19 Şubat 2017 Pazar

Ay Işığı (Moonlight): Kimsin sen Chiron?

2016’nın Ocak ayında Sundance’te Nate Parker’ın yönetip başrolünde oynadığı ve bir siyah köle ayaklanmasını anlatan ‘Bir Milletin Doğuşu’ (BMD) festivalin yıldızı olmuştu. Sundance’te hem Büyük Jüri hem de seyirci ödüllerini kazanan film 2017 Oscarlarının da en büyük adayı olacak diye değerlendiriliyordu. 2016’da Oscar adayları içinde siyahların olmaması protestolara yol açmıştı. Bu durum siyah bir yönetmenin çektiği ve siyahların başrollerinde oynadığı ‘Bir Milletin Doğuşu’nun şansının misliyle artmasına neden olmuştu. Hollywood 2016’nın günahını 2017’de bir siyah ayaklanmasını anlatan bu filme ödül vererek çıkaracak gibi görülüyordu. BMD’nin haklarını satın almak için stüdyolar kapıştılar. Sonuçta bir Sundance rekoru kırıldı ve film 17.5 milyon Dolara Fox Searchlight Pictures’ın elinde kaldı. Fakat sonraki gelişmeleri düşününce elinde patladı demek daha doğru olacak.

Ağustos 2016’da rüzgar tersine döndü. Filmin, Oscar’lardaki olası rakipleri yönetmen Nat Parker ve senaristi Jean Celestin’in kirli çamaşırlarını ortaya çıkardılar. 1999’da üniversitede öğrenciyken Parker ve Celestin, beyaz bir kız öğrenciye tecavüz etmekle suçlanmışlardı. Parker beraat etmişti. Celestin önce mahkûm olmuş, ardından dava yeniden açılmıştı; fakat davacı yeniden ifade vermediği için dava düşmüştü. Asıl trajedi tecavüze uğrayan kızın 2012’de intihar etmiş olmasıydı. Film, ekim ayında vizyona girdiğinde artık olumlu eleştiriler almıyordu. Ocak ayında göklere çıkarılan filmin aslında pek de matah olmadığı birden anlaşılmıştı. Film gerçekten de matah değil, tuhaf olan bu kadar göklere çıkarılmış ve ödüllere boğulmuş olmasıydı. Bütün bunları konjonktürden bağımsız anlamak mümkün olmaz. Filmin 2016 Ocağı’nda, Sundance’te çok beğenilmiş olmasını açıklayacak tek bir gerekçe olabilir gibi geliyor bana: Siyah sinemacıların göz ardı edildikleri düşüncesinin liberal basını etkisi altına almış olması ve basının bir tür günah çıkarma çabasına girmesi. Bugün BMD’nin Oscar’larda esamesi okunmuyor. Çünkü Nat Parker ve Jean Celestin’in günah çıkarılacak doğru merci olmadıkları anlaşılmıştı. Neyse ki kısa zamanda başka bir merci bulundu.

Bireysel bir hikâye
Bu hafta vizyona giren Moonlight, ‘BMD’den çok farklı bir film. İki filmin ortak bir özelliği varsa o da ikisinin de siyahlar tarafından yapılmış olmaları. Moonlight, kanımca eli yüzü düzgün ve fakat küçük bir film. BMD’nin büyük ve epik bir tablo çizme iddiasının yanında çok daha küçük, çok daha bireysel bir hikâye anlatıyor Moonlight. Chiron adlı bir siyahın hayatından üç dönemi ele alıyor: Chiron’ın çocukluğu, delikanlılığı ve yetişkinliği. Chiron, kendisinden önce akranlarının keşfettiği eşcinselliğini bu süreç içinde algılıyor, eşcinsel olduğu için zulme uğruyor ve sonunda ilk aşkını yaşıyor. Moonlight, baştan söyleyeyim, beni hayal kırıklığına uğrattı. Film, o kadar iyi eleştiriler aldı ki, inanılır gibi değil! Eleştirmen oylarının ortalamasını alan Metacritic sitesine göre yüz üzerinden 99, Rotten Tomatoes sitesine göre 98 puan! Neredeyse tam not yani. Filmin çok beğenilmiş olmasını açıklayacak tek bir gerekçe olabilir gibi geliyor bana: Siyah sinemacıların gözardı edildikleri düşüncesinin liberal basını etkisi altına almış olması, bir tür günah çıkarma çabası. Yani BMD ile aynı gerekçe. Ve fakat iki filmin farklı filmler olduğunu, Moonlight’ın daha iyi bir film olduğunu ekleyeyim. Moonlight’ın bir diğer avantajı da, azınlık içinde bir azınlığı, ezilenler içinde de ezilen bir kimliği konu edinmesi. Hem eşcinsel hem de siyah olmak, iki alt-kimlik meselesini birden içeriyor. Bu senenin gözardı edilen siyahlara değin bir diğer filmi ‘Free State of Jones’ (Özgür Jones Eyaleti) gibi sınıf meselelerine girmek gibi bir hata yapmıyor Moonlight’ın yönetmeni Barry Jenkins, kimlik politikalarıyla sınırlı tutuyor filmini. Evet, Chiron başta yoksul ama sınıf atlamayı da biliyor.

Chiron utangaç biri
Keşke eşcinsellik konulu daha çok film yapılmış olsa. İlk eşcinsel temalı film, dönemin en ilerici Batı ülkesi olan Almanya’da 1919’da çekilmiş. ‘Diğerlerinden Farklı’ (Anders Als Die Anderen) adlı bu filmin tarihine bakarak hem ne kadar erken hem de ne kadar geç demek mümkün. Geç, çünkü ilk konulu filmden yani ‘Aya Yolculuk’tan (1902) tam 17 yıl sonra ilk eşcinsel temalı film çekilebilmiş. Bundan sonra sözü edilen ikinci eşcinsel temalı film bundan 10 yıl sonra yapılmış: Bu yıl 3. Sessiz Sinema Günleri’nde seyretme olanağı bulduğumuz “Pandora’nın Kutusu” ki o da bir Alman yapımı (bu arada belki eşcinsellik temalı başka filmler de vardır ama ben duymadım). Yani eşcinsellik temalı filmler okyanusta küçük adacıklar gibi nadirler. Ve ister istemez birbirleriyle kıyaslanıyorlar. Moonlight’ın kahramanı Chiron’ın suskunluğu, Heath Ledger’ın canlandırdığı ‘Brokeback Dağı’nın suskun kovboyu Ennis Del Mar’ı düşündürüyor hemen. İki film arasında 11 yıl var!

Kısacası evet, daha fazla eçcinsel temalı film lazım. Ve fakat kişinin cinsel kimliğine indirgenmesi de bir o kadar tatmin edicilikten uzak. Moonlight’ın kahramanı Chiron için tek söyleyebileceğim şey utangaç bir gay olduğu. Chiron’ın kimliği ve kişiliği hakkında başkaca öne çıkan bir şey yok filmde. Chiron’ın hayatı üçe bölündüğünden, üç adet tatmin edicilikten uzak kısa film seyretmiş gibiyim. Bu üç film, aynı kişinin hayatındaki üç evreyi anlattığı için filmde elbette bir süreklilik var ama ne çocuk Chiron, ne genç Chiron, ne de yetişkin Chiron yeterince anlatılmış değil.

Zanaatsız sanat olmasın
Yoksul siyah mahallesi klişe bazı görüntüler dışında bir şey içermiyor. Okulda şiddet sahneleri de öyle. Uyuşturucu bağımlısı annenin ilgisizliği de yeni bir şey değil. Filmde değişik olan belki bir tek şey var, o da uyuşturucu ticaretiyle uğraşanların düzgün karakterler olarak çizilmiş olması ki o da bana fazla abartılı geliyor. “Uyuşturucu mu satıyorsun?” denince utançla başını önüne eğen ama aynı zamanda harbi delikanlı olan adamlar bana fazla idealize geldi. ABD’de hapishaneye girip de tecavüze uğramak neredeyse bir norm iken, hapse eşcinsel girip, eline erkek eli değmeden çıkan bir karakter de yine bana zor anlaşılır geldi. Moonlight, bunun ötesinde her haliyle fazla minimal. Dram ve sinema sanatı bu kadar evrim geçirdikten sonra bu kadar azla nasıl ve niye yetiniliyor? Oyunculukları pek övülüyor Moonlight’ın. Bana bu da tuhaf geliyor. Karakterlerin yapacakları o kadar az şey var ki, sergilenen duygu spektrumu o kadar dar ki! Ayrıca sallanan omuz kamerası o kadar çok kusuru gizleyen bir araç ki! Buna oyunculuklar da dahil. Tamam, herkes film yapabilsin, ana akım sinemanın anlatmadığı hikâyeler böylece anlatılsın. Punk ölmesin, yaşasın. Ama zanaat da unutulmasın, zanaatsız sanat olmasın. ‘Yaşamın Kıyısında’nın (Manchester by the Sea) senaryosuyla, ‘Moonlight’ın senaryosu arasında o kadar devasa bir fark var ki! Biri bir ustanın işi, diğeri işe yeni başlamış bir çaylağın. Ama ikisi de aynı yarışmalarda yarışıyorlar. (Bu arada ‘Yaşamın Kıyısında’nın Oscar adayı başrol oyuncusu Casey Affleck’in de kirli çamaşırları ortaya çıkarıldı, onun da geçmişte iki kadını taciz etmiş olduğu öne sürüldü.)
Ve bir şey daha: Filmler kendi başlarına değerlendirilsinler. Rüzgarı arkasına ya da karşısına aldıkları için değil. Liberal, beyaz basının günah çıkarma araçlarına dönüşmesinler. Moonlight, kimi gerçekten duyarlı anları dışında basmakalıp tasvirler yapan ve siyah eşcinsellere acımamızı isteyen bir film. Siyah eşcinsellerin ihtiyacı acınmak mı? Sanmıyorum.

http://www.birgun.net/haber-detay/ay-isigi-moonlight-kimsin-sen-chiron-147314.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder