Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, cinsiyeti ortadan kaldırmak ve LGBTİ'yi yaygınlaştırma amacı taşıyan ifsat projesi İstanbul Sözleşmesi'ni deşifre eden açıklamalarda bulundu.
Sosyal medya hesabından Youtube kanalından yaptığı konuşmayı paylaşan Ebubekir Sofuoğlu, İstanbul Sözleşmesi'ndeki sinsi projelere dikkat çekerek uyardı. Sofuoğlu, 'toplumsal cinsiyet' ifadesinin 'kadına şiddet' ifadesinden daha fazla geçtiğini kaydederken bunun bir kamufle olduğuna ise dikkat çekti.
Sofuoğlu şu ifadeleri kullandı:
"Güya Kadına Şiddeti önleme için hazırlanan İstanbul Sözleşmesinde, TOPLUMSAL CİNSİYET kelimesi neden KADINA ŞİDDET kelimesinden daha fazla yerde geçiyor.
TOPLUMSAL CİNSİYET kelimesinin manasını ÇOK AZ KİŞİ BİLİYOR
ÇOK TEHLİKELİ
İzleyin ve anlatın lütfen"
Koç ve TÜSİAD'ın 'Toplumsal Cinsiyet Rehberi'ndeki şoke eden ifadeleri paylaştı
İstanbul Sözleşmesi'ni savunan TÜSİAD ve Koç'un paylaştığı İletişim'de Toplumsal Cinsiyet Rehberi'ne değinen Ebubekir Sofuoğlu, tanımlamada 'cinsiyet değiştirebilineceği' ifadesine dikkat çekti.
İşte Sofuoğlu'nun bahsettiği o tanımlama:
https://www.yeniakit.com.tr/video/istanbul-sozlesmesinin-sinsi-ifadesini-desifre-etti-bu-kavram-kadina-siddetten-daha-fazla-geciyor-46091.html
"Papatya dikenli olursa" Muhammed Özkılınç yazdı...
Referans Gazetesi yazarı Muhammed Özkılınç İstanbul Sözleşmesiyle alakalı görüşlerini belirttiği bir yazısında kullandığı ifadeler nedeniyle lince tabi tutulan Abdurrahman Dilipak'a destek verdi.
Referans Gazetesi köşe yazarlarından Muhammed Özkılınç kaleme aldığı son yazsısında, kullandığı ifadeler nedeniyle hedef tahtasına oturtulan Abdurrahman Dilipak'a destek verdi. Sema Maraşlı'nın konuyla alakalı fikirlerini de ifade eden Özkılınç süreci eleştirdi.
İŞTE O YAZI
Papatya dikenli olursa
Bilindiği üzere papatya, çak narin ve zarif bir çiçektir. Birçok türkü şarkılara ve şiirlere konu olan, şairlere ve ediplere de ilham kaynağı olan bir çiçek. Masum çocuklar ve genç kızların başlarına taç örmekte yarışacağı kadar da başların üstünde yeri vardır. Tabi bu dediklerimiz, natürel ve genetiğiyle oynanmamış olan papatyalar için geçerlidir.
Öyle görünüyor ki, bizim mahallenin papatyalarının genleriyle oynanmış ki, ele alınacak hali kalmamış. Bırakın örüp başlara taç yapmayı, dokunanın ellerini parçalayacak. Batılı genetik uzmanları (!) bizim papatyaların genlerine karaçalı tohumundanaşılamış olmalı. Çünkü dikenleri insanı perişan edecek şekilde, İğne kadar sivri ve çivi kadar da sağlam.
Ne mi demek istiyorum?
AK Parti kadın kollarının, 81 ilde Abdurrahman Dilipak hakkında dava açacaklarından bahsediliyor. Eğer bu doğruysa, korktuğumuz başımıza gelecek ve Sema Maraşlı hanımefendinin yıllardır anlatmaya çalıştığı, “AK PARTİYİ AKP’Lİ KADINLAR BİTİRECEK” endişesi, gerçek olacak demektir. Nasıl olur da iffeti, hayayı, arı, namusu, ahlak ilkelerini, İslam’ın fazilet ve erdemlerini korumaya çalışmak suç olarak görülür ve hakkında dava açılır. Hem de bizim mahalleden kimi kadınlar ve femo erkekler tarafından. Onlar da biliyorlar ki Dilipak fahişe kelimesini, LGBTİ vs. ahlaksızlar için kullandı
Bir parti, devlet, sistem, cemaat, fikir; “öz eleştiri yapan” ikaz eden dostlarına hasım, yalakalık yapan içindeki kurtlara da dost olursa, yıkılması mukadderdir. Ak Partiden ziyade, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, sadece ülkemiz değil, paramparça edilmiş olan ümmet için de bir ümit. “Ya ümitler de biterse…” diye meşhur bir söz vardı hani…
https://www.habervakti.com/gundem/papatya-dikenli-olursa-muhammed-ozkilinc-yazdi-h119216.html
İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkanlar hakkında 10 yanlış iddia!
Aile Akademisi Derneği son günlerin tartışmalı konularından biri olan ve aile için büyük tehditler oluşturan İstanbul sözleşmesinin kaldırılmasını isteyen kişiler hakkında yanlış bilinenleri maddeler halinde sıraladı.
Gündem 10 Ağustos 2020 Pazartesi 15:25
İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkanlar hakkında 10 yanlış iddia!
Aileye yönelik kayda değer çalışmalarıyla dikkat çeken Aile Akademisi Derneği, "Eşcinsellik, Cinsiyetsiz toplum, Toplumsal cinsiyet eşitliği" gibi aileye büyük zararlar veren dayatma ve yumuşatmaları içinde barındıran İstanbul Sözleşmesine yöenlik bir basın bildiri yayınladı.
Derneğin resmi web sitesi üzerinden yayınlanan bildiride İstanbul Sözleşmesine karşı çıkan insanlar hakkında ortaya atılan doğruluğu olmayan iddialar 10 madde olarak sıralandı ve açklamaları yapıldı.
Aile Akademisi Derneği'nin yayınladığı bildiri şu şekilde;
Aile Akademisi Derneği olarak İstanbul Sözleşmesi ve dayandığı toplumsal cinsiyet ideolojisini tartışmaya açmak adına 2013 yılından bugüne kadar çeşitli çalışmalar gerçekleştirdik. Gelinen noktada bu perspektifin artık sorgulanabilir hale geldiği görülmektedir.
Bu sorgulamanın yapılmaya başlanmasıyla birlikte sözleşme karşıtlarının sundukları gerekçeler; genellikle şiddet savunuculuğu, çağ dışılık, ataerkillik gibi basit ve klişe söylemlerle cevaplanmaktadır. Sözleşmeyi savunan kesimler konuyu somut veriler ışığında, mantıksal ve bilimsel bir zeminde tartışmak yerine, sözleşmeyi eleştirenleri savunmadıkları söylemler üzerinden itham etmeye, konuyu yüzeysel bir zemine çekmeye çalışmaktadır.
Bu çalışmada sözleşmenin iptalini destekleyen kesimlerin gerçekte savunmadıkları ama üzerinde çarpıtma yapılan söylemlere ilişkin kısa açıklamalar yapılacaktır.Şüphesiz İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkan çok geniş bir kesim bulunmaktadır. Bu metin daha çok bizim karşı çıkarken söylemediklerimizi yansıtmaktadır.
Daha önceki çalışmalarda sunduğumuz gerekçelere dayanarak, bu çalışma vesilesiyle tekrar ifade ediyoruz: İstanbul Sözleşmesi feshedilmelidir!
Faydalı olması temennisiyle…
1. iddia (yanlış): Kadına şiddeti savunuyor, önlenmesini istemiyorlar.
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların açıklamalarında kadına; hatta erkeğe, çocuğa, doğaya, hayvana şiddetin savunulduğu bir dil bulunmamaktadır. Aksine sözleşme kadına şiddeti önleme iddiası taşımasına rağmen, bu konuda başarılı olamamıştır. Eleştiriler sözleşmenin kadına şiddeti toplumsal cinsiyet ekseninde açıklaması, çözüm önerilerinin de sadece bu perspektife dayalı olmasıdır. Bu haliyle sözleşme; şiddeti ortaya çıkaran farklı risk faktörlerine gözleri kapalı ve şiddetin önlenmesinde oldukça eksik, hatalı bir bakış sunmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemek; boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik duruma rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak demek değildir. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek şiddetin araçsallaştırılmasına karşı çıkmaktır. Nitekim toplumsal cinsiyet eksenli politikalar uyguladığımız yıllar boyunca Türkiye’de ve aynı uygulamaları daha uzun süredir uygulamakta olan model ülkelerde kadına yönelik şiddet sorunu azaltılabilmiş/ önlenebilmiş değildir.
Sözleşmeye karşı çıkanların kadına şiddeti savunduğuna yönelik iddialar gerçeği yansıtmamakta, bilinçli ya da bilmeyerek bir çarpıtma yapılmaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi şiddetin engellenmesi amacıyla yürütülecek objektif ve bilimsel çalışmalar aile kurumunun güçlenmesine katkı sağlayacaktır.
2. iddia (yanlış): Kadını ikincil ve ev içi rollere tanımlıyorlar
Sözleşmeye karşı çıkanların kadının sosyal hayattaki konumlarına, çalışma hayatına, karar alma mekanizmalarına katılımını yasaklayan, engelleyen ya da onu sınırlandıran bir bakış açısı bulunmamakta; kadınlık sadece ev içi rollere indirgenmemektedir. Buna karşılık kadına sadece sosyal hayattaki rollerine göre de değer biçilmemektedir. Burada karşı çıkılan; tek tip bir kadın ideali çizilip bütün kadınların bu idealin peşinde koşmasının amaçlanması ve bu ideali paylaşmayan kadınların değersizleştirilmesi; değeri, çalışma hayatındaki serbest piyasanın sömürge politikalarının belirlemesidir.
3. iddia (yanlış): Geleneği kutsuyorlar
Gelenek kaynaklı bazı uygulamalar cinsiyetler arasında adaletsizliklere sebep olabilmekte, bu durum da özellikle kadınlara yönelik zulümlere kapı aralayabilmektedir. Sıklıkla dillendirildiği gibi kadına şiddet olgusunun ülkemizdeki bazı dini ve/veya geleneksel algılarla ilişkili olduğunu reddetmek mümkün değildir. Bu bağlamda toplumda kadını aşağılayan, tahkir eden, dahası bütün bunları dini gerekçeye oturtmaya çalışan, ancak gerçekte dinin özünden kopuk anlayışla da mücadele etmek gerekmektedir.
Şiddeti ortaya çıkaran kâr, rekabet ve hazza dayalı seküler yaşam biçiminin ürettiği şiddet biçimlerini tümüyle göz ardı edip, tüm suçu geleneğe ve dini değerlere yöneltmek doğru bir yaklaşım değildir.Daha önceki çalışmalarımızda da ifade ettiğimiz gibi kadın ve erkek rollerine ilişkin yerleşik algılara toptancı bir şekilde yaklaşılmamalıdır. Olumlu algı ve uygulamalar desteklenmeli, olumsuz algı ve uygulamalar değiştirilmeye çalışılmalıdır. İçimizden kaynaklanan problemler yok sayılmamalıdır. Aynı anda hem toplumsal cinsiyet eksenli politikaların hem de olumsuz sonuç doğuran geleneksel uygulamaların karşısında durmak mümkündür. Gelenek kaynaklı bazı hatalı uygulamaların olması toplumsal cinsiyet temelinde kurgulanan iddiaların geçerliliğine kanıt değildir.
4. iddia(yanlış): Ailedeki tüm sorunların kaynağının İstanbul Sözleşmesi olduğunu iddia ediyorlar
Günümüzde aile kurumunda köklü değişiklikler olmakta, egemen kültürün etkisi yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Yoğun bireysellik ve özgür kişilik vurgusu, ortak değer ve sorumlulukla doğrudan ilişkili aile kurumunu yapısal dönüşüme zorlamıştır. Cinselliğe ilişkin algıların da dönüşmesiyle aile kurumundaki çözülmeler gözle görünür hale gelmiştir. Bu çözülme uzun bir zaman dilimine ve zihniyet dönüşümüne dayanmaktadır. Bu nedenle aile sorunlarına ilişkin katı neden-sonuç ilişkileri sunmak hatalı bir yaklaşımdır. Günümüzde aileye ilişkin tüm sorunlarda tek başına İstanbul Sözleşmesi’ni veya hukuki metinleri sorumlu tutmak elbette mümkün değildir. Bu sürecin felsefi, psikolojik, sosyolojik, ekonomik vb. tüm boyutlarının hesaba katılması gerekmektedir.
İstanbul Sözleşmesi ve dayandığı toplumsal cinsiyet ideolojisi tüm kavramların yapısöküme uğratılabileceğini iddia eden postmodern düşüncenin çıktısıdır. Bu düşünce biçimi hukuki metin üzerinden onaylanmaktadır.Sadece politik metinlere odaklanmak yeterli olmadığı gibi, hukuki metinlerin inşa edici, normatif gücünün de ciddiye alınması gerekmektedir. Aile kurumundaki çözülmelerin uygulanan aile politikalarıyla ilişkisinin incelenmesi özel bir önem arz etmektedir. Göreceliliğe dayanan bu düşünce biçimi ahlaki bir nihilizme kapı aralamakta ve bunu hukukileştirmektedir.
5. iddia (Yanlış): İstanbul Sözleşmesi iptal edilince sorunların biteceğini iddia ediyorlar
Aileye ilişkin pek çok sorun ve bu sorunların ekonomik, sosyolojik, hukuki, psikolojik pek çok boyutu bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki İstanbul Sözleşmesi’ne dayalı olarak oluşturulan ailenin korunmasına ilişkin 6284 sayılı kanun sorununun farklı boyutlarına ilişkin açıklamalar yapmamakta, aileyi güçlendirmeye ilişkin öneriler sunmamaktadır. Bu yönüyle İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere toplumsal cinsiyet ideolojisine dayalı belgeler;kadına/erkeğe/yaşlıya/gence/çocuğa yönelik şiddetin gerçek dinamiklerini görmeyi, sahici ve sürdürülebilir çözüm önerilerini tartışmayı engellemektedir.
ek başına İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi aileye ilişkin bütün sorunların çözümünü sağlayamayacaktır. Bugüne dek böyle bir iddiada da bulunulmamıştır.Bu konuda devletin, siyasi iradenin aileyi koruyucu ve güçlendirici tedbirlerini artırması; akademinin, sivil toplumun, sanat camiasının da bu çalışmalara destek vermesi gerekmektedir. Aile kurumundaki çözülme, toplumun tüm kesimlerini etkileyen çok boyutlu sorunlara neden olmaktadır. Ailenin politik bir hedef olarak gösterildiği günümüzde, çok boyutlu bir karşı duruşa ihtiyaç vardır. Sözleşmeyi savunanlar ise tüm sorunların çözümü bu sözleşmedeymişçesine bu metne önem biçmekte, neredeyse kutsallık atfetmektedir.
6. iddia (yanlış): Erkek tahakkümünün kalkmasını istemiyorlar
Erkeklerin ve kadınların sosyal rolleri benzerlik gösterebileceği gibi farklılık da gösterebilir. Erkek ya da kadın olsun bir insanı kategorik olarak sınıflayıp o kategorinin içinde bulunan fertlerin tamamının potansiyelini ön kabullere dayalı bir şekilde yok saymak, görmezden gelmek ya da sınırlamak doğru bir yaklaşım değildir. Aynı şekilde güç ve çıkar çatışmaları adına cinsiyetler arasındaki ve bir cinsiyetin kendi içindeki farklılıkların yok sayılması da doğru değildir. Toplumsal cinsiyet ideolojisi, cinsiyeti güç ve iktidar ilişkisinin merceğinden görmekte, analiz etmekte ve çıkarımlarda bulunmaktadır. Bu bakış açısı, sadece bir cinsiyeti diğer cinsiyete karşı "ontolojik hasım" ilan etmekle kalmamakta; bu anlayışa boyun eğmeyen kişi, grup ve kültürleri de damgalamaktadır. Bu tavrın kendisinin de şiddet olup olmadığı sorgulanmakta mıdır?
Toplumsal cinsiyet ideolojisi kadınların ve erkeklerin sosyal rol tercihlerini ne kadınlara ne de erkeklere bırakmakta; tepeden inmeci bir şekilde kendisi belirlemektedir. Bu belirlemeye uyum göstermeyen kadınlar "bilinçsizlik ve cahillikle", erkekler ise "zalimlik ve totaliterlikle" suçlanmaktadır. Rahatsız olunan şey, ''erkeğin rolünü kaptırması'' değil, hem erkeğe hem de kadına küresel ölçekte kalıplaşmış roller biçilmesidir.
7. iddia (yanlış): Aileyi kutsamak adına aileyi yok sayıyorlar
Bir şeye kutsiyet atfetmek, o şeyi "dokunulmaz" kılmak demektir. Bu bağlamda evlilikle oluşan birliği "dokunulmaz" gören ve boşanmayı yasaklayan din ya da kültürler olabilir. Ancak İslam dininde bir cinsiyetten olmak o kişiyi "dokunulmaz" kılmadığı gibi, iki karşı cinsin evlilik akdiyle bir araya gelmiş olması da o birliği dokunulmaz hale getirmez. Ancak aile kurmak,neslin emniyeti ve toplumsal işleyişin esenliği için önemli bir ilahi tavsiyedir. Aile kurumunun değerli görülmesi, aile kurmanın ve sürdürmenin teşvik edilmesi ayrı bir şey; somut olarak bir ailenin kutsal görülmesi ayrı bir şeydir. Aile sadece "kadın-erkek" birlikteliğini ifade eden bir olgu değil, kadının ve erkeğin akrabalarını da kapsayan bir ilişkiler bütünüdür.
İslam dini asıl olanın evli olmak/kalmak olduğunu söylemekle birlikte, evliliğin yürütülmesinin imkânsız olduğu durumlarda boşanmayı da bir hak olarak görmektedir. İnancımız ve değerlerimiz, kişilerin ve toplumun özel ve değişen koşullarını dikkate almaktadır. Rahatsız olunan şey, toplumsal cinsiyet ideolojisinin çatışmacı bakış açısının güç ilişkileri uğruna aileyi ve ailenin toplumu "inşa edici” hüviyetini yok sayması ya da ikincilleştirmesidir.
8. iddia (yanlış): Eşcinseller şiddeti reva görüyorlar
Toplumdaki herhangi bir kişinin bir diğer kişiyle arasındaki ihtilafı fiziksel şiddet yoluyla çözme hakkı yoktur, bu kabul edilemez. Böyle bir eylem ya cehalet ya da provokasyon olarak değerlendirilebilir. Ne var ki şiddet, ayrımcılık ve hak kavramları ideolojik biçimlendirmelere açık kavramlardır. Neyin şiddet, neyin ayrımcılık, neyin hak olarak görüleceği; sahip olunan dünya görüşü, ideoloji ve politik tutumlardan etkilenmektedir.
Toplumsal cinsiyet ideolojisi, eşcinsel propagandanın serbest bırakılmasını dayatmakta ve bunu kabul etmeyen görüş ve düşünceleri "ayrımcılık" ve "şiddet"le suçlayarak sindirmeye çalışmaktadır. Avrupa Konseyi "Cinsel Yönelim veya Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Ayrımcılıkla Mücadeleye İlişkin Tedbirlerle İlgili CM/Rec(2010)5 Sayılı Tavsiye Kararı" şiddet ve ayrımcılık argümanlarını kullanarak eşcinsel aktivizmin propagandasına ekonomik, yasal ve eğitimsel güvence vermektedir. Bu politik bir tutumdur ve devletleri bu bakış açısına itaate zorlamaktadır. Bunun dışında görüş beyan edenlerin egemenlik hakları hiçe sayılmakta ve Polonya örneğinde olduğu gibi "yaptırımlarla" tehdit edilmektedir. Bu politik tutumun dışındaki bütün ilmi ve bilimsel çalışmalar engellenmekte, bütün bir insanlık, söz konusu baskıcı bakış açısına boyun eğmeye zorlanmaktadır. Kimin kime "şiddet" uyguladığı bir kez daha düşünülmelidir.
9. iddia (yanlış): Erkek egemen bakış açısına sahipler
Erkek egemen bakış açısı, erkek cinsinin kadın cinsi üzerinde kendi cinsiyet çıkarları doğrultusunda tahakküm kurmasını ifade etmektedir. Bu İslam dininin asla kabul etmediği bir bakış açısıdır. Cinsiyet kategorileri değerden bağımsız olarak var olan biyolojik temelli kategorilerdir. Siyah ya da beyaz doğmak bir kişiyi doğrudan bir değer kümesine ait kılmayacağı gibi, kadın ya da erkek doğmak da bir değer kümesine ait kılmaz. Fakat evreni, "egemenlik, güç ve çıkar" açısından değerlendiren egemen kültür bütün ilişki biçimlerini böyle değerlendirmektedir. Bu hâkim kültürün kendi içinde yarattığı bir sorundur ve dünyamızı bugün bir çıkmazın eşiğine getirmiştir. Erkek ya da kadını yücelten, eylemleri ve kişiliğidir.
Bizim dünya görüşümüze göre insan sadece cinsiyetler arası ilişkilerde değil, varlıkla ilişkisinde de mutlak egemenlik iddiasında bulunamaz. Çünkü mutlak egemenlik egemen olanın, egemen olunan üzerinde "sahiplik" iddiasına dayanır. Kişinin sadece bir başka insan üzerinde değil, kendi bedeni ve diğer cansız varlıklar üzerinde bile böyle bir egemenlik hakkı yoktur.
10. iddia (yanlış): Çözüm önerisi sunmuyorlar
Sorunu ortaya koymak çözümün ilk aşamasıdır. Çözüm önerisi geliştirebilmek için öncelikle sorunun varlığının tanımlanması gerekmektedir. Şu ana kadar yürüttüğümüz çalışmalarda daha çok “ortada var olan sorun”u göstermeye çalıştık. Gelinen aşamada pek çok siyasi yetkili, sivil toplum temsilcisi, kanaat önderi ve vatandaş var olan bu soruna ilişkin tutum geliştirmiş bulunmaktadır. Sorunun tanımlanmasının ardından elbette çözüm aşamasına ilişkin ileri çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Bununla birlikte kadının (ve elbette ki erkeğin)yaşadığı şiddet ve haksızlıkların bu haksızlıkları doğuran yapısal işleyişten bağımsız bir şekilde tanımlamak ve çözümlemek mümkün değildir. Fakat II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan uluslararası kurumlar ve imzalanan uluslararası belgeler galip devletlerin insan ve evren anlayışı doğrultusunda yapılandırılmıştır ve bu yapının dışına çıkılmasına izin verilmemektedir. Bu belgeler ve kurumlar bugün konuştuğumuz semptomları üretmesine rağmen yine bu kurum ve belgelerin sınırları içinde kalınması istenmektedir. Alternatif çözüm önerileri baştan dışlanmakta, ötekileştirilmekte ve damgalanmaktadır. Hem bu yapısal işleyişin devamından yana olup hem de "çözümünüz ne?" diye sormak eksik bir yaklaşımdır. İnsanların eleştiri haklarını ellerinden almak doğru değildir.
Çözüm öneriniz nedir, diye soranların çözüm önerileri nedir?Yapılan eleştiriler olmadan önce, alternatif/daha iyi bir metne ihtiyaç olduğunun bile farkında olunmadığı görülmektedir. Sözünü ettiğimiz eleştirel dikkatin bunda önemli bir payı vardır.Kolaycılığa kaçmadan, insanlığı yeniden "çözüm" adına mağdur etmeyecek yapısal, olgusal ve uygulamaya dönük çözüm önerilerine ihtiyaç vardır. Çözümü ortaya koyacak mekanizmaları organize etmede temel sorumluluk siyasi iradededir. Bizler de bu çözümün bir parçası olmayı görev olarak görüyor, gücümüzün yettiğince bu görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuda gösterilen her gayrete yine gücümüz yettiğince destek olacağımızı ifade ediyoruz.
Aile Akademisi Derneği
,
Sayın Tahir Büyükakın neden sessiz?
Tahsin Keskin
CHP’li İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet, İstanbul Sözleşmesi’ne destek vermek amacıyla İzmit Belediye binasının tepesine dev bir pankart astırdı.
‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ yazan pankartı çok uzaklardan bile görmek mümkün.
Ayrıca basına servis edilen ‘’İzmit Belediyesinden İstanbul Sözleşmesi’ne anlamlı destek’’ başlıklı haberde İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet’in İstanbul Sözleşmesi’ne verdiği destek önemle vurgulanıyor.
Peki Başkan Hürriyet’in de kayıtsız şartsız destek verdiği İstanbul Sözleşmesi nedir biliyor musunuz?
Bir başka kafamdaki soru da şu; Sayın Hürriyet, ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nin amacının ne olduğunu gerçekten bilse yine de destekler mi?
Önce ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nin gerçek amacından başlayalım.
‘’İstanbul Sözleşmesi’’, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin bir sözleşme gibi görülse de özünde eşcinsellerin yaşamda diğer insanlar gibi yaşama hakkı tanımayı hedefliyor.
Bir kere ve en önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarındaki kadına karşı pozitif ayrımcılık dünyanın hiçbir yerinde yok.
Mevcut kanunumuza göre bir kadın şiddet olmasa dahi en ufak bir sebepten bile kocasını evden uzaklaştırabiliyor. Dünyanın neresinde var böyle bir kanun?
O zaman neden ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ne gerek duyuldu?
Çünkü hedef eşcinselliğin toplumda kabulü, onlara yaşam alanı sağlamak.
’İstanbul Sözleşmesi’nde defalarca geçen ‘’Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’’ kavramı ile sizce kadın erkek eşitliği mi ifade ediliyor.
Elbette ki hayır.
‘’Kadın erkek eşitliği’’ kavramı kanunlarımızda var ve buna kimse de karşı çıkmıyor zaten.
Ancak ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nde neden ‘’Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’’ defalarca kullanılıyor.
‘’Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’’nden amaç şu;
‘’Kadının kadınla, erkeğin erkekle yaşayabilmesi ve bunu kanun önünde aile sayılması.’’
Kanun önünde aile sayılması demek eşcinsellerin reşit olmayan çocuklarıyla birlikte aynı evde yaşayabilmesi demek,
Eşcinsellerin, iş ortamı içerisinde bulunabilmesi ve dışlanması durumunda her türlü hukuki hakkının olması demek,
Eşcinsellerin, cafede, bahçede, sokakta el ele, diz dize olabilmesi demek.
Ayrıca devletin toplumun beden, ruh, cinsiyet ve inanç sağlığını korumak gibi görevlerinin devre dışı bırakılması demek.
Kısacası toplumsal çöküş demek.
Peki, yine ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nde geçen ‘’cinsel yönelim’’ kavramı ne anlama geliyor acaba?
'’İstanbul Sözleşmesi’’ hiç masum değildir ve derhal, ivedilikle iptal edilmelidir.
Şimdi Sayın Hürriyet’e soruyorum;
Bütün bunlara rağmen hala ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ni destekliyor musunuz?
Bu arada Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın’a da seslenmek istiyorum.
Sayın Büyükakın;
‘’İstanbul Sözleşmesi’’ ile ilgili ülkede kıyamet koparken siz neden sessiz kalıyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ciddi bir rahatsızlık duyduğu ve tartışılmasını istediği Türkiye’nin Mart 2012 yılında imzaladığı o rezil ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nin iptali için kamuoyu oluşturma çabalarına neden katılmıyorsunuz?
K-Pop, üst aklın projesi
Kore dizileri, K-Pop ve BTS çılgınlığının dikkatlice tezgâhlanmış bir fesat olduğuna işaret eden eğitimci yazar Sinan Dolayman, “Klipleri ile eşcinsel figürler sergileyen BTS sadece bir müzik grubu değil, özellikle gençleri üst aklın istediği formatta yetiştirmek isteyen bir aparattır” dedi.
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi tartışmasına odaklanmışken diğer tehlikeler de etkisini sürdürmeye devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin dayattığı hayat tarzına yönelik kültürel işgal bütün cephelerde sürüyor. Özellikle Kore dizileri, K-Pop ve BTS çılgınlığı gençlerimizi teslim almış durumda. Bu konuyla ilgili uzun yıllar araştırma yapıp çalışmalarını BTS: Üst Aklın POP Projesi adıyla kitaplaştıran Eğitimci Yazar Sinan Dolayman ile tehlikenin boyutlarını konuştuk. Bütün ailelerin ve yetkililerin okuyup önlem alması gereken konuyu ilginize sunuyoruz efendim. Hayırlı haftalar…
-Sosyal medyayla doğup büyüyen çocuklar nasıl bir zihin fikir yapısı içindeler?
2000’li yılların gençliği internet ve sunduğu sonsuz olanaklar ile büyüdü. Dünya için büyük yararlarına rağmen, internetin bazı olumsuz yan etkilerinden de etkilendiler. Bu sebeple zihinleri karışık.
Filistin ve İsrail arasındaki tek ortak nokta K-Pop
-Muhtevaları dolayısıyla muhafazakâr kesimin daha çok izlediği Kore dizileri, yerini Kore müziklerine bırakmaya başladı. Bu konuda ne dersiniz?
Özellikle iki binli yıllar sonrasında küresel bir moda haline gelen ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla popülerleşen Kore menşeili film, dizi ve müzik yapımları Güney Kore’de Hallyu Dalgası denilen müzik, TV ve eğlence alanlarında dünya çapında çığ gibi bir yükselme yaptı. Hatta Filistin ve İsrail’in arasındaki tek ortak nokta K-Pop’un her iki ülkede de binlerce takipçisinin olmasıdır. Tüm dünyada her toplumu siyaset, ekonomi, eğitim, kültür, sanat ve benzeri alanlarda dizayn eden, yönlendiren, daha doğrusu yöneten bir üst aklın varlığından artık çok kimselerin söz ettiği bilinen bir gerçek. Toplumları perde arkasından yöneten bu derin yapının varlığı, daha çok siyaset alanında söz konusu edilir. Hâlbuki toplumların savaşarak dönüşmeyeceği, dolayısıyla istedikleri şekilde sömüremeyeceklerini anlayan bu derin yapı daha şeytani bir planla toplumların içerisine nüfuz etmektedir. Türkiye’de ve tüm dünyada yoğun takip edilen K-Pop, üst aklın bir projesidir.
-K-Pop sektörüyle nasıl bir kültür yayılmak istenmektedir?
Dünyaya yayılan bu kültür, dünyayı –gizli gizli– yöneten 300’ler Komitesi’ne bağlı büyük kuruluşların başında gelen İngiltere merkezli Tavistock Enstitüsü’nde, Freud’un ruhbilim çalışmalarına dayanarak toplumların dine dayalı kültürünü yozlaştırma amacıyla dikkatlice tezgâhlanmış bir fesattır.
-BTS’den başka gruplar var mı?
K-Pop müzik gruplarından en meşhuru daha doğrusu üst akıl tarafından bilinçli bir şekilde parlatılıp öne çıkarılan BTS onlarca K-Pop grubundan yalnızca biri. BTS, diğer K-Pop gruplarından farklı, çünkü BTS, arkasında büyük bir müzik şirketi olmadan başarıyı yakaladı.
-Çocuklarımızı tesiri altına alan K-Pop, yani Kore popu grubu olan BTS hakkında yaptığınız açıklamalar ortalığı karıştırdı. Neyi hedefliyorlar?
Koreli bir müzik grubunun tüm dünyada bu kadar popüler olmasının nedeni BTS üyesi yedi gencin bir başarısı değil. BTS gerçekten sadece bir müzik grubu değil. BTS özellikle gençleri üst aklın istediği formatta yetiştirmek istediği bir aparattır.
BTS, klipleri ile eşcinsel figürler sergilemekte. BTS sadece müzik yapmıyor. Kısa klip, video ve uzun metrajlı film dahi yapmaktadırlar. Love Yourself’in eşcinsel konulu elli beş dakikalık filmi çekilip dünyanın birçok yerinde izletildi. Ve burada açıkça eşcinsel propaganda yapılmaktaydı.
Türkiye’de bazı kişiler özellikle bu iş için görevlendirilmiştir
-Türkiye’deki okullarda BTS etkisini değerlendirir misiniz?
Okullarda birçok öğrenci bu grubun simgesini taşıyan kalem, defter, çanta... taşımakta. Birçok öğrenci aldığı okul malzemelerinin üzerine BTS’in çıkartmalarını yapıştırıyor. Sadece kırtasiyeler değil, büyük marketlerde de BTS’in aylık çıkan dergi, poster ve çıkartmaları bir raf dolduracak kadar bu marketlerde yer kaplamaktadır. Her ay düzenli olarak öğrenciler bu yayınları takip edip onları satın almaktadırlar. Bu sektörü bu kadar canlı tutan mekanizmalar birçok yönden BTS’in propagandasını yapmaktadır. Türkiye’ de bazı kişiler özellikle bu iş için görevlendirilmiştir. Bu görevli kişiler sosyal medya hesaplarından sürekli gençlerle iletişim halindedir. Ayrıca aylık çıkan yayınların basımı, satışı ile ilgilenmektedirler.
-Çocukların zihin dünyalarını işgal etmişler diyebilir miyiz?
Öğrenciler arasında azımsanamayacak sayıda bir kitle BTS grubuna hayran. Hatta birçok kız onlarla platonik aşk yaşıyor. Okullarda ve ailelerde çocuklara, gençlere sunulan din anlatımı bazen çağın ihtiyaçlarına cevap veremediği için birçok öğrencinin dindar yetişmemesine, aksine din dışı, seküler bir hayat özentisi içine girmesine neden olduğu gözlemlenen bir gerçektir. Türk BTS fanlarının çoğu bu gibi eğitim ve aile baskısından etkilenenlerden oluşuyor. Son yıllarda çokça dile getirilen Deizm de bunun bir sonucudur. Burada asıl sorunun dinin kendisi değil, dinin algısında olduğu bilinmelidir. Eğer Kur’an esasları ve ahlakı temel alınarak bir din eğitimi yapılsa gençler hem tertemiz, bakımlı, inançlı aynı zamanda modern ve hayata pozitif bakan faydalı fertlere dönüşür.
Sapkın projeler yaygınlaşabilir
-İstanbul Sözleşmesi ile bu sapkınlıklar daha da yayılacak görüşü hakkında ne dersiniz?
Türkiye’deki “Cinsiyet Eşitliği” hususundaki çalışmalar, İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklanan bir zorunluluk. “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” (ETCEP) ise sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten hemen sonra başlatılmıştır. Sözleşme Cinsiyet Eşitliğinde farkındalığın artırılmasını ve bunu eğitim müfredatına alınmasını gerektiriyor. Eğer İstanbul Sözleşmesi iptal edilmezse başka bir hükümet zamanında okullarımızda bu sapkın projelerin uygulanması kaçınılmaz olabilir.
https://m.yeniakit.com.tr/haber/k-pop-ust-aklin-projesi-1356018.html
İstanbul Sözleşmesi, ifsat sözleşmesi!
İslami değerlerle hiçbir şekilde bağdaşmayan ve toplumun altına adeta bir dinamit olarak yerleştirilen İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi istenirken belli çevrelerin söz konusu sözleşmenin toplumdaki olumsuz etkisi resmi istatistiklerle gözler önünde olmasına rağmen sözleşmeyi savunması ise dikkat çekiyor.
Toplumun dini değerleri başta olmak üzere gelenek ile göreneklerini hedef alan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili İLKHA muhabirine değerlendirmelerde bulunan İlahiyatçı Ömer Mert, İstanbul Sözleşmesi’nin ifsat sözleşmesi olduğunu vurguladı.
Küresel güçlerin "İstanbul Sözleşmesi" ile aileyi, ailede de kadını hedef aldığına dikkat çeken Mert, İstanbul Sözleşmesi’nin, İslam ümmetinin bağrına saplanmış bir hançer olduğunu söyledi.
Batılı değerleri temel alan, toplumun inanç, gelenek ve göreneklerini hedef alan, 6284 Sayılı Kanun'a dayanak oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin bir an önce iptal edilmesi gerektiğini ifade eden Mert, söz konusu sözleşmenin iptal edilmesi için artık vakit kaybedilmemesi çağrısında bulundu.
"İstanbul Sözleşmesi bir defa İslam ümmetinin bağrına saplanmış bir hançerdir"
İstanbul Sözleşmesi, ifsat sözleşmesi!
İslami değerlerle hiçbir şekilde bağdaşmayan ve toplumun altına adeta bir dinamit olarak yerleştirilen İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi istenirken belli çevrelerin söz konusu sözleşmenin toplumdaki olumsuz etkisi resmi istatistiklerle gözler önünde olmasına rağmen sözleşmeyi savunması ise dikkat çekiyor.
Toplumun dini değerleri başta olmak üzere gelenek ile göreneklerini hedef alan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili İLKHA muhabirine değerlendirmelerde bulunan İlahiyatçı Ömer Mert, İstanbul Sözleşmesi’nin ifsat sözleşmesi olduğunu vurguladı.
Küresel güçlerin "İstanbul Sözleşmesi" ile aileyi, ailede de kadını hedef aldığına dikkat çeken Mert, İstanbul Sözleşmesi’nin, İslam ümmetinin bağrına saplanmış bir hançer olduğunu söyledi.
Batılı değerleri temel alan, toplumun inanç, gelenek ve göreneklerini hedef alan, 6284 Sayılı Kanun'a dayanak oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin bir an önce iptal edilmesi gerektiğini ifade eden Mert, söz konusu sözleşmenin iptal edilmesi için artık vakit kaybedilmemesi çağrısında bulundu.
Küresel güçlerin aile üzerinden Müslüman toplumları çökertmeye çalıştıklarına dikkat çeken Mert, "Batılı devletlerin uzun ölçekli üzerinde düşündüğü, yoğunlaştığı ve bir dosya haline getirdiği anlaşma Müslüman ülkelere faydalı mıdır, zararlı mıdır? Kökü bizde olmayan bir anlaşmayı biz nasıl olurda mecliste oy birliği ile imzalarız ve yürürlüğe koyarız. Bu hakikaten çok acı bir gerçektir. İstanbul Sözleşmesi nedir? İstanbul Sözleşmesi bütün kesimlerce tartışılıyor. İstanbul Sözleşmesi bir defa İslam ümmetinin bağrına saplanmış bir hançerdir. İstanbul Sözleşmesi kelimenin tam anlamıyla bir ifsat sözleşmesidir." dedi.
"Aile toplumun kalbidir, kalbimizi elimizden almak istiyorlar"
Ailenin toplumun temel yapıtaşı olduğunu ve korunması gerektiğini belirten Mert, "Acizane İstanbul Sözleşmesi’ni araştırmış ve imzalamış biri olarak tanıtmak isterim. İstanbul Sözleşmesi üç ana saç ayak üzerine kurulmuştur. Birincisi, bir ailenin dağıtılması hedefleniyor. Peki, neden aile dağıtılmak istiyor. Çünkü bizim medeniyetimizi biliyorlar. Aile dağıtıldığı zaman sosyal toplum dağılır, toplum dağıldığı zaman devletler dağılır. Güçlü bir devlete giden yol güçlü bir aileden geçer, bunu biliyorlar. Aile toplumun kalbidir, kalbimizi elimizden almak istiyorlar. İkincisi eş cinselliğin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Şehit kanlarıyla alınan bu topraklarda, bakıyorsunuz ki eşcinsel derneklerinin kurulmasına izin veriyorlar ve bu eşcinseller tarihte ilk defa boğazda bir düğün yapıyorlar, bunu televizyonda canlı veriyorlar, dernek kurma hakkı veriliyor. ‘Onur yürüyüşü’ adı altında yürüyüş tertipleniyor. Buna müdahale edilmiyor, bu teşvik ediliyor. Hatta boğaz köprüsünün renkleri eşcinsellerin renkleri ile donatılıyor. Yetmez 'cinsiyet eşitliği' diye bir şey çıkarıyorlar. Bunun içinde 162 okulda konferans veriyorlar. Yani ‘cinsiyetler eşittir’ diyorlar. Geyliğe ve lezbiyenliğe teşvik eden konferanslar düzenliyorlar. Bunun neresini savunabiliriz. Bir mümin, inanç taşıyan bir birey, nasıl olur ‘buz sözleşme yürürlükte kalsın’ diyebilir. Doğrusu ben şaşıyorum." ifadelerini kullandı.
"Kadının beyanı esas olsaydı, gömleği arkadan yırtılan Hazreti Yusuf (Aleyhisselam) mutlak suçlu olurdu"
İstanbul Sözleşmesi’nin 6284’üncü maddesinde yer alan "Kadının beyanı esastır" maddesinin ayrı bir facia olduğunu ve genç yaşta evliliklerin bu maddeye rağmen mağdur edildiğini ifade eden Mert, şöyle konuştu:
"Kadının beyanı esastır’ deniliyor. Kadının beyanı esas olsaydı, gömleği arkadan yırtılan Hazreti Yusuf (Aleyhisselam) mutlak suçlu olurdu. Kadının beyanı esas olamaz. Bu İslam’ın ruhuna aykırıdır. İslam’da şahitlik müessesi vardır. İslam kadının beyanını esas almadığı gibi erkeğinde beyanını esas almamıştır. Yani zina eden birine isnat edilen bir suç için şahit istenir. Başka bir günahı işleyen kişi şahit istenir, beyan esas değildir. Eğer sadece beyan esas olsaydı, toplumda kaos meydana gelirdi. İnsanlar birbirini vurur, ‘kardeşim ben vurmadım’ öldürmedim derdi. Ama sadece kişinin beyanı esas alınıyor, nasıl işin içinden çıkacağız."
"Batının bize dayattığı kanunlar Müslüman toplumlara çok dar gelmektedir"
İstanbul Sözleşmesi’nin bu toplumun dokusuyla ve aile yapısıyla uyuşmadığını belirten Mert, "Batının bize dayattığı kanunlar ve bir takım kurallar Müslüman toplumlara çok dar gelmektedir. Ne yapmamız gerekiyor? Yapmamız gereken bellidir. Kadın cinayetleri aldı başını gidiyor, aileler her gün dağılıyor, boşanmalar artıyor aile içi krizler her gün tırmanıyor ve işin garip tarafı bir de bu sürekli gündemde tutuluyor. İnançlı bir Müslüman’a düşen, bu anlaşmayı ayaklarının altına alarak çiğnemek ve olduğu gibi gelen yere iade etmektir. Kaldı ki birçok Hristiyan ülkede bu anlaşmaya imza atmamıştır. Macaristan, Polonya ve hatta Rusya gibi ülkeler bu sözleşmeyi kabul etmemiştir. Birçok Avrupa ülkesi bile imzalamamışken biz Müslüman bir ülke olarak nasıl olur da ailelerin dağılmasına göz yumabiliriz? Nasıl olurda ‘cinsiyet eşitliği’ adı altında ifsat projelerini yayabiliriz, hafızam almıyor." şeklinde konuştu.
"Birtakım kadın dernekleri batıdan fonlanıyor"
İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemeyenlerin toplumun geleceğini tehlikeye attığına dikkat çeken Mert, "Aldığımız bilgilere göre birtakım kadın dernekleri batıdan fonlanıyor. Fonlandığı içinde bu anlaşmanın yürürlükte kalmasını istiyorlar. Dolayısıyla buradan maddi menfaat elde ediyorlar. Bundan dolayı özellikle bu sözleşmenin yürürlükte kalmasını istiyorlar." diye konuştu.
"Batının bize dayattığı bu sözleşmeyi hızlı bir şekilde kaldırmalıyız"
İstanbul Sözleşmesi’nin bir yıkım, bir utanç ve bir ifsat sözleşmesi olduğunu, bir an önce iptal edilmesi gerektiğini belirten Mert, "Yöneticilerimizin bir kısmının iki arada bir derede kaldıklarına inanıyorum. Cumhurbaşkanının kızı, ‘bu sözleşme yürürlükte kalmalıdır, hayır devam etmelidir’ diyor. Oğlu ise ‘bu sözleşme inancımıza aykırıdır’ diyor. Şimdi Cumhurbaşkanı ne yapacak? Cumhurbaşkanı inancının sesini dinleyecek. Yapılan bir sözleşmenin sonucuna bakılır. Sonuç tehlikeli, aile ve nesil elden gidiyor. Her geçen gün gençlerimiz cinsiyet değiştiriyor. Sosyal medya fenomenleri var, kadın mı erkek mi olduğunu ayırt edemiyorsunuz. Batının arkasına düşerek, batının çizmiş olduğu yolda yürüyerek İslam ümmeti yeniden ayağa kalkamaz, kendi değerleri ile buluşamaz. İslam ümmetinin kendine has bir duruşu olmalıdır. İslam ümmeti kendi değerlerinin kendi kadim kitabından olmalıdır. İstanbul bir ifsat sözleşmesidir. Batının bize dayattığı bu sözleşmeyi hızlı bir şekilde kaldırmalıyız." şeklinde konuştu.
https://www.mihraphaber.com/haber/5089918/istanbul-sozlesmesi-bir-ifsat-sozlesmesidir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder