29 Mart 2015 Pazar

Ece Temel Kuran: Ben baskın karakter değilim aslında. Benim mevcudiyetim gösterişli.

*Popüler kültürün içinde çalışan birisi olarak, benim eski tanıdığım popüler kültür değil şu anki. Son 3-4 yılda hızla başka bir yere gitti.
-Ben bu 80’leri baya bir çalıştım. Magazinini de çok çalıştım. Çünkü Bülent Ersoy çok önemli bir metafor, Zeki Müren de öyle. Bugün mesela kim konuşuluyor en çok Türkiye’de magazin figürü olarak?
*Demet Akalın.
-Demet Akalın niye konuşuluyor?
*Çünkü magazine çok fazla malzeme veriyor. Acun var.
-Acun mesela. Acun da değil aslında üzerinde tartışabileceğimiz birisi. Hülya Avşar olsun mesela. 80’e giderken millet birbirini boğazlıyor sokakta. Herkes “Bülent Ersoy kadın mı erkek mi? Ne olacak Bülent Ersoy’un memeleri” meselesini konuşuyor, hastalıklı bir şekilde. Cadı arar gibi bir suçlu arıyorlar bütün bu karmaşaya. Hakikaten Bülent Ersoy 1980’e giderkenki dönemin cadısıydı. Cadı yakma töreninin cadısıydı. Bunu metafor olarak kullanmaya ben karar verdim. Magazini dip köşe okudum. Gördüğüm şöyle bir şey var. Acayip muhafazakarlaşmış Türkiye. Hülya Koçyiğit’in elinde rakıyla pozları var. Herkes içki içiyor. Daha doğrusu kimse içki içtiğini saklamak zorunda değil. Sanatçılar, en magazin figürü dediğin adamlar da politik. Mesela Ferdi Tayfur “Beni ülkücüler seviyor…” diyor. Baya bu tarz konular konuşuluyor. Bunların demeçleri veriliyor. Güzellik anlayışı da nasıl değişmiş. Estetik anlayışı. Mesela o magazin eklerinde büyük pozlar veren kadınlar böyle naylon çorapla yalın ayak poz veriyorlar. Şimdi kimseyi göremezsin ayağı öyle gözüken. Ayak bizim kamusal hayatımızdan ne zaman çıktı? Biz bu kadar ayağımızı gizleyen insanlar değilmişiz. Mesela ayakkabıları tozlu herkesin. Mesela bizim ayakkabılarımız manyakça cilalı ya. O zaman öyle bir şey yok. Giydiğimiz şeyin yeni olması bu kadar önemli bir şey değil.
*Benim ailemin ekonomik durumu iyiydi. Ama benim şimdiki gibi yüzlerce ayakkabım yoktu. Babamın da yoktu. İki tane vardı. Babam da ayakkabısı eskiyince gider Sümerbank’tan alırdı.
-Doğru olan oydu bence ve güzel olan da oydu. Yeni ayakkabının olmasına ayrıca bir mana atfedilmiyordu. Biz o dönemde büyüdük. O marka dene şeyin hayatımıza giren zamanlarında büyüdük. Ben “Adidas çıktı onu giymeliyiz”i öğrenen ilk kuşağım. 501. “Hamburgerciye gitmek, orada takılmak lazım”ı ilk bizim kuşağımız öğrendi. Aslında biz ekmeği peynire katık etmeyi öğrenen son kuşağız. “Ekmekle peynir aynı anda bitecek” bilgisi...
*Türkiye’nin şu andaki popüler kültürünü bir gazeteci olarak size sorsam, üç beş cümlede özetleyin desem nasıl özetlersiniz?
-Benim çok dikkatimi çeken şeyi söyleyeyim. En “avangardmış” gibi gözüken insanların ne kadar muhafazakar kültürü övmek için çabaladıklarını görmek beni çok üzüyor. Yani sen biliyorsun ki onun gece hayatı da var, şusu da busu da var. Ama ev kızı gibi davranıyor, gazeteye röportaj verirken. O kalıplaşmış hassasiyetler ve kurallara tamı tamına riayet ediyor. Dolayısıyla isterse kıçını gösteren mini etek giyinsin bana ne? Benim için Yozgat’ta yaşayan ev kızından farkı yok. Aynı çünkü. Hiçbir şeye hayır demeden, sanki her şeye hayır diyormuş gibi görünen birtakım insanlar var ortada. En çok buna gülüyorum. Benim kardeşimin Altın Portakal alan filmi ‘Bornova Bornova’nın başındaki epigraf bence bugünü çok açıklayan bir şey. 80’le bağlantılı olarak da. İlk epigraf Demet Akalın’dandı. Demet Akalın şarkıcı olan mıydı?
*Evet.
-Hep karıştırıyorum ben onları. “Keşke bir tokat atsaydı da aklım başıma gelseydi” gibi bir şey. Kocasıyla ilgili. Tam sözcüğü sözcüğüne söylemeyeceğim... İkinci epigraf Evren’den “Öyle bir nesil yetiştireceğiz ki hiçbir ideolojileri olmayacak”. Film böyle başlıyor. Bugünkü elimizde ne kadar popüler kültür saçmalığı varsa, iki yüzlülük varsa, bu iki yüzlülüğün bir sonucu. Bence taşra iki yüzlülüğününü Türkiye’ye hakim hale getirdiler. Bilirsin herhalde!
*Taşrada büyüdüm ben.
-Şehrin içinde herkes olması gerektiği gibi davranıyor ama şehrin dışında bir otel vardır erkekler oraya giderler. Orada her türlü bok yenir. Her yerde vardır o otel. Anadolu’da çok gazetecilik yaptım, biliyorum o otelleri, pavyonları bilmem neleri falan filan. Dolayısıyla işte o iki yüzlülüğü Türkiye’nin başına taç ettiler. Bugün yaşadığımız rezaletin nedeni bence o.
*Siz hep baskın bir karakter miydiniz?
-Şimdi bunu yakın zamanda kendi kendime teşhisini koydum, çok mutluyum. Ben baskın karakter değilim aslında. Benim mevcudiyetim gösterişli. Bu doğuştan bir şey ama.
*Star ışığı yani!
-Senin karşına çıksaydım, jüri olsan öyle diyebilirdin evet.
*Bizim popüler kültürde star ışığı var dediğimiz insan aslında.
-Öyle olabilir. Oscar törenlerinde senarist ödül aldı ve ağladım onun konuşmasını dinlerken “16 yaşındayken intihar etmeye kalktım, bu dünyaya uymadığımı düşünüyordum. Sakın intihar etmeyin bir gün kendinizi burada bulabilirsiniz” dedi. Ağladım onun konuşmasını dinlerken. O bana şeyi hatırlattı. 16 yaşımdayken doğumgünümde hüngür hüngür ağlıyorum. Şimdi çok komik geliyor ama o günün ciddiyetini hatırlıyorum. “16 yaşıma geldim ve daha hiçbir şey yapamadım. Borges 12’sinde bunu yapmış, Saint-Exupéry 13’ünde şunu yapmış, dehalar böyle olur. Ben 16 yaşındayım geri zekalının tekiyim” diye düşünüyordum.
*Bir de kıstaslar yani.
-Bu bana normal geliyordu. Böyle olmalı diye düşünüyordum. İçimde bir dert vardı ve bunu açıklayamamaktan mustariptim. O dert benim mevcudiyetimi gösterişli hale getirmiş olabilir. Bilerek yaptığım bir şey değil. İnsanlar beni ortaya çıktığım zaman görüyorlar.
*Yazılarınızda hafif bir öğretmen tavrınız var.
-O konuda tevazu yapıp yalan söyleyemeyeceğim! Bu şaka tabii ama yazının öyle bir iktidarı var bence, benim değil.
*Ama her yazardan bu duyguyu edinmiyoruz ki.
-Ben de bu vakte kadar hayatımı köşe yastığı gibi geçirmedim. 19 yaşımdan beri herkesin gitmeye korktuğu yerlerde dolaşıyorum. O insana koruma mekanizması mı dersin, terkip mi dersin. Evet sözümün güçlü olmasını istediğim zamanlarda bunu becerebiliyorum. Böyle bir maharetim var. Ama bana bir şey öğretmek mi istediğimi sorarsan eğer, bilakis ben hiçbir şey bilmediğimi düşünürüm her zaman. Ve hep bundan dolayı eksik hissederim kendimi.
Şimdi şöyle bir şey var. Yazar olmakla ilgili mi, kişiyle alakalı mı bilmiyorum. Benim meraklarım her zaman kanaatlerimden daha güçlü oldu. Bir de mülkiyet duygusu, din duygusu, otorite duygusu bunların hepsi bende çok zayıftır. Yok, gibi bir şey yani. Ben bunları sonradan öğrenmek zorunda kaldım. Çok büyük ameliyat geçirdiğim için büyürken, bedenimle ilgili duygu da değişiktir. Bir sürü insanın hayatını kuran temel değerlere ilişkin temel meselelere ilişkin benim değerlerim hep farklı gelişti.
*Herkes bizim gibi düşünmek zorunda mı?
-Hayır. Öyle bir şey yok ama cehaletle mücadele hepimizin görevi.
Bu ülke psikolojik olarak şu an kötü durumda. Her şeyi bir heyecan halinde yaşıyor, iyisini de kötüsünü de. “Bu yıl erik turfanda” diye yazsam Twitter’a, bir kısım insan bana “Allah’ın hikmeti” yazacak. Bütün asgari müştereklerini yitiren bir ülkeden bahsediyoruz. O kadar ağır bir kutuplaşma var ki askari müştereklerini yitiriyor. Mini etekli kıza tecavüz edilir mi edilmez mi bunu tartışan bir ülkeden bahsediyoruz ya, içler acısı.
*Niye her şeyi politize ediyoruz?
-Her şey politik zaten. Doğası gereği her şey politik ve politik olmayan bir şey yok. Ama her şeyi kutuplaşmanın meselesi haline getirmek problemli. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca insanları şuna inandırdılar; “Politikadan konuşmayalım, biraz da başka şeylerden konuşalım”. Başka şey ne? Magazin konuşalım. Sen zannediyor musun ki, magazin politik değil? Politika olmasın diye üzerimize abandıralan bu kadar magazinin, politik bir beynin, politik bir tavrın ürünü olmadığını mı düşünüyorsun? Sen aptal ol diye bu kadar çok kadın bacağı ve aptal saptal muhabbet biliyorsun. Gidip Survivor’da insanların açlıktan birbirlerine hakaret etmelerini izliyorsun. Başka şey izleme diye sana bunları izletiliyor. Bu en büyük politika zaten. Bu da politik. Sen aslında bunu izleyerek politik bir tutum alıyorsun. Aslında her şey politik ama asıl mesele askari müşterekleri yitirecek kadar kutuplaşmamak.
Burada insanlar samimiyet istemiyor. Samimiyet taklidi istiyor. Ezberledikleri tavırlar var, mimikler, jestler, hareketler, sözler var. Onları duyunca “ah çok samimisin”. Gerçek samimiyeti kaldırmaz bu ülke.
Geçenlerde Amerikalı bir arkadaşım dedi ki “Türkiye hapishane gibi”. Ben de “Çok baskı var, evet” dedim. Dedi ki: “Yok, yok onun için demiyorum. Hani bir hapishaneye girince bir çetenin mensubu olman gerekir ya hayatta kalmak için. Türkiye de öyle bir yer. Bir çetenin mensubu olmazsan hayatta kalamıyorsun.” Dedim doğru. Benim hayatım o yüzden zor. Çetem yok ve çetesi olmayan insanlar için zor bir hayat özellikle kültür hayatı. Kültür hayatı içerisine gazeteciliği de, yazarlığı da, sinemayı da katıyorum. Yani biraz çete işi vardır ama insanlarında tek başına hayatta kalması zor bu ülkede, o yüzden biraz da anlıyorum yan yana durma konusunu. Bu popüler hayatta tek merak ettiğim insan var o da Meryem Uzerli.
*Almanya’da yetişmiş bir Türk . “Öteki” yani.
-Kız burada başa çıkamadı ya onu önemsiyorum belki de... Dayanamadı ve gitti. Burada yetişmiş olsaydı dayanabilirdi. İyi bir şey olarak söylemiyorum dayanmayı, tahammül etmeyi öğrenebilirdi. Tahammülü öğrenerek büyüyoruz biz. O hanımefendi doğal, sağlıklı bir insan olduğu için tahammül edemedi bence yaşadığı şeylere filan...

Armağan Çağlayan - Radikal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder