26 Aralık 2010 Pazar

Ya eşcinsel bakan eşiyle Türkiye'ye gelirse...


Türkiye AB’ye tam üyelik başvurusu yapmış bir ülke ve hükümet Anayasa değişikliği dâhil gerçekleştirdiği bütün değişikliklerin meşruiyetini “AB’ye giriş için zorunlu olan demokratikleşme”den alıyor. Yani ‘ileri demokrasi’ görünüşte her şeyden önce Avrupa’ya üyelik için gerekli.

Oysa geçtiğimiz ay sonunda AKP’nin organik aydınlarının ve hükümet üyelerinin birlikte hazırladıkları eşcinselliği ‘hastalık’ sayan bir bildiri bile, AKP’nin ne demokrasi ne de AB gibi bir derdinin olmadığını ortaya koyuyor. Ya da AKP’nin girmeye çalıştığı Avrupa bizim bildiğimiz Avrupa değil. Aslında bu zamana kadar AB müzakerelerinde sadece bir başlığı karara bağlamış AKP’nin asıl derdinin Avrupa olmadığı çok açık.

Belki de “bunlar Avrupa’yı tanımıyor” diyeceğiz ama daha önceki örneklerde Avrupa’nın en geri unsurlarıyla işbirliği yaptıklarını gördüğümüz için, “Avrupa’nın kapitalizmini alıp, değerlerini bırakma” kurnazlığı içinde olduklarını söylemek daha doğru gibi.

ULEMA İCAZET VERDİ
Eşcinselliğin bir ‘hastalık’ olduğu, kasım ayı sonunda Antalya’da düzenlenen aile konferansının sonuç bildirgesinde gündeme geldi. Fethullah Gülen cemaatinin kurumsal yüzlerinden biri olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı öncülüğünde düzenlenen konferansta Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın ‘hastalıklı’ görüşü bu kez ‘bilimsel’ bir bildiriye de girmiş oldu. ‘Din, Gelenek ve Modernite Bağlamında Bir Değer Olarak Aile’ konulu konferansın akademisyen katılımcılarının yayımladığı ortak bildirgede, aile içi cinsel ilişki (ensest) ile eşcinsellik aynı düzlemde değerlendirildi.

Bildirgede, ‘ilmi ve politik cemaat’, "Eşcinsellik ve aile içi zinaya (ensest) karşı yeterli tedbirlerin alınmasını talep ediyor, her toplumu tehdit eden bu hastalıkların önüne geçmek için elbirliği ile çalışılmasını destekliyor"du. Kürtajı önleyecek politikaların desteklendiği, ‘doğal evliliklere dayalı çocukların çoğalmasının’ talep edildiği bildirgede, ailenin en önemli temellerinden birinin din olduğu belirtildi ve "Din temelli nikâhın küçümsenmesini ve meşru sayılmamasını eleştiriyoruz" dendi. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil de, aile kurumuna devlet politikalarıyla sahip çıkılıp korunması gerektiğini vurguladı. Yeşil, "Batı, aileyi dünyadaki zevklerin önünde engel olarak görüyor" dedi.

ENSEST NERE EŞCİNSELLİK NERE
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf "Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence" diyerek bu konudaki tartışmayı daha önce başlatmıştı. Şimdi Ali Bulaç gibi AKP’nin, Erol Göka gibi HAS Parti’nin ‘organik aydınları’nın da arasında bulunduğu ulema takımından bu görüşlerine icazet almış oldu.

Dünyanın tüm demokratik ülkelerinde ‘hastalık-sapma’ olarak kabul edilen ‘ensest’ ile sadece demokratik olmayan ülkelerde ‘hastalık’ kabul edilen, pratiğe dökülmesi de ‘suç’ sayılan eşcinselliği aynı kefeye koyan bir anlayış demokrat olabilir mi? Cevabımız buna da mı “yetmez ama evet” olacak?

AB ülkelerinde eşcinsellik hatta eşcinsel evliliği çoktandır gayet normal ve yasayla garanti altına alınmış durumda. Avrupa’da devletler, aşırı sağcı, faşist ve ‘hasta kesimlerin’ saldırılarına karşı eşcinselleri korumak için uğraşıyor.

Peki, eşcinselliği suç sayan hatta idam cezası veren ülkeler hangisi? İslam ülkelerinin hepsi eşcinselliği suç ya da günah sayıyor ama İran, Sudan, Yemen, Moritanya, Somali, Nijerya ve Suudi Arabistan’dan oluşan 7 ülke bu suça ‘idam’ istiyor. Bu ülkelerin hiçbirinde ‘aile’ de tehlikede değil, çünkü bu ülkelerin hiçbirinde kürtaj, boşanma, evlilik dışı çocuk sahibi olabilme hakkı yok.

KUTSAL AİLEYE BİRŞEY OLMADI
Şimdi AKP’nin bu kafayla girmek istediği Avrupa’da bir örneğe bakalım. Almanya, eşcinsel haklarının en iyi olduğu Avrupa ülkesi değil. Ancak, herhalde ‘hasta hakları’ iyi olacak ki, politikada birçok eşcinsel boy gösteriyor. Almanya Dışişleri Bakanı ve Liberallerin Genel Başkanı (Hür Demokrat Parti) Guido Westerwelle, 17 Eylül 2010’da uzun yıllardır birlikte olduğu erkek arkadaşı Michael Mronz ile evlendi. Nikâh törenine çağrılan ama gidemeyen Başbakan Angela Merkel, “yeni evlilere bütün kalbiyle mutluluklar dilediğini” bildirdi.

Hükümet sözcüsü Stefan Seibert, “Merkel, her ikisi adına da çok sevindi. Başbakan yeni evlileri ilk kutlayanlar arasındaydı” diye resmi hükümet açıklamasını televizyonlara yaptı. Bilindiği gibi Merkel de dindar ve Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) Genel Başkanı. Uzun yıllardır Jörn Kubicki isimli adamla benzer bir ilişki içinde yaşayan Sosyal Demokrat Parti’den (SPD) Berlin Belediye Başkanı Klaus Wowereit’ın “yeni aileye mutluluklar dilediği” hemen Merkel’in açıklamasından sonra geldi.
Hiç kimse ne “siz hasta hasta ne evleniyorsunuz” dedi ne de “dünyanın sonu gelecek” diye düşünen oldu. Gazetelerde boy boy fotoğraflar basıldı, hikâyeler tefrika edildi. Almanya Dışişleri Bakanlığı ve FDP Genel Merkezi benzer bir açıklama yaptı: "Sayın Dışişleri Bakanı ve Michael Mronz bu gelişmeyi özel hayata dair olarak değerlendiriyor. Yapılacak bir açıklama yok…” Bu açıklamalar Westerwelle’nin daha önceki demeçleriyle tutarlılık gösteriyordu: “Özel hayat özel alan olarak kalmalı…”

Ancak, Westerwelle, Michael Mronz’un varlığını 2004’te Angela Merkel’in doğumgününde açık ettikten sonra, hiç saklamadı ve eşlerin ya da partnerlerin de olması gereken her yere sevgilisini de götürdü. Örneğin 2009 Eylül’ünde genel seçimlerden büyük bir başarıyla çıkan FDP Genel Başkanı Westerwelle’nin yanında hep Michael Mronz da vardı. Televizyonlarda da yayınlanan görüntülerde öpüştüler ve kol kolaydılar.

HASTA HASTA İKİ KERE TÜRKİYE’YE GELDİ
Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, dış gezilerinin çoğuna Michael Mronz’u da götürüyordu. Mronz bir işadamı ve dış gezilerde bakan torpiliyle ‘iş bağladığı’ iddialarının basında çok tartışılması üzerine son dönemde ortalıkta görünmüyordu.
Westerwelle düğünden yaklaşık üç ay önce de Türkiye’deydi. Türkiye’ye sevgilisi Michael Mronz’u da getirip getirmediğini, kendisiyle görüşen bakanlara ya da delegasyona sormak gerekiyor. 27 Temmuz günü Türkiye’ye gelen Westerwelle, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile İstanbul’da buluşup İran konusunu görüştü. Sonra da Ankara’ya gidip Başbakan Erdoğan ile baş başa görüştü.

Westerwelle’nin bundan önceki ziyareti ise, 6-8 Ocak 2010 tarihleri arasındaydı.

Bütün bunlardan Aliye Kavaf’ın, Ali Bulaç’ın falan haberi olmadı mı? Kim bilir belki de Kavaf, Westerwelle’ye rastlamış olabilir. Hiç hastaya benzemediği ya da ensest ilişkiye girecekmiş gibi görünmediği için dikkatini çekmemiştir herhalde.

EŞCİNSEL HAKLARI GÖKTEN İNMEDİ
Evlendikten sonra eşcinsel dernekleri ve insan hakları savunucuları Guido Westerwelle’ye, eşcinselliğin idamla cezalandırdığı ülkelere de eşini götürüp götürmeyeceğini soruyor. Westerwelle, burada önce biraz diplomatik sonra da doğrudan cevap veriyor: “Bütün ülkelerin kendi yasalarına ve kurallarına saygılı olmak zorundayız. Evet, şimdilik götürmeyi düşünmüyorum.” Eşcinsel derneklerinin ya da aktivistlerinin bir kısmı Westerwelle’yi, ‘Escinsel hareketine hiçbir destek vermemekle ama kazanımlardan en fazla faydalanmakla’ suçluyor. Hatta PR menajerlerinin isteği üzerine siyasette yükselmek için yıllarca, aradığı eşi hâlâ bulamamış mazbut ‘ideal damat’ rolü oynamakla ikiyüzlülük yaptığını söyleyen de var.
Die Tageszeitung’un internet sayfasında yayınlanan bir mektupta insan hakları savunucusu Lutz van Dijk, Westerwelle’den dünyada ezilen ve horlanan eşcinseller için Almanya Dışişleri Bakanı olarak daha fazla faaliyet göstermesini istiyor. Eşini götüremediği ülkelere gitmemesini istiyor ve şunları söylüyor: “Bugün eşinizle birlikte gördüğünüz saygı ve özgürlük gökten inmedi. Kovuşturmaya uğramış gay ve lezbiyenler birkaç güzel sözden daha fazlasını bekliyor sizden…”

Aslında Almanya politikasında eşcinsel olmak ‘aşırı sağ’ kanatta olmamak kaydıyla ‘kariyer engelleyici’ bir durum değil. Ancak, rakip partilerdeki aşırı sağcıların veya tutucuların bazen engellemeleri oluyor. Örneğin Westerwelle ‘eşcinsel evliliğinin de hetero evliliği ile aynı vergi indirimi haklarına sahip olması’ için tasarı hazırladığında özellikle Hıristiyan Demokratların sağ kanadından tepki almıştı.

DEVLET MEMURU EŞCİNSELLERE PARA YARDIMI
Ancak, Meclis başka türlü karar verdi ve FDP-CDU koalisyonu, özellikle ‘evlilik benzeri birlikte yaşam’ içinde sayılan evliliklere de vergi indirimini ve en önemlisi de ‘devlet memuru evli’lere uygulanan ‘evlilik yardımını’ ‘evli devlet memuru eşcinsellerle’ de vermeye başladı.

Almanya’da eşcinsel beraberlik içinde olan devlet memurları, diğer evli meslektaşları gibi ek yardım alacak. Hıristiyan Demokratlarla-Liberallerin birlikte hazırladıkları yasaya göre, eşcinsel memurların eşleri sigorta hizmetlerinden de yararlanabilecek. Evli memurlar ve diplomatlara yurtdışı görevlerinde uygulanan ayrıcalıklar, eşcinsel evlilere de aynen uygulanacak. Yalnızca Alman ordusunda görevlilerin eşlerine bağlanan ‘dul aylığı’ eşcinsel eşlere de bağlanabilecek. Böylelikle eşcinsellere karşı yasalardaki ayrımcılığın bir kısmı daha kaldırılmış oluyor.

Aslında bütün bunlar için Almanya genelinde geçecek bir yasa çıkarmaya gerek bile yoktu. Çünkü eyaletlerin birçoğu uzun süredir burada belirtilen kuralları uyguluyor. Eşcinsel dernekleri ve birlikleri, bu yasanın 2003’ten bu yana geçmişe de uygulanması gerektiğini savunuyor.

Zaten Almanya’da eşcinsel evliliğini liberaller ve solcular desteklerken, sadece aşırı sağcı kesim karşı çıkmıştı. Liberaller için eşcinsel birinin parti başkanı olmasının bile sorun olmadığı, Westerwelle’nin başkan olduğu dönemde FDP’nin en yüksek oy oranına çıkmasıyla anlaşılıyor.

Bir şey daha var. Başbakan Erdoğan, ziyareti sırasında Westerwelle’ye Türkiye'nin AB'ye üyelik başvurusunun fiilen 50, resmen 46 yıl önce başladığını hatırlatmış. Anadolu Ajansı, “Başbakan Erdoğan'ın, Türkiye'nin 'yarım yamalak' üyeliğe razı olmayacağını söylediği bildirildi” diye geçti haberi. Sizce Westerwelle ne demiş olabilir? “Üzerinize afiyet, ben biraz hastayım da…” diye söze başlamış ve “bu kafayla bir elli yıl daha bekleseniz iyi olur” demiş olabilir mi?

Aşırı sağcı politikacı ihbar etmişti
Almanya’da muhafazakâr partilerde de açıkça eşcinsel olarak yaşayan politikacılar var ve hatta eşcinselliklerini açıkladıktan sonra seçmenlerin daha fazla güvenini kazanıyorlar.

Bu yılın 25 Ağustos tarihine kadar Hıristiyan Demokrat Parti’den Hamburg Eyaleti Başbakanı olan Ole von Beust da açıkça eşcinsel olarak yaşayan muhafazakâr bir politikacıydı. Ole von Beust, ihmal ettiği özel hayatına geri dönmek için temmuz sonunda siyasetten çekildiğini açıkladı. 55 yaşındaki von Beust, istifasının ardından, “17 yılı asıl işim olmak üzere, 32 yıl siyaset yaptım, yeter” demişti.

Hamburg eyaleti başbakanlığına 2001’de seçilen Ole von Beust’un, 2003’de kendi isteği dışında eşcinsel olduğu açıklandı. Hamburg İçişleri Senatörü olan koalisyon ortağı aşırı sağcı Ronald Schill, kendi istediği bir personelin atamasını yapmayan Ole von Beust’un eşcinsel olduğunu açıklamış, hatta kabineden bir bakanla ilişkisi olduğunu iddia etmişti.

Bunun üzerine bir açıklama yapan Ole von Beust’un babası, oğlunun eşcinsel olduğunu doğrulamıştı. Ole von Beust eşcinselliğini kabul etmiş, bakanla ilişkisini yalanlamıştı. Yine, adı anılan bakan da eşcinsel olduğunu ama Başbakan ile ilişkisinin olmadığını belirtmişti. Ole von Beust bunun üzerine Ronald Schill’in partisi ile yaptığı koalisyonu bozdu. Yeniden yapılan seçimlerde daha da güçlenerek tek başına iktidar oldu. Aşırı sağcı Schill, yüzde 5 seçim barajını aşamadı. Ole von Beust, 2008’deki seçimlerden sonra da Yeşillerle koalisyon kurdu.

Aralıksız 2001’den 2010’a kadar eyalet başbakanlığı yapan muhafazakâr von Beust, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, eşcinsel sevgilisiyle aynı evde yaşamaya başladığını ve siyasetten uzak kalmanın keyfini sürdüğünü açıkladı. Peki, Ronald Schill’e ne oldu? Olup bitenlerden sonra Almanya’da yaşayamaz hale geldi ve Brezilya’ya kaçtı.

İlk eşcinsel başbakan olacak mı?
Başkent Berlin Belediye Başkanı sosyal demokrat Klaus Wowereit da açıkça eşcinsel olarak yaşayan politikacılardan biri. Belediye başkanlığı seçimlerinden önce yapılan, SPD aday belirleme kongresinde aday olduğunu açıklayan Wowereit, adaylık konuşması sonunda eşcinsel olduğunu şu sözcüklerle ilan etmişti: “Ayrıca eşcinselim ve bu da iyi bir şey…” Wowereit, uzun yıllar Doktor Jörn Kubicki ile birlikte olduğunu açıkladı.

10 Haziran 2001’de söylenen bu sözler, önce Wowereit’ı Berlin belediye başkanlığına taşıdı sonra da yılın sözü seçildi. Wowereit 2007’de “…bu da iyi bir şey” isimli bir kitap yazdı. Kitapta, Başbakan Gerhard Schröder’in Berlin eyaleti belediye başkanlığı için önce başkasını düşündüğünü ama bu sözlerinden sonra Wowereit’ı aday gösterdiğini de anlıyoruz.
Klaus Wowereit Almanya’da eşcinselliğini açıkça söyleyerek bu denli önemli bir makama aday olan ilk politikacı. Seçim kampanyasında kimse, “bu hasta” demediği gibi, kamuoyunda Sosyal demokrat politikacının popülaritesi arttı ve Wowereit yaklaşık 10 yıldır kesintisiz aynı görevi sürdürüyor.

2007’de yapılan bir kamuoyu araştırması Almanya’da seçmenlerin yüzde 79’unun “eşcinsel bir başbakan adayına oy atacağını” söylediğini ortaya koydu. Klaus Wowereit önümüzdeki dönemde adı geçen başbakan adayları arsında.
Wowereit, sosyal demokrat partinin sol kanatta sayılabilecek isimleri arasında. Sosyal demokratlar Sol Parti-Die Linke ile hiçbir eyalette koalisyon kurmazken, Berlin eyaletinde Die Linke-SPD koalisyonu var.

Faşistler eşcinsel düşmanı
Türkiye’deki eşcinsel dernekleri ve inisiyatiflerinin internet sitelerine bakıldığında Aliye Kavaf’ın sözlerinin adeta “Nefret suçu işlemeye bir çağrı olduğunu” açıkladıkları görülüyor. “Hepimiz tehdit altındayız” diyen eşcinsellerin nefret suçunun yasalara girmesi, ayrımcılığa karşı yasa çıkması ve cinsel yönelimin Anayasal güvence altına alınması gibi talepleri var.

AB ülkelerinde nefret suçu ya da ‘ayrımcılık yasası’ olsa da, yine de eşcinsellere karşı özellikle faşist ve aşırısı sağ çevrelerce ayrımcılık, aşağılama ve bazen de şiddet kullanıldığı gözlemlenmekte. AB Temel Haklar Ajansı’nın bu yıla ilişkin raporunda “Birçok lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel ayrımcılığa uğruyor ya da aşağılanıyor. Bazı ülkelerde hatta ölümcül saldırılara maruz kalıyorlar” deniliyor. Ajans sözcüsü Morten Kjaerum’un yaptığı açıklamaya göre, özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde cinsiyetçi şiddet gittikçe yaygınlaşıyor: “Christopher Street Day etkinlikleri Bulgaristan, Estonya, Letonya, Polonya ve Romanya gibi yeni AB ülkelerinde ya saldırıya uğruyor ya da yasaklanıyor.”

Bütün bunları doğrulayacak en son olay Sırbistan’da yaşandı. 9 Ekim 2010’da Belgrat’ta eşcinsel hakları için ‘faşizme karşı dayanışma’ yürüyüşü düzenlendi. Yaklaşık 500 kişilik göstericilere faşistler saldırdı ve saldırıda yaklaşık 50 kişi yaralandı. Faşistler, Demokrat Parti merkezini ateşe verdi, devlet televizyonunu taşladı, cam ve çerçeve kırdı. Televizyona yansıyan görüntülerde Aliye Kavaf gibi yaşlı başlı kadınların polislere “Siz şaşırmışsınız. Normal adamları dövüyorsunuz bu hasta homoları koruyorsunuz” diye bağırdığı görüldü.

Olup bitenlerden bir gün sonra düzenlenen ‘Hastalara Karşı Geçit Töreni’ne 20 bin kişi katıldı. Göstericiler, “Aile ve Hıristiyanlık değerlerini savunduklarını” belirtti.
Selami İnce - Birgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder