9 Temmuz 2020 Perşembe

9 Temmuz homofobi-kleri...

Eşcinsel sapkınlarla ilgili Polonya'dan flaş hamle

Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, eşcinsellerin evlat edinmesini yasaklayan bir tasarıyı imzaladığını ve bugün parlamentoya sunacağını açıkladı.

Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, eşcinsellerin evlat edinmesini yasaklayan bir tasarıyı imzaladığını ve bugün parlamentoya sunacağını bildirdi.

Cumhurbaşkanı Duda yaptığı açıklamada, çocukların halihazırda da Polonya anayasasında özel bir yere sahip olduğunu bu yüzden eşcinseller tarafından evlat edinilmeleri konusunun daha net bir şekilde düzenlenmesi gerektiğini ifade etti.

Duda tarafından imzalanan tasarıya göre, sadece anayasada belirtilen evlilik müessesinde yaşayan çiftlerin (bir erkek ve bir kadın) evlat edinme hakkı bulunuyor.

Eşcinsellerin evlat edinmesini yasaklayacak olan tasarıya göre yalnız yaşayan kişiler de mahkemeler tarafından yapılacak kontrol sonrası evlat edinebilecek.

Tasarının parlamentoda kabul edilmesi için 3'te 2'lik çoğunluğa ihtiyaç duyuluyor. Duda, Hristiyan değerlere vurgu yapan Polonya Köylü Partisi, Konfederasyon ve Sol, Liberal ve Yeşillerin oluşturduğu Civic Platform'un (PO) bir kısmının da tasarıyı destekleyeceğini umduğunu ifade etti.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde PO'nun desteklediği Varşova Belediye Başkanı Rafal Trzaskowski de tasarı konusunda Duda ile hemfikir olduğunu kaydetti.

Polonya'daki cumhurbaşkanlığı seçimi

Yapılan son kamuoyu araştırmalarına göre, Polonya'da 12 Temmuz'da düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda, mevcut Cumhurbaşkanı Duda'nın oyların yüzde 50,3'ünü, PO'nun desteklediği Varşova Belediye Başkanı Trzaskowski'nin ise 49,7'sini alması öngörülüyor.

https://m.yeniakit.com.tr/haber/escinsel-sapkinlarla-ilgili-polonyadan-flas-hamle-1323284.html


Eleştirellikten uyuma!

Abdullah Şenaslan

– Niyetim, zaten uykusu çok az olan sizlere uykularınızı kaçırmaktır, yatağı dar etmektir. Sizin içinize bir azap, bir çile, bir tohum ekmek istiyorum. Zaten gözü olana sabah ışımış ama birde gözü olup sabahı göremeyenler var.

– Türk toplumu 1718’lerden bu yana, sürekli ve güdümlü bir değişme sürecine tabidir. Bu değişim sürecini teknolojinin gelişmesiyle birlikte günümüzde daha net hissedebilmekteyiz. Değişerek gelişiyoruz demeyi çok isterdim. Lakin değişerek başkalaşıyoruz.

– Dün eleştirdiğimiz birçok etkeni bugün sahiplenmek üzereyiz. Sahiplenilen bu etkenlerden en önemlisi LGBT adı altında bizleri köklerimize yabancılaştıran ve yarınlarımızı bizden almaya çalışan ahlaksız toplum inşa sürecidir.

– Bugün hiç bakmadığınız pencereden bakacağız eşcinsellik politikasına. Politik tartışmaların havada uçuştuğu TV programlarından çok sıkılıp daha eğlenceli ve sizi anlık problemlerinizden uzaklaştıracak yapımlara yöneldiğinizde o programlarda dikkatinizi çeken bir şeyler olmalı.

– Eğer dikkatinizi çekmiyorsa şimdiden geçmiş olsun. Çünkü o eğlence programlarının ve dizilerinin içine yerleştirilen karakterler artık sizden biri.

– İstisnasız her dizi ve eğlence programlarına yerleştirilen eşcinsel karakterleri görmeniz gerekir. Bu eşcinsel karakterler öyle profesyonel işlenir ki tüm olumlu davranış modelleri bunlar üzerinde inşa edilir.

– Merhamet, iyilik, vicdan gibi hasletlerin hepsinin bu eşcinsel karakterlerde toplandığını göreceksiniz. Ve öyle iyi gelecekler ki size kendinizi onlardan biri ya da onları kendinize daha yakın hissedeceksiniz. Yarışma programlarında en çok onları destekleyeceksiniz. Çünkü gönlünüze giden yolu çok iyi biliyorlar ve ona göre performans sergiliyorlar.

– Yaşı ilerleyenler için tehlike oluşturmuyor bu sınıf. Siz pür dikkat bunları izlerken yanınızdaki çocuğunuz ve torununuz sizin o eşcinsel karaktere göstermiş olduğunuz teveccühten etkilenecek ve davranış şekillerini o ekrandaki eşcinsel karakteri kendisine rol model alarak inşa edecek.

– İslamiyet’te böyle “sapık inançların” propagandasına izin verilmeyeceği için İslami bir kılık altında, İslami hasletleri kullanarak evinizin içine kadar giren bu yapı çocukların kimlik gelişiminde oldukça etkili. Sözde Müslüman ama teoride, zihinde, duyguda ve davranışta henüz anlamlandırılamayan yeni bir nesil ortaya çıkmakta.

– Kapalı grup kimliği içinde büyüyen ebeveynlerin akıllı telefonları kullanmasıyla birlikte açık toplum içinde kimlik inşa eden çocuklarının kimlik gelişiminden habersiz. Çünkü telefonlarındaki tüm uygulamaların alttan alta LGBT’ye yatırım yaptıklarında bihaberler.

– Gökkuşağı gibi eğlence bir metaforu sahiplenerek çocukların renkli dünyalarına girmeye çalışan LGBT, “tercihlere saygı duy” diyerek yeni bir inancın temellerini atmaya çalışmakta.

– Lütfen dikkat… Uyanalım, uyuyanları uyandıralım.. Yarın çok geç olmadan…

https://www.habervakti.com/elestirellikten-uyuma-makale,3205.html


AHİD’DEN SERT TEPKİ

Aile Hayatını İyileştirme Derneği (AHİD) Başkanı Naci Köseoğlu, İstanbul Sözleşmesinin iptali ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. AHİD Başkanı Köseoğlu, “Maalesef aile yapımız ve gençliğimiz ABD ve AB fonları ile desteklenen LGBTİ gibi eşcinsel ve feminist dernek ve vakıfların tehdidi altındadır. Siyonist haçlı ittifakı İslami aile yapımızı bozmak için bu fesatçı kuruluşlara milyarlarca dolar para akıtmaktadır. En son 27 Haziran’da yapılan TYT sınavında yaklaşık 2 milyon gencimize Mabel Matiz denen eşcinsel sapkın şahsın adeta reklamı yapılarak; gençliğimize rol model gösterilmesi olayın vahametinin ne kadar büyük olduğunu ve bu sapkın fikirlerin eğitim sistemimize kadar uzandığının göstergesi olmuştur. Toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında çocuklarımızın cinsiyetsizleştirilmesi, ve eş cinselliğin meşrulaştırılarak; aile yapımızı ve nesillerimizi ifsat etmeyi ve aile yapımızı bozmayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesi derhal iptal edilmelidir. Sözde kadına şiddeti engellemeyi amaçlayan bu sözleşme; içerisindeki sinsice yerleştirilmiş maddelerle LGBTİ ve feminist dernek ve vakıfların meşrulaşmasını sağlamakta ve onların faaliyetlerine zemin hazırlamaktadır. 6284 sayılı kadına şiddeti önleme kanunun da menşei olan bu sözleşmedir. Bu kanun yüzünden 2014-2019 yılları arasında kadına şiddeti önleme adı altında iki milyon aile reisi ve baba 1 ile 6 ay arasında evden uzaklaştırma cezası almıştır. Yine süresiz nafaka ve erken yaşta evliliklere tecavüz muamelesi uygulayan kanunlar aile yıkımlarını tetiklemekte; aile içi şiddeti, ahlaksızlık ve zinayı arttırmaktadır. İslami aile yapımıza uymayan bu kanunların menşei olan bu fasit İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için tüm halkımızı yetkililere ve CİMER’ e tepkilerini dile getirmeye davet ediyoruz” dedi.

Yıldırım Gazetesi

http://www.yildirimgazetesi.com/gundem/ahidden-sert-tepki-h56952.html


Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Feminizm özgürlük mü, düşüş mü?

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan süreçte feminizm, toplumların değer ve etik ilkelerine aykırı bir eyleme yönelmektedir. Bunun bir sonucu olarak toplumsal yapılara isyan, cinsellikle ilgili inançlar ve davranışlar, ‘cinsel devrim, cinsel özgürlük’ adları altında marjinal bir yapılanmaya taşınır.

Adı devrim olan bu protest hareket, feminizm şemsiyesi altında, aile ve evliliği hedef alır. Çocuk doğurmayı, tek erkekle meşru evliliği, ailelerin inanç ve gelenekleri çerçevesinde çocuklarına eğitim vermesini, yerle bir edilmesi gereken meseleler olarak hedefe koyar.

Kadınların özerk ve özgür bireyler olması için her şey feda edilebilir. Bedenin özgürlüğü kapsamında kadınlar arasındaki lezbiyen ilişkiler ve erkekler arasında çarpık sapkın ilişkiler, normalleştirilip özendirici bir dille sunulmaya çalışılır. Böylece modern ve çağdaş ‘kadının inşas’ının gerçekleşeceği ilan edilir.

Feminist söylemler, daha bir üst aşamaya geçerek, siyasal bir ideolojiye büründürülmeye çalışılır. İddialarının felsefî bir temellendirmeye gidilmeyecek kadar güçsüz oluşu, feminizmi; liberalizm, Marksizm, eksiztansiyalizm, radikalizm, sosyalizm ve post-modernizm gibi ideolojik akımlara muhtaç haline getirir.

Söz konusu ideolojik sistemler de, faydacı ve fırsatçı bir tavırla, düşüncelerini genişletmenin bir argümanı olarak ‘hararetli’ mevzuyu, feminizmi gerek hareket gerekse ‘konu’ olarak içselleştirirler, en kötü ihtimalle de ‘öteki’leştirmezler. (S. Hayri Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, 193)

Feministler için, tarih bir ‘kadın düşmanlığı tarihidir.’ Zira kadın insanlık tarihi boyunca sürekli, ezilmiş, sömürülmüş, baskıya ve şiddete uğramıştır. Yapılması gereken, bu hale kesinkes bir son vermektir.

Bu söylemin bir bakımdan haklı yönleri bulunmaktadır. Nitekim feminizm ile ilgili bir öğreti, Fransız ihtilali sırasında (1791) Olympe Gouges’in ‘Kadın Hakları Beyannamesi’ ile ilan edilir. Kadınların yükseltilmeleri tezi, Saint Simone’cuların desteğiyle, hukukî alanda kadın erkek eşitliği şeklinde gündeme gelirken; siyasî alanda ise seçme ve seçilme hakkı öne çıkar. Ortaçağ Avrupa’sının kadın konusundaki Kilise babalarından neşet eden, kadını insan bile kabul etmeyen, daha doğrusu ‘şeytan’ kabul eden bozuk Hıristiyan anlayışı, feministlerin güçlenmesini sağlar.

On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde, gelişmiş Batı ülkelerinde ‘beyaz kadın ticareti’ yapıldığı hatırlandığında, bu coğrafyadaki feminist hareketlerinin gelişme kaydetmesi altında yatan sosyolojik destekler ortaya çıkar.

‘Kadının bedenini kalıtsal olarak yabancılaşmış’ gören Fransız düşünür Simone de Beouvoir’in ifadeleri, feminist düşünceleri destekler. Onun bakış açısına göre, “erkek serbestçe gelişirken (adet görme, hamilelik, doğum gibi halleri yaşamadığı için) kadın, ‘anne olarak tıpkı bir hayvan gibi, kendi bedenine bağlı kalmıştır.’ Bunların aşılması gerekir ki, kadın da erkek gibi yaratıcı faaliyetlerde bulunabilsin”.

Kadın hakları savunucuları için bu ifadeler, kabul görür. Kadın bedeninin kısıtlanmasından kurtulmanın yöntemini, feminist gruplar, kürtaj ve benzeri uygulamalar olarak sunarlar.

Yine Simone de Beauvoir’in ‘kadın doğulmaz, kadın olunur’ sözü, feminist hareketler için yol gösterici anlamlar taşır. Bu kapsamda kadınlığın doğuştan olmadığı, dolayısıyla kadın kimliği serbest bir yaşam tercihiyle yeniden ‘inşa’ edilmelidir. Yani, kadın kimliği sonradan oluşan bir haldir. Dolayısıyla kadın bedeni, kısıtlayıcı bir takım cinsiyet ve sosyal rollerinden kurtulmalıdır.

Sonuçları itibariyle, kadına şeref, haysiyet ve sosyal eşitlik/statü kazandırma iddiasıyla ortaya çıkan feminizm, kapitalizmin elinde bir oyuncak olmaktan kurtulamaz. Kazanç ve kar için, kadın, vücudu, teni ve bedeni istismar edilir.

Freud’un psikoloji ve psikanalize dayanan cinsiyet yaklaşımı, bu tür feminist çabaları, kadın lehinde değil de, aleyhte kullanımını açık bir hale getirir. Mevcut durum, cinsiyet üzerinden kadınların aleyhine olan yaklaşımların yayılmasını kolaylaştırmış ve onun bilimsel bir kılıf ile sunulmasına yardımcı olmuştur. “Marksizm ve varoluşçuluk gibi hem felsefî hem ideolojik akımlar da kadını, ruhsal muhtevasından tamamen boşaltarak ideolojilerin aleti haline getirmişlerdir.” Neticede, feminizm, aydınlanma, sanayi toplumu olma ve modernleşmenin bir ürünü olarak hayat bulmuştur. (S. Hayri Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, 193-195)

Feminist tavırlar içerisinde olan grupları tek bir çatı altında toplamak mümkün değildir. Bunlar içerisinde kadın erkek eşitliğini savunanlar bulunduğu gibi, kadının ‘biyolojik ve duygusal olarak’ erkekten üstün olduğunu, dolayısıyla erkeğin ‘tamamlanmamış kadın’ olduğu tezini savunan marjinal tavırlar da bulunmaktadır.

Her şeye rağmen, feminizmin, Batı ülke ve toplumlarında kadının sosyal, siyasî, hukukî ve ekonomik girişimlerine fırsat ve imkân vermesindeki etkisini unutmamak gerekir: “Kadınlara oy hakkı, daha eşit ücret, boşanma, çocukları babalarından uzak tutma, güvenli kürtaj elde etme, kadınların kendilerini tecavüzle suçladıkları erkeklerden uzak tutma, Amerika'da herhangi bir üniversiteye kabul edilme.

Ancak, feminist hareketlerin bir kısmı cinsel özgürlük veya cinsiyet özgürlüğü kapsamında, pornografiyi tartışmışlar. Bu çerçevede, cinsellik ve pornografinin hem iki cinsiyet (kadın ve erkek) için açık olmasını savunmuşlar.

 Şu halde, feminizm ve feminist hareketler, gerçekten kadınlara aradıkları ve özledikleri özgürlüğü, mutluluğu ve hakları sağlamış mıdır? Yoksa onları araçsallaştırarak cinsellik ve vahşi kapitalizmin bir enstrümanı olarak, haklarında ve sosyal statülerinde bir ‘düşüş’e mi sebebiyet vermiştir?

https://www.milatgazetesi.com/prof-dr-bayram-ali-cetinkaya/feminizm-ozgurluk-mu-dusus-mu/haber-243131


İstanbul Sözleşmesi neyin kökünü kazıyacak?

Geçen akşam Av.Kezban Hatemi hanımın televizyon oturumunda söyledikleri beni cidden şaşırttı. Kezban Hanım meslekte duayenimiz olduğu kadar anaç tavrıyla da öne çıkar. Çocuklarım çok ufakken, onları yetiştirirken iki şeye çok dikkat etmem gerektiğini defaatle salık vermiştir; uyuşturucu bağımlılığı ve eşcinsel sapmaya karşı bilinçli bir anne olmak... Bu ayrıntı kalbimde kalsın. Programda yere göğe sığdıramayıp övgülerle anlattığı ‘’grevio’’, yani İstanbul Sözleşmesi’nin toplumsal katmanlarda uygulanıp uygulanmadığını takip eden mekanizma hakkındaki tutukulu anlatımı, beni hayrete düşürdü. Grevio; izleme, raporlama ve yönlendirme amaçlarını güdüyor. Bir tür ‘’duyun-i umumiye’’ gibi. Dün Osmanlı’nın ekonomisini, borç yapılandırmasını tanzim edenler, 100 yıl sonra Türkiye’nin aile yapısına şekil ve nizam vermeye kalkıyor.

İstanbul Sözleşmesi deyince niçin hemen eşcinsellik konusunu açıyorsunuz diyenler, Bakanlığın sayfalarında da açık duran Grevio Raporlarına göz atsınlar. Türkiye’deki LGBT bireylerin hakları, Türkiye’deki lezbiyen kadınların hakları, Türkiye’de kesişimsel baskı gören Kürt kadınlarının hakları gibi gayet ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş hedefler var. Türkiye’de kadın hakları deyince ilk akıllarına gelen şeyin lezbiyenler oluşu dikkate şayan!

***
İslam Hukuku Hocamız Prof.Hüseyin Hatemi, dünyadaki yaratılışa dair dengeye, ahenge çok değer verir ve fıtrata uygunluğu, hukuk kaideleri çerçevesinde ‘’doğal hukuk öğretisi’’ olarak takdim ederdi. Oysa, sanayileşmeyle kapısı ardına kadar açılan modernizm bize her şeye el atabileceğimizi, her şeyi yeniden tanımlayabileceğimizi öğretti. İnsan her şeyi bozup yeniden şekil verebilirdi. Kimya ile yeryüzünü değiştirmek, biyoloji ile insan, hayvan ve ziraat ırklarını değiştirmek, atmosferde koca deliklere sebep olsa da zehirli gaz salımına yol açan fabrikalaşmayı zirveye taşımak, estetik cerrahi ile bedeni yeniden şekillendirmek, iklim dengesini bozmak gibi tüm ahenksizlikler, işte günümüz insanının fıtrattan uzaklaşarak kurguladığı yenilikler, hasılı kelam; ‘’bozgunculuk’’lar...

Jean Baudrillard, şeffaflaşan kötülüğü anlatırken, ‘’Batı'yı var eden temel kavramlardan olan gelişme, ilerleme ve kendini koruma ilkesinin, her yerde, yok oluşun ve ölme halinin sürekliliğine dönüştüğünü’’ dile getirir. ‘’1960'ların “cinsel devrim”i, cinsel özgürlüğe değil; travestiliğin hükümranlığına, kadın ve erkek kategorilerinin birbirine karışmasına yol açmıştır. “Sanatta devrim” ile iyi ve kötü gibi estetik düzeye dair kategoriler terk edilerek “kötünün de kötüsü” türünden trans-estetik kopyalar hayatlarımızı doldurmuştur. Sibernetik devrim, makine ile insan arasındaki ayrımı makine lehine ortadan kaldırmıştır... Sömürgecilikten bu yana, farklı olanı ve “öteki”ni yok etmiş olan Batı, artık “aynı”nın aynasında, kendi kendinden üreyen ve türeyen cinsiyet ve zihniyetleriyle birbirinin kopyası olan bireylerin dünyasıdır.’’

Oysa insan, eşref-i mahlukattır, yaratılmışların en şereflisi. Onu incitmemek ve saygı duymak, hürmet etmek esastır. Keza bize rehber olarak gönderilen peygamberler bizleri iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe çağırmışlardı ki bu kaderden mülhem olarak, ‘’hz.insan’’ olabilmek, aklı başındaki her kişinin nihai hedefidir. Felsefe hocamız Prof.Vecdi Aral, doğayla uyumlu, fıtratla savaşmayan bu bilge insana ‘’homo universalis’’ (kemale ermiş insan) derdi. Cinsler arası rekabete ve kadının üstünlüğüne dayalı günümüz diliyle kıyaslamaya elbette imkan yok

Fıtrata uygunluk veya doğal hukuk teorisi dediğimizde insanların dünyaya gelişleri, umutlu bir başlangıçtır ve kimimiz dişi kimimiz erkek olarak teşrif ederiz dünyaya. Bu bir mit midir, yani insanların bir kısmının erkek bir kısmının kadın olarak dünyaya gelişi, bizim uydurduğumuz bir klişe, ön yargı, efsane, safsata mıdır, İstanbul Sözleşmesi 12.md’ye göre;‘’kökü kazınması gereken’’ bir kültürel kabul müdür? Bugün bize dayatılan: Cinsiyeti reddedetmektir. Unisex kimlikler, trans bireyler, trans evlilikler ve transların evlat edinmesi gibi durumlar, sanki doğumla gelen biyolojik cinsiyet olgusunun yerine ikame ediliyor. Cinsiyeti reddeden, onu bozuma uğratıp yeniden kendi bildiğince inşa etmey çalışan insan, aslında hilkati kabul etmediğini farkında mı?

İstanbul Sözleşmesi’nin Meclis tutanaklarında ‘’cinsel tercih’’ ibaresi ile yer alırken, nasıl olup da Resmi Gazete’de ‘’cinsel yönelim’’e dönüştüğü de ayrı garabet. Cinsel kimliği şehvet üzerinden ve partneri kimse ona göre belirleyen bu tanımı nasıl olur da nesilleri ve aileyi, kadın ve çocuğu koruyan bir sözleşme olarak takdim ederiz?

https://www.star.com.tr/yazar/istanbul-sozlesmesi-neyin-kokunu-kaziyacak-yazi-1556199/


EDEPSİZLERİN DESPOTİZMİ
     
Resul Şahin

Tarih, edepsizlerin, güç devşirince nasıl pervasızlaştıklarına dair örneklerle doludur.
Ahlak yoksunu bu insanlar kötülükte sınır tanımamışlar. Kendileri gibi olması için insanları tehdit edip üzerlerinde baskı kurmuşlar.
Yüce kitabımız, geçmiş kavimlerin kıssalarını (öykülerini) bir tarih kitabı gibi değil, ibret almamız için anlatmaktadır.
Kıssayı öğüt formatında zikreder.
Çünkü amaç, hedef kitleyi, geçmiş ümmetlerin, toplumların düştüğü hatalara karşı uyarmaktır.
Bilindiği gibi tarihte Lut kavmi diye bir kavim var.
Lut Gölü civarında Sodom ve Gomore şehirlerinde yaşayan bu halk, Allah’ı inkâr etmiş ve Hz. Lut’u yalanlamıştır.
Birçok kötülükler işlemişler ama ahlaken en çirkef olan livata (oğlancılıkla, homoseksüellikle) fiiliyle kötü bir şöhret kazanmışlar.
Bu nedenle başlarına gelen bir felaketle yok olmuşlar.
Semavi üç din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) tarafından homoseksüellik ve eşcinsellik fiili şiddetle kınanmış, cezalandırılmalarına dair hükümler konulmuştur.
 Kur’an’daki anlatımdan anladığımız şudur: Hz. Lut’un uyarılarına rağmen onlar bu sapık ilişkilerinden vazgeçmemiş, hatta bu uyarılardan rahatsız olup, başkalarının işine, hazzına karışma, yoksa seni kovarız diye tehdit etmişler.
Yani yaptıklarından utanacaklarına, kendilerini edebe, ahlaka, tabii yaşayışa çağırana, “kendisini temiz sanan çokbilmiş, başımıza yargıç kesildin” diyerek alay etmişler.
Bugünkü durum Lut kavmininkinden daha beter.
Dün sesleri çıkmayan eşcinseller, bugün yürüyüş yapıyor.
Medyada ve sosyal medyada alabildiğine saldırıyorlar.
Kendilerine karşı çıkanları da gerici, tutucu, yobaz, insan haklarına saygısız, ötekileştirici diye yaftalıyor.
Çünkü medya arkalarında.
Sosyal medya emirlerine amade, birçok sivil toplum kuruluşları baş destekçi olmuş. Bu nedenle sınır tanımıyor, karşı duranları da demokrasi ve insan hakları düşmanı diye suçluyorlar. Zaten birçok devlet de eşcinsellerin evliliğine (evlilikse) onay vermiş durumda.
Maalesef ülkemizde de bunlara destek artmaktadır. Birçok STK tarafından desteklenmektedir. Bir baro, zina ve eşcinselliğin büyük günah olduğunu söyleyen Diyanet İşleri Başkanına karşı çıkıp, çağlar ötesi gelmiş bir ses deyip İslam’a hakaret ve Müslümanları rencide eden bir bildiri yayınlıyor. O bildiriye, oda, dernek, baro, birlik ve STk’lardan oluşan 22 kuruluş destek veriyor.
Bazı siyasiler de eşcinselleri destekleyen açıklama yapıp fikren yanlarında yer alıyor.
Bir vekil, iki sefer gazi olmuş Büyük Meclisin çatısı altında, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, "İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor" şeklindeki açıklamasından rahatsız olduğunu söyleyip, başkanın nefret tohumları ektiğini ileri sürüyor.
Bu destek açıklamaların tefsiri (yorumu) şudur: Bundan böyle din şöyle diyor, böyle açıklıyor gibi konuşma yapamazsınız.
Camilerdeki hutbe ve vaazlarınıza da müdahale ederiz.
Yani İslam’ı bize uyduracaksınız, uymayan yönlerini görmezden geleceksiniz demektir. Çünkü adamlar güçlendi. Artık edepsizler edeplileri tehdit ediyor.
Bu hadsiz adamlara sessiz kalan devlet ve toplumlar, unutmasınlar ki, eşcinsel despotizmi başka bir ideolojidekine benzemez.
Çok kısa zamanda her yere egemen olur.
Çünkü çocuklara kadar uzanmışlar.
Devletlere en büyük kaosu yaşatacaklar.
Askere gidecek, vatan için fedakârlık yapacak genç bulamayacaklar.
Çünkü onlar ülke sınırlarını da tanımıyorlar.
Muhtemelen bize de iki seçenek sunacaklar: Ya onlar gibi yaşamak veya yok olmak.

https://www.gunisigigazetesi.net/edepsizlerin-despotizmi-makale,11683.html


Başörtüsüyle eşcinselliği savunmanın dayanılmaz çelişkileri

Başörtüsü ve eşcinsellik yan yana gelmeyecek iki ayrı dünya. Çünkü başörtüsü, Allah’ın emri. Doğrudan Allah’ın ve Peygamber’in mümin kadınlara emrettiği bir norm. Peygamber’in kızları ve hanımları bunu pratikleriyle gösteriyor. Başörtüsü, salt saçı örten bir bez parçası değil. İslam’ın temel değerleri açısından görünmesi haram olanı örten bir nesne. Nesneden öte bir anlam. Bu anlam, tarihsel ve sosyolojik açıdan (örf diyoruz buna) şekil olarak değişebilir. Yazma ile ortaya çıkabilir, leçek olarak ortaya çıkabilir veya başka şeyle ortaya çıkabilir. Ancak değişmeyen anlam örtünmedir, tesettürdür. Başörtüsü, mahremiyeti imgeler. Kadının kamusal alana katılımın mahremiyet sınırlarını çizen bir imge. Bundan dolayı seküler kamusal alan buna karşı büyük bir direnç gösterdi. Elbette tek başına bütün mahremiyeti de temsil etmez. Bu ağır mesuliyeti ona yüklediğimizde birçok sorun ortaya çıkar. Mahremiyet, başörtülülerin ötesine uzanan geniş bir kültür çerçevesi. Erkekleri de kapsar. Söz, davranış, bakış ve mesafeyle ilgili. Sonuçta başörtüsü, İslam’ın mahrem ruhundan açığa çıkan bir anlamdır.

Her başörtülü, bilincinde olsun ya da olmasın Allah’ın emirlerine olan aidiyeti imgeler. Eşcinsellik ise başörtüsüne tamamen zıt bir kavram. Neden? Çünkü Allah’ın kelamından ilham almadığı gibi ona meydan okuyan bir tavır. Allah’ın kitabında “fahişe” (Allah’ın koyduğu hadleri aşan), “aşırılık”, “habis” diye ifade ettiği bir davranış. Bu davranışa yönelen Lut toplumu da azaba uğrar, yok olur. Oğlancılık tarzıyla ortaya çıkan eşcinsellik, Allah’ın gazabına uğruyor. İlahi cezaya duçar kalıyor.

Başörtüsü ve eşcinselliğin kaynakları ve İslam’daki yerleri buyken kimi başörtülüler nasıl oluyor da eşcinselliği hoş görüyor? Hatta kimi başörtülüler, feminist bir paradigmaya başvurarak Allah’ın lanetlediği bu tutumları “nefret söylemi” diye değerlendiriyor. Kimi çevreler de eşcinselliği bu başörtülülere savundurarak kendilerini haklı göstermeye çalışıyor. Başörtüsü ve başörtülüler dinin aslına karşı seferber oluyor. Ali Şeriati’nin “dine karşı din” dediği tutum ortaya çıkıyor. “Bakın başörtülü de bizim gibi düşünüyor. O da Müslüman ve hatta başını da örtecek kadar hissiyata sahip. Ama eşcinselleri savunuyor” imajını üretiyorlar. Bu şekilde mevzi kazanıyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu başörtülüler feminist bilinçle bütünleşen bakış açılarıyla artık İslam’a da buradan bakıyorlar. Allah’ın kelamından lanetlenen ve tümden yok olmayla cezalandırılan bir tutumu savunuyorlar. Allah’ın “kötü” dediği şeye “iyi” diyorlar. Allah’ın kelamında lanetlediği sapkın bir davranış, eşcinseller “homofobik” diye tanımlıyor. Batılı hukuk da nefret suçu adını koyuyor. Sormak istiyorum: Müslümanlar Allah’ın dediğini söylemekle nefret suçu mu işliyorlar? Eşcinselliğe hoş bakan ve savunan başörtülülerin bunu düşünmeleri gerekir.

Eşcinsellik, bugün bir söylem üstünlüğüne sahip. Kültürel hegemonyayı temsil ediyorlar artık. İnsanlar, onlar karşısında susuyor. İnsan haklarına ve özgürlüğe karşı çıkan olarak damgalanacaklarından çekiniyorlar. Egemen trendden dışlanacaklarından korkuyorlar. Avrupa ve ABD’den başlayarak dünyaya yayılan nefret suçu damgasından uzak durmak istiyorlar. Bu nasıl bir kalp tutulması? Oğlancılık, kadın kadına sevicilik ve her çeşit cinsel sapma egemen bir söylem haline geliyor. Onu eleştirmek bile nefret suçu o görülüyor. İslam’ın bütün namus, mahremiyet ve ahlak esaslarını çiğneyen bir trend bu. Buna karşı çıkacak ilk kişilerin başında başörtülüler yer almalı. Çünkü başörtülü demek, örtünme konusunda Allah’ın emirlerine uyma tercihinde bulunan ve mahremiyet konusunda Allah’ın koyduğu ölçüleri önemseyen şahsiyet demek. Ne insan hakları karşısında olma ne de özgürlükleri ret etme gibi bir arayışımız var. Meselemiz şudur: Müslüman olarak Allah’ın bize vaaz ettiği normlara sahip çıkmak. Allah’ın fıtratımıza koyduğu yaratılışı/ahlakı korumak. Toplumsal değerlerimizi bozan bir akım ve söyleme dur demek. Bunu yaparken bize karşı başörtülüleri ileri sürenler büyük bir şeytanlık içindedir. Bizi bizle vurmak istiyorlar. İslam’ı içerden vurma siyasetinin kültür ve cinsiyet alanlardaki yansıması. Yeni kültürel emperyalizmi cinsellik üzerinden giderek ve İslam imajlarını da yanlarına alarak yapmanın peşinde bunlar. Buna gelmeyeceğiz. Muhafazakar STK’ların çatı kuruluşu TGTV’nin İstanbul Sözleşmesi’ne karşı tepkisi ve muhafazakar siyasetin bu sözleşmeden çekilme çabası bu mücadelenin hayırlara doğru gidişini gösteriyor. Başörtüsüyle başörtüsünü veya mahremiyetle mahremiyeti vuramayacaklar!

https://www.yenisafak.com/yazarlar/ergunyildirim/basortusuyle-escinselligi-savunmanin-dayanilmaz-celiskileri-2055614


Ali Babacan'dan akıllara zarar '17-25 Aralık' yorumu! Büyük tepki çekti

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, FETÖ/PDY'nin "hükümete ilk darbe girişimi" olarak kabul edilen 17-25 Aralık yargı darbe girişimiyle devletin sistemini çökertmek istemesi yönündeki operasyonlar için büyük tepki çeken bir açıklama yaptı. Babacan, 17-25 Aralık süreciyle ilgili "Minik bir darbe teşebbüsüydü. Ancak o dosyaların bir noktada tekrar incelenmesinde de bir fayda görürüm doğrusu" ifadelerini kullandı.

Medyascope'ta Ruşen Çakır'ın sorularını yanıtlayan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, FETÖ ağzıyla birbiri ardına milletin tepkisini çeken açıklamalar yapmaya devam ediyor.

17-25 ARALIK'A 'MİNİK DARBE' DEDİ

Babacan programda 17-25 Aralık yargı darbe girişimi ile ilgili "Yargı ve polis teşkilatına nüfuz etmiş bir grubun belli dosyaları uzun zamanca bekleterek o günkü iktidara yönelik minik bir darbe teşebbüsüydü. Ancak o dosyaların bir noktada tekrar incelenmesinde de bir fayda görürüm doğrusu" şeklinde konuştu.

FETÖ ağzıyla yaptığı açıklamalarla gündemde kalmayı hedefleyen Ali Babacan son olarak "17-25 Aralık yargı darbe girişimi" hakkındaki sözlerinin adından vatandaşın büyük tepkisini çekti

İLGİNÇ LGBT VE ALKOL ÇIKIŞI

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan eşcinsellik ve alkol ÖTV'leri ile ilgili sorulara ilginç cevaplar verdi.

LGBT'liler konusunda ne düşündüğü konusunda gelen bir soruyu da yanıtlayan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan "Devletin kimsenin yaşam tarzını değiştirme görevi olamaz. Herkesin yaşam tarzına saygılıyız. Ama aile kurumunun güçlü tutulması da anayasal görevlerden biridir" dedi.

"İÇKİLERDEKİ VERGİ KOPMUŞ GİTMİŞ DURUMDA, KABUL EDİLEBİLİR DEĞİL"

Yeni gelen Özel Tüketim Vergileriyle (ÖTV) ilgili soruyu da yanıtlayan Babacan "Alkollü içkilerdeki vergi kopmuş gitmiş durumda, kabul edilebilir değil. Komşularımızda yarı fiyatına, üçte bir fiyatına alkol satılıyor. Türkiye'de bu vergilerin yüksek olması kaçakçılığı doğuruyor" dedi.

https://www.haber7.com/siyaset/haber/2993195-ali-babacandan-akillara-zarar-17-25-aralik-yorumu-buyuk-tepki-cekti

Ali Babacan'dan tepki çeken LGBT açıklaması

Medyascope'ta Ruşen Çakır'ın sorularını yanıtlayan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan eşcinsel sapkınlarla ilgili soru karşısında,

"Herkesin yaşam tarzına saygılıyız" dedi.

LGBTİ+'lar konusunda ne düşündüğü konusunda gelen bir soruyu da yanıtlayan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan "Devletin kimsenin yaşam tarzını değiştirme görevi olamaz. Herkesin yaşam tarzına saygılıyız. Ama aile kurumunun güçlü tutulması da anayasal görevlerden biridir" dedi.

"İçkilerdeki vergi kopmuş gitmiş durumda, kabul edilebilir değil"
Yeni gelen Özel Tüketim Vergileriyle (ÖTV) ilgili soruyu da yanıtlayan Babacan "Alkollü içkilerdeki vergi kopmuş gitmiş durumda, kabul edilebilir değil. Komşularımızda yarı fiyatına, üçte bir fiyatına alkol satılıyor. Türkiye'de bu vergilerin yüksek olması kaçakçılığı doğuruyor" dedi.

Kayyım tepkisi
HDP'li belediye başkanlarının yerine, haklarındaki terör soruşturmaları nedeniyle kayyım atanması konusunda da görüşleri sorular Babacan seçilmiş bir belediye başkanının yargı kararı olmadan görevden alınmasının, İçişleri Bakanlığı'nın yerel yönetimler üzerindeki vesayetinin kabul edilemez olduğunu ileri sürdü.

Babacan, Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'la ilgili yargı sürecinin de tam bir garabet olduğunu iddia etti.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/ali-babacandan-tepki-ceken-lgbt-aciklamasi-1324566.html


Ayasofya Türkiye’nin egemenlik meselesi

BBP lideri Mustafa Destici, çoklu baro, sosyal medya düzenlemesi, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ve LGBTİ sapkınlığına dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı ve Ankara Milletvekili Mustafa Destici, Ayasofya, sosyal medya ve çoklu baro düzenlemesi başta olmak üzere  gündemin sıcak konularını okuyucularımız için değerlendirdi:

Ayasofya kılıç hakkıdır
BBP olarak Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması noktasındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Biz BBP olarak kurulduğumuz günden bu yana Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını istiyoruz. Ayasofya İstanbul’un fethinin sembolüdür. Kılıç hakkıdır. Ayasofya’yı açıp açmamak bir egemenlik meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti tam bağımsız, egemen ve güçlü bir devlettir. Hiçbir devletin küstah söylemlerine kulak vermeden kendi egemenliğinin gereğini yerine getirmeli ve açmalıdır.

Sosyal medya düzenlemesini çarpıtanlar var. Bu noktada siz sosyal medya düzenlemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyal medya ile ilgili bir düzenlemeye ihtiyaç var. Açık ve net. Bu düzenlemeyi yaparken Türkiye’nin itibarını da gözetmek zorundayız. Toplumun tüm kesimlerinin, siyasi partilerin ve bilişim uzmanlarının görüşü alınarak düzenleme yapılmalıdır.

Sosyal medyanın ‘özgürlük alanı’ olduğu iddiasıyla düzenlemeye yönelik kirli bir algı operasyonu yürütenler mevcut. Bu noktadaki fikirleriniz nelerdir?

Sosyal medyayı kullanmayı bir hak olarak görüyorsak, özgürlükler adı altında kimsenin kişisel bilgilerine aile hayatına müdahale hakkı yoktur. Türk’ün örf ve adetine İslam ahlak ve faziletine uymayacak davranışlara müsaade etmemeliyiz.

Sosyal medya hakaret alanı değildir
Dünyada da bu noktada düzenlemeler yapan ülkeler mevcut…

Sosyal medya üzerinden haksız ithamlar, küfürler, hakaretler… Adam yurt dışına kaçmış oradan sizin değerlerinize saldırıyor. Bunlara artık bir son vermeliyiz. Bu feyk hesaplar olmamalı. Gerçek ismiyle herkes sosyal medyada olmalı ve düşüncelerini söyleyebilmeli. Güvenliğimizle özgürlüğümüzü eş düzeyde götürmeliyiz.

Üç büyük baronun, çoklu baro sistemine yönelik takındığı provokatif tavrı nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’nin barolarla ilgili bir düzenleme yapması gerekiyor. Bu bir ayet değil. Üstelik Ankara Baro başkanı başta olmak üzere Allah’ın ayetlerini kabul etmiyorlar. Diyanet İşleri Başkanı Cuma Hutbe’sinde Allah’ın ayetini okumayacak da neyi okuyacak? Adam bunu çağlar ötesinden gelen ses diye değerlendiriyor. Değişiklik gerekiyor ve değiştirilecek!

LGBTi sapkınlığına müsaade etmeyiz
Türkiye’deki özgürlük ortamını sabote eden LGBTİ sapkınların son dönemdeki iğrenç faaliyetleri hakkındaki fikirlerinizi rica edebilir miyiz?

LGBTİ gibi sapkın yaşam tarzlarının Türkiye’de yeşermemesi ve buna müsaade edilmemesini istiyoruz. LGBTİ sanki bir hak ve özgürlük gibi sunulmaya çalışılıyor. Dünya kurulduğundan beri sapkınlık olarak kabul edilmiştir. LGBTİ yasaklanmıştır ve lanetlenmiştir. Çünkü hem aile hayatının hem de toplum hayatını temelini zedelemektir. Asla bir özgürlük bağlamında değerlendirilemez.

Aileyi enkaza çeviren sözleşme feshedilsin
Sözde kadını koruyan, Türk aile yapısını parçalayan, Batılı değerleri temel alan, toplumun inanç, gelenek ve göreneklerini göz ardı eden, 6284 Sayılı Kanun’a temel oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi için Akit’e konuşan STK temsilcileri bir an önce gerekli adımların atılması gerektiğini söyledi.

Mağdur Çocuklar ile Baba Hakları Derneği Kurucu ve Yönetim Kurulu Başkanı Murat Köse, “Çok açık söylemeliyiz ki İstanbul Sözleşmesi bir Batı projesi olup başta dini değerlerimiz olmak üzere ahlaki ve ailevi değerlerimizi yıkmak için planlı projeli gerçekleştirilmiş batılılar tarafından da yapılmış bir sözleşmedir. Bu projenin siyasi ayakları da eşcinsel ve feminist STK’lar da iptal edilmesine karşı çıkmıştır ve çıkıyorlar. Söz konusu İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi onlara ağır gelmektedir. Çünkü onlar bu sözleşme üzerinden beslenmektedirler. Şu çok açıktır ki toplumu sürekli cinsiyet eşitlik kavramında yanıltan bu sözleşmesnin amacı kadın kadına, erkek erkeğe evliliği yani eşcinselliği yaygınlaştırmak iftiraların meşrulaştırılmasına sebep olmaktadır” dedi.

“Önce manevi değerler sonra toprakları işgal edecekler!”
Köse 2011 yılından sonra istatistiklere bakıldığında her şeyin gayet gözle görülebileceğini belirterek, “Birilerinin Çanakkale’de geçemediği Türkiyemizi başta dini değerlerimiz olmak üzere ahlaki ve aile yapımızı yıkarak önce manevi değerlerimizi parçaladıktan sonraki hedef Türkiye’nin toprak bütünlüğünü işgal etmek olduğu açıktır. Aslında başından beri Haç Hilal kavgası şu anda aile üzerinden yürümekte ama çok sinsi bir şekilde yürümektedir. Öyle ki kadını kullanarak kadını koruyoruz bahanesiyle çıkardıkları bu sözleşme adeta aile değerlerimizi dini değerlerimizi ve ahlaki değerlerimizi altüst etmiştir.

“Sözleşme yırtılmalıdır!”
İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerine dikkat çeken Dağılmış Aileler ve Çocuk Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Erol Şahin da, “İstanbul Sözleşmesi’nin ‘Tazminat’ başlıklı 30/1 maddesinde ‘Taraflar mağdurların bu Sözleşmede belirlenen herhangi bir suç nedeniyle faillerden tazminat talep etme hakkına sahip olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır’ denilmektedir. Hemen anımsayalım ki cinsiyet ayrımcısı bu sözleşmeye göre ‘şiddet mağduru’ olarak sadece kadınlar ve şiddet uygulayan olarak da yine sadece erkekler kodlanmış durumdadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin 48. maddesine göre ‘Taraflar bu sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.’ İstanbul Sözleşmesi’ne göre her şey ama her şey şiddet tanımı içindedir; mağdur daima kadındır ve karı-koca arasında küçük ya da büyük sorun çıkarsa arabuluculuk ve uzlaştırma yasaktır.

Bu madde bile tek başına İstanbul Sözleşmesi denen melanetin resmi evlilikleri bitirmek, aile kurumunu yıkmak amacı güttüğünün kör gözler için bile çok açık ve net bir kanıtıdır! İstanbul Sözleşmesi denen paçavra, yıkım geri dönülemez boyutlara varmadan bir an önce yırtılıp atılmalıdır!” açıklamasında bulundu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/aileyi-enkaza-ceviren-sozlesme-feshedilsin-1324718.html


Sol siteler kudurdu! LC Waikiki'den LGBT'li sapkınlara soğuk duş

LC Waikiki yönetimi, LGBT'li eşcinsel sapkınların sembollerinin kullanılmasını yasakladı.

LC Waikiki yönetimi tarafından, çalışanlara gönderilen e-posta ile LGBT’li eşcinsel sapkınları andırdıkları gerekçesiyle “bu sembollerin kesinlikle kullanılmaması“ ve “mutlaka renk sayısının azaltılması” istendiği bildirildi.

Kaçınılması gereken “LGBT sembolleri listesini” de paylaşan yönetim, “tasarım yasakları” başlığıyla gönderdiği e-posta aracılığıyla LGBT'li eşcinsel sapkınlara karşı safını belli etti.

Duyarlı Müslümanlar tarafından takdir toplayan LC Waikiki, sol siteleri kudurttu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/sol-siteler-kudurdu-lc-waikikiden-lgbtli-sapkinlara-soguk-dus-1325139.html


Ayasofya Türkiye’nin egemenlik meselesi

BBP lideri Mustafa Destici, çoklu baro, sosyal medya düzenlemesi, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ve LGBTİ sapkınlığına dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.


Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı ve Ankara Milletvekili Mustafa Destici, Ayasofya, sosyal medya ve çoklu baro düzenlemesi başta olmak üzere  gündemin sıcak konularını okuyucularımız için değerlendirdi:

Ayasofya kılıç hakkıdır

BBP olarak Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması noktasındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Biz BBP olarak kurulduğumuz günden bu yana Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını istiyoruz. Ayasofya İstanbul’un fethinin sembolüdür. Kılıç hakkıdır. Ayasofya’yı açıp açmamak bir egemenlik meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti tam bağımsız, egemen ve güçlü bir devlettir. Hiçbir devletin küstah söylemlerine kulak vermeden kendi egemenliğinin gereğini yerine getirmeli ve açmalıdır.

Sosyal medya düzenlemesini çarpıtanlar var. Bu noktada siz sosyal medya düzenlemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyal medya ile ilgili bir düzenlemeye ihtiyaç var. Açık ve net. Bu düzenlemeyi yaparken Türkiye’nin itibarını da gözetmek zorundayız. Toplumun tüm kesimlerinin, siyasi partilerin ve bilişim uzmanlarının görüşü alınarak düzenleme yapılmalıdır.

Sosyal medyanın ‘özgürlük alanı’ olduğu iddiasıyla düzenlemeye yönelik kirli bir algı operasyonu yürütenler mevcut. Bu noktadaki fikirleriniz nelerdir?

Sosyal medyayı kullanmayı bir hak olarak görüyorsak, özgürlükler adı altında kimsenin kişisel bilgilerine aile hayatına müdahale hakkı yoktur. Türk’ün örf ve adetine İslam ahlak ve faziletine uymayacak davranışlara müsaade etmemeliyiz.

Sosyal medya hakaret alanı değildir

Dünyada da bu noktada düzenlemeler yapan ülkeler mevcut…

Sosyal medya üzerinden haksız ithamlar, küfürler, hakaretler… Adam yurt dışına kaçmış oradan sizin değerlerinize saldırıyor. Bunlara artık bir son vermeliyiz. Bu feyk hesaplar olmamalı. Gerçek ismiyle herkes sosyal medyada olmalı ve düşüncelerini söyleyebilmeli. Güvenliğimizle özgürlüğümüzü eş düzeyde götürmeliyiz.

Üç büyük baronun, çoklu baro sistemine yönelik takındığı provokatif tavrı nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’nin barolarla ilgili bir düzenleme yapması gerekiyor. Bu bir ayet değil. Üstelik Ankara Baro başkanı başta olmak üzere Allah’ın ayetlerini kabul etmiyorlar. Diyanet İşleri Başkanı Cuma Hutbe’sinde Allah’ın ayetini okumayacak da neyi okuyacak? Adam bunu çağlar ötesinden gelen ses diye değerlendiriyor. Değişiklik gerekiyor ve değiştirilecek!

LGBTi sapkınlığına müsaade etmeyiz

Türkiye’deki özgürlük ortamını sabote eden LGBTİ sapkınların son dönemdeki iğrenç faaliyetleri hakkındaki fikirlerinizi rica edebilir miyiz?

LGBTİ gibi sapkın yaşam tarzlarının Türkiye’de yeşermemesi ve buna müsaade edilmemesini istiyoruz. LGBTİ sanki bir hak ve özgürlük gibi sunulmaya çalışılıyor. Dünya kurulduğundan beri sapkınlık olarak kabul edilmiştir. LGBTİ yasaklanmıştır ve lanetlenmiştir. Çünkü hem aile hayatının hem de toplum hayatını temelini zedelemektir. Asla bir özgürlük bağlamında değerlendirilemez.

https://m.yeniakit.com.tr/haber/ayasofya-turkiyenin-egemenlik-meselesi-1324699.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder