19 Aralık 2014 Cuma

Ayrıksı ve zarif bir melodram

Plastik evrenleri, asi karakterleri, alternatif müzik skalası, cinsel tabularla ilişkisi, anarşist yaklaşımı, punk kültürüyle bağı ve canlı rejisiyle bilinen biseksüel bir yönetmenin olgunlukla imtihanı… “Karda Bir Beyaz Kuş”, eşcinsel sinemanın “Yaşamın Dibi” ve “Kıyamet Kuşağı” gibi kilometre taşlarına imza atan Gregg Araki’nin “Tenin Gizemi”yle başlayan ikinci dönemine ait, gerilimle gizemin dengesini iyi ayarlayan zarif bir melodram... Matem, ölüm, aile, bekaret tabusu gibi temaları sömürüye kaymadan ele alınca, Almodóvar’ın bu türdeki katmanlı eserlerini hatırlatmak, “Annem Hakkında Her Şey”le bağ kurmak kolaylaşıyor.

Yeni Eşcinsel Sineması akımının nevi şahsına münhasır isimlerinden Gregg Araki, sinemaya 80’lerin sonunda girse de 90’ların başındaki tartışmalı eserleriyle anılmıştır. Başyapıt seviyesindeki “Yaşamın Dibi” (“The Living End”, 1991) ve “Kıyamet Kuşağı” (“The Doom Generation”, 1995) ile şöhrete kavuşmuştur. Kendi jenerasyonunda Gus Van Sant ve Todd Haynes’le birlikte ‘en önemli üç isimden biri’ olarak kabul görmüştür. Böylece ABD’de karşıt kültürün ayakları üzerinde duran bir temsilcisi olmuştur.

EŞCİNSEL SİNEMANIN AUTEUR YÖNETMENLERİNDEN

Yönetmen, camp (bilinçli bayağılık estetiği) dünyası, alternatif müziklere (shoegazing türü gibi) ilgisi, anarşist tavrı, cinsel tabuları yıkma arzusu, punk kültürüne yakınlığı, canlı rejisi ve ilişkilere getirdiği eşcinsel/biseksüel yorumuyla bir kimlik oluşturmuştur. Sinemasında her daim bir plastik doku öne çıkarken, buna John Waters kaynaklı, iğneleme kaygılı ince bir mizah da eşlik eder. En azından 1999’da çektiği en piyasa işi filmi “İkisini de Sevdim”e (“Splendor”) kadar süren asi ilk döneminde, homofobik ve muhafazakar kesimleri çaktırmadan eleştiri yağmuruna tutmuştur Araki.

Fransız Yeni Dalgası’nın metotlarını ‘karşıt kültür’ün gözünden yorumlayan Yeni Eşcinsel Sineması’nda yönetmenin bu yıllarını Jean-Luc Godard’a veya Louis Malle’e yakın bulabiliriz. Ama Godard’ın deneyleri ile Malle’in cinsellikle ilişkisini, Rainer Werner Fassbinder’in renkli ve plastik döneminin dokusuyla ve ruhuyla sarmalamak esaslı hedefe dönüşmüştür.

Rengarenk bir dünyada deneyci ve cinsel tabularla haşır neşir Fransız Yeni Dalgası temsilleri görürüz sanki. Tüm bunlar homoerotizmi öne çıkaran bir cinsel özgürlük/fantezi arayışıyla ele alınır. Eşcinsel, heteroseksüel veya biseksüel arzulara hitap etmesi fark etmeksizin, cinsellik Araki’nin sinemasının her daim bir parçası olmuştur. 2004 tarihli “Tenin Gizemi” (“Mysterious Skin”) onun için kilit bir eserdir. Zira orada geçmişinde cinsel tacize uğramış, biri jigololuk yapmaya başlarken, diğeri herkes tarafından dışlanan iki gencin dostluğu anlatılır. Joseph Gordon-Levitt ile Brady Corbet, Araki’yi en ciddi ve dramatik filmine yönlendirmiştir.

MELODRAMI SÜSLEYEN PLASTİK BİR GİZEM


Bu onun olgunlukla ve doğal renklerle imtihanı anlamına gelmiştir aslında. Anna Faris’li karton ve ticari komedi filmi “Smiley Face” (2007) ise yönetmenin iş kazalarından biridir. “Karda Bir Beyaz Kuş” (“White Bird in a Blizzard”, 2014) Araki ciddiyetiyle nefes alan bir film. “Tenin Gizemi” ile birlikte onun kariyerinin nadir edebiyat uyarlamalarından. Araki’nin asi ve dinamik karakterlerinden bir gıdım, cinsellik ve tutku sevgisinden ise fazlaca barındıran eser, temelde ‘matem’ duygusunu keşfe çıkıyor. Ancak karşımızda, ‘ölüm’ ve ‘kayıplar’ üzerinden akan en sıra dışı anne-kız ilişkilerinden biri beliriyor. Laura Kasischke uyarlaması “Bir Nefeste Hayat”ta (“Life Before Her Eyes”, 2006) Uma Thurman-Evan Rachel Wood arasında canlanan, gizem ve gerilim yüklü etkileşimin bir benzeri, edebiyatçının ikinci başarılı sinema uyarlamasında da mevcut.

Yeni Eşcinsel Sineması’nın ikinci kuşağından eşcinsel John Cameron Mitchell’in “Mutluluğun Peşinde”de (“Rabbit Hole”, 2010) ‘matem’le duygusallaşma zafiyetini tekrarlamayan yönetmen, sömürüden kaçmak için her şeyi yapıyor. Adeta “Annem Hakkında Her Şey”in (“Todo Sobre Mi Madre”, 1999) yeğeni olarak anılabilecek bir esere imza atıyor. 17 yaşındaki bir kızın cinsellikle tanışmasını, tutku dolu seks arayışını perdeye taşırken, bu eyleminde Edith Carlmar’ın cesaretiyle klasikleşen “Asi Kız”ı (“Ung Flukt”, 1956) kadar net durmuyor. Aksine arka fonda beliren acıdan, sürpriz finalleri seven bir Araki gizemi çıkarmak istiyor.

ANNE İLE KIZ SAÇ SAÇA BAŞ BAŞA

Amerikan banliyösünde bir ‘hagsploitation’ ya da ‘psycho-biddy’ atmosferi canlanıyor. Sanki “Strait-Jacket” (1964) veya “Mommie Dearest” (1981) kıvamında delilikten beslenen bir anne-kız çekişmesi izliyoruz. Bu kadınların arasındaki kavgaları merkezine alan psikolojik-gerilim şablonu, çıtır sevgili rekabetine kadar uzanırken, Green’in Woodley’nin karşısında sürekli arıza çıkması ve saçlarını bozması tedirgin edici Joan Crawford siluetini akla getiriyor.
Araki, aslında kitsch öğelerden beslenme ezberini sürdürüyor. “Tenin Gizemi”nden itibaren başlayan baskın plastik dünyayı çocukların/gençlerin hayalinde, rüyasındaymış gibi gösterme arzusu bir kez daha açığa çıkıyor. “Gümmm”de (“Kaboom”, 2010) kıyamet filmine kaykılan bu yorum, aslında “Karda Bir Beyaz Kuş”ta sürekli uyanırken çekilen Kat’in etrafında dönüyor. En nihayetinde de onun gerçeküstücü tablolarla sarılmış, ultra camp beyaz kabus sahnelerine kadar uzanıyor.

80’LERDE GEÇEN BİR DOUGLAS SIRK FİLMİ GİBİ


Karların altında yatan anne bedeni filmin ana imajı olarak zihnimize kazınıyor. Aslında 1988’de annesini kaybeden karakterimiz, uzun süre bu olayın gerçekliğini sorgulasa da esas mesele farklı gelişiyor. Dramatik yapı, pembe dizilere yakın bir omurgaya kavuşurken, bu plastiklik avantaja dönüşüyor.

Araki, seyirciye istediğini vermiyor. Aksine çıplak bir Shailene Woodley, seks sahneleri, gerçeküstücü kabus sahneleri ve sürekli uyanan bir karakterle, flashback anlatılarını anlamlandırıyor. 1988-1991 arasında, tam gününü bilmediğimiz havada kalan akış ilgi çekici... ‘Parlak renkler’ arka plandan her daim içeri sızarken, 80’lerde geçen bir Douglas Sirk filmi izlenimi de yaratılıyor.

İŞLEVSİZ AİLE YAPAYLIKTAN BESLENİYOR

Sheryl Lee’nin varlığı David Lynch malzemesine dönüşürken, eşcinsel arkadaş ekibi de ayrı bir katkı yapıyor. Meselenin özü temelde banliyödeki yan komşuyla ilişkinin yarattığı cinsel arayış, cinsellikle tanışma klişesi... Annenin rekabete girmesi de bir zalimlik getiriyor. Ama asla gerçek bir anne duygusu, bir evlilik iradesi hissedemiyoruz.

Araki kendi gençlik dönemine denk gelen bir periyoda odaklanırken, bir bakıma yaşadığı sıkıntıları da öne çıkarıyor. Ergenleri ele alma arzusunu bir kez daha gösteriyor. Ama cinsel fantezi adına net adımlar atmıyor. “Tenin Gizemi” geleneğini izleyip onu “Annem Hakkında Her Şey” yoluna sokuyor. Sürekli yapay bir kostümün, plastik set tasarımının, parlak renklerin anlamını kavramamız istenirken, arkadan ‘eşcinsel yorumu’ çıkıyor.

ÜÇ FORMÜLDEN BESLENEN ARAKI MELODRAMI

Araki geleneğinden bir melodram böylece beliriyor. Ölüm, matem, kayıplar, intikam, sadakat gibi kavramlar, dramatik yapıda çok farklı yerlere yerleştiriliyor. Böylece “Karda Bir Beyaz Kuş”, “Annem Hakkında Her Şey”, “Mommie Dearest” ve “Asi Kız”ın, üç ayrı köşeye itilmiş formülün bir karışımı olarak canlanıyor. 50 yaşını geçen biseksüel bir yönetmenin Almodóvar’ın olgunluk yıllarındaki geleneğine tutunma arayışı bu temelde…

Melodramatik öğelerle bezeli bir şablon denenirken, aslında hüzünle, kayıplarla, aileyle, evlilikle, başarıyla dalga geçmek hedef... “Kıyamet Kuşağı” kadar sert olmamak bu noktada anlam kazanıyor. Ergen kızın cinsel arayışı, çekişme kurallı anne-kız ilişkisi ve banliyöde geçen plastik melodram her türlü incelemeye açık hale geliyor. Amerikan orta sınıf ailesinin sıradan dünyasından birçok şey bu sayede önümüze dökülüyor.

Araki, kendi jenerasyonundan Todd Haynes’in bir Douglas Sirk filminden esinlenerek Technicolor renkleriyle çektiği melodram başyapıtı “Cennetten Çok Uzakta”ya (“Far From Heaven”, 2002) selam çakmış burada sanki. Oradaki 50’ler atmosferini 80’lere taşımış. Bu da kendine en uygun rolü bulan Shailene Woodley’nin fiziksel özelliklerini de kullanmasını iyi bilen başarılı performansına alan açıp, “Aynı Yıldızın Altında”da (“The Fault in Our Stars”, 2014) düştüğü gülünç durumu unutturmasını sağlıyor.

Kerem Akça - habertürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder