Üçüncü dönem artık “maskesiz” olarak tanımlanabilecek bir dönem. Kaos GL 1 Mayıs 2001 de “Eşcinseliz, gerçeğiz, buradayız” pankartlarıyla özgür ve özgüvenli bir biçimde meydanlara işçiler ve öğrencilerle birlikte indiler.
LGBTİ bireylerin günümüzde medyadaki temsili halen oldukça sorunlu: Homofobik ve cinsiyetçi ataerkil yapının medyaya yansıması olarak özetleyebileceğimiz bu sunum çerçevesinde genelde cinsellikle ve suçla özdeşleştirilerek ve cinsel yönelimleri ve/veya cinsiyet kimlikleri ön plana çıkartılarak zaman zaman da karikatürize edilerek haberleştiriliyorlar.
LGBTİ bireylere uygulanan şiddeti onaylayan veya hak etmiş gibi gösteren haberler, cinsel yönelimlere ilişkin nefret söylemi hemen hemen tüm gazetelerin 3. sayfa haberlerinde yer almakta, özensiz dil kullanılmakta, başlık ve içeriklerde olumsuz eklemeler yapılmakta.
LGBTİ haberleri her tür suç, şiddet, ahlaksızlık ekseninde işleniyor, LGBTİ bireyler sapkın veya sapık bireyler olarak ötekileştiriliyorlar. “Gey barlardan çıkıp gasp yaptılar”, “travesti dehşeti” “eşcinsel cinayeti” “ters ilişki teklif etti, öldürdüm”, “travestiler caddelerde fuhuş pazarlığında” türden manşet attıklarını görüyoruz.
Savaş Çoban ile birlikte LGBTİ Bireyler ve Medya adlı bir kitap çalışması yürütüyoruz. Kitap, LGBTİ’lerin medyada var olma, kendi medyalarını yaratma ve aynı zamanda medyanın saldırılarına karşı mücadelelerini elealan bölümlerden oluşacak. Bu alanda çalışan akademisyen, aktivist, hukukçu ve gazetecilerin katkıları ile ortaya çıkacak olan bu çalışma şüphesiz Tuğrul Eryılmaz olmadan eksik kalırdı.
Onunla Cihangir Kaktüs’de buluşup her zamanki gibi harika bir sohbet ettik, içten, samimi, zaman zaman gülerek, zaman zaman hüzünlenerek ama asla umutsuzluğa düşmeden…
LGBTİ hareketinin serüveninden bahseder misin bize?
Nerdeyse 40 sene gazetecilik yaptım.
Kültür sanat editörlüğü, toplum editörlüğü, siyasi editörlük ve genel yayın yönetmenliği de yaptım.
Azınlık olmak bu dünyanın en büyük laneti, felsefeciler ve sosyal bilimciler bundan çıkmanın yollarını arıyorlar. Tabii ki, bu işin çözümü hakikî demokrasi, ama oraya epeyce bir yol var bu sanırım bu ülkede. LGBTİ isen yaşam bir kat daha zor. Konu medyaya gelince bazı şeylerden kaçınamıyorum, özellikle de kıyaslamalardan.
Şu andaki LGBTİ’lerin pozisyonunu 1980’ler başlarından başlayan feminist harekete çok benzetiyorum; çabaları, kavgaları, temsiliyet dertlerini, “neden bizi hafife alıyorsunuz, ötekileştiriyorsunuz” söylemlerini. O zamanlar “ötekileştirme” lafları yoktu ama bugün baktığımızda aslında var olduğunu görüyoruz. Bin türlü alaylara, aşağılamalara maruz kalıyorlardı. Duygu Asena gibi bir kadın bile Kadınca dergisinde uzun süre gayet yumuşak ve hafif bir doz ile ilerleyerek bazı numaralar çekmek zorunda bırakıldı, yıllar sonra kendini ancak feminist olarak kabul ettirebildi. LGBTİ hareketi de buna çok benziyor.
Medyada LGBTİ temsiliyeti sorunlu mu?
LGBTİ hareketi ve temsiliyet diye bir şey gerçek yaşamda var. Ama gazete ve dergilerde LGBTİ’ler yoklar, neredeyse LGBTİ’ye ilişkin haberler sıfır.
Üç dört tane habere rastlıyorsun, onlar da vahim insan hakları ihlalleri içeriyor.
Töre namus cinayeti gibi sunuluyor, eşcinsel cinayeti, travesti dehşeti.
Hangi gazetede heteroseksüel şiddeti cinayeti görüyoruz, bu ne demek zaten, erkek şiddetini anlarım, adam adamı öldürmüş, insan öldürüyor, insan öldürülmüş, cinsel yönelimi yüzünden. Meslektaşlarıma haksızlık etmek istemiyorum, olayın farkında değiller.
Peki sence gazeteciler bu konuda bilgisizler mi? İşlerine mi gelmiyor LGBTİ gerçeği? Çekiniyorlar mı?
Saygın meslektaşlarımıza, bu konularda bile son derece açık olduğunu düşündüğümüz insanlara “cinsel yönelim” nedir, bu bir cinsel tercih değildir gibi terminolojileri öğretmek zorundasınız. Feminist olmak için nasıl lezbiyen olmak gerekmiyorsa, LGBTİ hakkı savunmak için de onlardan biri olmak zorunda değilsin. Bir grup azınlık şiddete uğruyor, buradan başlasan yeter. Yanlış şeyi içselleştirdik biz, kendimi de katıyorum. 1980’lerde de yazı işlerinde kadın sayısı artmalı diye düşünüyordum. Şunu diyorduk: Bu masada, yani gazetedeki sabah toplantısında, bir şey eksik, yanlış giden bir şey var. Müzik dinleyen, medeni, üniversite mezunu, şık, sinemaya giden sempatik insanlar ama hepsi erkek. 8 kişilik grupta tek bir kadın yok veya olsa da bir hanımefendi var, o da kadın kotasını doldurmak amaçlı konmuş gibi. LGBTİ bireylerin de gazete, dergi, radyolar ve TV kanallarında çalışma ortamının yaratılması şart. Cinsel kimlik, tıpkı dinsel ve mezhepsel kimlikler gibi, kişilerin ötekileştirilmeden gazetecilik yapmalarına asla engel olmamalı. Zaten LGBTİ’lerin çıkardığı dergiler var, kitaplar var, onların yoğun temsil edildiği mecraların dışından, ana akım medyadan bahsediyorum.
LGBTİ bireylerin temsil edilebildiği kurumların olması lazım. Bir Ermeni gazetesinde bir Kürdün çalışması gibi. Farklılıkları göstermek lazım, size farklı bir pencere açılıyor, tabii böyle bir derdin varsa.
Liberal sol kesimin LGBTİ’lere yaklaşımı nasıl?
Liberal solda, demokrat görünüp, iş bu grubun haklarına gelince duruyorlar, medyadaki en büyük sorun tam da bu. Medyada gey yok mu sanıyorsun, ABD’nin bir zamanları gibi, Amerikan ordusunun mottosu var, sorma, söylemeyeyim, sorma ve söyleme söylemeyeyim. Bir insanın kişisel veya mesleki durumu var, kabul ediyorum, ifşa etmek başka bir şey ama söylemek istiyorsam söylerim sen de söylediğim için bana ayrımcılık yapamazsın, bu suçtur.
Söylemek isteyip korkudan söyleyememek, en korkuncu da bu, ana akım medyada insanlar işlerini kaybetmesin diye siyasi olarak bir sürü zırvalığa göz yumuyorlar. Bazı haberleri es geçiyor, itiraz edemiyor editörüne, editör bu ne biçim haber bize uygun değil dediği zaman itiraz edemiyor, tek kaygısı işini kaybetmemek. Kendini niye saklıyorsun diyemiyorsun, yanıtı çok basit: 3000 lira maaş alıyorum, onu mu kaybedeyim, bu paraya ihtiyacım var. Ayrıca gey ya da lezbiyen isem tacize uğramak istemiyorum ofiste.
Demokratikleşememe ile ilgisi var mı cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğini saklamanın?
Demokrasinin işlememesi her alanda olduğu gibi LGBTİ konusunda da aynı, özünde aynı.
İnsanlara biçilen cinsiyet rolleri içinde yaşayacaksın, yaşadığın sürece sorun yok. Zeki Müren şimdiye kadar en az 900 kadın ile yattığını söylemek zorunda kaldı, çok acıklı değil mi? Neden insanlar bunu söylemek zorunda kalsın, insanların özel hayatını ortaya döküp savunmaya geçme zorunda olmaları ne kadar korkunç. Hollywood bunları yıllar önce yaşadı. 1950’lerde Rock Hudson’ı evlendirdiler yoksa izleyici seni kabul etmez diye. 2000’lerde Türkiye’de durum halen öyle. Yazar, artist, şarkıcısı, çizeri, hatta akademisyeni hep aynı. Bize benziyorsan bizdensin, yoksa, evli olacaksın, karın veya kocan olacak. Aksi halde sen bir tehditsin, bunun adını da ahlak koyuyorlar, ikiyüzlülüğün âlâsı.
Medyanın LGBTİ bireylere yaklaşımında farklılık göz etmesinde sınıfsal bakışın etkisi var mı? Bu sınıfsal bakıştan liberal sol daha mı az etkileniyor?
Tabii ki var, olmaz mı? Örneğin, haber aktörü ünlü veya medyatik bir gey olsa bile payını alıyor yeri geldiği zaman, ona da haddini bildiriyorlar gerekirse. Ama gariban bir gey ya da trans Taksim meydanında yürürken başına bir şey geldiğinde haber yapılırken çok daha kötü oluyor, gaddarlaşılabiliyor. Bayat gibi gelebilir ama, sınıfsal bakış ve burjuva ahlakının iki yüzlülüğü bazı liberalimizi, solcumuzu, demokratımızı etkileyebiliyor. Sanmayalım ki kendini liberal veya solcu olarak tanımlayanlar daha az korkunç.
Örnek verir misin?
Yıl 1989, Sokak dergisini çıkardık, tüm azınlıklar diye çıktık, zaten bir sene sonra da battık. “Siz aklınızı kaçırmışsınız, Alevileri, Kürtleri, komünistleri, çingeneleri, seks işçilerini, geyleri aynı sayfalara koyuyorsunuz. Her şeyi sulandırıyorsunuz” diye solcu adamlar yazılar yazdılar, sol bizi aforoz etti. Daha 1990’lara gelmemişiz, nasıl feminist muhabir çalıştırıyorsak gey muhabir da çalıştırmalıyız. Kafamız o zaman basmıştı. Gazeteler, sesini duyuramayanın sesi olmak zorunda. Seni ilgilendirmez onun yönelimi vs. Güneydoğu, Ankara muhabirleri var, Mete Tunçay var Ankara temsilcimiz, marksist ve feminist var ama bir de gey olacak. Anglosaksonların lafı var ya, gazeteci “compassionate” (merhametli, müşfik) olmalı, bunu yakaladığın zaman başarılı oluyorsun. Ama ne oldu? Tek bir reklam alamadık ve battık.
1980 ortaları, Yeni Gündem dergisindeyim, sosyalistlerin çıkardığı bir dergi. Yazı işlerinde de çalıştım, yayın yönetmenliği de yaptım. Yahudiler ve Aleviler dosyaları yaptım, ama gey dosyası yaparken zorlandım. Kimsenin hakkını yemeyeyim, sonuçta yaptık ve sansüre uğramadık.
Bir örnek daha: Nokta dergisi ki dönemin fenomeni, 1982-1983 yılları, şöyle bir hoşluğu var, bunu söylemek lazım, yazı kurulunun dörtte üçü kadın. Aralarında Duygu Asena, İpek Çalışlar, Güldal Kızıldemir, Nurcan Akad gibi kadınların olduğu bir yayın kurulu vardı. Eşcinsellik ile ilgili kapak yapalım dedim. Saygın ve solcu avukat arkadaşlar “Tamam kapak yapalım da bir yerine ‘Eşcinsellik hastalık olarak kabul ediliyor’ ibaresini koyacaksınız” dediler. Oysa ki Amerikan Psikiyatri Derneği yıllar önce eşcinselliği hastalık sınıflandırmasından kaldırmıştı. Nasıl üzüldüğümüzü ve şaşırdığımızı hatırlıyorum. Ama yine de kuruldaki kadınlarla beraber neredeyse istediğimize yakın objektif bir kapak yapmıştık.
Medya burada nasıl devreye girebilir?
Medyaya şöyle bir görev düşüyor. Yaratıcılıklarını kullanmak zorundalar. Bazı şeyler ancak yavaş yavaş kırılabiliyor. İyi gazeteci nedir? Sesi olmayanların sesi olmayı, haberi verilmeyenlerin haberini vermeyi başarandır. Eğer sessizlerin sesi olmazsan basın bülteni veya abuk sabuk bir örgütün sözcüsü olmaktan kurtulamazsın. Radikal’de çalışırken tüm azınlıklar ve tabii ki gey ve lezbiyenler konusunda çok daha rahat hareket edebildiğimizi gördüm ve bunu yaşadım, örneğin KAOS GL’den yazılar aldık. Ama yıl da 2000’e gelmişti zaten. Editörler LGBTİ’lerin duyarlılıklarını göz önüne almak, bu insanlar ne diyor diye kulak kabartmak zorunda, bu siyaset editörü için de magazin editörü için de geçerli. Bianet ve KAOS GL’nin yaptığını çok önemsiyorum, bir sürü seminer yapıldı. Ama şöyle bir şey de var, ana akım medya çalışanlarına eğitim verdiğimizde çok azı geliyor. Bianet’in bir LGBT sayfası dahi var. Buradan bile çok şey öğrenilebilir.
LGBTİ hareketi ne yapmalı? Neyi yapamıyor, neden?
Esas sorumluluk LGBTİ’nin örgütlenmesi ve kendini kabul ettirmesi. Kanımca yeterince tabana yayılamıyorlar. Kendilerinden bir halka dışarı çıkamıyorlar, aynı sosyalistler gibi, onlar da çıkamadılar kendi halkalarından. Örgütlenme hikayesinde bir şeyler tıkanıyor. Galiba biz Türkiye’yi iyi tahlil edemiyoruz yeterince. Demokrasi kültürü ve siyasal iklimin liberalleşmesi gerek, otoriter sistem mevcut, burada özgürlükler ve ifade özgürlüğü yok ki. Yine de gelinen nokta aslında hem kötü hem de hiç fena değil kıvamında. Siyasal iklim çok önemli. Cinsel yönelimlerin, cinsiyet kimliklerinin kriminalize edilme durumları konusunda siyasilere ve basın kuruluşlarına büyük görev düşüyor. Yaygın olarak aforoz ve linç kültürü işliyor Türkiye’de ne yazık ki. Buna da dur demek lazım, siyasetçiler bu konuda ortak hareket etmeliler, HDP ve CHP’liler kısmen bunu yapmaya çalışıyorlar aslında. Medya ve siyasette bir tür pozitif ayrımcılık uygulanmalı. Kimse cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğinden dolayı rahatsız edilip dışlanmamalı. Kötü gazeteciyse işten atarsın, LGBTİ ya da kadın ya da bir azınlık mensubu diye değil.
Türkiye’de en kötü şey trans olmak değil mi? Ne düşünüyorsun?
Kadınsallaşman seni mahvediyor. İnsanların başına ne gelirse erkeklikten geliyor. Ancak erkeklikleri inciniyorsa umursuyorlar. Translar hakkındaki genel algı şöyle: Karı gibi herif, yani translar en kötü durumda olanlar. Geyler, lezbiyenler, biseksüeller kötü ama en büyük acıyı translar yaşıyor. Tarlabaşı’na in göreceksin durumu. Örneğin bir trans kadın, etek giymiş çıkmış dışarıya, ona her şey yapılabilir, her şeyi hak eder algısı var. Trans erkeklerin durumu da aynı derecede vahim, çünkü onlar da ciddi bir tehdit unsuru toplumsal cinsiyet rollerine.
Umutsuz musun?
Ne sen, ne de ben göreceğiz görmek istediğimiz güzel günleri, torunlarımız görecek belki, bu insanlar neler çekmiş diyecekler. Militanlık gerekiyor belli oranda, LGBTİ hareketinin daha düzgün örgütlenmesi ve kendini kabul ettirmesi şart. Mesela, LGBTİ olmayanların da onur yürüyüşüne katılmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sivil itaatsizlik denen şey özellikle geçerli LGBTİ’ler için. Türkiye’nin siyasal iklimi on yıllardır olduğu gibi erkek ve otoriter olduğu sürece bunun dışında kalan herkes acı çekmeye devam edecek.
http://t24.com.tr/yazarlar/yasemin-inceoglu/tugrul-eryilmaz-insanlarin-basina-ne-gelirse-erkeklikten-geliyor,17825
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder