. Değerler üzerine kurulan baskıdan bahsedilmiyor. Üstelik bu baskı, AK Parti karşıtlığı üzerinden bazı siyasi çevrelerce aralıksız ve sistematize edilmiş şekilde tatbik ediliyor.

Kamusal alanın en önemli unsurları bu baskı kampanyasında neredeyse istisnasız olarak rol alıyorlar. Kültür-sanat çevreleri, akademi camiasının meşhur elitleri, kendisini siyasal mekanizma sanan kamu tüzel kişilikleri… Bunlar bu tahşidatı yıllardır yapmaktaydı zaten; “eşcinsellik konusunda değerlerinizi revize edin” mesajını yeni veriyor değiller.

Gökkuşağı pazarı

Buna mukabil kamusal alanın hiç beklenmedik bir unsuru da geçtiğimiz birkaç yılda bu kampanyaya dâhil olmaya başladı: Pazar! Gökkuşaklı çantalar, defterler, çocuk kitapları, çikolatalı fındık sosları... Pek çok firma eşcinsellik konusunda beklenmedik şekilde ihsas-ı rey etmeye başladı. Kimden yana ihsas-ı rey ettiklerini söylemeye lüzum yok. Zira aksi bir kanaat belirtmek çoktan gayrimeşru ilan edildi bile. Anında sanal bir linç altında çatırdayan kemiklerinizin sesini duyar kulaklarınız. Özgül ağırlığının ne olduğunu anlamadığınız bir kitle tarafından linç edilmeye başlarsınız. Hitler benzeri bir adam olduğunuza ikna etmeye çalışırlar sizi. Gelgelelim irabta mahalli olmayanlarca yürütülen bu kampanyanın toplumda bir karşılığı olup olmadığı sorusuna bir türlü sağlıklı bir yanıt alamazsınız. Dolayısıyla kamusal alanın bir diğer veçhesi karşımıza çıkmaktadır. Küresel kamusal alan diyebileceğimiz ve kuralları, normları bizler tarafından oluşturulmamış olan sosyal medya, bu konuda normumuzun ne olacağına ve kimlerin neyi söylerse linç edileceğine karar verilen bir alana dönüşmüştür. Sakın self determination falan demeyin, sosyal medya gibi manipulatif bir alanın self determinationu olmaz! Buyurun buradan sosyal medya tartışmalarına geçiş yapın lütfen…

kutay@tau.edu.tr
https://www.star.com.tr/acik-gorus/lgbti-tartismalari-ve-kayan-zeminler-haber-1555460/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder