23 Haziran 2016 Perşembe

Faşizme karşı omuz omuza...

Faşist vakitlerin kıyısındayız artık!

“Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.” Bu özlü tanımı, totaliter ve organik toplum arzusunu, cinsiyetçi saplantıları, belli bir kitle tabanına, sokak terörüne gereksinim duymasını vurgulayarak zenginleştirebiliriz. 
Bugün Türkiye’de böyle bir iktidarın şekillenmekte, hatta şekillenmesinin tamamlanmak üzere olduğunu savunan çok sayıda siyasi analist var. Ben bu analizlerin doğru bir yönde ilerlemekte olduğunu düşünüyorum.

‘Finans-kapitalin en gerici...’ 
AKP’de temsil edilen (toplumdaki gerici örgütlenmesi 14 yıldır giderek derinleşen, yaygınlaşan) siyasal İslamın entelijensiyasının birliğinin ifadesi olan lideriyle devleti “bir”leştirme süreci, artık tamamlanmak üzeredir. Bu “bir”lik, tüm seslerin kısıldığı, muhalefetin tasfiye edildiği, dinci ideolojinin egemen kılındığı, totaliter, organik bir toplumun kurulmasını tamamlamak için bir iç savaşı dahi kabul edebileceğini, açıkça ifade ediyor. 
Siyasal İslamın entelijensiyasının devleti ele geçirirken, “kültürel sermayelerini” (sahip oldukları simgesel üretim araçlarını) kullanarak toplumda üretilen ekonomik artığa ulaşmaya başlamasına bakarak, onun bir kapitalist sınıf fraksiyonuna dönüşmeye başladığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Bunlar artık, devletin şiddet araçlarını doğrudan, keyfi biçimde kullanabiliyor; aynı etkinlikle kullandıkları simgesel şiddet araçlarına da sahipler. Giderek bir sokak gücü şiddeti oluşuyor. Bu üretken değil finans-kapitale eklemlenmiş, rantçı, kısacası asalak bir sınıf. Bu özelliklere, bu sınıfın ideolojisinin fetihçi bileşenlerini, imparatorluk restorasyonu saplantısını da ekleyince, “finans- kapitalin en gerici” diye başlayan tanıma hızla uyum sağlayan bir oluşumu görebiliyoruz.

Faşizme karşı... 
Faşist devletin, gerektiğinde sivil “milislerle” uygulanan açık fiziki ve simgesel şiddete dayalı totaliter yapılanması altında demokratik siyaset yapmanın araçları hızla ortadan kalkar. 
İkincisi, faşizme karşı olan, olabilecek tüm demokratik güçleri (kurumlarısınıfları, hareketleri), faşist ideolojinin bileşenlerini dışarda bırakan bir söylemle birleştirilen bir muhalefet tarzının inşa edilmesi yaşamsal bir önem kazanır. Tarihsel deneyler, bu “birleşmenin”, işçi sınıfının en gelişkin (bilgi, kültür, beklenti) ve dinamik (örgütlenme kapasitesi) kesimlerinin etrafında kurulamadığı takdirde başarılı olamadığını gösteriyor. Bu bağlamda gidilecek yolu işaretleyen birer kilometre taşı olarak, “Gezi Olayı”, liselerden yükselen ses, LGBTİ direnişi çok önemli gelişmelerdir. 
Yapısal bir ekonomik kriz içinde, işçi sınıfının, krizdeki sermaye birikim rejimine ait olan kimi kesimleri hızla erozyona uğrarken yeni teknolojilere, sermayenin yeni değerlenme alanlarına bağlı olarak yeni emek biçimleri ve yeni işçi sınıfı kesimleri şekillenmeye başlar. Yeni teknolojiler dün elektrikli makineler, bugün, dijitalleşme, robotlar, bilişim ağları olarak düşünülebilir. Hizmet, özellikle sağlık ve eğitim sektörü, kültürel üretim alanları da bize sermayenin 1980’lerden bu yana hızla girmekte olduğu yeni alanları verir. 
Gezi Olayı, LGBTİ direnişi bu yeni sınıf şekillenmesinin kendini açığa vurduğu iki “mekândır”. Liselilerin direnişiyse bu yeni sınıfın potansiyel üyelerinin geleceğini koruma refleksidir: Bu yeni şekillenmekte olan sınıfa katılmaya hazırlananlar, siyasal İslamın iktidarını konsolide etme projesinin, yarın kendilerini işsizliğe mahkûm etme pahasına dayatılmasına karşı çıkıyorlar. Karşımızdaki salt bir gençlik hareketi değil sınıf mücadelelerinin muhalefete yol gösteren bir boyutudur!

Ergin Yıldızoğlu - Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder