Yeni anayasa tartışmalarında süreç dışına itilen sivil toplum temsilcileri, demokratik bir anayasadan beklentilerini anlattı
Her siyasi partinin seçim öncesinde vaat ettiği “Darbeci zihniyetten kurtulacağız” vurgusuna ve yapılan birçok düzenlemeye rağmen Türkiye, 1982 Anayasası’nın baskıcı karakterini ortadan kaldıramadı. Toplumsal hafızada yer eden vesayet sistemi değişiklik çalışmalarının neden başarısız olduğuna dair fikir veriyor.
Gündemdeki yeni anayasa çalışmaları, yakın geçmişte yapılan “açılım”lardan çok farklı bir yöntemle ilerliyor.
Sivil toplum ve halkın tamamen dışarıda tutulduğu bu süreçte, kamuoyunda büyük yankı uyandıran “Alevi Açılımı”, “Roman Açılımı” gibi çalışmalardan çıkan sonuçların yeni anayasaya nasıl yansıtılacağı da belirsiz.
Bu belirsizlik sürerken, süreç dışına itilen kesimlerin sesi olan STK temsilcileriyle görüştük. İnsan hakları aktivisti, SPoD LGBTİ gönüllüsü olan, son dönemde de CHP Beşiktaş Belediyesi Meclis Üyeliği görevini yürüten Sedef Çakmak, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Kurucu Başkanı, 25. Dönem HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu ve Avrupa Roman Hakları Merkezi/Türkiye İnsan Hakları Gözlemcisi Hacer Foggo yeni anayasadan beklentilerini anlattı.
“Derdimiz evlenmek değil yaşamak”
SPoD LGBTİ aktivisti Sedef Çakmak: Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibareleri anayasaya eklenmeli
Mevcut hükümetin bugüne kadarki pratikleri düşünüldüğünde yapılan yeni anayasa çalışmalarında şüphesiz en dezavantajlı kesim LGBTİ bireyler. 2011’de STK’lara yeni anayasa için çağrı yapıldığında, içinde yer aldığı STK’nın çalışmalarını yürüten Çakmak, yeni anayasaya dair düşüncelerini anlattı: “2011-2012’de yaptığımız tartışmalar sonucunda da LGBTİ’ler yeni anayasadan ne bekliyor konulu bir rapor hazırladık. O dönemde taleplerimizi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na gönderdik ve randevu talep ettik. Meclis’te LGBTİ bireylerinin neler yaşadığından bahsettik. Ayrımcılık, baskı ve şiddete vurgu yaptık. Taleplerimiz bir neticeye ulaşmadı ama LGBTİ hareketi ilk defa Meclis kayıtlarına geçti. Görünür bir hareket haline geldik.
Anayasaya yönelik taleplerimiz arasında en önemlisi, anayasanın eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin konulması. Türkiye, imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerde cinsel yönelim ve cinsel kimlik temelli şiddet ve ayrımcılıkla mücadele edeceğini beyan ediyor. Bu uluslararası sözleşmelerin temeli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi… Uluslararası yasalar ulusal yasaların üstündedir ve Türkiye’nin uyması gerekir. Biz, uluslararası yasaları ulusal yasalara çekmeye çalışıyoruz.”
“EN BÜYÜK DERTLERİ EVLENMEMİZ”
Eşcinsel hakları dendiğinde akla ilk gelen evlilik. Çakmak, Türkiye’de eşcinsellerin öncelikli olarak insanca yaşamak istediğini vurguluyor: “Devlet evlenmemizden korkuyor. En büyük dertleri bizim evlenmemiz gerçekten. (Gülüyor) İnsanlar evliliğe ne kadar gelenekçi bir tavırla yaklaşsa da evlilik bir hak paylaşımıdır. Evli çiftler birbirlerinin sosyal haklarından faydalanabiliyor. Eşcinseller evlenemedikleri için bir sürü sosyal haktan mahrum kalıyorlar. Bu durum da eşitsizliği doğuruyor. Sosyal hakların birey temelli tanımlanması gerektiğine inanıyorum böylece birçok eşitsizlik ortadan kalkacaktır.
“NERFET SUÇLARINA CİNSEL KİMLİK EKLENMELİ”
Nefret suçlarına ilişkin yasanın en büyük handikabı uygulanmaması. Üstelik Meclis kürsüsünde bile bu suç sürekli işleniyor. Çakmak’ın bu konuda da söyleyecekleri var: “Esas üzerinde durulması gereken konu,ayrımcılık karşıtı yasanın çıkması ve bu yasada homofobi ve transfobiyle mücadelenin net bir şekilde belirtilmesi.
2011’deki süreçte nefret suçları yasa tasarısı çıktı. Bu süreçte sivil toplumun oluşturduğu pek çok platform vardı. SPoD ve diğer LGBTİ dernekleri olarak bu platformların içerisinde yer aldık. Bu platformlar üzerinden bir sürü çalışma yaptık. Çıkan yasa tasarısında cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim konuları yine de yer almadı.”
“TEMEL YAŞAM HAKLARIMIZI İSTİYORUZ”
Yeni anayasa süreci devam ederken, Başbakan Davutoğlu’nun tartışmalı bir şekilde görevini bırakmasıyla ilgili Çakmak: “Ak Parti hükümetinin üst düzey temsilcilerinin homofobik ve transfobik söylemlerini göz önünde bulundurduğumuzda yeni atanacak Başbakan’ın da Anayasa’da LGBTİ’lerin haklarının korunması konusunda adım atacağına inanmıyorum. Geçenlerde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Hükümet olarak kanuna cinsel yönelim filan eklemeyiz. Bu siyasi tavrımız. Muhafazakâr demokrat partiyiz. HDP ya da CHP iktidar olursa onlar ekler” dedi. Bu bir bakanın hatta Adalet Bakanı’nın söyleyebileceği en talihsiz cümlelerden biri… Bu aslında vatandaşlar arasında ayrımcılık yaptığını kabul ettiği bir söylem. Bu açıklama aynı zamanda LGBTİ’lerin sadece ve sadece iki parti etrafında toplanmış olduğunu ima ediyor. Hâlbuki AKP’ye oy veren bir sürü LGBTİ birey var.
LGBTİ bireylerin hakları denilince LGBTİ’lere özel haklar tanınacakmış gibi yanlış bir algı doğuyor. Yok öyle bir şey, biz sadece temel yaşam haklarımızı istiyoruz.”
Aleviler iktidara da Avrupa’ya da güvenmiyor
Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu: Aleviler açısından AİHM ve Avrupa Birliği’nin bir ciddiyeti kalmamıştır. Bu kararlar sadece Alevi sorununun uluslararası arenada tartışılmasını sağlayacak.
AİHM’den gelen art arda uyarılara rağmen hükümet cemevlerinin ibadethane statüsü ve zorunlu din derslerinin kaldırılması konusunda adım atmamakta ısrarlı. Ali Kenanoğlu yeni anayasa konusunda karamsar. “Böyle bir Anayasa’dan kapsayıcılılık, kuşatıcılık beklemek ahmaklıktır” diyen Kenanoğlu: “AİHM’e Aleviler bundan önce de davalar götürdü ve hepsini de kazandı. Daha önce zorunlu din dersleri, nüfus cüzdanındaki din hanesine Alevi yazılması, cemevlerinin giderleri için bütçeden pay ayrılması gibi konularda Alevilerin haklı oldukları AİHM tarafından da birçok kez tescil edildi. AİHM’in bu kararı aynı şekilde cemevlerinin ibadethane olduğunun tescili anlamına gelmektedir. T.C. Anayasası ve uluslararası anlaşmalara göre T.C. Hükümeti AİHM’in bu ve bundan önceki kararları doğrultusunda yasalarında düzenlemeler yapmalıdır. Ancak hükümet bu uygulamayacağını daha evvelden beyan etmişti. Biz de bunun üzerine Avrupa Konseyi’ne T.C. Hükümeti’nin hukuk tanımaz tavrını şikâyet etmiştik. Bu şikâyetin bir karşılığı, yaptırımı olmadı. Avrupa’da mesele siyasi çıkarlar çerçevesinde ele alınıyor. Bu anlamıyla Aleviler açısından AİHM ve Avrupa Birliği’nin bir ciddiyeti kalmamıştır. Bu kararlar sadece Alevi sorununun uluslararası arenada tartışılmasını sağlayacak.”
“DEVLETİN DİNİ OLMAZ”
Kenanoğlu: “Meydanlarda, kürsülerde sürekli ‘Tek millet, tek vatan, tek dil, tek bayrak ‘ derken diğer taraftan da tüm uygulamaları ile ‘tek din, tek inanç’ destekçiliği yapan bir partinin çok kimlikli anayasa yapacağına kimsenin inancı olamaz. Anayasa ortak yaşam sözleşmesidir ve ortak yaşayacak toplulukların birlikte oluşturması gereken metinlerdir. Şimdi sen çoğunluğuna güvenerek kalkıp kuralları ben yazacağım ve hep birlikte bu kurallara göre yaşayacağız diyorsun. Böyle bir ortak yaşam olmaz, olamaz. Böyle bir Anayasa’dan kapsayıcılılık beklemek ahmaklıktır. Hem İslam dinine vurgu yapıp hem de kapsayıcı anayasa yapacağız demek zaten başlı başına böyle olmayacağının itirafıdır.”
TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “yeni anayasada laiklik olmamalı” sözlerine dair Kenanoğlu: “Laiklik olmadan demokrasi ve hakim inancın dışındaki inanç mensuplarının özgürce yaşama şansı olmaz. Laiklik tartışılacaksa kalkıp kalkmaması değil, gerçek bir laikliğin olup olmadığı tartışılmalıdır.
Diyanetin, din derslerinin, imam hatiplerin olduğu bir ülkede laiklikten bahsetmek aldatmacadan başka bir şey değil.
İhtiyacımız olan statükocu, yasakçı bir laiklik değil özgürlükçü bir laikliktir. Savunduğumuz özgürlükçü laiklikte tüm din işleri organizasyonu, eğitimi ve öğretimi dahil sivil hayata devredilecektir. Devlet dinsiz olurken vatandaş dini inancını en özgür şekilde yaşama imkânına kavuşacaktır. Avrupa ülkelerinde de benzer şekildedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı ya da benzeri bir devlet kurumunun laiklikte ve demokratik bir ülkede yeri yoktur. Dinler, inançlar ve yine inançların kendileriyle olan sorunlarını çözmek, bir takım hususları kolaylaştırmak için tüm inanç mensuplarınca bir üst kurul oluşturulabilir. Bahsettiğimiz bu kurulda devlet olmamalıdır.”
Romanlar proje değil
Avrupa Roman Hakları Merkezi/Türkiye İnsan Hakları Gözlemcisi Hacer Foggo: Hiçbir parti ya da ideoloji derin yoksulluk yaşayan insanlar üzerinden siyaset yapılmasını meşrulaştıramaz. Bu öyle bir boyuta geldi ki, seçim döneminde sırf başka partilere oy veriyorlar diye çadırda yaşayan Romanlara kömür verilmediğine tanık oldum.
2009’da Conrad Otel’de başlayan Roman açılımıyla, iktidar düzeyinde ilk kez resmi kabul gören Romanların bütün ümitleri kentsel dönüşüm yasasının, Afet Dönüşüm Yasası’na çevrilmesiyle suya düştü.
Çadır ve barakalardan kurtulmak isteyen Romanların, yaşadıkları yerleri de kaybettiğini söyleyen Hacer Foggo, Romanların devletle ilk temasını şöyle anlattı: “Ayrımcılık karşıtı yasaları ve uygulamaları güçlendirerek Türkiye’deki yasaların kapsamının daha geniş hale getirilmesi ve ırk ayrımcılığının kapsamlı ve net bir tanımının yapılması gerekmektedir. Türk Ceza Yasası’nın 122. Maddesi’nin başlığı Mart 2014’te “Nefret ve Ayrımcılık” olarak değiştirildi. Yapılan düzenleme, ayrımcılığın ancak çok sınırlı temellerini kapsıyor ve ayrımcılık veya nefret kaynaklı pek çok temel suçu ise içermiyor. Üstelik Romanlar, gibi en hassas grupları ayrımcılık ve nefret suçlarından yeterince korumuyor. 2005’te kentsel dönüşüm projelerinin kolaylıkla uygulanabilmesi için gerekli ilk mevzuat yürürlüğe girdi. O zamandan bu yana özellikle kentin merkezindeki yoksullar ve Romanlar yerlerinden edildi. Hükümet tarafından hazırlanan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” başlıklı yeni yasa barınma ve mülkiyet haklarına özellikle yasada bulunan acele kamulaştırma mekanizmaları ile zorla tahliyelere neden olmaktadır. 2011-5366 sayılı Kentsel Yenileme Yasası’nı arar olduk. Afet Dönüşüm Yasası tamamen değiştirilmelidir.
Özellikle Romanlar gibi ekonomik olarak cazip alanlarda yaşayan insanların buralardan zorla tahliyesi ve yerlerinden edilmesi endişe yaratıyor.”
Romanların barınmayla birlikte en başta gelen sorunu eğitim. Foggo: “Genelde Roman çocukların gittiği okulların eğitim kalitesi oldukça düşüktür ve buraya tayin edilen öğretmenler söz konusu atamayı bir “cezalandırma” olarak görüyor. Roman çocuklar ve aileleri, yalnızca onların devam ettiği okullarda ülke genelinde okutulan müfredatın uygulanmadığını söylüyorlar.
Daha detaylı veriler elde etmek için yeni çalışmalar yapılması ve Roman çocukları eğitim sistemine tamamen entegre etmeye yönelik sürdürülebilir önlemler ve politikalar geliştirilmeli.”
Kabahatler Kanunu’nda da değişikliğe gidilmesi gerektiğini vurgulayan Foggo: “Türkiye’deki Kabahatler Kanunu, özellikle Romanlar açısından çok sorunlu. Örneğin, İstanbul’da kayıt dışı işler yapan, caddelerde çiçek, su, tekstil ürünleri vb. satan Romanlara, polis tarafından ‘çevreye rahatsızlık verdikleri’ gerekçesiyle cezalar kesiliyor. Kanun, “suçları” değil kabahatleri cezalandırdığı için hiçbir hukuki gözetime tabi tutulmadan yalnızca polis tarafından uygulanıyor.
Romanlar “sosyal bir problem, sadece sosyal yardım bekleyen topluluklar olarak görülmemelidir. Romanların aynı zamanda farklı kimlik ve farklı kültürel özellikleri olan bir topluluk olduğu unutulmamalıdır. Devlet, Romanları süresi olan bir proje gibi görmemeli. Bu konuda yürütülen politikaların devamlı olmasını sağlamalı. Yani Devletin, Romanlarla ilgili yapacağı; barınma, istihdam, eğitim ve ayrımcılıkla ilgili çalışmalar, Romanlarla birlikte yürütülmeli ve sürdürülebilir olmalı.”
BERRAK GÜNGÖR / TARAF
http://www.taraf.com.tr/yasam-barinma-ibadet/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder