7 Nisan 2017 Cuma

LGBTİ’ler, Reisin geleceği için de Hayır Diyecek!

“Demokrasi bir tramvaydır; gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz”,  “Demokrasi amaç değil araçtır”

“Eşcinsellerin de, kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde, yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz”

 “Biz Diyarbakır’da müftü, Eskişehir’de eşcinsel aday göstermiyoruz”

Yukarıda alıntıladığım beyanatlar, sırasıyla belirli bir kesimin Belediye Başkanı, Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ait. Bu beyanları çoğaltacak bir çalışmaya imza atmak istiyorsak bitmez tükenmez bir enerjiye, yaşamsal gereksinimlerimizi karşılayacak bir bütçeye ve çelikle örülmüş bir sinir sistemine sahip olmamız gerekiyor. Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve temsil ettiği hareketin pratikleri ne yazık ki ötekileştirme, ayrıştırma ve manipülasyon ile dolu. Hazırlanan dikta rejimi maddelerine bakmasak dahi bir bütün olarak tarihi göz önünde bulundurmak, vaat edilen ‘Türk tipi demokrasi’nin geniş halk kesimlerine neler getireceğinin açık bir kanıtı olarak karşımızda durmakta.

15 Temmuz Darbe girişimi ve sonrası yaşanan sivil darbe süreci bu toplumun kabul edilmeyenlerine, makbul görülmeyenlerine yönelik bir ‘savaş konsepti’ olarak açığa çıktı. Beka zırvası ve darbe ile mücadele adı altında başlatılan yok etme operasyonu, yıllarca kendileri tarafından beslenen ve palazlandırılan cemaatten çıkarak, bu kadim toprakların aydınlarına, gazetecilerine, akademisyenlerine, kamu  çalışanlarına, yoksul emekçilerine ve siyasetçilerine yönelen bir saldırıya dönüştü. Geldiğimiz noktada ise kanun hükmünde kararnamelerle yürütülen bu süreç, korkunç bir yetki devri ile yasallaştırılmaya çalışılıyor.

10 yılda bir atlattığımız darbeler ve vesayet muhtıraları, bugün tarihimizde eşi benzeri görülmeyen bir sivil darbe ile taçlandırıldı. Peki neden eşi benzeri görülmemiş diyoruz?  Hemen 80 askeri faşist cuntası ve 90 karanlığına bakıp bugün yaşananlarla karşılaştıralım. Ve çok geç olmadan geleceğimize dair kararı, birarada yaşamı temel almayı savunarak verelim. Üzülerek ve  kaygılanarak dile getiriyorum; 90’larda köyler yakılıp, haber manşetlerine tüp patlaması olarak yansıtılırken, bugün şehirler yerle bir ediliyor ve insanlarımız bodrumlarda yakılıyor.

90’larda taciz ve tecavüz suçları örtbas edilirken, bugün tecavüz faillerini kurtaracak yasalar meclisten geçirilmeye çalışılıyor.

90’larda işkence izleri geçene kadar insanlar göz altında tutulurken, bugün işkence fotoğrafları muktedir tarafından basına servis ediliyor.

90’larda suç bireysel iken, bugün, suç işlediği iddia edilenlerin yakınları esaret altına alınıyor…

Peki, ya norm dışında kalanlar?

Evet, tüm bu pratik uygulamalar norm içinde kalan insanlara yönelik gerçekleştiriliyor. Peki, norm dışında kalanlar? Eşcinsel kadın ve erkekler? Translar? İnterseksler ve diğerleri…?

Bugün Suudi Arabistan, İran, Libya ve Suriye’de LGBTİ’lerin yaşadıkları, başkanlık sevdası ile bize dayatılacak olan devlet pratiklerinin göstergesi durumundadır. Bu belirlemenin acımasız ve hakkaniyetsiz olduğunu düşünenler olacaktır elbet. İlk elden Cumhurbaşkanı’nın beyanatlarını aklınızın bir köşesinde tutun ve daha yakın pratiklere birlikte göz atalım… Tüm ön yargılardan ve sistemin kalplerimize ektiği nefretten bir dakikalığına uzak kalabilirsek, anlamayı başarabileceğiz.

Yakın dönemde, “Anayasa uzlaşma komisyonu” adında bir komisyon meclis bünyesinde çalışmalarına başlamıştı. Herkesin ihtiyacı olan sivil anayasa, bu komisyonda tartışılarak hazırlanacak ve bir arada var olabilmemizin dayanağı olan toplumsal sözleşme ortaya çıkabilecekti. Yıllardır nefret saiki ile işlenen suçlara maruz bırakılan translar açısından bu süreç önemli bir yerde durmaktaydı. Çünkü, her yıl onlarca trans kadın öldürülüyor, katilleri ya yakalanamıyor, ya da  3-5 yıl gibi komik cezalarla ödüllendiriliyordu. Yaşam hakkının yanı sıra barınma, sağlık ve eğitim gibi temel haklarımız da, ‘devlet-toplum’ iş birliği ile gasp ediliyordu. Ve tüm insanların Fransız devrimiyle yakaladığı özgür kölelik hakkı, biz translar açısından hala geçerli değildi. Kısacası, emeğimizi ve bilgimizi satabileceğimiz tüm alanlar ve dahi kamusal alan bizlere kapalıydı.

Anayasanın eşitliği düzenleyen 10. maddesine ‘cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği’ ibarelerinin eklenmesi talebimiz, AKP ve MHP’li üyelerin karşı çıkması ile taslakta yer alamadı. Düşünebiliyor musunuz, talep ettiğimiz tek şey diğer yurttaşlar ile eşit olabilmek… Ve bizlere çok görülen 2 kelimelik hak kırıntısı, on yıllardır bu topraklarda binlerce LGBTİ’nin katledilmesini sağlıyor.

Tüm bu dezavantajlı konumun yanında, yılda bir defa bir araya gelebilen  LGBTİ+’lar, Onur haftalarında taleplerini dile getiriyor ve direniş tarihlerini, yaptıkları etkinlikler aracılığıyla anabiliyorlardı. Fakat son iki yıldır iktidar tarafından yapacağımız yürüyüşler engelleniyor, demokratik taleplerinde ısrarcı olanlar, polis şiddeti ile yüz yüze kalıyor. Selefi  ve paramiliter grupların, cihat ve öldürme çağrıları eşliğinde gökkuşağı bayrakları yakılıyor ve kolluk kuvvetlerinin yanında bu gruplar LGBTİ+’lara saldırabiliyor.

Bu iki örnek bizlere dayatılacak yaşamın kalitesini göstermekte. İnanıyorum ki bu ülkenin aydınlık yüzleri el ele tutuşarak, karanlıktan aydınlığa ‘HAYIR’ diyerek çıkacak. Önümüzde tek engel var: Bir arada omuz omuza mücadele…  8 Mart mitinginde de dile getirdiğim gibi ”Cizre bodrumlarında yanan ateşle, Hande Kader’in bedenini tutuşturan ateşin aynı ateş olduğunu anlayamadığımız sürece, bu mücadele başarıya ulaşmayacak.”Önümüzde uzun bir maraton var. Cumhurbaşkanının bahsettiği durak karanlığa açılıyor; bizler ise Cumhurbaşkanı dahil, herkesi aydınlığa çıkaracak kocaman bir yüreğe sahibiz. Yüreklerimizdeki ateşi harmanlamaya, umudu çoğaltmaya devam!

© ozguruz.org Türkçe

Tarih 06.04.2017

https://ozguruz.org/tr/2017/04/06/lgbtiler-reisin-gelecegi-icin-de-hayir-diyecek/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder