Genç yönetmen Emre Yalgın'ın bu hafta vizyona çıkan ilk uzun metraj filmi 'Teslimiyet', Türkiye'nin ana kadrosunda transseksüel oyuncuların başrol oynadığı ilk film
Teslimiyet in oyuncularından Ayta Sözeri (solda) ve Didem Soyku.
Bu yıl 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğumuz ‘Teslimiyet’ bu hafta vizyonda. Aynı evde yaşayan dört transseksüelin hayatını, medyanın yansıttığı trans birey imajını kıracak şekilde, son derece gerçekçi ve samimi bir şekilde anlatıyor ‘Teslimiyet’. Toplumun ötekileştirdiklerine içeriden bir bakış sunuyor. Başrollerinde Görkem Kanbolat Arslan, Didem Soyku, Ayta Sözeri, Seyhan Arman ve Buse Kılıçkaya’nın oynadığı film, Türkiye’nin, ana kadrosunda trans oyuncuların rol aldığı ilk filmi. ‘Teslimiyet’in oyuncularıyla buluştuk, biraz filmin hikayesini, biraz da kendi hikayelerini konuştuk.
‘Teslimiyet’e dahil oluş hikayenizi ve canlandırdığınız karakterleri dinleyelim önce sizden.
Seyhan Arman: Filmin senaristlerinden Zeynep Özcan’la önceden tanışıyorduk. Bir gün filmin yapımcısı ve yönetmenimiz Emre Yalgın, benim çalıştığım tiyatroya geldiler, konuştuk, benim çok hoşuma gitti senaryo. İlk görüşmede Hayat rolünün bana uygun olabileceğini düşünmüştüm zaten, öyle de oldu. Filmde Hayat, seks işçiliği yapan dört kadının yaşadığı bir evin annesi, o evin kurucusu. Herkesten eski, yaş olarak da büyük, trans geçişini de hepsinden önce tamamlamış. Aslında çok duygusal ama o duygusallığını çok fazla gösteremeyen, savunma mekanizması hep işleyen bir karakter.
Didem Soyku: Senaryodan, Seyhan sayesinde haberdar oldum ben ve ilk düşündüğüm ‘bu filmin içinde keşke ben de olsam’dı. İçim kıpır kıpır oldu senaryoyu okuyunca çünkü tiyatro eğitimi alıyordum ben de o sırada. Üstelik ilk filmim ‘Güneşi Gördüm’de kendimi görememiştim! O kadar küçük bir rolüm vardı (Gülüyor). Hevesliydim anlayacağınız. Bir gün bir telefon geldi, Sanem rolü için kabul edildiğimi öğrendim. Sanem, idealleri olan, inançları için birçok şeyden ödün veren, ailesini, okulunu terk eden bir karakter. Mutsuz bir kadın, toplumun transseksüellere biçtiği rol yüzünden seks işçiliği yapmak zorunda çünkü. Bir gün birinin gelip onu bu hayattan kurtaracağını düşünüyor.
Ayta Sözeri: Benim de Seyhan vasıtasıyla haberim oldu. Senaryoyu görünce Aygül karakterini çok beğendim, onu oynasam keşke dedim. Kalbim de temizmiş herhalde, cidden de o rolü teklif ettiler. Aygül aslında filmde en çok dikkat edilmesi gereken karakter çünkü tam arada, bazısının geleceği, bazısının geçtiği noktada. Tabii ki o da, her şeyin çok güzel olacağını düşünerek ayrılmış evinden. Yaşadığı evdeki hengamenin içinde olmak istemediğinden, kendini televizyona vermiş. Gündüz kuşağı programlarını izleyip, “Bak benim dertlerim var ama insanlar da neler yaşıyorlar” diyen bir karakter. Ve bir gün o gündüz kuşağı programlarından birinde annesini görüyor. Oğlunu arayan annesini. Çok dikkate değer, gerçek bir karakter.
Canlandırdığınız karakterlerle kendiniz arasında paralellik kurduğunuz noktalar oldu mu?
Sözeri: Bir kere kimlik olarak tamamen biziz oynadığımız karakterler. Onun dışında, ortak noktalarımız vardı tabii. Almanya doğumluyum ben de Aygül gibi. Babayla problemleri var, aynı şekilde. Filmde Aygül’ün babası hastalandığı zaman hissettiklerini ben de babam hastayken hissetmiştim. “Babam hastalansa bile üzülmem” dediğim halde çok üzülmüştüm mesela.
Soyku: Sanem gibi aslında ben de okullu bir kızdım. Çok iyi resim yapıyordum ve bunu sürdürmek istiyordum. Özel yetenek sınavını geçmek için çok çalıştım, her seferinde de mülakatta tıkandım. Sonunda söylediler de zaten açık açık; kötü örnek olduğu düşünülerek okuldan uzaklaştırılan bir öğrenci vardı, bana onu misal gösterdiler. Sanem gibi ben de bir kurtarıcı bekliyordum. O kurtarıcı hep beklenir, hiç gelmez, öğrendim artık.
Arman: Ben de Hayat gibi, hayata karşı gardını almış biriyim galiba. O yüzden çok seviyorum Hayat karakterini. Kurtarıcı beklemek meselesiyse bence göreceli. Mesela benim kurtarıcım tiyatro oldu. İlla erkek olmak zorunda değil ya!
Sizin hikayeleriniz de filmdekilerden farklı değil yani.
Arman: Adanalıyım ben. Küçüklüğümden beri, cinsel yönelimimle de alakalı olarak, asi bir kişiliğim vardı. Ailenin geri kalanından hep farklıydım, ‘çirkin ördek yavrusu’ diyordum kendime ve kuğu olmaya çalışıyordum. Bir gün oynadığım tiyatroyla, bir turne dahilinde İstanbul’a gelmiştim ve buradaki imkanlardan o kadar etkilendim ki, Adana’ya döndüğümde aileme “Ben gidiyorum” dedim. Seks işçiliği mi yapacağım, tiyatro mu yapacağım, oyuncu mu olacağım hiç düşünmeden geldim İstanbul’a.
Soyku: 20 yaşımda bile değildim ailemden ayrıldığım zaman. Benim oluşum sürecimden onlara bahsettiğim zaman, fark etmiş olacaklar ki, çok fazla tepki vermediler. Ailemle hiç kopmadık aslında, hep görüştük o süreçte, hâlâ da görüşüyoruz.
Sözeri: 19-20 yaşlarımdaydım, Adapazarı’ndan, ailemin yanından ayrılıp İstanbul’a geldiğimde. Bir süre hiç görüşmedik, zaten ben izimi kaybettirmiştim. Ama kız kardeşimle görüşüyordum sürekli, biraz da onun vasıtasıyla yıllar içinde tekrar görüşmeye başladık ailemle. Şu anda da hiçbir problemimiz yok. Hatta benim transseksüel olduğumu bile unutmuş durumdalar. Annem ara sıra indirimli diye ped alıp geliyor. Anne ne yapacağım ben bunu diyorum. O da “Müslümana iyilik haram” diye dalga geçiyor.
Daha çok babalarla problem yaşanıyor bu noktada galiba.
Sözeri: Babam aslında beni çok kibarca evden kovmuştu. “Benim evlenecek kızım var, senden evden ayrılmanı rica ediyorum” dedi. “Ben zaten seni çok iyi yetiştirdim, Almanya’da olsaydık da kendi evine çıkmak ve kendine bakmak durumunda olacaktın ve ben senin hayatın içinde yok olmayacağını düşünüyorum” dedi. Ama “Çok zor bir duruma düşersen bizi ara” da dedi. Belki biraz burnum sürtsün istiyordu, bilmiyorum. Çünkü annemle babam da transseksüellik konusunda Aliye Kavaf gibi düşünüyorlardı, bunu bir hastalık olarak görüyorlardı, ama şimdi ondan biraz daha ilerideler. Bir hastalık değil, doğuştan gelen bir şey olduğunu biliyorlar en azından. Yani annem biliyor, babamı kaybettik geçen yıllarda.
Arman: Babalar büyük sorun. Ben hiç babamla bu konuyu konuşmadım, bir yüzleşme yaşamadık yani. 15-16 yıldır da görüşmüyorum babamla zaten. Ataerkil bir toplumda yaşadığımızdan baba için bunu kabul etmek her zaman daha zor oluyor. İlk resmi açılımımı abime yapmıştım ben. Arayıp, abi ben trans geçişimi yaptım dedim, o da bana “İyi düşündün mü, geri dönüşü var mı?” diye sordu. Geri dönüşü var ama ben asla dönmeyeceğim dedim. O da “Ne olursa olsun, kardeşimsin” dedi, ailenin diğer fertleri de aynı şekilde. Bu kararda belki de bana hayır dedikleri anda bir daha beni göremeyecek olmalarını bilmeleri de etkili oldu.
Aileler de çoğu zaman trans olmanın aslında ne demek olduğunu bilmiyorlar değil mi?
Arman: Aslında evet, bizde öyle bir durum olduğunu fark etmiştim mesela ben. Baktım ki bilmiyorlar, en küçük yeğenimden anneanneme kadar herkesi karşıma alıp dedim ki, biz televizyonda gördükleriniz değiliz. Transseksüellik budur, bunları bunları yaşadım, yaşıyorum. Soracağınız bir şey varsa sorun şimdi cevaplayayım, yoksa bir daha da bu konuyu konuşmak istemiyorum. Gerçekten de o gün oturup akşama kadar konuştuk ve bir daha da konuyu açmadık. Aileler için büyük travma evet, ama trans bireyler de bu travmayı yaşıyor, üstelik de yalnız başlarına yaşıyorlar bunu. Sırf bu yüzden intihar eden, küçücük transseksüel çocuklar var, bu unutulmamalı.
Filme dönelim, çekimler nasıl geçti, zorlandığınız zamanlar oldu mu?
Soyku: Bir ay filan sürdü çekimler ve çok yorulduk ama tatlı bir yorgunluktu tabii. Bir sahnede Sanem karakteri erkek kılığına girmek zorunda kalıyor, saçları kesiliyor, koca erkek ayakkabıları giyiyor vs. Çektik bu sahneyi, bitti, ben öylece kalakaldım. Allahım dedim bu nasıl zor bir şey. O kadar kötü hissettim ki kendimi, böyle yaşamak zorunda olan arkadaşlarım geldi aklıma. Meğer ne kötü bir duyguymuş dedim.
Arman: Bir de başımıza şöyle bir şey geldi: Bizim çekim yaptığımız sokakta bir bar vardı, onlardan bir sahne için müziğin sesini kısmalarını rica ettik. İçeride hiç müşteri olmamasına rağmen kısmadılar ve para istediler bizden bunun için. Sonra da hiç susmadan devam ettiler şarkı söylemeye. İki üç gün böyle sürdü bu. Sahneyi oradan alıp başka yere taşımak zorunda kaldık, ama ben de oraya bir tane ışık koydurdum, orada çekim yapmayacağımız halde yapıyoruz zannetsinler, hiç susmasınlar ve yorulsunlar istedim çünkü kötü davrandılar bize.
Sözeri: Filmin bütçesi çok az olduğu için, bir an önce bitirilmesi gerekiyordu. Çekimler zorlu geçti aslında; sette uyuyorduk, bir tane yatak vardı, herkes sadece kafasını koyabiliyordu yatağa. Öyle zamanlar da oldu ama bunları hiç gözünüz görmüyor tabii o anda. Herkes her şeyi yapar hale geliyor sette bir süre sonra, ben hatta bir ara devamlılık takip ettiğimi hatırlıyorum; o tabak orada değildi, içinde o kadar peynir yoktu filan diye. (Gülüyor)
Geçen sene bir nefret cinayetine kurban giden Çağla’nın kıyafetleri de kullanılmış filmde.
Soyku: Evet, ben giydim filmde o kıyafetleri ve gurur duydum. Çağla bu filmle sonsuza kadar yaşayacak.
Arman: Mavi rolündeki Buse Kılıçkaya’nın bu filmde oynama şartıydı bu: “Ben oynarsam, nefret cinayetlerine kurban giden transseksüeller için oynarım” demişti. O arada da maalesef bir talihsizlik oldu, Çağla’yı kaybettik. Çağla’nın kıyafetlerini de Buse getirdi sete.
Sözeri: Ben de bir sahnede sarı bir terlik giyiyorum. Giydim ayağıma, yepyeni de bir terlik. Buse gördü, “Çok güzel olmuş” dedi buruk bir şekilde. Meğer Çağla’nın terliğiymiş. Yepyeniydi, etiketi üzerindeydi daha. Çok üzücü, Çağla’nın şu an, birileri sadece bir şeylerden nefret ettiği için bu dünyada olmayışı.
‘Teslimiyet’, başrollerinde transseksüel oyuncuların rol aldığı ilk film ve bu açıdan özel bir film değil mi?
Soyku: Ana kadrosu transseksüellerden oluşan ilk ve tek film, evet. Benim için çok önemli ‘Teslimiyet’ çünkü trans bireylerin seks işçiliğinden başka şeyler de yapabileceklerini gösteriyor bir açıdan.
Sözeri: Ben de ‘Teslimiyet’in çok ses getireceğine inanıyorum. ‘Güneşi Gördüm’ de öyle olmuştu. Yanlışları da olsa, önemli bir filmdi o, çünkü 3 milyonu geçkin insana ‘translar vardır ve hayatın içindedir’i göstermişti. Keşke ‘Teslimiyet’ de o kadar seyredilse, trans bireyler arkadaşlarını alıp bu filme götürse, izleyen bir diğerine anlatsa. Çok önemli bizim için.
Arman: ‘Teslimiyet’ ilk kez, hakkımızda gerçek anlamda bir şeyler anlatan bir film. İçeriden bakan, gerçeği yansıtan bir film, bu yüzden de çok önemli bence. Bir de, en basitinden şöyle bir örnek vereyim, ben bir LGBTT aktivistiyim, orada yapılan organizasyonlarda bile ‘Transamerica’ ya da ‘Lola and Billy the Kid’ izleniyor ama artık bir Türk filmi de izlenebilecek. Kendimizden bir şeyimiz var artık, kendi filmimiz bu bizim.
Filmin, LGBTT bireyleri topluma doğru tanıtacağı konusunda hemfikirsiniz.
Arman: Herkesi boşverin, LGBTT bireyler bazı şeyleri öğrense böyle filmlerle yeter, çünkü bu ülkede maalesef transseksüel olup transfobik olan, homoseksüel olup transfobik olan insanlar var. Transfobimiz o kadar büyük ki! Bunda da medyanın bence çok büyük suçu var. Yıllarca, ‘travesti dehşeti’ başlıklı haberler izledik, okuduk. Tamam, o görüntülerdeki insanlar çileden çıkıp o hale gelmişler doğru, ama bir de gazetelerin üçüncü sayfalarına bir bakmak lazım; hiç mi ‘heteroseksüel dehşeti’ yok? Ama o kadar önyargılıyız ki! Ve aslında esas nokta şu: Karşımızdaki kişinin insan olduğunu unutuyoruz bazen.
Soyku: Bir de transseksüeller filmlerde hep alaycı bir dille anlatılır. Ya otostop yaparken, ya karakolda dayak yerken, dışarıdan bir gözle gösterilirdi. O yüzden de bunun çok iyi, çok gerçek bir hikaye olduğunu düşünüyorum ben.
Sözeri: Bence ailesiyle problemi olan herkes izlemeli bu filmi, bunun birçok şeyi değiştireceğine eminim.
Elif Ekinci - Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder