5 Ağustos 2020 Çarşamba

İstanbul Sözleşmesi üzerinden homofobiye devam!

Prof. Ergün Yıldırım: İstanbul Sözleşmesi tek başına işleyen bir sözleşme değil!

Faruk Aksoy'un Ülke Tv ekranlarında sunduğu Arka Plan programına konuk olan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergün Yıldırım, son günlerde tartışma konusu olan 'İstanbul Sözleşmesi' konusunda çarpıcı tespitlerde bulundu.

Prof. Dr. Ergün Yıldırım, İstanbul Sözleşmesi'nin dilinde bir problem olduğuna dikkat çekti. Yıldırım, sözleşmenin kadın şiddetini cinsiyet temelinde ele alan bir perspektif ile olaya yaklaştığını, sözleşmenin toplumumuza cinsiyet kimlik kavramını dayattığını söyledi.

İşte Prof. Yıldırım'ın o sözleri:

Ben bir yıldan beridir bu konu üzerinde zaman zaman yazı yazıyorum. Sözleşmeyi de defalarca okudum. Fakat sözleşmenin içeriğinden öte artık sözleşme ile ilgili oluşan bir algı var, ve bu algı daha fazla önem kazandı. Toplum da bunu etrafında seferber oldu. Çünkü özellikle yerel yönetimlerde oluşan ittifakların, CHP ve HDP ile birlikte cinsiyet ve cinsellik etrafında eşcinsellik ile homoseksüellikle LGBT ile ilişkili olarak yapılması. Yine Milli Eğitim Bakanlığı'ndan bazı toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde projelerin uygulanması. Bütün bunlar daha çok muhafazakar kesimi endişeye sevk etti. Yani "Toplumun değerlerinde ciddi sapmalar oluyor, bu toplum nereye doğru gidiyor, çocuklarımızın başına yarın neler gelecek" gibi ciddi endişeler oluştu. Bunu kaynağı nedir diye tartışmalar yapılırken bir yönüyle İstanbul Sözleşmesi tutunacak bir metin haline geldi. 

"SÖZLEŞMEYİ SİYASİ ARGÜMAN OLARAK KULLANIYORLAR"

İstanbul Sözleşmesi sadece içeriklerle tartışılan bir metin olmaktan çıktı, bizim kültürel değerlerimizle, aile anlayışımızla, namus anlayışımızla, mahremiyet bilincimize aykırı olan ve gençliğe yönelen bir trans cinsiyet kültürü söyleminin üstün hale gelmesi neticede insanları kaygılandırdı. Muhafazakar kesimde bence ortalama olarak bir uzlaşma var. Muhafazakar STK'ların ezici bir çoğunluğu bu sözleşmeye karşı bir tutum sergiledi. Ama bunun  yanında muhafazakar kesim içinde olan, daha çok siyaset içerisinde yer aldığı için önemsenen KADEM gibi bir kuruluş da bunu savundu. Muhafazakar kesimin dışındaki çevreler de farklı bir siyasi tartışmaya çevirdiler. İstanbul Sözleşmesini aile, cinsiyet, cinsellik ve diğer konularla tartışmak yerine onlar da burada bir muhalefet üretme çabası ortaya koydular. AK Parti'nin içindeki düşük muhalif duruşu da büyük bir problem varmış gibi göstermeye çalıştılar. 

"DİL PROBLEMİ VAR"

Bence burada bir dil problemi var. Burada kadın şiddetini cinsiyet temelinde ele alan bir perspektif var. Bütün olarak baktığımızda burada aile kavramı yok. Kadın şiddetini oluşturan diğer etmenler, alkolizm gibi, madde bağımlılığı gibi, psikiyatrik durumlar gibi durumlar yok. Dolayısıyla sözleşmede cinsiyet bakış açısı temelinde mücadele etme tutumu var. Sorun da burada çıkıyor. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği demek tamamı ile doğuştan gelen cinsiyeti yok sayıp cinsiyetin sonradan kazanıldığını savunmaktır. 

"BU SÖZLEŞME TEK BAŞINA İŞLEYEN BİR SÖZLEŞME DEĞİL"

Bu sözleşmede mesela cinsel yönelim ve cinsel kimlik kavramları öne çıkıyor. Bu kavramların ne anlama geldiği, yine bu sözleşmenin bağlı olduğu Birleşmiş Milletler'in ilgili sözleşmelerine baktığımız zaman daha iyi anlıyoruz. BM'nin cinsel kimlik belgesi ile birlikte İstanbul Sözleşmesi bir fonksiyon icra ediyor. Nitekim biz bu 'Herkes eşit ve özgür doğar' denen BM sözleşmesine baktığımız zaman, cinsel yönelim ve cinsel tercih açık bir biçimde gay, lezbiyen vs.'leri de kapsıyor. Sonuç olarak bu metin kadına yönelik şiddeti engellemek açısından önemli bir takım önlemler ortaya koymakla beraber, toplumsal cinsiyet eşitliği felsefesini benimsiyor. Bir sorun daha var, bu sözleşmede 18 yaşın altındakilere kadın denecek diyor.



Mesele LGBT değil, aile kurumu değil, anladık…



 Halime Kökçe
Yeni ortak bölen: İstanbul Sözleşmesi

Doğuştan sahip olunun kimlikler üzerinden ve karşıtlık temelli yürütülen hiçbir tartışma olumlu bir yöne evrilmiyor. Bilakis kimliksel farklılıkları derinleştiriyor, tarafları birbirini daha anlamaz kılıyor.

İstanbul Sözleşmesi üzerinden bir süredir yaşadığımız da böyle bir şey işte. Giderek ideolojiler üstü bir bölene dönüşmek üzere ve her nasılsa koca koca insanlar bu tartışma içine çekildikleri anda birden bire kabalaşıyor, beyefendilik yahut hanımefendilik buhar olup uçuyor.

Dahası İstanbul Sözleşmesi ile ilgili en ufak olumlu cümle, eşcinselliği desteklemek ve aileyi hedef almakla bir tutuluyor. Sözleşme ile ilgili eleştirel bir yaklaşım içinde olanlar ise en başta homofobik, sırasıyla kadına şiddeti onaylayan, çocuk tacizcilerini destekleyen kaba softa tipler olarak resmediliyor. Ve bu bir Müslüman prototipine dönüştürülüyor.

Ortada hem verili kimliklerin irrasyonel savunusunun yol açtığı yapısal bir sorun hem de trolizm çağında yaşıyor olmanın yol açtığı irtifa kaybı var.

Üzerine konuştuğumuz sözleşmeyi okumuş olmak tek başına görüşlerimizde isabet kaydetmek için yeterli olmasa da usul bakımından zorunluluk arzediyor. Bu yüzden metni okuduğumu söylemeliyim.

Hiçbir uluslararası sözleşme, oluşturulma amacına matuf bir işlev görüyor değil. Öyle olsa, kimse açlıktan ölmez, soykırımlar tarih olur, herkes insan onuruna yaraşır biçimde yaşama imkanına kavuşur, tüm çocuklar temiz su, yeterli beslenme ve eğitim imkanından eşit şekilde faydalanabilirdi. Ama yok öyle bir dünya.

Sözleşmeye dair çıkarımlarım şöyle;

Sözleşmenin kadına ve tüm dezavantajlılara karşı şiddeti önleme amacıyla imza edilmiş olmasına rağmen istatistiki bir azalmadan söz etmek ne yazık ki mümkün değil. Yani İstanbul Sözleşmesi’nin kadını yaşattığı falan yok. Sözleşmeden sonra kabul edilen kanun maddesi (6284) kadın cinayetlerini önlemek amacıyla uzaklaştırma gibi bazı tedbirleri ön görüyor. İtirazların önemli bir kısmı buna yönelik. Kadının beyanı esas alınıyor ve bu, erkeklerin mağdur edilmesine yol açıyor fikrindeler.

Evden uzaklaştırma tedbirde her zaman isabetli kaydedildiğini ben de düşünmüyorum. Ayrıca bu uygulamanın şiddeti ne kadar engellediği de meçhul. Hatta uzaklaştırma tedbiri bana kalırsa yeniden birleşme ihtimalini de zayıflatıyor. Ama işin ucunda can var. Bu durum, ahlaken, vicdanen ve dinen medet isteyene çare olmayı zorunlu kılıyor. Hülasa onu kaldırsak yerine başka bir tedbir ikame etmek zorundayız.

Gelelim sözleşmenin en çok tartışılan bölümüne. Sözleşmede “toplumsal cinsiyet, ırk, din, dil, cinsel yönelim...." gibi kıstaslar sayılıyor ve bu grupların sırf sahip oldukları bu özellikler yüzünden şiddete uğraması meşru görülemez ve hiçbir değer yargısı bu gruplara şiddet uygulanmasına mazeret gösterilemez diyor.

Herhalde buna kimsenin itirazı yoktur. Sözleşmeyi bütün kötülüklerin anası olarak görenler de emin olun eşcinsellerin sırf eşcinsel oldukları için şiddeti hakettiğini düşünüyor değiller. Ya da bir zamanlar toplumsal işlevi olan bir takım törelerin kalıntısı bazı uygulamalar dolayısıyla kadınlara ödetilen bedelleri kimse tasvip etmiyordur.

Fakat sözleşmenin sırf bu ibare üzerinden eşcinselliği meşrulaştıran uluslararası bağlayıcı olan belge gibi sunulması da aşırı abartılı bir tepki. Hatta bu tepkinin kendisi, LGBT lobisine epey hizmet etti bile diyebiliriz.

Bir de İstanbul Sözleşmesi bahane edilerek KADEM’e yönelik saldırılar var.

Algı şöyle; İstanbul Sözleşmesi eşcinselliği dayatıyor, sözleşmeyi KADEM yaptırdı, KADEM zaten Sorosçu…

KADEM sözleşme imza edildikten iki sene sonra kuruldu. Görebildiğim kadarıyla sözleşme konusunda ısrarcı bile değil. Bir kadın derneği olarak kadına yönelik şiddetin önlenmesi için lobi yapıyor, davalarda müdahil oluyor, hukuk hizmeti veriyor.

KADEM aile bütünlüğüne nasıl zarar veriyor? KADEM eşcinselliği nerede savunmuş? Bu soruların cevabı yok.

Ayrıca aile kurumunu, aile bütünlüğünü korumak kadın kadar erkeğin de vazifesi. Aile kurumunu en çok aşındıran şey, aile içindeki (fiziki ve psikolojik) şiddet.

Aileye ve kadınlık-erkeklik rollerine dair tartışmayı yumruklar sıkılı şekilde yaparsak netice alamayız.

Zira usul yanlış iken esası konuşmak işi büsbütün çıkmaza sokuyor. 

Star



Hedef Külliye ile tabanı çatıştırmak! Fesad sözleşmesi aileyi aştı, artık dâvâya zarar veriyor

Başını Mor Çatı’nın ve LGBTİ sempatizanlarının çektiği laikçi-sol cenah; aileyi ve toplumu ifsad eden Batı menşeili İstanbul Sözleşmesini sahiplenirken, mütedeyyin kesimde yer alan bazı dernek ve yazarların da azgın azınlığın dümen suyuna girmesi tepki çekti.

 Hakkı Bilir  Ankara 

Sözleşmenin kadına şiddeti azaltmadığını, aksine şiddetin ve sapkınlığın kaynağı olduğunu ifade eden aile uzmanları ve ilahiyatçılar, “AK Parti tabanı ile ‘Sözleşme nas değildir’ diyen Başkan Erdoğan karşı karşıya getirilmek isteniyor. Bu oyuna gelmeyelim” dediler.

Aile yapısına zarar verdiği ve LGBTİ sapkınlığını meşrulaştırdığı gerekçesiyle muhafazakar cenahın büyük tepkisine neden olan İstanbul Sözleşmesinin, ‘kaldırılabileceğinin’ konuşulmasıyla birlikte harekete geçen ve meseleyi bağlamında kopartan seküler kadın dernekleri kirli bir algı operasyonu yürütüyor. Jakoben zihniyetin temsil ettiği kadın dernekleriyle birlikte İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan İslami kadın STK’larının tutumu ise muhafazakar cenah içerisinde huzursuzluk meydana getiriyor.

Erdoğan ile tabanının arasını açmaya çalışıyorlar
Toplumsal Cinsiyet Feminizm ve LGBTİQ+ kitabının yazarı Ercan Çifci, “Hükümet hem aile hem de toplum yapımıza ciddi zararlar veren bu sözleşmeyi kaldırmaya teşebbüs edince birden ortalığı çamur kaplamaya başladı. Kimi imzalanmasında pay sahibi olduğu sözleşmeye muhafazakârlar adına sahip çıkarak azgın azınlıkla birlik olup iktidarı dövmeye kalkarken; Koç, Borusan, Sabancı öncülüğünde kimileri de iktidara karşı kitleleri örgütleme yoluna gitti. Diğer taraftan 2011 yılında sözleşmede imzası olan Davutoğlu cephesinin sinsi bir köpürtmesi de var. Gaye, İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasının önüne geçmek hem de iktidarı mesul tutarak yıpratmak.

İktidarla muhafazakâr kesimin arası açılmaya çalışılacak. Ancak bu ham hayaldir” dedi. Mütedeyyin cenahta ciddi bir beklenti oluştuğunu kaydeden Çifci, “İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması ile ilgili TÜGVA, ÖNDER, Hüdayi Vakfı gibi kitleler üzerinde hatırı sayılır vakıflar Başkan Erdoğan’a destek vermişlerdi” ifadelerini kullandı.

Erdoğan’a destek olmalıyız
Aile Bilim Kültür ve Eğitim Derneği Başkanı Psikoterapist Adnan Kalkan, “Muhafazakar kesim tarafından yapılan eleştiriler haklı olmakla beraber usul hatasına düşerlerse yıkım daha büyük olacaktır. İstanbul Sözleşmesi yanlış bir uygulamadır. İstanbul Sözleşmesi olmadan kadının korunamayacağını dillendirenler de gaflet içinde ithal yasalara bağlı olanlardır. İstanbul Sözleşmesi ile kadına şiddet artmış, ailelerin dağılması artmıştır.

Bunun yerine milli ve yerli kanunlar yapılmalıdır” şeklinde konuştu. Başkan Erdoğan’a destek olmak gerektiğini belirten Kalkan, “Malumdur ki sol cenah İstanbul Sözleşmesinin devamı için ittifak halinde çalışıyor. Muhafazakar kesim birlik olmalı ve hukuki anlamda müspet hareketle bu yıkıcı sözleşmeyi iptal etmesi için Cumhurbaşkanına destek olmalıdır” dedi.

Çözüm değil kördüğüm
İlahiyatçı yazar Şule Parmak, “Sosyal problemlerimizi tamamen bu sözleşmenin üzerine yıkmak nasıl ki doğru değilse sözleşmeyi olduğu gibi çözüm odağı sunarak sahiplenmek de doğru değildir. Kadına, çocuğa veya erkeğe şiddeti önlemek ile aile ve toplumumuzu korumak herkesin arzusu ve vazifesidir. Son yıllardaki verilere baktığımızda ise şiddet konusunda bir azalmadan bahsedememekteyiz” ifadelerini kullandı.

 LGBTİ derneklerinin sözleşmeyi savunduğuna da işaret eden Parmak, “Sözleşmeye sahip çıkanlar arasında LGBT derneklerinin yer alması herhalde tesadüf görülemez. Eğer sözleşmede, bu eğilime kapı açan bir durum olmadığı iddia ediliyorsa zaten sözleşmeyi yeniden ele almaya da karşı çıkmamak gerekmez mi?” şeklinde konuştu.



Samsunspor'dan İstanbul Sözleşmesi'ne Skandal Destek!

Yılport Samsunspor A.Ş resmi sosyal medya hesabında bir paylaşım yaparak İstanbul Sözleşmesi’ne destek verdi.

EŞİTLİĞİ SAVUNUYORUZ

İstanbul Sözleşmesi'ni destekliklerini belirten Yılport Samsunspor A.Ş, meseleyi tamamen yanlış anlayarak konuyu kadın erkek eşitliği ile alakalı bir durum olduğunu zannetti.

Halbuki İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de kadın erkek eşitliği seviyesinde değil, LGBT+’nın da aile kavramının içine sokulduğu için elettiriliyordu

Yılport Samsunspor A.Ş mesajında

"Kadınlarımızı her türlü ayrımcılığa karşı korumak ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak için İstanbul Sözleşmesi'ni destekliyoruz.

Ülkemizin ilk imzacı devletler arasında olduğu bu sözleşmenin ,kadınlarımızın ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmadığı, aile içi şiddetin tarihe karıştığı bir Türkiye için vazgeçilmez olduğuna inanıyoruz. Kadınları şiddetten ve ayrımcılıktan uzak tutmak ve cinsiyet fark etmeksizin şiddetle mücadele etmek amacıyla hazırlanan İstanbul Sözleşmesi'ni yaşatmak için, herkesi bu sözleşmeyi desteklemeye davet ediyoruz" ifadelerini kullandı.

MESELENİN ÖZÜ NEDİR

İstanbul Sözleşmesi’nin 3. Maddesinin İngilizce metninde yer alan ‘gender identity’ yani ‘cinsiyet kimliği’ ifadesi Türkçe’ye ‘cinsel kimlik’ olarak çevrilmiş olsa bile, sözleşmenin içine ‘erkek transseksüel’ hakları da giriyor.

Çünkü çevirilerden ve dil tashihlerinden meydana gelebilecek anlaşmazlıklarda imza atılan orijinal metindeki anlam ve ifadeler geçerli kabul ediliyor.

İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘cinsel kimlik’ değil ‘gender identity’–‘cinsiyet kimliği’ kavramına hem içeride hem de dışarıda hukuken bağlıdır.

Kadınları şiddetten korurken LGBT haklarında da cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık yapmayacağı konusunda taahhütte bulunulmuştur.

Nitekim Moskova’da yasak olan ‘LGBTİ + Onur Yürüyüşü’ İstanbul’da bu hukuki zeminde tertip ediliyor.

Zaten Kasım 2011’den bu yana, Türkiye’de LBT kadınları şiddete karşı devlet koruması altındadır ve mahkemeler LBT kadınları yararına koruma kararı veriyor.

İstanbul Sözleşmesi yani Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi dayanak gösterilerek İstanbul, Ankara, İzmir ve Samsun Barolarında LGBTİ+ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, Interseks, Artı) Hakları Komisyonu kuruldu.



İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: “BAL”IN İÇİNE ZEHİR KATILARAK SERVİS EDİLMESİ

Türkiye’de son yıllarda üzerinde en çok tartışmaların ve konuşmaların yapıldığı konuların başında İstanbul Sözleşmesi gelmektedir.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Türkiye’nin de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi gerektiği” yönünde görüş beyan ettiği kamuoyuna yansıdı.

AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş da benzer yönde açıklamalar yaptı.

Fakat Ak Parti MYK üyelerinin bu konuda farklı görüşlere sahip olduğu söyleniyor.

İstanbul Sözleşmesine destek verenlerin şunlar olduğu söylenebilir: CHP, HDP, Türkiye Komünist Partisi, İyi Parti, Gelecek Partisi, AK Parti İçerisinde bazı kesimler, MOR Çatı, Kadın Dayanışma Vakfı, Türk Kadınlar Birliği ve her türlü LGBTİ+ eğilimli gruplar.

İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasını isteyenler, AK Partililerin bir kısmı, Saadet Partisi, HÜDA-PAR, Yeniden Refah Partisi, TÜGVA, Türkiye Yazarlar Birliği, Anadolu Gençlik Derneği, Türkiye Aile Meclisi, Ensar Vakfı vd.

Ülkemizde köylü kesimden şehirli kesime, ilkokul mezunlarından üniversite mezunlarına kadar, toplumun bütün kesimlerinde İstanbul Sözleşmesine ve 6284 Sayılı Kanuna ilişkin belirgin fikirlerin oluştuğuna şahit oldum. Ülkemizin en ücra köylerinde bile İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun ve bunlar temelli sorunlar konuşuluyor.

Geçenlerde KADEM, İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğünün sürdürülmesini öngören kapsamlı bir açıklama yaptı. Ben bu makalede, bu açıklamaya ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunacağım. 16 maddeden oluşan bu açıklamanın bir kısmı, tamamen Sözleşmeye yönelik tespit ve tanıtım mahiyetindedir. Bunlara temas etmeyeceğim.

1- KADEM’in açıklamalarının 2. maddesinde, Sözleşmenin amaçlarına yer verilmiştir (Sözleşmenin 1. maddesi). Bu maddede, kadınların her türlü şiddete karşı korunması, şiddetin önlenmesi, kovuşturulması, ortadan kaldırılması, bunlara yardım edilmesi için kapsamlı çerçeve, politika ve tedbirlerin tasarlanması; şiddetin ortadan kaldırılması amacıyla uluslararası işbirliğinin yaygınlaştırması, kadına karşı ve ev içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılması amaçlanmıştır.

Bunlar, İstanbul Sözleşmesinin, masum görünen, herkesçe de desteklenebilecek olan amaçlarıdır. Bu hükümler, Sözleşmedeki hükümlerin “BAL” kısmı olarak tavsif edilebilir.

Sözleşmenin, bir de satır aralarında yayılmış ikinci tür maksadına temas etmek gerekiyor. KADEM, Sözleşmenin satır aralarına yayılan bu kısmına temas etmemiştir. Bu ikinci tür maksatlar kapsamında, Sözleşmede yer verilen “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim”, “cinsel kimlik” kavramları yoluyla, hukuken meşru evliliklerle ortaya çıkan aile kurumu yanında, başta eşcinsel evlilikler olmak üzere, her türlü gayrı meşru birlikteliklerin hukukî bir hak olarak teminata kavuşturulması da amaçlanmaktadır.

Birincisine hiç kimse itiraz edemeyeceği için, ikinci tür maksatlar, birincinin gerisine saklandırılarak haklılaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu ikinci tür maksatlar, “BALın içine zehir katılması”na benzetilebilir. Asıl karşı olunan ve AK Parti tarafından savunulan muhafazakâr değerleri alt üst eden maksatlar bu ikinci tür olanlardır.

2- KADEM’in açıklamalarının 5. maddesinde, bu Sözleşmede, LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hükmün mevcut olmadığı, aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dâhil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili ortaya yeni standartların konulmadığı belirtmektedir.

Oysa bu Sözleşmede yer alan “cinsel yönelim ve cinsel kimlik” ifadelerinin, Avrupa Konseyi’nce bu Sözleşme için açıklayıcı metin olarak hazırlanan “The Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence against Women and Domestic Violence (Istanbul Convention): Questions and Answers”de, lezbiyen, biseksüel, gay ve trans bireyleri de kapsadığı belirtilmektedir. Nitekim AİHM içtihatları da bu açıklamayı teyit edici yöndedir.

Bu hükümlerle, “cinsel yönelim” ve “cinsel kimlik” adına, her türlü sapık olgular, hukuken legal hale getirilmiş olmaktadır. LGBTİ+ örgütleri, Sözleşmenin bu hükmüne istinat ederek, siyasi iktidarların, LGBTİ+ haklarına dair ifadelerin ve statülerin anayasallaştırılması ve yasallaştırılması konusunda hukuki yükümlülüklerinin olduğunu ifade etmektedirler.

Diğer yandan, resmi meşru aile kurumu yanında, her türlü birlikteliklere, aile kurumu gibi meşruiyet koruması sağlanmaktadır. Sözleşmenin 3/b bendine göre, “‘ev içi şiddet’, fiili gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın, daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya ev içinde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan partnerler arasında meydana gelen fizikî, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri”dir.

Burada bahsi edilen “partner” kelimesinin, kimleri kapsadığı önem arz ediyor. Sözleşmenin muhtevasının bütünü ve “The Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence against Women and Domestic Violence (Istanbul Convention): Questions and Answers”deki izahatlar dikkate alındığında, bu kelimenin, “cinsel tercihlere göre, erkek erkeğe ya da kadın kadına eşcinsel birliktelikleri” de kapsadığı görülmektedir.

Bu hükümlerle, gerek ülkemizde gerekse birçok Avrupa ülkesinde, dinî, kültürel, teamülî, ahlakî vb. değerlerin reddettiği eşcinsel birliktelik ilişkilerini de kapsayacak şekilde çok geniş bir birliktelik ilişki şekli tercih edilerek, bunlar, hukukî teminat altına alınmıştır. Bu kişiler, resmi nikâhlı eş seviyesinde tüm haklara sahip hale getirilerek, “şiddetin önlenmesi” bahanesi altında, geleneksel aile yapısı içerisinde mevcut olan kadın-erkek kimlik ve ilişki şekillerinin tabiatı bozulmuştur. Aile yapımızla yüzde yüz çelişen yeni ilişkileri meşrulaştıran, genel ahlakî değerleri yok eden yeni cinsel kimlikleri bir hak olarak tanzim eden bu Sözleşme, aynı zamanda Anayasanın 41. Maddesi ile de açıkça çelişmektedir.

Her ne kadar burada ilk maksadın, bu tür ilişkiler esnasında yaşanan “şiddetin men edilmesi” olduğu izlenimi mevcut ise de, asıl maksadın, bunun çok ötesinde, bu tür ilişkilerin hukuki bir hak olarak teminata bağlanması olduğu görülmektedir. Bu sebepledir ki, bazı ülkeler Sözleşmeyi, ya hiç imzalanmamış veya imzalanmış ise de onaylamamış ve ya Sözleşme yasama organında reddolunmuş veyahut da bazı ülkeler Sözleşmeden çekilmiştir.

Sözleşmeyle, artık geleneksel aile kavramı yerine, “ev içi şiddet” kapsamında aileyi de kapsayacak şekilde “her türlü birlikte yaşamalar” ikame edilmiş olmaktadır.

3- KADEM’in açıklamalarının 7. maddesinde, “Evlendiklerinde eşler birbirlerinin himayesinde sevgi ve güven içerisinde yaşayacaklarını düşünürler ki bu tam olarak böyle olmalıdır. ‘Koca tecavüzü’ denilen durum, normal, sağlıklı ilişkiler değil, insan onuruna da İslam değer yargılarına da ters biçimde yaşanan zorbalıklardır” denilmektedir.

Burada mesele KADEM’in söylediği kadar basit ve masum değildir. Sözleşmenin 36. maddesinde, cinsellik, aile içi ilişkilerde de bir “HAK” olarak düzenlenmekte, resmi aile içi cinsel ilişki ile aile harici kişiler arasındaki cinsel ilişki eşitlenmekte, aile içinde rıza harici cinsel ilişki yasaklanarak, hem karının hem de erkeğin, cinsel ilişki ihtiyacının giderilmesi konusunda başkaları ile ilişki yaşaması için fiili meşruiyet zemini oluşturulmuş olmaktadır.

36. madde hükmü, TCK’nun 102/2. maddesinde de düzenlenmiştir. Cinsel ilişki bağlamında yaşanabilecek en basit tartışmalar bile, şikâyete bağlı olarak bu suçun oluşmasına sebep olabilecektir. Resmi nikâhla evli olmayanlar arasındaki rıza dışı cinsel ilişki ile resmi nikâhlı olarak evli olanlar arasındaki rıza dışı cinsel ilişkinin eşit statüde tutulması, sık sık bu tür aile içi ilişkilerin yargıya taşınmasına sebep olabilecektir. Ayrıca, cinsellik hak olarak görüldüğü halde aile içerisinde diğer eşin rızasızlığı sebebiyle cinsel ilişkiye giremeyenlerin başkaları ile cinsel ilişkiye girmeleri de Medeni Kanuna göre boşanma sebebi kabul edildiği için, kişiler çıkmaza sürüklenmektedir. Belki eşler arasındaki rızasızlık, TCK’nun 102/4. maddesinde yer alan  “suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumu”nun suç sayılması kabul edilebilir. Ama bunun ötesine geçilerek, TCK’nun 102/2. maddesi ile aynı muhtevaya sahip İstanbul Sözleşmesinin 36. maddesinin varlığı, devletin bu alana haddinden fazla karışması olarak değerlendirilebilir.

Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinin iç hukuktaki yansıması şeklinde kabul edilen 6284 Sayılı Kanunun 8/3. maddesine göre, “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir” hükmü gereği, koruyucu önlemler kapsamında diğer eşin (ki genellikle bu koca olmaktadır) evden uzaklaştırılması için, hiçbir delil ve belgeye lüzum olmaksızın kadının beyanı esas alındığı için, kolaylıkla aile içi tartışmalarda, kadının kocaya yönelik cinsel saldırı iddiasında bulunma hakkını suiistimal etme yolu aralanmış olmaktadır.

4- KADEM’in açıklamalarının 9. maddesinde, esasen doğrudan İstanbul Sözleşmesi kaynaklı olmayan ve mağdurun beyanının esas alınmasını öngören 6284 Sayılı kanun ilgili hükmünün, “…yalnızca, mağduru ölüm ve şiddet tehdidinden koruma amacıyla geçici olarak verilen tedbir kararlarında geçerli” olduğu belirtilmektedir.

Oysa fiili uygulamalar hiç de KADEM’in belirttiği gibi olmamaktadır. Ayrıca, mağdurun beyanı esas kabul edilerek geçici önlemlerin alınmasına ilişkin olarak, kanunda, “mağduru ölüm ve şiddet tehdidinden koruma amacıyla” şeklinde bir şart mevcut değildir. KADEM’in açıklamalarında belirtilen “mağduru, ölüm ve şiddet tehdidinden koruma amacıyla” şeklinde bir şart gerçekleşmeksizin, ekonomik şiddet, fiziki şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet olarak anılan şiddet türlerinden herhangi birisinin varlığının ileri sürülmesi, mağdurun beyanına istinaden önlem alınması için yeterli olmaktadır.

5- Sözleşmenin 55/1. maddesinde “Taraflar, …soruşturma ve kovuşturmaların, ... mağdurun ifadesine veya şikâyetine bağlı olmaksızın ve mağdurun ifadesini veya şikâyetini geri çekmesi durumunda dahi devam edebilmesini temin edeceklerdir” hükmü yer almaktadır.

KADEM’in açıklamalarının 15. maddesinde, bu hükme ilişkin şu ifadeler mevcuttur:

“Kamu davasına dönüşen vakaların hepsinde TCK anlamında suç teşkil eden bir eylem bulunmaktadır. Suç işlemek de kişilerin özgür iradesine bırakılacak bir konu değildir. Örneğin, bir kişinin eşiyle anlaşmazlıklar yaşaması, tartışması, sulh olmaları gibi durumlar kişilerin özgür iradeleri ile hareket ettikleri durumlardır. Ancak bir kişinin eşini dövmesi, sakatlaması veya öldürmesi gibi durumlar özgür iradesi ile hareket edebileceği alanlar olmadığı gibi aile içi değil toplumsal meselelerdir”.

KADEM’in izahatlarının aksine olarak, bu hükümle, aile içerisinde her türlü sulh yolu kapatılmakta, çatışma körüklenmekte ve ailenin parçalanması teşvik edilmektedir. Olağan şartlarda birbirlerini fiziki olarak darp edenler, yaralayanlar şikâyetlerini geri alabildikleri halde, aile içi ilişkilerde bu yol kapatılmakta, tarafların bir anda kızgınlıkla birbirlerine verecekleri fiziki zarar, geri dönülmez bir soruşturma ve yargılama sürecini başlatmaktadır. Suçun mağduru, “ben şikâyetimi geri alıyorum, bir an kızgınlıkla suç duyurusunda bulundum ise de, biz konuştuk, uzlaştık, anlaştık, artık yargılama süreci devam etsin istemiyoruz” dese de, yargılama sürmekte, daha sonra birbirleri ile can-ciğer olan eşlerden biri, diğer eşin affına, uzlaşmasına rağmen cezaevine konulmakta, bundan, diğer eş ve çocuklar mağdur olmaktadır.

Oysa bizim kültürümüzde, taraflar arasında af ve sulh kültürü hâkimdir. En ufak aile içi tartışma sonrası fiziki şiddet sebebiyle, hem cezai takibatın sonuna kadar götürülmesi, hem de ailenin yıkılması mümkün ve muhtemel hale getirilmektedir.

6- KADEM, İstanbul Sözleşmesinde, şiddetin salt toplumsal cinsiyet temelinde ele alınmasını bir eleştiri vesilesi yapmıyor. Sadece, İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğe girmesi sonrasında yaşanan şiddet eylemlerindeki artışın sadece bu Sözleşmeye bağlanamayacağını, daha başka etkenlerin de araştırılması gerektiğini belirtiyor.

Her ne kadar bu öneride isabet var ise de, burada Sözleşmeye ilişkin asıl sorun, kadına yönelik şiddetin sadece toplumsal cinsiyet temelinde düzenlenmiş olması, diğer şiddet türlerine yer verilmiş olmamasıdır. Sözleşmenin Giriş Kısmında “kadına karşı şiddetin yapısal özelliği toplumsal cinsiyete dayanmaktadır” ifadesi mevcuttur. Sözleşmede, pratik hayatta sıklıkla karşılaşılan alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, psikiyatrik bozukluklar, kumar, yoksulluk, iletişim bozuklukları vb. kadına yönelik şiddeti önemli oranda artıran diğer şiddet faktörlerine hiç temas edilmemiştir. Şiddeti sadece “toplumsal cinsiyet eşitsizliği”ne indirgeyen bu yaklaşımın temel kaygısının, esasen salt kadına yönelik şiddetin önlenmesinden ziyade, bizzat klasik aile yapısının kendisinin yıpratılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.

7- KADEM’in açıklamasında temas edilmeyen ve yoğun eleştirilere konu olan bir hüküm de, Sözleşmede bahsedilen kadın kavramının kapsamına ilişkin olan hükümdür.

Sözleşmenin 3/f. fıkrasına göre, kadın kelimesi, 18 yaşından küçük kızları da kapsar. Burada hiçbir yaş sınırı gözetilmeksizin, her yaştaki bayan “ev içinde birlikte yaşama” kapsamına dâhil edilmektedir. Bu hükümle, her türlü eşcinsel ilişki ile yaşları kaç (3, 5, 7, 10, 11, 12 gibi) olursa olsun, bütün kızlarla birliktelik, bir hak olarak düzenlenmekte, bu kapsamda yer alan herkes, meşru nikâh ilişkilerindeki insanlarla, her durumda eşit hale getirilmektedir. Bu hükümle, TCK’nda suç sayılan belli yaş altı kızlarla cinsel ilişkiyi de içeren birlikte yaşamalar cezalandırılmaması gerekli bir hak olarak düzenlenmektedir. Anayasanın 90. Maddesinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” hüküm yer almaktadır. İnsan hakları ile alakalı olarak kabul edilmesi halinde, bu Sözleşme TCK’ya karşı uygulama üstünlüğüne sahip hale gelecektir.

8- KADEM’in temas etmediği konulardan biri de, Devlete, teamüli, dini, kültürel vb. değerlerle mücadele yükümlülüğünün yüklenmiş olmasıdır.

Sözleşmenin 12/1. fıkrasına göre; “taraflar, ‘kadınlar ve erkekler için, alışılagelmiş roller’in bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla, kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için, gerekli tedbirleri alır”.

Burada “kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş roller” ifadesi ve “gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları” ifadesiyle, her türlü kültürel, dinî ve ahlaki değerlerimizle, örf ve adetlerimizle şekillenen, karı, koca ve evlatların birbirlerine karşı ilişkileri, tamamen inkâr edilmekte ve hatta devlete bu değerlerden uzaklaşılması için lüzumlu tedbirleri alma ödevi yüklenmektedir. Bu hükümle, “cinsel eğilim ve aile fertlerinin alışılagelmiş rollerinin değiştirilmesi” adı altında, yerleşik karı, koca ve çocuklardan teşekkül eden aile içindeki birlikte huzur içinde yaşamayı mümkün kılan aile yapısı öldürülerek, cesedin taşınması işi devlete ihale edilmektedir.

Bu hükümde, yerleşik tüm uygulamaların ortadan kaldırılmasından bahsedilirken, yerine konulması hedeflenen yeni davranış kalıplarının nereden besleneceği, her ne kadar bu hükümde muallâkta bırakılmış ise de, Sözleşmenin bütünü esas alındığında, kadın ve erkeğe ilişkin tanımlanacak yeni rollerle, başka bir toplumsal inşa süreci oluşturulmak istenmektedir.

Bu Sözleşmeyle, Ülkemizde bin yıldan fazla süredir bir geçmişi olan İslamî ahlakla olgunlaşmış aile yapımıza karşı kökünün kazınması amacıyla savaş açıldığı görülmektedir.

İstanbul Sözleşmesi 4. 36. 46. 59 maddeleri ile dini değerler, sünnet, namus, adab-ı muaşeret, hayâ, terbiye, örf ve adet gibi her türlü manevi ve kültürel değerlerimize işaret eden bütün kavramların göz ardı edilmesi bir yana bunların ortadan kaldırılması yönünde önlemlerin alınması devlete ödev olarak yükleniyor.

Sözleşmenin 42/1. maddesinde yer alan, “taraflar, bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında, kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır” hükmünde, kadına yönelik şiddetin yapısal özellikleri olarak, sadece kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” kaynaklı şiddet türleri üzerinde yoğunlaşılmaktadır.

Bu Sözleşme ile teminat altına alınan “cinsel yönelim”in lüzumlu kıldığı her türlü değerlerle çelişen, kültür, din, örf, adet, gelenek ve törelerin “kökünün kazınması” için taraf ülkelere ödevler yüklenmektedir.

Diğer yandan bu Sözleşmeyle, her şeyden önce, aile içi şiddet, şiddetin her türlüsüne kati bir şekilde karşı olan ve kadına yönelen her türlü şiddeti kesinlikle reddeden dinimiz ile de sıkı bir şekilde ilişkilendirilmektedir. Bu ilişkilendirmenin kabulü de mümkün değildir.

Bu hükümlere göre, bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine yönelik olarak dinî, teamülî veya kültürel değerleri referans alarak herhangi bir şekilde uyarması veya telkinde bulunması durumu, psikolojik şiddetin varlığı için kâfi olabilecektir.

Bu maddede “namus” kelimesi “sözde” vurgusu ile birlikte yer almaktadır. Bu vurgu ile Türk aile yapısı için manevi bağlayıcılığı bulunan namus kavramı aşağılanmış olmaktadır.

İstanbul Sözleşmesine göre, din, temelde ataerkil iktidara meşruiyet sağlamakta, kadına ikincil bir rol vermekte, her türlü geleneksel değerler, örf, adet, kültür, ahlakî değerler vb. çoğunlukla bu bakış açısıyla hedef tahtasına oturtulmaktadır.

9- KADEM’in gündeme almadığı konulardan biri de, geleneksel aile yapısına yönelik tahribattır. Sözleşmenin bütününe hâkim olan hükümlerle, karı-koca ve çocukların birbirlerine karşı mesuliyetlerine ilişkin kültürel, ahlakî, dini inanç verileri ve teamüller altüst edilmekte, karı, koca ve çocuklar tamamen birbirlerinden bağımsız ve sorumsuz hale getirilmektedir. Kadın-erkek ve çocukların aile içindeki rollerine ve karşılıklı görevlerine ilişkin dini ve ahlaki ilkelerin tamamen ortadan kaldırılması, aile içinde, birbirine karşı bağımsız, sorumsuz ve herkesin her istediğini yapabildiği bir ortamın oluşturulması amaçlanıyor. Aile kurumundaki karşılıklı sorumluluklar yok sayılarak, eşler sadece bireysellikleriyle ele alınmaktadır.

Özet olarak ifade etmek gerekirse, İstanbul Sözleşmesinin bütününe hâkim olan hükümler sebebiyle, burada bahsi edilen konulara ilişkin olarak, muhafazakâr eğilimli ya da muhafazakâr soslu liberal eğilimli politikaların uygulanması imkânsız hale getirilmektedir.

Bu vesileyle, yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, İstanbul Sözleşmesinin, KADEM’in bahsini ettiği şekilde masum olduğu söylenemez. Bu Sözleşme, BAL’ın, içerisine zehir enjekte edilerek topluma servis edilmesine 



Kadem 'İstanbul Sözleşmesi eşcinselleri meşrulaştırmıyor' demişti... Peki bunlar ne?

İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu denilen bir yapı oluşturan feministler ve eşcinsel sapkınlar GREVIO'yu yönlendirdiği belirlendi.





İstanbul Sözleşmesi ile ilgil 16 maddelik açıklamada bulunan KADEM, sözleşmenin eşcinselliği meşrulaştırmadığını iddia etmiş ve eleştirenleri 'kötü niyetli' diyerek hedef almıştı. 
İstanbul Sözleşmesi ile ilgil 16 maddelik açıklamada bulunan KADEM, sözleşmenin eşcinselliği meşrulaştırmadığını iddia etmiş ve eleştirenleri 'kötü niyetli' diyerek hedef almıştı.
Yaptığı açıklamada KADEM "Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dahil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya yeni standartlar koymamaktadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir." ifadelerini kullanmıştı.
Ancak İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu denilen bir yapı oluşturan feministler ve eşcinsel sapkınlar GREVIO'yu 
Ancak İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu denilen bir yapı oluşturan feministler ve eşcinsel sapkınlar GREVIO'yu "STK'ların Gölge Raporu" adlı sözde raporlarıyla yönlendirdiği belirlendi.
Ayrıca listede İstanbul Sözleşmesi'ni ölümüne savunan KADEM'in olmaması ise dikkat çekti. İşte platformdaki dikkat çeken dernekler... 
Ayrıca listede İstanbul Sözleşmesi'ni ölümüne savunan KADEM'in olmaması ise dikkat çekti. İşte platformdaki dikkat çeken dernekler...

İşte platformdaki dikkat çeken sapkın dernekler...
Foto - Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Foto - Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Foto - Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...
Foto - Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor... 
Öte yandan LGBT'liler, kadın dernekleriyle birlikte her ortamda boy göstererek İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor...



Vatan Partisi: İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmalı, 6284 sayılı kanun geliştirilmelidir

Vatan Partisi Öncü Kadın Genel Başkanı Meltem Ayvalı, partisinin İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin görüşlerini kamuoyu ile paylaştı.

Vatan Partisi, çeşitli yönetim organlarında yaptığı istişarelerin neticesinde 'İstanbul Sözleşmesi' hakkındaki görüşlerini kamuoyu ile paylaştı. Öncü Kadın Genel Başkanı Meltem Ayvalı tarafından yapılan açıklamada, "İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmalıdır, 6284 sayılı kanun ise geliştirilmelidir" denildi. Meltem Ayvalı'nın açıklaması şöyle devam etti:

Vatan Partisi Öncü Kadın Genel Başkanı Meltem Ayvalı, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Vatan Partisi'nin görüşlerini kamuoyuyla paylaşıyor. 

"Vatan Partisi, başta Öncü Kadın’ın yönetim organları olmak üzere çeşitli kademedeki parti organlarında İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmış ve 29 Temmuz 2020 tarihli Merkez Yürütme Kurulu toplantısında konuyu oybirliğiyle karara bağlamıştır. Partimizin konuyla ilgili kararını Milletimizin değerlendirmesine sunuyoruz.

Bilindiği gibi, 11 Mayıs 2011 günü İstanbul’da toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu, İstanbul Sözleşmesi’ni imzaya açmıştı. İlk imzayı hiçbir çekince koymaksızın Sayın Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye Hükümeti atmıştı. Sözleşme'nin imzalandığı dönemin koşullarına göz atıldığında; Opuz-Türkiye kararı ile ilk defa bir ülkenin AİHM’de aile içi şiddetle ilgili bir davada mahkûm edildiği, 'Kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı' haberleri ile kadına yönelik şiddetin kaygı verici boyutlarıyla gündeme geldiği, diğer yandan ise açılım projelerinin Türkiye Hükümeti'ne yön verdiği hatırlanacaktır. Bu koşullar, Sözleşme'nin onaylanmasına dair kanunun gerekçesine 'uluslararası saygınlık kazanma' vurgusuyla yansımıştır.

Sözleşme 14 Mart 2012 günü yalnızca 26 dakikalık görüşme sonunda, Batı denetimindeki bütün partilerin, Ak Parti, CHP, MHP, BDP milletvekillerinin oybirliğiyle TBMM’de onaylanmıştır. Böylece İstanbul Sözleşmesi, Anayasamızın 90. Maddesi'ne göre, Türkiye hukuk düzeni içinde Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemeyecek bir hukuki düzenleme olarak yer almıştır.

Avrupa Konseyi üyesi 13 ülke Sözleşme'ye taraf olmamıştır. Rusya ve Azerbaycan Sözleşme'yi hiç imzalamamış; Birleşik Krallık, Macaristan, Bulgaristan gibi 11 ülke ise imzalamış ancak parlamentolarında onaylamamış, yani Sözleşme'ye taraf olmamıştır. Avrupa Konseyi Üyesi olmamasına rağmen Sözleşme'ye taraf olabilecek ülkelerden hiçbiri Sözleşme'yi imzalamamıştır. İstanbul Sözleşmesi, imzalayarak ve onaylayarak taraf olan ülkelerde 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bugün gelinen nokta itibarıyla; Sözleşme üzerine tartışmalar ne yazık ki sloganlara hapsedilmektedir. Batı merkezli medya tarafından kamuoyuna yanıltıcı bilgi verilerek, Sözleşme'nin kadına şiddeti önleyecek bir rolü olduğu havası yaratılmaktadır. Bu durumda başta Vatan Partisi olmak üzere toplumun kadın erkek eşitliği konusunda duyarlı kuvvetlerinin ve elbette devleti yönetenlerin, algılara teslim olmayarak kamuoyunu aydınlatma, milleti kadına yönelik şiddetin önlenmesi için seferber etme görevi vardır. Kadına yönelik her türlü ayrımcılık ve şiddete kesinlikle son vermek, hepimizin sorumluluğudur. Başarıya ulaşmak için, kadınıyla erkeğiyle Cumhuriyet Devrimimizin değerleri ve programı çevresinde birleşmek ve kararlılıkla mücadele etmek durumundayız.

KADINA EŞİTLİK MEVZİSİNDEYİZ
Vatan Partisi olarak, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı tavrımızı, kadınlarımızı her tür şiddet, haksızlık, eşitsizlik ve aşağılamadan kurtarma kararlılığı belirliyor. Kadınlarımızın sorunlarının dışarıdan dayatılan toplumumuza yabancı sözleşmelerle değil, eşitsizlikleri bütün ekonomik, toplumsal, kültürel, ideolojik, geleneksel ve töresel temelleriyle ortadan kaldıracak devrimci uygulamalarla çözüleceğinin bilincindeyiz. Kadınımızı acılar içinde yanmaktan ve erkeğimizi bu utançtan bir an önce kurtarmakta kararlıyız.

SÖZLEŞME YENİ CİNSİYETLERİ KABUL EDİYOR
İstanbul Sözleşmesi 'maksadının' her ne kadar kadına şiddeti önlemek olduğunu ileri sürse de farklı cinsiyet kabullerini kadın sorunu gerçeğinin içine gizleyen, toplumun doğal olmayan cinsiyetlere parçalanmasına rıza gösterilmesini dayatan bir metindir. Şekere bulanmış zehirdir. Bu yönüyle; iddia edilenin aksine kadını değersizleştirmekte, aileyi tahrip etmekte ve toplumu ayrıştırmaktadır. Birlikte mücadele edecek kadını ve erkeği karşı karşıya getirmektedir. Kadını metalaştırmakta, sorunu çözümsüzlüğe yöneltmektedir.

İstanbul Sözleşmesi Türkiye’ye kadını aşağılayan yeni bir toplumsal model dayatmaktadır. Sözleşme'nin dayattığı toplumda kadın ve erkek cinsiyeti dışında cinsiyetler vardır. Bu cinsiyetler, 'toplumsal cinsiyet', 'cinsel yönelim', 'cinsel kimlikler' şeklinde Sözleşme'de yer almaktadır. Sözleşme; LGBTİ diye başlayarak alfabenin bütün harflerini kapsayan, kadın ve erkek cinsiyeti dışında, doğadan farklı, çürümüş neoliberal sistemle dayatılan cinsiyet türlerini hukuk normu olarak belirlemeye teşvik etmektedir.

'Toplumsal cinsiyet' kavramı, Sözleşme’nin 2, 3/c, 4/3, 4/4, 6, 49/2, 60/1 ve 60/2. maddelerinde geçiyor. 'Toplumsal cinsiyet', 3/c maddesinde şöyle tanımlanıyor: 'Toplumsal cinsiyet, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır.'

Aslında, Türk kadını yıllardır toplum tarafından dayatılan cinsiyet rollerine ve ayrımcılığa karşı mücadele etmektedir. Oysa Sözleşme'de toplumsal cinsiyet tanımının yapıldığı bu maddenin hemen ardından gelen ve ayrımcılık yapmama ilkesini içeren 4. maddenin 3. bendinde 'cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kimliği' korumaya alınıyor. Yani, toplumsal cinsiyet, 'cinsiyet rolleri'nin dışına çıkarılarak ayrı bir cinsel kimlik olarak tanımlanıyor. Ayrıca Sözleşme'de 'eş' kavramının yanında 'partner' kavramı kullanılıyor. Çok açık biçimde görülmektedir ki; İstanbul Sözleşmesi eşcinselliği yaygınlaştıran ve cinsiyetsiz toplum hedefine ilerleten bir araçtır. Sözleşme'yi önemli ve ayırt edici kılan özelliği de budur.
 
Özetle: Türkiyemize, Cumhuriyet Devrimimizin kazanımlarını dinamitleyen, emperyalist Batı ile çürümeyi paylaşacağımız bir toplum projesi dayatılmaktadır. Kimsenin itiraz edemeyeceği kadına şiddet başlığı bu dayatmanın paravanıdır.

Toplumsal cinsiyet kavramının tanımı ve Batı’daki içeriği bellidir. İsteğinize göre yorumlama şansınız yoktur.

İngiltere’de BBC’nin okul kanalının 9-12 yaş arası çocuklara ithafen yayınladığı filmde 100’den fazla toplumsal cinsiyet kimliği olduğu öğretilmeye başlanmıştır.

Facebook, üyelerinin cinsiyetlerini tanımlamak için en az 58 farklı toplumsal cinsiyet kimliği kullanıldığını açıklamıştır.

Fransız Parlamentosu, LGBT´li ebeveynlere karşı ayrımcılıkla mücadele etmek için Şubat 2019 tarihinde bir kanun değişikliği ile 'anne' ve 'baba' kelimelerinin Fransız okullarındaki resmi evraklardan çıkarılmasını ve yerlerine 'ebeveyn 1' ve 'ebeveyn 2' ifadelerinin kullanılmasını onaylamıştır.

Pek çok Avrupa ülkesinde kimliklerde cinsiyet seçeneğinde kadın ve erkekten başka cinsiyet türleri bulunmaktadır.

Bu uygulamalar bizim hangi kadınımızı özgürleştirecektir? Onu şiddetten nasıl koruyacaktır?

İstanbul Sözleşmesi LGBTİ’ye alan açmakta ve eşcinselliği meşrulaştırmaktadır. 2011’den sonra bu alanda ülkemizde yaşanan gelişmeler ortadadır. En son, CHP’li Kadıköy ve Şişli Belediyelerinin 'Çocuk Eşcinselliği'ni savunan pankartlarla yürümesi, toplumumuz için şiddetli bir uyarıdır.

Nerede eşcinsellik yayılırsa, orada kadın kesinlikle kafestedir.   

Ya da: Nerede kadın kafeste ise, sevgi ve muhabbet de erkekler arasında olur. Orada kadın sürgündedir.

Çünkü eşcinsellik, kadının aşağılanmasının sonucudur ve ancak kadının aşağılandığı çürüyen toplumlarda yayılır ve normalleştirilir.

İstanbul Sözleşmesi’nin dayattığı toplum, insanın cinsiyetine yabancılaştığı, kendi bedeniyle kavgalı hale geldiği, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı içinde kaybolduğu, yalnızlaştığı, yırtıcılaştığı, bencilleştiği, gerginlikler ve intihar gelgitleri içinde çırpındığı bir toplumdur. İstanbul Sözleşmesi, bu açıdan kadını özgürleştiren bir düzenleme değil, çürüyen sistemi yayan bir dayatmadır.

Biz, Türk toplumuna dayatılan bu toplum modelini reddediyoruz!

Sözleşme'nin 4. maddesinde yer alan 'cinsel yönelim' ve 'toplumsal cinsiyet' ifadelerinin ayrım yapmadan herkesi şiddetten korumayı amaçladığını söyleyenler büyük bir yanılgı içindedir. Gölge raporları inceleyenler görecektir ki bu hüküm uyarınca Anayasa'nın 10. maddesinin ayrıntılandırılarak cinsel yönelim ile toplumsal cinsiyet ifadelerinin eklenmesi talep edilmektedir. 

EMPERYALİST MÜFETTİŞLERİ KABUL ETMİYORUZ
Sözleşme'nin 66. maddesine göre; kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddete karşı bir eylem uzman grubu (GREVIO) Sözleşme'nin Taraflarca uygulanmasını izler.

Taraflar, GREVİO tarafından hazırlanan bir sualnameye dayanarak Sözleşme’nin hükümlerini yürürlüğe sokan hukuki ve diğer tedbirler hakkında GREVİO tarafından değerlendirilmek üzere Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bir rapor sunar. GREVİO, Sözleşme'nin uygulanması hakkında sivil toplum örgütlerinden de rapor alır ve taraf devletlerin değerlendirme raporunu hazırlar.

GREVİO’nun Türkiye’yi değerlendirdiği ilk raporu 2018 yılında yayınlanmıştır. Sözleşme'nin niyetini açıkça ortaya koyan bu raporu Türk Milleti bilmek ve tartışmak zorundadır.

Çünkü Türk kadını bu raporu yazan emperyalistlerden özgürlük dilenmeyecektir!

116 sayfalık GREVİO Raporu sık sık şu vurguyu tekrarlamaktadır: GREVİO; terörle mücadele tedbirleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki güvenlik operasyonları ve başarısız darbe girişimi sonrası kamu görevlilerinin toplu ihracıyla ortaya çıkan kamu görevlileri kaynağının boşalması gibi çeşitli faktörlerin, kadınların şiddetten uzak yaşama hakkının yerine getirilmesine uygun olmadığını ortaya koymaktadır. 

GREVİO’ya göre, Türkiye’nin PKK ve FETÖ ile mücadelesi kadınlara zarar vermektedir. Kadın ve çocuk düşmanı, bölücü ve gerici terör örgütlerine kalkan olan Avrupa Konseyi’nin nasihatleriyle mi kadına şiddeti önleyeceğiz?

Dahası, raporun 16 ve 17. sayfalarında Türk askerine ve Türk polisine tecavüzcü denmektedir. 54. sayfada ise kayyum atamaları eleştirilmiştir, PKK güdümündeki kadın örgütleri korunmuştur.

Batı emperyalistleri bağımsızlığımıza, özgürlüğümüze göz dikmiştir, başı dik yaşama hakkımıza müdahale etmiştir.

Buna ilk başta kadınlarımız karşı çıkmalıdır. Türkiye’nin tepesine müfettişler ve zabıtalar atanmasını kabul edemeyiz. Türk kadınını emperyalist zabıtalar kurtaramaz. Kadınımızın ve erkeğimizin biricik kurtarıcısı, Cumhuriyet felsefesiyle başını kaldıran yetenekli Türk kadınıdır ve Türk erkeğidir.

ETNİK AYRILIKLAR KIŞKIRTILIYOR
Yine raporda; Kürt kadın örgütleri ile lezbiyen kadın örgütlerinin devlet tarafından fonlanması ve politika geliştirmeye dâhil edilmesi talebi yer almaktadır. Bu talep sözleşmenin 4, 6 ve 8. maddelerine dayandırılmaktadır. Bu vesileyle 4. Maddenin 3. Bendine tekrar dikkat çekmek gerekir. Bu maddeye göre; “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”

Cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kimliği kavramları üzerinden LGBTİ’ye alan açan bu madde; ulusal azınlıkla bağlantılı olma ifadesi ile de etnik ayrılıkları kışkırtmaktadır. 

GREVİO, sözleşmenin uygulanışını izlemekle yükümlü bir komitedir. Sözleşme hükümlerine dayanmayan tavsiyelerde bulunamaz. Bu nedenle GREVİO raporu sözleşmenin sağlamasıdır, pratiğe yansımasıdır, somuttur. GREVİO’nun 'Yaptırımı yoktur' diyerek raporu Türk milletinden gizleyenler teslimiyetçidir ve sözleşmenin neye hizmet ettiğini saklamaktadırlar.

Ek olarak; GREVİO üyelerine tanınan imtiyazlar ve Sözleşme'nin uygulanmasını konsolosluk korumasına alan madde egemenlik haklarımızın ihlaline yol açmaktadır, kabul edilmesi mümkün değildir.

SÖZLEŞMENİN YENİLİK GETİRMİYOR
Türkiye Cumhuriyeti kadının güçlenmesi ve özgürleşmesi açısından eşsiz bir tarihsel deneyime sahiptir. Meşrutiyetlerle başlayan, Cumhuriyet Devrimi ile büyük kazanımlar elde eden ve hakları için savaşa savaşa bugünlere gelen Türkiye kadın hareketine hiçbir hak emperyalist Batı tarafından bahşedilmemiştir. Türk kadını, her aşamasında emek vererek haklarını kazanmıştır. Şimdi ise, İstanbul Sözleşmesi ile öyle bir algı oluşmuştur ki sanki sözleşmeden önce Türkiye’de kadın sorununun çözümüne dair en ufak bir adım atılmıyordu, Avrupa Konseyi geldi ve bizi kurtardı. Halbuki, İstanbul Sözleşmesi’nde yenilik olarak sunulan hukuki düzenlemelerin büyük çoğunluğu Türk Medeni Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda, Anayasamızda ve ilgili yasalarımızda mevcuttur.

6284 KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR
6284 Sayılı Kanun da Türkiye kadın hareketinin kazanımlarından biridir. Tepeden tırnağa millidir ve bizimdir. Kanun’un yalnızca İstanbul Sözleşmesi’ne dayanılarak çıkarıldığını söylemek halkı kandırmak oluyor. Kanun’un gerekçesine bakıldığında bile anlaşılacaktır ki 6284 Sayılı Kanun, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunu’nun güncellenmesi ihtiyacından doğmuştur. Aynı zamanda Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerinin 6284 Sayılı Kanun’a yasal dayanak olduğu bilinmektedir. Çok önemlidir ki; 6284 Sayılı Kanun toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim kavramlarını içermemektedir. Ve yine 6284 Sayılı Kanun ile İstanbul Sözleşmesi’nin aileye yaklaşımı farklıdır. Sözleşmenin yaklaşımı aileyi ve kadını karşı karşıya koyuyor, tamamı bütünlüklü incelendiğinde ailenin aslında kadına vurulan bir pranga olduğu sonucuna ulaşılıyor. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ise ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesini bir bütün olarak ele alıyor.

Bu vesileyle uyarmak isteriz ki; 'Kadının beyanı esastır' düzenlemesi ve uzaklaştırma kararları üzerinden 6284’ü hedef alanlar karşısında Avrupa Konseyi’ni değil bu haklar için emek vermiş, bedel ödemiş Türk kadınını bulacaktır. 6284 kırmızı çizgimizdir. Önümüzde uygulamadaki aksaklıkları giderme ve 6284’ü geliştirme görevi vardır.

Bizi daha iyi yaşatacak olan Atatürk'ün dediği gibi her zaman daha ileri daha ileri taşıyacağımız Cumhuriyet'imizdir!

Bu göreve her daim hazır olduğumuzu,

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Herkesi bu kutlu göreve çağırıyoruz."



AK Parti bunu da çözerse, karada artık ölüm (haşa) yok, denizi de bilmem!
   
Şu kısacık bir ay içinde neler oldu neler?

AK Parti öncesinden beri dillendirdiğimiz, Erbakan Hoca’ya nasip olmayan, barolardaki tahakküm sistemine son verildi.. 

AK Parti’nin 18 yıllık iktidarında sürekli sopa gösteren sözde hukuk kurumu olan barolardaki gayrı adil seçim sistemine son verildi..

Dile kolay..

86 yıldır müze olarak kullanılan Ayasofya Camii ibadete açıldı..

Taa Adnan Menderes’lerden bu yana tartışılan, “Açtık, açıyoruz” diye gündeme gelip, sonra unutulan Ayasofya.. 

Yine son bir ay içindeki en önemli icraattan birisi olarak, Ayasofya ibadete açıldı..

Bitti mi?

Hayır..

Müjdeler ardı ardına geliyor..

Asgarisinden 6 yıldır büyük bir çıban olarak karşımızda duran..

Niçin “6 yıl” diyorum?

Çünkü  2014 yılındaki mahalli seçimler öncesinde, sosyal medya üzerinden atılan iftiranın bini bir para idi. AK Parti’ye kaybettirmek için, FETÖ’cülerin başını çektiği troller, akla hayale gelmeyen iftiralarla, kural tanımadan saldırıyorlardı..

Twitter için alınan erişimi engelleme kararının dosyası, “muhafazakar” diye tanıdığımız Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın insiyatifi ile binlerce dosya arasından çekilip alınmış ve iptal kararı verilmişti..

Sosyal medya, o günden bu yana, çıban olmaya devam ediyordu ki..

Yine son bir ay içinde yapılan değişiklikler kapsamında, sosyal medyaya çekidüzen verecek kanun da TBMM’den geçti..

Özetleyecek olursak:

1) Baro seçim sistemi..

2) Ayasofya’nın açılması

3) Sosyal medya düzenlemesi..

Ve şimdi sırada..

İstanbul Sözleşmesi’ne; ya çekidüzen verilmesi veyahut da geri çekilmemiz söz konusu..

Bu da gerçekleşecek olursa, rahmetli babamdan dinlediğim bir veciz sözü tekrarlayabiliriz....

Kısaca aktarayım..

Büyük dedem, dedem, amcalarımın vefat yaşları, hep 63’e denk geliyormuş.. İçlerinde birkaç istisnası var. 63’ü geçenler ise, kimisi 85’i deviriyor, kimisi 90’ı, kimisi 95’i..

Ama 63’ün altında vefat eden yok.. 63’ü geçip, 80’den önce vefat eden de yok..

Bu bilgiyi aktaran rahmetli amcam, “63’ü devirdik.. Bundan sonra karada ölüm (haşa) yok, denizi de bilmem” deyivermiş..

AK Parti de, bir aya sığdırdığı devasa bu ataklardan sonra..

Bir de İstanbul Sözleşmesi hakkındaki atacağı adım ile, bu icraatını taçlandırırsa..

AK Parti için artık, çok uzun ömürlü olacağını belirtmek için ve biraz da abartarak, “Karada ölüm (haşa) yok.. Denizi de bilmem” diyebiliriz..

Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması yine AK Parti iktidarı dönemine denk geliyorsa da..

Hepimiz beşeriz, şaşarız..

Dalgınlığa gelebilir, oyuna düşme söz konusu olabilir..

Önemli olan hiç hata yapmamış olmaktan ziyade..

Hata yapmış olsanız bile, ondan vazgeçebilmektir.. Onu düzeltebilmektir..

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak da, AK Parti yakın zamanda gerekli adımı atacak olursa..

Bir ay içine sığdırdığı tarihi icraat silsilesine çok önemli bir halka daha eklemiş olacaktır..

Kolay değil, rakip partilerin hemen tamamının desteklediği bir sözleşmeye..

Tek başına karşı çıkarak..

Daha önemlisi, AK Parti’den ayrılanların bile destek verdiği bir sözleşmeye..

Sadece ve sadece, Türk aile yapısını bozma ihtimali sebebi ile gerekli "gözden geçirme"nin yapılması..

Gerçekten takdir edilecek bir adım olacaktır..

Ha, bu adım atılır atılmaz..

Feminist derneklerin, sol yapılanmaların insanları sokağa çıkartacağı ihtimaline de hazırlıklı olmalıyız..

Şimdilik sessiz kalmayı tercih eden kadın istismarcıları..

Kadın vücudu üzerinden medyada, iş dünyasında, reklamlarda yapılan her türlü istismarı sessizlikle karşılayıp, başka alanlarda kadın savunucusu gibi roller üstlenenler, tabii ki AK Parti’ye karşı yeni bir cephe açacaklardır..

İşte o gün, Karaman’ın koyunu ak mıdır, kara mıdır ortaya çıkacaktır..

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkış açıklamalarında samimiyet var mıdır, yok mudur anlaşılacaktır..

Yapılması gereken; hatalı icraatı hatırlatmak..

Yöneticilerden adım atılacağı yönünde bir sinyal aldıktan sonra da..

Yapılacakları sükunetle  beklemektir.. 

Adım atılmazsa, yine söyleyeceklerimizi söyleriz..

Kimsenin malını, yangından kaçırıyor değiliz..

Sırtında yumurta küfesi olmayan muhalefetteki muhafazakarların bile, kem küm ederek yaklaştıkları.. Hatta bazı muhafazakarların da açık açık destek verdikleri bir sözleşmeyi, yeniden gözden geçirmek,  gerekirse çekince koymak, gerekirse imzamızı geri çekmeye kalkışmak, öyle her babayiğidin harcı değildir..

AK Parti bu işe soyundu ise..

Onun elini güçlendirmek bizim görevimizdir..

Onun ayağının değebileceği, önündeki, sağındaki, solundaki taşları temizlemek bizim görevimizdir..

“Toplumumuz eşcinsel evliliklere hazır değil” diyebilecek kadar ahlaksızlaşan belediye başkanlarının, muhafazakar insanlardan aldıkları oylarla oturduğu koltukları hatırlayıp..

AK Parti’nin.. 

Özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın atacağı adımlara destek vermek, bizim görevimizdir..

Bu sayede Ak Parti, başörtü yasağını kaldırma, katsayı zulmüne son verme ile ilgili attığı adımlardaki “muktedir olma” görüntüsünü tekrar göstermiş olacak, hatta yıllarca birçok alanda gösteremediği “muktedir olma” gücünü perçinlemiş olacaktır..

Tekrar çözüm önerilerimizi sıralayalım:

İstanbul Sözleşmesi’nden tümü ile çıkıp, kadına şiddeti önleyecek maddelerini içeren yeni bir sözleşmeyi bazı ülkelerle yapabiliriz. Ama zinhar, “cinsel yönelim” veya “cinsel tercih” gibi, eşcinselliği meşrulaştıracak hiçbir kavrama o sözleşmede yer verilmemelidir..

İstanbul Sözleşmesi’nin, “cinsel yönelim/tercih” gibi içeriklerine çekince koyarak, planlanan tezgahı gördüğümüzü, tüm dünyaya haykırabiliriz..

Maksadımız, kadına karşı şiddeti meşrulaştırmak değildir.

Bunu; birileri istese de yapamaz..

Maksadımız, eşcinselliğin meşrulaştırılmasına fırsat vermemektir.. 

Nokta..



Doğu Perinçek'in Partisi'de İstanbul Sözleşmesine Karşı 

Gündemdeki İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına ilişkin açıklama yapan Vatan Partisi Öncü Kadın Genel Başkanı Meltem Ayvalı, “İstanbul Sözleşmesi Türkiye’ye kadını aşağılayan yeni bir toplumsal model dayatmaktadır. Sözleşmenin dayattığı toplumda kadın ve erkek cinsiyeti dışında cinsiyetler vardır. Bu cinsiyetler, ‘toplumsal cinsiyet’, ‘cinsel yönelim’, ‘cinsel kimlikler’ şeklinde sözleşmede yer almaktadır. Sözleşme; LGBTİ diye başlayarak alfabenin bütün harflerini kapsayan, kadın ve erkek cinsiyeti dışında, doğadan farklı, çürümüş neoliberal sistemle dayatılan cinsiyet türlerini hukuk normu olarak belirlemeye teşvik etmektedir” dedi. Ayvalı ayrıca kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddete karşı bir eylem uzman grubunun (GREVIO) İstanbul Sözleşmesinin uygulanmasıyla raporla ilgili “GREVİO’ya göre Türkiye’nin PKK ve FETÖ ile mücadelesi kadınlara zarar vermektedir. Kadın ve çocuk düşmanı, bölücü ve gerici terör örgütlerine kalkan olan Avrupa Konseyi’nin nasihatleriyle mi kadına şiddeti önleyeceğiz?” ifadelerini kullandı.

İstanbul Times Haber Merkezi Haberi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder