14 Temmuz 2013 Pazar
Zerrin Özer'den Erdoğan'a: "Sizi bu candan çok seviyorum canım başbakanım."
Twitter sayfasında Başbakan Erdoğan’dan övgüyle bahseden Özer, kendisini eleştirentakipçilerine tek tek mesaj yazdı. İşte o tweetler: Herkesin fikri kendine. Hiç işim olmaz. Özgür iradem, sevgim ve saygımla diyorum ki; sizi bu candan çok seviyorum canım başbakanım. Başbakanımızı sevdiğim için linç ediliyorsam mutluyum. Demek ki değiyor.
Akşam
Akşam
Huysuz Virjin: 'Zeki Müren'den daha güzel kadındım beni kadrosuna almadı'
Seyfi Dursunoğlu, efsanevi 'Huysuz Virjin' tiplemesiyle şov dünyasının en renkli kişisi...
40 yıldır canlandırdığı Huysuz Virjin’i daha çok uzun yıllar yaşatmaya kararlı. Seyfi Dursunoğlu ile Çengelköy’deki evinde buluştuk. 81 yıllık hayat hikayesini anlattı...
Çocukluğum 5-6 yaşına kadar Trabzon’da, sonra da İstanbul’da çok mutaassıp bir ortamda geçti. Babam çok despottu. 4 çocuktan sonra doğdum. En küçük ben olduğum için bütün sevgiler üzerimdeydi.
El üstünde büyütüldüm. Bir gün annemde kanama oldu, doktor “Artık çocuğun olmaz” dedi. Ama annem hamile kaldı ve benden 16 yaş küçük kardeşim dünyaya geldi.
O gelinceye kadar el bebek gül bebek olan ben tu kaka oldum. Artık yaptığım her şey kabahat oluyordu. O yaşta çocuğu olmuş, büyük marifet ya; babam bebeği kucağından indirmiyordu.
Sonrası yatılı okullar. Özel Boğaziçi Lisesi’nde okurken ablam bir subayla evlendi. Eniştem, “Bu çocuğun tahsili için çok para veriyorsun. Subay yapalım bunu, bedava okur” diye babamın kanına girdi.
Çok cimriydi eniştem, cimriliği onu sonunda öbür tarafa götürdü. Otobüse yetişmek için arabanın altında kaldı öldü...
“Subay olmamak için sınıfta kaldım, SSK’da memur oldum...”
Sesimi çıkaramadım, Deniz Lisesi’ne yazdırdılar beni. Karşı çıkmak mümkün değil, despot babanın dayağı var. Ama içimde de askerlik duygusu yok. 4 dersten kalınca okuldan atılıyordunuz, ben de çareyi bunda buldum, atılmak için 4 dersten kaldım.
Okuldan çıkarılan birkaç çocuk evlerine giderken vapurdan atlamış. Bu yüzden okulla ilgisi kesilen çocuklara evlerine kadar bir öğrenci eşlik ederdi. Bana eşlik eden Ertan’a; “Benim canıma minnet, zaten okuldan atılmak için sınıfta kaldım” dedim.
İnanmadı; “Yok ben eve kadar götüreyim neme lazım” dedi. Eve kavuşmanın mutluluğu ile ertesi gün 4 katlı ahşap evimizde bir temizlik yaptım, tahtaların rengi fırçalanmaktan açıldı.
O despot baba bana “Niye derslerinden kaldın, okuldan atıldın?” demedi. Tiyatrocu olmak istiyordum. En kültürlü amcamın babamı bu konuda ikna etmesi için İzmir’e gittim. “Sen deli misin? Bizim aileden tiyatrocu çıkmaz. Al şu parayı yolluk yap, yürü eve” dedi. Ben de torpille SSK’ya memur olarak girdim.
“SSK aylığım yetmedi şarkıcı olmak istedim gazinolar almadı”
SSK aylığım yetmiyordu. Sanatsal atılımlar yapıyordum, hangisi tutarsa o yöne gidecektim. Sesim güzeldi, şarkıcı olmak istedim, gazinolar almadı. Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’nde bir Ramazan eğlencesi yaptım.
Sahneye önce meddah olarak çıkıyor, sonra kadın kılığına girip kanto söylüyor, ardından orta oyunu oynuyor, sonra da fasıla katılıyordum. Despot babam bu eğlence gecelerinden birini seyretti.
Birçok kılık arasında kadın kılığına girdiğim için buna itiraz etmedi. Beni seyredenler bahsetmiş, Kulüp 12’de Ramazan eğlencesinde kadın kılığına girip kanto söylediğim bölümle sahneye çıktım.
‘Virjin’ adını ünlü kantocu ‘Minyon Virjin’den aldım. Beylerbeyi’nde Ramazan eğlencesini yönetirken bana “Ay ne huysuzsun hiçbirşey beğenmiyorsun” diyorlardı. Çalıştığım arkadaşlar “Virjin’in başına ‘Huysuz’ koy” dediler, böylece “Huysuz Virjin” oldum.
Öztürk Serengil vasıtasıyla ilk defa televizyona çıktım. Beni Anadolu tanıdı, gazino işleri başladı. Bir gün kulise gazeteci Aykut Işıklar geldi, “Bu şov televizyona taşınmalı” dedi, böylece televizyon programları yaptım, yer yerinden oynadı.
Dümdüz kanto söyleyerek bu iş olsaydı Nurhan Damcıoğlu bitmezdi. O yüzden ben bunu bir şova dönüştürdüm.
“38 yaşında kadın oldum, ne kadar giyinip süslensem kart bir kadın!”
38 yaşındaydım. Ne kadar boyansam, süslensem kart bir kadın! Ama kimseyi de beğenmiyor, bir tek kendini beğeniyor. Öyle bir kadını canlandırdığım için de sevilerek izlendi.
Türkiye’nin kolay kabul edeceği bir şov değildi. Sahneye çıkmak için kaliteli, aydın insanların gittiği yerleri seçiyordum, seyircinin reaksiyonu hiç kötü olmadı.
Seyirci özel yaşamıma dair de, ‘Etiler’de basıldı, asıldı, içki içti, kavga etti’ gibi haberlere gazetelerde rastlamadı. “Demek ki derli toplu yaşıyor. Yaptığı iş şovla ilgili” diye düşünüp kolay kabul ettiler.
“Zeki Müren’in avanesi olmadım, hep uzak durdum”
Çok güzel kadın oluyordum. Zeki Müren’le okul arkadaşı olduğumuz halde beni kadrosuna almak istemedi. Gazinolarda komedyen assolistten evvel çıkar. Ben komedyen olduğum için Zeki Müren’den hemen önce çıkacaktım.
Dünya güzeli bir kadın oluyorum, incecik belim var, bacaklarım, vücudum muntazam. “Önden pırıl pırıl bu çıkacak, arkasından ben, bütün godoşluğum çıkacak ortaya; almayım ben bunu kadroma” dedi herhalde.
Kadrosuna almaya bir kere teşebbüs etti; haber yolladı. “Nerede çıkacağım?” dedim. “İki sıra kızdan sonra” dediler. Sıra kızlardan sonra ben, sonra türkücü, popçu, assolist çıkacak. Oysa geleneksel sıralama assolistten hemen önce komedyenin çıkması.
“Kabul etmiyorum” dedim. Telefon açtı, “Neden kabul etmedin? Seni kadroya almıştım ben” dedi. “Hem gece kulübünde hem gazinoda çalışıyorum, burası bana fazla geldi kusura bakma” dedim.
Zeki Müren ayağında apartman topuk çizmeler, gladyatör kıyafetiyle sahnede Dede Efendi okuyordu. Samimi olsaydım ona fazla acayip olan o kıyafetleri giydirmezdim.
Ama Zeki Müren’den hep uzak kalmayı tercih ettim. Onun avanesi olmak istemedim. Etrafında 5-6 kişi olurdu. Bir yere önden o girerdi, arkasında avaneleri, bedavacıları.
O pozisyona düşmek hiç istemedim. Niye bedava yemek yiyeceğim, içki içeceğim diye bir insanın avanesi olayım? Oturduğum bodrum katında süründüm ama kalkıp Zeki Müren’e gitmedim.
O da farketti, sağa sola benimle ilgili sitem ederdi. Biraz da mizacım öyleydi benim. Çocukken de yaşıtım misafir çocuklarına “Hoşgeldiniz” der, 4 katlı evimizin en üst katındaki odama çekilirdim. Yalnızlığı ve mesafeyi seven bir insanım.
“Aşkı gizli yaşadım, 20 seneden fazla süren bir beraberliğim oldu”
Aşkı gizli yaşadım, çünkü gizli yaşanması gereken ilk başta odur. Oysa bakıyorum da üç ay biriyle oluyor, üç ay sonra başka herifin biri alıyor onu, nikah da yapıyor.
Düşünceler çok Avrupai mi oldu yoksa karakterler mi değişti pek yorum yapamayacağım. Ben zaten çok fazla aşk yaşamadım. Memurken yanyana oturduğumuz bir arkadaşla evlenmeye niyetlendik.
Ama iki memur maaşıyla nasıl olacak diye düşünürken Huysuz Virjin’lik çıktı, ben dar attım kendimi. Para kazanma hevesiyle o iş bozuldu. Onun dışında da 20 seneden fazla süren bir beraberliğim oldu, o da vefat etti.
Sevdiğin sana aittir, onu paylaşmaya hakkın yok. Bende kalması lazım. Sen bunu basınla, arkadaşınla, eşinle, dostunla paylaşırsan o aşktan sana hayır gelmez.
“Televizyon seyrederken mutlaka iş işlerim...”
Ben huysuz değilim, derli topluyum, intizamlıyım, bir şeyi yapmadan önce pişman olmamak için düşünürüm. Evden pek çıkmam, o nedenle de evime yeni bir şeyler katmayı çok severim.
Evdeki bütün minderleri, el işi masa örtülerini hep ben yaptım. Televizyon seyrederken mutlaka elimde bir iş işlerim, örgü örerim. Öyle boş boş seyretmem. Bugünlerde mühim bir iş yapıyorum, bir yatak örtüsü.
Küçükken, ablalarım evde dikiş dikerken bana da teğel sök derlerdi. Elektrik süpürgesi yok, yere dökülen ipleri toplatırlardı. Çok kızdığım zaman mezuralarını yırtardım.
Bu işe öyle merak sardım. Yalnızlık hissetmem çünkü hiç boş duramam. Aşağıda dikiş odam var. Parasız zamanımda Huysuz’un kıyafetlerini ben yapardım...
‘Benzemez Kimse Sana’da en çok parayı ben aldım’
Gezmekten hoşlanmazdım, yaşlanınca daha da hoşlanmaz oldum. Kendimi işe daha çok verdim. Çok zor geldim bu yere ve burada kalmak istiyorum. Bunun için teklifleri “Ben yaşlandım, yapamam” diye itmiyorum.
Varolduğumu göstermek için çabalıyorum. Takatim azaldı, yaşlandığımı kabul ediyorum. Muhteşem Yüzyıl’da ‘Zümrüt Ağa’ rolünü bana vereceklerdi, Ama dizide oynamaya gücüm yetmez.
‘Benzemez Kimse Sana’da 50 bin lira yövmiye aldım. Üçlünün (Erol Evgin, Demet Akbağ, Seyfi Dursunoğlu) arasında en çok parayı aldım. Yapımcı “Aldığınız her kuruş helal; o kadar çok şey katıyorsunuz ki programa, siz olmasanız kanal programı kabul etmiyor” diyor...
(07.07.2013 tarihli Posta Karnaval ekinden alınmıştır.)
RÖP: SERAL CUMALI
40 yıldır canlandırdığı Huysuz Virjin’i daha çok uzun yıllar yaşatmaya kararlı. Seyfi Dursunoğlu ile Çengelköy’deki evinde buluştuk. 81 yıllık hayat hikayesini anlattı...
Çocukluğum 5-6 yaşına kadar Trabzon’da, sonra da İstanbul’da çok mutaassıp bir ortamda geçti. Babam çok despottu. 4 çocuktan sonra doğdum. En küçük ben olduğum için bütün sevgiler üzerimdeydi.
El üstünde büyütüldüm. Bir gün annemde kanama oldu, doktor “Artık çocuğun olmaz” dedi. Ama annem hamile kaldı ve benden 16 yaş küçük kardeşim dünyaya geldi.
O gelinceye kadar el bebek gül bebek olan ben tu kaka oldum. Artık yaptığım her şey kabahat oluyordu. O yaşta çocuğu olmuş, büyük marifet ya; babam bebeği kucağından indirmiyordu.
Sonrası yatılı okullar. Özel Boğaziçi Lisesi’nde okurken ablam bir subayla evlendi. Eniştem, “Bu çocuğun tahsili için çok para veriyorsun. Subay yapalım bunu, bedava okur” diye babamın kanına girdi.
Çok cimriydi eniştem, cimriliği onu sonunda öbür tarafa götürdü. Otobüse yetişmek için arabanın altında kaldı öldü...
“Subay olmamak için sınıfta kaldım, SSK’da memur oldum...”
Sesimi çıkaramadım, Deniz Lisesi’ne yazdırdılar beni. Karşı çıkmak mümkün değil, despot babanın dayağı var. Ama içimde de askerlik duygusu yok. 4 dersten kalınca okuldan atılıyordunuz, ben de çareyi bunda buldum, atılmak için 4 dersten kaldım.
Okuldan çıkarılan birkaç çocuk evlerine giderken vapurdan atlamış. Bu yüzden okulla ilgisi kesilen çocuklara evlerine kadar bir öğrenci eşlik ederdi. Bana eşlik eden Ertan’a; “Benim canıma minnet, zaten okuldan atılmak için sınıfta kaldım” dedim.
İnanmadı; “Yok ben eve kadar götüreyim neme lazım” dedi. Eve kavuşmanın mutluluğu ile ertesi gün 4 katlı ahşap evimizde bir temizlik yaptım, tahtaların rengi fırçalanmaktan açıldı.
O despot baba bana “Niye derslerinden kaldın, okuldan atıldın?” demedi. Tiyatrocu olmak istiyordum. En kültürlü amcamın babamı bu konuda ikna etmesi için İzmir’e gittim. “Sen deli misin? Bizim aileden tiyatrocu çıkmaz. Al şu parayı yolluk yap, yürü eve” dedi. Ben de torpille SSK’ya memur olarak girdim.
“SSK aylığım yetmedi şarkıcı olmak istedim gazinolar almadı”
SSK aylığım yetmiyordu. Sanatsal atılımlar yapıyordum, hangisi tutarsa o yöne gidecektim. Sesim güzeldi, şarkıcı olmak istedim, gazinolar almadı. Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’nde bir Ramazan eğlencesi yaptım.
Sahneye önce meddah olarak çıkıyor, sonra kadın kılığına girip kanto söylüyor, ardından orta oyunu oynuyor, sonra da fasıla katılıyordum. Despot babam bu eğlence gecelerinden birini seyretti.
Birçok kılık arasında kadın kılığına girdiğim için buna itiraz etmedi. Beni seyredenler bahsetmiş, Kulüp 12’de Ramazan eğlencesinde kadın kılığına girip kanto söylediğim bölümle sahneye çıktım.
‘Virjin’ adını ünlü kantocu ‘Minyon Virjin’den aldım. Beylerbeyi’nde Ramazan eğlencesini yönetirken bana “Ay ne huysuzsun hiçbirşey beğenmiyorsun” diyorlardı. Çalıştığım arkadaşlar “Virjin’in başına ‘Huysuz’ koy” dediler, böylece “Huysuz Virjin” oldum.
Öztürk Serengil vasıtasıyla ilk defa televizyona çıktım. Beni Anadolu tanıdı, gazino işleri başladı. Bir gün kulise gazeteci Aykut Işıklar geldi, “Bu şov televizyona taşınmalı” dedi, böylece televizyon programları yaptım, yer yerinden oynadı.
Dümdüz kanto söyleyerek bu iş olsaydı Nurhan Damcıoğlu bitmezdi. O yüzden ben bunu bir şova dönüştürdüm.
“38 yaşında kadın oldum, ne kadar giyinip süslensem kart bir kadın!”
38 yaşındaydım. Ne kadar boyansam, süslensem kart bir kadın! Ama kimseyi de beğenmiyor, bir tek kendini beğeniyor. Öyle bir kadını canlandırdığım için de sevilerek izlendi.
Türkiye’nin kolay kabul edeceği bir şov değildi. Sahneye çıkmak için kaliteli, aydın insanların gittiği yerleri seçiyordum, seyircinin reaksiyonu hiç kötü olmadı.
Seyirci özel yaşamıma dair de, ‘Etiler’de basıldı, asıldı, içki içti, kavga etti’ gibi haberlere gazetelerde rastlamadı. “Demek ki derli toplu yaşıyor. Yaptığı iş şovla ilgili” diye düşünüp kolay kabul ettiler.
“Zeki Müren’in avanesi olmadım, hep uzak durdum”
Çok güzel kadın oluyordum. Zeki Müren’le okul arkadaşı olduğumuz halde beni kadrosuna almak istemedi. Gazinolarda komedyen assolistten evvel çıkar. Ben komedyen olduğum için Zeki Müren’den hemen önce çıkacaktım.
Dünya güzeli bir kadın oluyorum, incecik belim var, bacaklarım, vücudum muntazam. “Önden pırıl pırıl bu çıkacak, arkasından ben, bütün godoşluğum çıkacak ortaya; almayım ben bunu kadroma” dedi herhalde.
Kadrosuna almaya bir kere teşebbüs etti; haber yolladı. “Nerede çıkacağım?” dedim. “İki sıra kızdan sonra” dediler. Sıra kızlardan sonra ben, sonra türkücü, popçu, assolist çıkacak. Oysa geleneksel sıralama assolistten hemen önce komedyenin çıkması.
“Kabul etmiyorum” dedim. Telefon açtı, “Neden kabul etmedin? Seni kadroya almıştım ben” dedi. “Hem gece kulübünde hem gazinoda çalışıyorum, burası bana fazla geldi kusura bakma” dedim.
Zeki Müren ayağında apartman topuk çizmeler, gladyatör kıyafetiyle sahnede Dede Efendi okuyordu. Samimi olsaydım ona fazla acayip olan o kıyafetleri giydirmezdim.
Ama Zeki Müren’den hep uzak kalmayı tercih ettim. Onun avanesi olmak istemedim. Etrafında 5-6 kişi olurdu. Bir yere önden o girerdi, arkasında avaneleri, bedavacıları.
O pozisyona düşmek hiç istemedim. Niye bedava yemek yiyeceğim, içki içeceğim diye bir insanın avanesi olayım? Oturduğum bodrum katında süründüm ama kalkıp Zeki Müren’e gitmedim.
O da farketti, sağa sola benimle ilgili sitem ederdi. Biraz da mizacım öyleydi benim. Çocukken de yaşıtım misafir çocuklarına “Hoşgeldiniz” der, 4 katlı evimizin en üst katındaki odama çekilirdim. Yalnızlığı ve mesafeyi seven bir insanım.
“Aşkı gizli yaşadım, 20 seneden fazla süren bir beraberliğim oldu”
Aşkı gizli yaşadım, çünkü gizli yaşanması gereken ilk başta odur. Oysa bakıyorum da üç ay biriyle oluyor, üç ay sonra başka herifin biri alıyor onu, nikah da yapıyor.
Düşünceler çok Avrupai mi oldu yoksa karakterler mi değişti pek yorum yapamayacağım. Ben zaten çok fazla aşk yaşamadım. Memurken yanyana oturduğumuz bir arkadaşla evlenmeye niyetlendik.
Ama iki memur maaşıyla nasıl olacak diye düşünürken Huysuz Virjin’lik çıktı, ben dar attım kendimi. Para kazanma hevesiyle o iş bozuldu. Onun dışında da 20 seneden fazla süren bir beraberliğim oldu, o da vefat etti.
Sevdiğin sana aittir, onu paylaşmaya hakkın yok. Bende kalması lazım. Sen bunu basınla, arkadaşınla, eşinle, dostunla paylaşırsan o aşktan sana hayır gelmez.
“Televizyon seyrederken mutlaka iş işlerim...”
Ben huysuz değilim, derli topluyum, intizamlıyım, bir şeyi yapmadan önce pişman olmamak için düşünürüm. Evden pek çıkmam, o nedenle de evime yeni bir şeyler katmayı çok severim.
Evdeki bütün minderleri, el işi masa örtülerini hep ben yaptım. Televizyon seyrederken mutlaka elimde bir iş işlerim, örgü örerim. Öyle boş boş seyretmem. Bugünlerde mühim bir iş yapıyorum, bir yatak örtüsü.
Küçükken, ablalarım evde dikiş dikerken bana da teğel sök derlerdi. Elektrik süpürgesi yok, yere dökülen ipleri toplatırlardı. Çok kızdığım zaman mezuralarını yırtardım.
Bu işe öyle merak sardım. Yalnızlık hissetmem çünkü hiç boş duramam. Aşağıda dikiş odam var. Parasız zamanımda Huysuz’un kıyafetlerini ben yapardım...
‘Benzemez Kimse Sana’da en çok parayı ben aldım’
Gezmekten hoşlanmazdım, yaşlanınca daha da hoşlanmaz oldum. Kendimi işe daha çok verdim. Çok zor geldim bu yere ve burada kalmak istiyorum. Bunun için teklifleri “Ben yaşlandım, yapamam” diye itmiyorum.
Varolduğumu göstermek için çabalıyorum. Takatim azaldı, yaşlandığımı kabul ediyorum. Muhteşem Yüzyıl’da ‘Zümrüt Ağa’ rolünü bana vereceklerdi, Ama dizide oynamaya gücüm yetmez.
‘Benzemez Kimse Sana’da 50 bin lira yövmiye aldım. Üçlünün (Erol Evgin, Demet Akbağ, Seyfi Dursunoğlu) arasında en çok parayı aldım. Yapımcı “Aldığınız her kuruş helal; o kadar çok şey katıyorsunuz ki programa, siz olmasanız kanal programı kabul etmiyor” diyor...
(07.07.2013 tarihli Posta Karnaval ekinden alınmıştır.)
RÖP: SERAL CUMALI
Katilin silahı olarak unutuş
Halit Said. 28 yaşında İskenderiyeli bir gençti. 2010 yılında Mübarek’in polisleri tarafından dövülerek katledildi.
Polisler Halit’i bir kafede köşeye sıkıştırıp tartaklamaya başladı sonra herkesin gözü önünde kafasını ve boynunu kırdı.
Aynı Ali’de olduğu gibi, bilgiler karartıldı.
Geriye sadece tanınmayan, kan revan içinde kırık bir yüz kalmıştı.
Mübarek’i deviren devrimin yüzü oldu Halit.
Tabii ki hükümet bizdeki gibi yalanlar uydurdu. Ve sonra iki polise sadece 7’şer yıl verip hakladı.
Ama Halit’in yüzü, polis faşizmin sembolü oldu.
Üç sene önce Mısır’da “Hepimiz Halit’iz” vizeleri ve pankartları sokakları kapladı.
Ve bir diktatör gitti.
Berlin sokaklarında yürürken, bir parkın ortasında Halit’in devasa resmine rastlıyorum.
Ve acaba bizim çocuklarımızın resimlerini şehrimizin park ve meydanlarında görür müyüz diye düşünmeye başlıyorum.
Ethem’in, Mehmet’in, Ali’nin resimlerini, heykellerini dikmemiz lazım.
Graffiticilerin onların yüzlerini duvarlara çizmesi, sanatçıların onların portrelerini ve büstlerini yapması, sizi unutmayacağız, unutturmayacağız çocuklar demesi lazım.
İsimlerinin Saraybosna’daki gibi öldürüldükleri yerlere yazılması lazım.
Çünkü şu anda yapabileceğimiz en kötü şey unutmak. Unutturmalarına, karalanmalarına, karartmalarına göz yummak.
Bunu devletten beklersek çok bekleriz.
Çünkü ne gördük biz? Madımak’ın 1993’ten 2009’a kadar kebapçı olduğunu gördük. Bugün bile gönül rahatlığıyla müze yapamıyorlar.
Hâlâ bir Dersim müzesi yok. Yıllardır bürokrasiye takılıyor.
İşkence merkezi Diyarbakır Cezaevi bir utanç kaynağı olarak orada oturuyor.
1915 dediğimiz anda tüyler diken diken oluyor.
Almanya gibi modern insanlık tarihin en karanlık, en ürkütücü geçmişine sahipseniz, tarihle barışmanız, tarihi iyi aktarmanız gerekir.
Yoksa o tarih yüzünüze tekrar tekrar çarpar.
O yüzden şehrin göbeğinde SS’lerin karargahının olduğu yere “Terör Topografisi” inşa edersiniz.
Bunu halka açarsınız. Para almazsınız. Utancınızla yüzleşirsiniz.
Diyeceksiniz ki, aynı Almanya’da ırkçılık var, Neo Nazi’ler çoğalıyor. Doğru.
Ama en azından devlet günümüzde kendi vahşetini battaniyenin altına atmıyor.
Bizdeki gibi “Eylemciler polisi zor durumda bırakmak için kendi arkadaşlarını öldürmüş olabilir” gibi akıl almaz açıklamalar yapılmıyor.
Berlin’de bir tur atın.
Geçmiş bütün karalığıyla kendini hissettiriyor. Eserler ve binalar konuşuyor.
Modern Sanat Müzesi’nde polis şiddetine dair bir eser sizi karşılıyor.
Kremlin’den son kez sallandırılmış orak çekiçli bayrağın karşısında Ahmedinecad, İdris Deby, Kim Jong-İl, Esat gibi dünya diktatörlerinin duvar resimleri dikilmiş.
Anlayacağınız, Berlin’i açık bir harita olarak ele alırsanız, geçmişi ve günümüzü çok iyi okursunuz.
Nietzsche der ki kötü bir hafızanın iyi tarafı insanın aynı şeyleri tekrar tekrar yaşama şansı oluyor.
Ben bundan korkuyorum. Çünkü yaşıyoruz. Aynı konuşmaları tekrar tekrar dinliyoruz. Aynı zihniyetlerle tekrar tekrar çarpışıyoruz.
O yüzden Ali İsmail’i gönlümüze işledikten sonra duvarlarımıza işlememiz lazım.
Bu çocukların güzel yüzlerini unutmayalım, unutturmayalım.
Belki o zaman tarihi değiştiririz...
Pelin Batu - Milliyet
Polisler Halit’i bir kafede köşeye sıkıştırıp tartaklamaya başladı sonra herkesin gözü önünde kafasını ve boynunu kırdı.
Aynı Ali’de olduğu gibi, bilgiler karartıldı.
Geriye sadece tanınmayan, kan revan içinde kırık bir yüz kalmıştı.
Mübarek’i deviren devrimin yüzü oldu Halit.
Tabii ki hükümet bizdeki gibi yalanlar uydurdu. Ve sonra iki polise sadece 7’şer yıl verip hakladı.
Ama Halit’in yüzü, polis faşizmin sembolü oldu.
Üç sene önce Mısır’da “Hepimiz Halit’iz” vizeleri ve pankartları sokakları kapladı.
Ve bir diktatör gitti.
Berlin sokaklarında yürürken, bir parkın ortasında Halit’in devasa resmine rastlıyorum.
Ve acaba bizim çocuklarımızın resimlerini şehrimizin park ve meydanlarında görür müyüz diye düşünmeye başlıyorum.
Ethem’in, Mehmet’in, Ali’nin resimlerini, heykellerini dikmemiz lazım.
Graffiticilerin onların yüzlerini duvarlara çizmesi, sanatçıların onların portrelerini ve büstlerini yapması, sizi unutmayacağız, unutturmayacağız çocuklar demesi lazım.
İsimlerinin Saraybosna’daki gibi öldürüldükleri yerlere yazılması lazım.
Çünkü şu anda yapabileceğimiz en kötü şey unutmak. Unutturmalarına, karalanmalarına, karartmalarına göz yummak.
Bunu devletten beklersek çok bekleriz.
Çünkü ne gördük biz? Madımak’ın 1993’ten 2009’a kadar kebapçı olduğunu gördük. Bugün bile gönül rahatlığıyla müze yapamıyorlar.
Hâlâ bir Dersim müzesi yok. Yıllardır bürokrasiye takılıyor.
İşkence merkezi Diyarbakır Cezaevi bir utanç kaynağı olarak orada oturuyor.
1915 dediğimiz anda tüyler diken diken oluyor.
Almanya gibi modern insanlık tarihin en karanlık, en ürkütücü geçmişine sahipseniz, tarihle barışmanız, tarihi iyi aktarmanız gerekir.
Yoksa o tarih yüzünüze tekrar tekrar çarpar.
O yüzden şehrin göbeğinde SS’lerin karargahının olduğu yere “Terör Topografisi” inşa edersiniz.
Bunu halka açarsınız. Para almazsınız. Utancınızla yüzleşirsiniz.
Diyeceksiniz ki, aynı Almanya’da ırkçılık var, Neo Nazi’ler çoğalıyor. Doğru.
Ama en azından devlet günümüzde kendi vahşetini battaniyenin altına atmıyor.
Bizdeki gibi “Eylemciler polisi zor durumda bırakmak için kendi arkadaşlarını öldürmüş olabilir” gibi akıl almaz açıklamalar yapılmıyor.
Berlin’de bir tur atın.
Geçmiş bütün karalığıyla kendini hissettiriyor. Eserler ve binalar konuşuyor.
Modern Sanat Müzesi’nde polis şiddetine dair bir eser sizi karşılıyor.
Kremlin’den son kez sallandırılmış orak çekiçli bayrağın karşısında Ahmedinecad, İdris Deby, Kim Jong-İl, Esat gibi dünya diktatörlerinin duvar resimleri dikilmiş.
Anlayacağınız, Berlin’i açık bir harita olarak ele alırsanız, geçmişi ve günümüzü çok iyi okursunuz.
Nietzsche der ki kötü bir hafızanın iyi tarafı insanın aynı şeyleri tekrar tekrar yaşama şansı oluyor.
Ben bundan korkuyorum. Çünkü yaşıyoruz. Aynı konuşmaları tekrar tekrar dinliyoruz. Aynı zihniyetlerle tekrar tekrar çarpışıyoruz.
O yüzden Ali İsmail’i gönlümüze işledikten sonra duvarlarımıza işlememiz lazım.
Bu çocukların güzel yüzlerini unutmayalım, unutturmayalım.
Belki o zaman tarihi değiştiririz...
Pelin Batu - Milliyet
Ali İsmail köpeğini bile öpüp gitti
‘Alimin yaşı küçüktü ama hayalleri büyüktü. Adı uzundu ömrü de uzun olsa ne olurdu? Direndi, direndi ama gücü yetmedi. Ali İsmail bunu hak etmiyordu. Çok acı çekiyorum. Eskişehir’e giderken köpeğini bile öpüp gitti. Onunla vedalaştı. Öyle bir çocuktu.”
Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın annesi oğlunun nasıl bir insan olduğunu bir cümleyle anlattı:
“Köpeğini bile öpüp gitti. Öyle bir çocuktu.”
Ali İsmail’i tanımak için başka söze gerek yok.
Belli ki, insanlıktan nasibini almış, sevgi dolu bir çocuk...
Eskişehir’de, bir sokakta gözü dönmüşler tarafından vahşice öldürüldü.
Daha 19 yaşındaydı...
Nasıl bir insanlık bu?
Ali İsmail’i sokakta sıkıştırıp tekme, tokat, sopalarla yere yıkıyorlar.
Ali aldığı darbelerle kendinden geçiyor, sokağa yığılıyor...
Kendine gelince bir daha saldırıyorlar.
Yine girişiyorlar.
Bu saldırganlar için, “insanlıktan nasibini almamış” demek bile yetersiz kalıyor.
Yaptıklarının “insan olma hali”yle uzaktan yakından ilgisi yok.
Akıllı kameralar
Ali İsmail Korkmaz gibi bir genci hayatının baharında yitirmenin acısı kadar vicdanları kanatan bir başka olay da katilleri korumaya çalışanların gösterdiği çabalar...
Ali İsmail’in nasıl dövülerek öldürüldüğünü gösteren MOBESE kameralarında o anlara ilişkin görüntüler yok. Sokaktaki kameraların çektiği görüntülerin 20 dakikalık bölümü silinmiş. Kim sildi, niye sildi sorularına yanıt bulan da yok.
Olay yerini gören üç kameranın üçünde de hiçbir görüntü kaydına rastlanmıyor.
Tıpkı Ankara Kızılay’da Ethem Sarısülük’ün tam vurulma anında, kameranın o anı atlayıp, gökyüzünü göstermeye başlaması gibi. Ne kadar akıllı kameralar!
Hem suçlu hem güçlü
Diğer tarafta elinde palayla sokağa fırlayıp insanlara saldıran bir diğer gözü dönmüşün görüntüleri ortada...
Elinde palayla insanları kovalıyor, palayı sallıyor, bir kadına yan tarafıyla vuruyor, yetinmiyor, kadının sırtına bir de tekme atıyor...
Öbür tarafa seyirtip palasını savura savura insanları kovalıyor...
Sonra palasıyla birlikte polisin gözü önünde dükkanına yürüyor.
Yakalanıp, mahkemeye çıkarılıyor.
Mahkeme serbest bırakıyor.
Palayı pala saymıyor.
Saldırganı saldırgan saymıyor.
“Beyefendi”nin kaçma şüphesi olmadığına hükmediyor.
Televizyona çıkıp kendini haklı çıkarıyor.
İşlerim kötü, bunlar dükkanıma saldırdılar, kiramı ödeyemedim, diyor.
Bir gün sonra ailesiyle birlikte uçağa atlayıp Fas’a gidiyor.
Kirasını ödeyemiyor ama aile boyu uçak parasını ödüyor!
Savcı serbest bırakma kararına itiraz ediyor.
Mahkeme tutuklama ve arama kararı veriyor.
“Beyefendi” Fas’tan sallamaya devam ediyor:
“Sanki tekme attığım kadının ailesi var da benim ailem yok!”
Bu adam bu gücü nereden alıyor?
Hukuk devletinden mi?
Fikret Bila - Milliyet
Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın annesi oğlunun nasıl bir insan olduğunu bir cümleyle anlattı:
“Köpeğini bile öpüp gitti. Öyle bir çocuktu.”
Ali İsmail’i tanımak için başka söze gerek yok.
Belli ki, insanlıktan nasibini almış, sevgi dolu bir çocuk...
Eskişehir’de, bir sokakta gözü dönmüşler tarafından vahşice öldürüldü.
Daha 19 yaşındaydı...
Nasıl bir insanlık bu?
Ali İsmail’i sokakta sıkıştırıp tekme, tokat, sopalarla yere yıkıyorlar.
Ali aldığı darbelerle kendinden geçiyor, sokağa yığılıyor...
Kendine gelince bir daha saldırıyorlar.
Yine girişiyorlar.
Bu saldırganlar için, “insanlıktan nasibini almamış” demek bile yetersiz kalıyor.
Yaptıklarının “insan olma hali”yle uzaktan yakından ilgisi yok.
Akıllı kameralar
Ali İsmail Korkmaz gibi bir genci hayatının baharında yitirmenin acısı kadar vicdanları kanatan bir başka olay da katilleri korumaya çalışanların gösterdiği çabalar...
Ali İsmail’in nasıl dövülerek öldürüldüğünü gösteren MOBESE kameralarında o anlara ilişkin görüntüler yok. Sokaktaki kameraların çektiği görüntülerin 20 dakikalık bölümü silinmiş. Kim sildi, niye sildi sorularına yanıt bulan da yok.
Olay yerini gören üç kameranın üçünde de hiçbir görüntü kaydına rastlanmıyor.
Tıpkı Ankara Kızılay’da Ethem Sarısülük’ün tam vurulma anında, kameranın o anı atlayıp, gökyüzünü göstermeye başlaması gibi. Ne kadar akıllı kameralar!
Hem suçlu hem güçlü
Diğer tarafta elinde palayla sokağa fırlayıp insanlara saldıran bir diğer gözü dönmüşün görüntüleri ortada...
Elinde palayla insanları kovalıyor, palayı sallıyor, bir kadına yan tarafıyla vuruyor, yetinmiyor, kadının sırtına bir de tekme atıyor...
Öbür tarafa seyirtip palasını savura savura insanları kovalıyor...
Sonra palasıyla birlikte polisin gözü önünde dükkanına yürüyor.
Yakalanıp, mahkemeye çıkarılıyor.
Mahkeme serbest bırakıyor.
Palayı pala saymıyor.
Saldırganı saldırgan saymıyor.
“Beyefendi”nin kaçma şüphesi olmadığına hükmediyor.
Televizyona çıkıp kendini haklı çıkarıyor.
İşlerim kötü, bunlar dükkanıma saldırdılar, kiramı ödeyemedim, diyor.
Bir gün sonra ailesiyle birlikte uçağa atlayıp Fas’a gidiyor.
Kirasını ödeyemiyor ama aile boyu uçak parasını ödüyor!
Savcı serbest bırakma kararına itiraz ediyor.
Mahkeme tutuklama ve arama kararı veriyor.
“Beyefendi” Fas’tan sallamaya devam ediyor:
“Sanki tekme attığım kadının ailesi var da benim ailem yok!”
Bu adam bu gücü nereden alıyor?
Hukuk devletinden mi?
Fikret Bila - Milliyet
Musa
(BlogNot: Lütfen okuyun, zor gelmesin. Aklınızın bir köşesine çentik atacak, vicdanınızı uyanık tuttacaktır diye düşünüyorum.)
15 yaşında...
Çok başarılı öğrenciydi Musa.
Öğretmen olmak istiyordu.
Sabahtan okuluna gidiyor...
Öğleden sonra çobanlık yapıyordu.
*
Gene öyle bir sabah, çıktı ağıldan bozma, tek göz oda evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi. İzmir Aliağa’ya bağlı Kapıkaya köyünde yaşıyordu. Köyde okul yok. Okul Yenişakran’da... Türkiye’nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye’nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu. Yakaladı yakaladı... Kaçırırsa okuluna gitmesi imkânsızdı. O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 gibi asfaltta oluyordu.
Aha göründü servis minibüsü... Manisa’nın Karaahmetli köyünden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa’yı alıyor, Yenişakran’a varıyordu. İçeride, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk. Musa 30’uncu... Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı. Şoför döndü Musa’ya öfkeyle “bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı. Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu. Ne desin. Zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet’le... Gülümsedi Hidayet, şöyle bir salladı elini havada “boşver” manasında, “boşver, üzülme...”
Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar. 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran’a 4 kilometre kala, olanlar oldu. Trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs... “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi’ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs...
Sonra trajik sessizlik.
İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15’indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde hâlâ nefes alıp veriyordu. Hastane, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.
Ya Musa?
Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik... Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa’nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.
Kurtulmuştu Musa. Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten. Ama kâbuslardan kurtulamadı. Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “boşver, üzülme” diyordu ama, şoförün “bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.
Bir sene sonra... Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti. Balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı. Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.
*
Ve, önceki gün yıldönümüydü. Kapıkaya köyünün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet’in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı. Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “boşver” diye gülümseyen Hidayet.
*
Bitti tören, gitti evine.
Astı kendini Musa.
Bir sene dayanabilmişti buna.
*
4 sene evvel, 2009’da yazmıştım bu yazıyı... Sorumlusu oldukları felaketlerin suçunu başkalarına yükleyen sorumsuz siyasetçiler için yazmıştım.
Harakiri yapmanızı beklemiyoruz ama, Musa’nın yüreğinden utanın, sorumlusu olduğunuz felaketler nedeniyle bari bi özür dileyin demiştim.
*
4 sene sonra, dün... Bi mektup geldi.
*
“Sayın Yılmaz Özdil, bu yazıyı yazmak benim için çok zor ama size bilgi vermem gerektiğini düşündüm. Musa’nın davasına bakan Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin heyetinde hâkim olarak bulunmuştum.
Yargılama boyunca titiz çalışma yürüttük. Suçu ve suçluyu ortaya çıkardık. Sanığın, kullandığı servis aracının bakımlarını yaptırmadığını, fren sistemlerinin tamamen bitmiş olmasına ve bu durumu bilmesine rağmen, aracı kullanmaya devam ettiğini ortaya koyduk. Aracın sürücüsüne ‘bilinçli taksirle ölüme neden olmak’ suçundan emsal davalarda çok rastlanmayan miktarda (10 yıl) hapis cezası verdik. Verilen ceza Yargıtay incelemesinden de geçerek onaylandı ve kesinleşti.
Gayet iyi iş çıkardığımızı düşünmüştüm. Ancak, Musa’yı fark edemedik. Onun, bu suçtan duyduğu pişmanlığı, acıyı göremedik ve onun için yapılması gerekenleri yapmadık. Sonunda Musa, kendi mesajını ve kendisi gibi suç mağduru olanların görülmesi gerektiği mesajını canını önümüze atarak verdi.
2005 yılından beri çocuk adalet sistemine ilişkin çalışıyorum. Bir dönem Adana Çocuk Mahkemesi hâkimliği yaptım. Yargı sisteminin, suç işleyen veya suçun mağduru olan çocuklar bakımından iyileştirilmesi için pek çok çaba gösterdim. Bunları şunun için söylüyorum: Benim gibi, adalet sistemi içindeki çocuklara duyarlılığı yüksek olan, onları fark ettiğini düşünen, çocukların korunması için çaba sarf eden bir hâkim bile Musa’yı göremedi. Korunması gerektiğini, psikolojik yardım için önlem alınmasını akıl edemedi.
Meslek hayatımın en acı deneyimini hiçbir zaman unutmayacağım.
Musa’nın sorumluluğunu sırtımda hep taşıyacağım.
Size bildirmek istediğim şeye gelince; Musa’yı geri getirmeyecek ama, onun gibi başka çocukların da olmaması, fark edilmesi için, çocuk adalet sisteminin iyileştirilmesine ilişkin çalışmalara katılmaya devam ediyorum.
Bu kapsamda; Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Adalet Akademisi ve UNICEF tarafından bir eğitim çalışması yapılıyor.
Çocuk adalet sisteminde çalışan 850 hâkim, cumhuriyet savcısı ve sosyal çalışmacı eğitime tabi tutulacak. Bu eğitim, 70 hâkim, cumhuriyet savcısı ve sosyal çalışmacı tarafından verilecek. Bu 70 kişinin yetiştirilmesine ilişkin eğitim çalışmalarını içlerinde bulunmaktan gurur duyduğum bir ekip yürütüyor. Yetiştirilen eğiticiler tüm Türkiye’de eğitimler verecek ve yargı sistemine giren çocukların ihtiyaçlarının fark edilmesi için duyarlılık yaratacaklar.
Eğitimcilerin eğitimi için yapılan çalışmanın birinci aşaması 26 Haziran-4 Temmuz arasında Eskişehir’de yapıldı. Eğitimin bir oturumunu Musa’ya ayırdık. Bu oturumda ‘Musa’ başlıklı yazınızı okuyup, çocukların korunmasında çocuğun fark edilmesinin temel ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyoruz. Görevimizi gereği gibi yapmadığımız takdirde ortaya çıkan acı sonucu görüp, her defasında tekrar sarsılıyoruz.
Böylesi bir okuma ve tartışma benim için çok ağır olsa da, adalet sistemine giren çocukların fark edilmesini sağlamak bakımından son derece öğretici bir örnek olduğu için çalışmanın içinde tutmaya devam ediyoruz.
Vicdani sorumluluğumu kaldırmaya yetmeyecek ama, Musa için hiç olmazsa bunu yapabildiğim için bir parça rahatlıyorum. Sizinle paylaşmak istedim.
Murat Aydın
Hâkim, İzmir, Karşıyaka Adliyesi”
*
Pazar pazar canınızı sıkmak istemezdim ama...
Çocuklarımızın, Ethem’lerin Abdullah’ların Ali’lerin, canlarını önümüze atarak mesajlarını verdikleri şu günlerde... Vicdan sahibi hukukçuların var olduğunu bilmenizi istedim.
Yılmaz Özdil - Hürriyet
15 yaşında...
Çok başarılı öğrenciydi Musa.
Öğretmen olmak istiyordu.
Sabahtan okuluna gidiyor...
Öğleden sonra çobanlık yapıyordu.
*
Gene öyle bir sabah, çıktı ağıldan bozma, tek göz oda evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi. İzmir Aliağa’ya bağlı Kapıkaya köyünde yaşıyordu. Köyde okul yok. Okul Yenişakran’da... Türkiye’nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye’nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu. Yakaladı yakaladı... Kaçırırsa okuluna gitmesi imkânsızdı. O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 gibi asfaltta oluyordu.
Aha göründü servis minibüsü... Manisa’nın Karaahmetli köyünden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa’yı alıyor, Yenişakran’a varıyordu. İçeride, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk. Musa 30’uncu... Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı. Şoför döndü Musa’ya öfkeyle “bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı. Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu. Ne desin. Zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet’le... Gülümsedi Hidayet, şöyle bir salladı elini havada “boşver” manasında, “boşver, üzülme...”
Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar. 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran’a 4 kilometre kala, olanlar oldu. Trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs... “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi’ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs...
Sonra trajik sessizlik.
İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15’indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde hâlâ nefes alıp veriyordu. Hastane, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.
Ya Musa?
Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik... Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa’nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.
Kurtulmuştu Musa. Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten. Ama kâbuslardan kurtulamadı. Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “boşver, üzülme” diyordu ama, şoförün “bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.
Bir sene sonra... Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti. Balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı. Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.
*
Ve, önceki gün yıldönümüydü. Kapıkaya köyünün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet’in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı. Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “boşver” diye gülümseyen Hidayet.
*
Bitti tören, gitti evine.
Astı kendini Musa.
Bir sene dayanabilmişti buna.
*
4 sene evvel, 2009’da yazmıştım bu yazıyı... Sorumlusu oldukları felaketlerin suçunu başkalarına yükleyen sorumsuz siyasetçiler için yazmıştım.
Harakiri yapmanızı beklemiyoruz ama, Musa’nın yüreğinden utanın, sorumlusu olduğunuz felaketler nedeniyle bari bi özür dileyin demiştim.
*
4 sene sonra, dün... Bi mektup geldi.
*
“Sayın Yılmaz Özdil, bu yazıyı yazmak benim için çok zor ama size bilgi vermem gerektiğini düşündüm. Musa’nın davasına bakan Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin heyetinde hâkim olarak bulunmuştum.
Yargılama boyunca titiz çalışma yürüttük. Suçu ve suçluyu ortaya çıkardık. Sanığın, kullandığı servis aracının bakımlarını yaptırmadığını, fren sistemlerinin tamamen bitmiş olmasına ve bu durumu bilmesine rağmen, aracı kullanmaya devam ettiğini ortaya koyduk. Aracın sürücüsüne ‘bilinçli taksirle ölüme neden olmak’ suçundan emsal davalarda çok rastlanmayan miktarda (10 yıl) hapis cezası verdik. Verilen ceza Yargıtay incelemesinden de geçerek onaylandı ve kesinleşti.
Gayet iyi iş çıkardığımızı düşünmüştüm. Ancak, Musa’yı fark edemedik. Onun, bu suçtan duyduğu pişmanlığı, acıyı göremedik ve onun için yapılması gerekenleri yapmadık. Sonunda Musa, kendi mesajını ve kendisi gibi suç mağduru olanların görülmesi gerektiği mesajını canını önümüze atarak verdi.
2005 yılından beri çocuk adalet sistemine ilişkin çalışıyorum. Bir dönem Adana Çocuk Mahkemesi hâkimliği yaptım. Yargı sisteminin, suç işleyen veya suçun mağduru olan çocuklar bakımından iyileştirilmesi için pek çok çaba gösterdim. Bunları şunun için söylüyorum: Benim gibi, adalet sistemi içindeki çocuklara duyarlılığı yüksek olan, onları fark ettiğini düşünen, çocukların korunması için çaba sarf eden bir hâkim bile Musa’yı göremedi. Korunması gerektiğini, psikolojik yardım için önlem alınmasını akıl edemedi.
Meslek hayatımın en acı deneyimini hiçbir zaman unutmayacağım.
Musa’nın sorumluluğunu sırtımda hep taşıyacağım.
Size bildirmek istediğim şeye gelince; Musa’yı geri getirmeyecek ama, onun gibi başka çocukların da olmaması, fark edilmesi için, çocuk adalet sisteminin iyileştirilmesine ilişkin çalışmalara katılmaya devam ediyorum.
Bu kapsamda; Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Adalet Akademisi ve UNICEF tarafından bir eğitim çalışması yapılıyor.
Çocuk adalet sisteminde çalışan 850 hâkim, cumhuriyet savcısı ve sosyal çalışmacı eğitime tabi tutulacak. Bu eğitim, 70 hâkim, cumhuriyet savcısı ve sosyal çalışmacı tarafından verilecek. Bu 70 kişinin yetiştirilmesine ilişkin eğitim çalışmalarını içlerinde bulunmaktan gurur duyduğum bir ekip yürütüyor. Yetiştirilen eğiticiler tüm Türkiye’de eğitimler verecek ve yargı sistemine giren çocukların ihtiyaçlarının fark edilmesi için duyarlılık yaratacaklar.
Eğitimcilerin eğitimi için yapılan çalışmanın birinci aşaması 26 Haziran-4 Temmuz arasında Eskişehir’de yapıldı. Eğitimin bir oturumunu Musa’ya ayırdık. Bu oturumda ‘Musa’ başlıklı yazınızı okuyup, çocukların korunmasında çocuğun fark edilmesinin temel ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyoruz. Görevimizi gereği gibi yapmadığımız takdirde ortaya çıkan acı sonucu görüp, her defasında tekrar sarsılıyoruz.
Böylesi bir okuma ve tartışma benim için çok ağır olsa da, adalet sistemine giren çocukların fark edilmesini sağlamak bakımından son derece öğretici bir örnek olduğu için çalışmanın içinde tutmaya devam ediyoruz.
Vicdani sorumluluğumu kaldırmaya yetmeyecek ama, Musa için hiç olmazsa bunu yapabildiğim için bir parça rahatlıyorum. Sizinle paylaşmak istedim.
Murat Aydın
Hâkim, İzmir, Karşıyaka Adliyesi”
*
Pazar pazar canınızı sıkmak istemezdim ama...
Çocuklarımızın, Ethem’lerin Abdullah’ların Ali’lerin, canlarını önümüze atarak mesajlarını verdikleri şu günlerde... Vicdan sahibi hukukçuların var olduğunu bilmenizi istedim.
Yılmaz Özdil - Hürriyet
Gel seni ‘Maria’ yapalım
ABD istihbaratının dünyayı dinlediğini kanıtlayan belgeleri medyaya sızdıran eski ajan Edward Snowden’ın yarattığı kriz sürüyor.
Snowden’ın önceki gün Moskova havalimanında insan hakları temsilcileriyle buluşup onlar yoluyla dünyaya mesaj göndermesi ABD’yi kızdırdı. ABD, Moskova’nın Snowden’a “propaganda yapma izni” vermesini eleştirirken Başkan Barack Obama önceki gece bizzat Rus mevkidaşı Vladimir Putin’i telefonla aradı. Sığınma hakkı aldığı Venezuela’ya pasaportsuz olduğu için gidemeyen Snowden, Kremlin’in istediğini yapıp “ABD’ye zarar vermeme” taahhüdünde bulunarak Rusya’ya da “geçici çözüm” olarak iltica başvurusu yapmıştı. Rusya’daki ünlü plastik cerrahlardan Aleksander Teplaşkin, Lifenews haber sitesinde şu ilginç öneriyi ortaya attı: “Neden görünüşünü hâlâ değiştirmediğini merak ediyorum. Bana gelse, fazla değil 30 bin dolara (58 bin lira) onu değil CIA’in, annesinin bile tanıyamayacağı bir şekle sokarım. ‘Param yok’ diyorsa da gerekli ameliyatı bedava yapmaya hazırım. Birkaç günde onu ‘Maria’ yaparım. Parmak izlerini bile değiştiririm.”
Nerdun HACIOĞLU - HÜRRİYET
Snowden’ın önceki gün Moskova havalimanında insan hakları temsilcileriyle buluşup onlar yoluyla dünyaya mesaj göndermesi ABD’yi kızdırdı. ABD, Moskova’nın Snowden’a “propaganda yapma izni” vermesini eleştirirken Başkan Barack Obama önceki gece bizzat Rus mevkidaşı Vladimir Putin’i telefonla aradı. Sığınma hakkı aldığı Venezuela’ya pasaportsuz olduğu için gidemeyen Snowden, Kremlin’in istediğini yapıp “ABD’ye zarar vermeme” taahhüdünde bulunarak Rusya’ya da “geçici çözüm” olarak iltica başvurusu yapmıştı. Rusya’daki ünlü plastik cerrahlardan Aleksander Teplaşkin, Lifenews haber sitesinde şu ilginç öneriyi ortaya attı: “Neden görünüşünü hâlâ değiştirmediğini merak ediyorum. Bana gelse, fazla değil 30 bin dolara (58 bin lira) onu değil CIA’in, annesinin bile tanıyamayacağı bir şekle sokarım. ‘Param yok’ diyorsa da gerekli ameliyatı bedava yapmaya hazırım. Birkaç günde onu ‘Maria’ yaparım. Parmak izlerini bile değiştiririm.”
Nerdun HACIOĞLU - HÜRRİYET
Ali Yörenç tatilde
BlogNot: Kör olmak bu demek olsa gerek. Aynı dizide biz Kıvanç Tatlıtuğ ile oyalanırken, daha karizmatik bir yüzü görmezlikten gelmişiz.
Yunanları çıldırtan beş yakışıklı Türk erkeği
Yorgo KIRBAKİ - Hürriyet
Telekinezi dünyanın dilinde: Bu bir şaka değil!
İngiliz Guardian gazetesi, Başbakanlık Başdanışmanlığına atanan Yiğit Bulut'un 'Başbakan'ı telekinezi (uzaktan etkileme) yöntemiyle öldürmeye çalışıyorlar' açıklamasını sayfalarına taşıdı
Guardian yazarı Fiachra Gibbons ‘Başbakan’ın Başdanışmanı Gezi Parkı protestolarının nedenini biliyor –telekinezi’ başlığını kullandığı yazısında, hükümetin Alman havayolu şirkeyi Lufthansa’dan CIA’ye kadar çok sayıda komplo teorisiyle Gezi Parkı protestolarını açıklamaya çalıştıklarını yazdı.
AKP hükümetinin Gezi Parkı olaylarının arkasında CIA, gelişen ekonomiyi kıskanan Avrupa, teröristlerle işbirliği yapan belirlenemeyen dış güçler, faiz lobisi ve uluslararası Yahudi komplo teorisi gibi nedenler gösterdiklerini yazan Gibbons şöyle devam etti: ‘artık, cevabı biliyoruz. Başbakan’ının arkasında onu gözden düşürmek için karanlık güçler tarafından planlanan dev bir telekinezi saldırısı var. Çünkü Başbakan, Türkiye’yi dünya için bir model yaptı. Yiğit Bulut, yakın zaman içinde Başbakan’ın Başdanışmanı oldu. Hayır, bu bir şaka değil. Telekinezi, fark etmiş olabilirsiniz, Yunanca bir sözcük.’
Bakanların ve medyanın büyük bir bölümünün protestoların arkasındaki komplo teorileri üretme üzerinde birbirleriyle yarıştıklarını ifade eden yazıda, AK Parti ’nin protestoların BBC, CNN ve Reuters işi olduğunu iddia ettiğini hatta gözlerin bazılarının işlerine medya patronlarının son verdiği liberal gazetecilere çevrildiğini aktardı.
Yazar sözlerini şöyle sürdürdü: ‘TV sunucusu ve yorumcu protestoların Alman hava yolu şirketi Lufthansa tarafından ödendiğini çünkü, İstanbul’a 3. havaalanı projesinin 100 milyon yolcuyu Almanya’dan Türkiye’ye çekeceği korkusu taşıdıklarını söyledi. Bulut, Türkiye’nin düşmanlarının telekinezi yöntemiyle Erdoğan’ı öldürmeyi planladıklarını iddia ediyor. Geçen ay bir televizyonda bunları söyledi. Bu hafta Bulut, Erdoğan’ın en yüksek resmi makamına getirildi.
Gibbons, protestolar sırasında Erdoğan’ın kendini idam edilen Adnan Menderes ile karşılaştırdığını o günden bu yana Başbakan’ın köprüleri kurmak yerine kontrol altında tutmak ve öç almakla meşgul olduğunu savundu.
ERDOĞAN’IN EN BÜYÜK TEHLİKESİ KENDİSİ
Yazar yazısını şöyle noktaladı: ‘Erdoğan’ın en büyük tehlikesi kendisi ve etrafındakiler. Emlak patronu damadından her yere birlikte gittiği Kasımpaşa’dan eski arkadaşları. Sadece beş yıl önce Erdoğan’ın yeni başdanışmanı ona ve partisini Atatürk ’ün laik cumhuriyetine faşist bir tehlike diyerek eleştirmişti. Osmanlı için umutsuz bir nostalji. Erdoğan, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bir çok sultanın savaştan daha çok etrafındaki uşaklar yüzünden öldüğünü hatırlayacak kadar akıllıdır.’ (dha/ Gonca YAĞCI)
Guardian yazarı Fiachra Gibbons ‘Başbakan’ın Başdanışmanı Gezi Parkı protestolarının nedenini biliyor –telekinezi’ başlığını kullandığı yazısında, hükümetin Alman havayolu şirkeyi Lufthansa’dan CIA’ye kadar çok sayıda komplo teorisiyle Gezi Parkı protestolarını açıklamaya çalıştıklarını yazdı.
AKP hükümetinin Gezi Parkı olaylarının arkasında CIA, gelişen ekonomiyi kıskanan Avrupa, teröristlerle işbirliği yapan belirlenemeyen dış güçler, faiz lobisi ve uluslararası Yahudi komplo teorisi gibi nedenler gösterdiklerini yazan Gibbons şöyle devam etti: ‘artık, cevabı biliyoruz. Başbakan’ının arkasında onu gözden düşürmek için karanlık güçler tarafından planlanan dev bir telekinezi saldırısı var. Çünkü Başbakan, Türkiye’yi dünya için bir model yaptı. Yiğit Bulut, yakın zaman içinde Başbakan’ın Başdanışmanı oldu. Hayır, bu bir şaka değil. Telekinezi, fark etmiş olabilirsiniz, Yunanca bir sözcük.’
Bakanların ve medyanın büyük bir bölümünün protestoların arkasındaki komplo teorileri üretme üzerinde birbirleriyle yarıştıklarını ifade eden yazıda, AK Parti ’nin protestoların BBC, CNN ve Reuters işi olduğunu iddia ettiğini hatta gözlerin bazılarının işlerine medya patronlarının son verdiği liberal gazetecilere çevrildiğini aktardı.
Yazar sözlerini şöyle sürdürdü: ‘TV sunucusu ve yorumcu protestoların Alman hava yolu şirketi Lufthansa tarafından ödendiğini çünkü, İstanbul’a 3. havaalanı projesinin 100 milyon yolcuyu Almanya’dan Türkiye’ye çekeceği korkusu taşıdıklarını söyledi. Bulut, Türkiye’nin düşmanlarının telekinezi yöntemiyle Erdoğan’ı öldürmeyi planladıklarını iddia ediyor. Geçen ay bir televizyonda bunları söyledi. Bu hafta Bulut, Erdoğan’ın en yüksek resmi makamına getirildi.
Gibbons, protestolar sırasında Erdoğan’ın kendini idam edilen Adnan Menderes ile karşılaştırdığını o günden bu yana Başbakan’ın köprüleri kurmak yerine kontrol altında tutmak ve öç almakla meşgul olduğunu savundu.
ERDOĞAN’IN EN BÜYÜK TEHLİKESİ KENDİSİ
Yazar yazısını şöyle noktaladı: ‘Erdoğan’ın en büyük tehlikesi kendisi ve etrafındakiler. Emlak patronu damadından her yere birlikte gittiği Kasımpaşa’dan eski arkadaşları. Sadece beş yıl önce Erdoğan’ın yeni başdanışmanı ona ve partisini Atatürk ’ün laik cumhuriyetine faşist bir tehlike diyerek eleştirmişti. Osmanlı için umutsuz bir nostalji. Erdoğan, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bir çok sultanın savaştan daha çok etrafındaki uşaklar yüzünden öldüğünü hatırlayacak kadar akıllıdır.’ (dha/ Gonca YAĞCI)
İlk şüpheli sokaktaki fırıncı
Ali İsmail Korkmaz'ın 2 - 3 Haziran'da sokakta coplu, sopalı ve gaz maskeli grup tarafından dövülerek öldürülmesine ilişkin soruşturmada, ilk şüpheli sokaktaki ekmek fırınının sahibi oldu.
Eskişehir’de, 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesine dair, ‘polis olduğu sanılan’ kişilerle ilgili belirsizlik sürerken ve hiçbir şüpheli polis belirlenmezken, ifadesi alınan ilk şüpheli bir fırıncı oldu. Sopalı dayağın meydana geldiği Sanayi Sokak’taki ekmek fırının sahibi İ.K.’nın ifadesi alındı. İ K., o saate fırında olmadığını, evinde olduğunu, olayları görmediğini söyledi. Radikal gazetesinin ulaştığı İ.K., “O gece saat 12’de çektim gittim. Çünkü biz o saate kadar ne iş yapabiliriz. Ben o saatte orada değilim. Hiçbir olay görmedim. Olaylar ben gittikten sonra olmuş” dedi. İ.K., fırındaki güvenlik kameralarının harddiskinin neden bozuk çıktığının sorulması üzerine, “Fırını yeni devraldığım için kamerada kayıt yok” diye konuştu. Bu arada, İ.K’nin anlatımlarındaki kimi çelişkiler nedeniyle ek ifadesinin alındığı anlaşıldı. Öte yandan, görüntülerde sopayla göstericilere vurduğu görülen sivil kişinin ‘Volkan’ isimli bir kişi olduğu ihtimali üzerinde duruluyor.
Sicil numaraları yazılmadı
Bu arada soruşturmayı yürüten savcılığın Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nden olayların yaşandığı Sanayi Sokak’ta görevli polislerin listesini istediği ortaya çıktı. Buna karşılık emniyet, ortaya çıkan görüntülerde yer almadıkları halde, içlerinde kadınlarında da bulunduğu 500 kadar polisin resmini gönderdi. Yüzleri belli olmayacak şekilde çekilmiş resimlerin altında, isimlerin, sicil numaralarının ve nerede görev yaptıklarının yazmadığı da görüldü. Öte yandan savcılık, eldeki bütün harddisk ve görüntüleri incelemesi için Jandarma Kriminal’e gönderdi.
İSMAİL SAYMAZ - RADİKAL
Eskişehir’de, 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesine dair, ‘polis olduğu sanılan’ kişilerle ilgili belirsizlik sürerken ve hiçbir şüpheli polis belirlenmezken, ifadesi alınan ilk şüpheli bir fırıncı oldu. Sopalı dayağın meydana geldiği Sanayi Sokak’taki ekmek fırının sahibi İ.K.’nın ifadesi alındı. İ K., o saate fırında olmadığını, evinde olduğunu, olayları görmediğini söyledi. Radikal gazetesinin ulaştığı İ.K., “O gece saat 12’de çektim gittim. Çünkü biz o saate kadar ne iş yapabiliriz. Ben o saatte orada değilim. Hiçbir olay görmedim. Olaylar ben gittikten sonra olmuş” dedi. İ.K., fırındaki güvenlik kameralarının harddiskinin neden bozuk çıktığının sorulması üzerine, “Fırını yeni devraldığım için kamerada kayıt yok” diye konuştu. Bu arada, İ.K’nin anlatımlarındaki kimi çelişkiler nedeniyle ek ifadesinin alındığı anlaşıldı. Öte yandan, görüntülerde sopayla göstericilere vurduğu görülen sivil kişinin ‘Volkan’ isimli bir kişi olduğu ihtimali üzerinde duruluyor.
Sicil numaraları yazılmadı
Bu arada soruşturmayı yürüten savcılığın Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nden olayların yaşandığı Sanayi Sokak’ta görevli polislerin listesini istediği ortaya çıktı. Buna karşılık emniyet, ortaya çıkan görüntülerde yer almadıkları halde, içlerinde kadınlarında da bulunduğu 500 kadar polisin resmini gönderdi. Yüzleri belli olmayacak şekilde çekilmiş resimlerin altında, isimlerin, sicil numaralarının ve nerede görev yaptıklarının yazmadığı da görüldü. Öte yandan savcılık, eldeki bütün harddisk ve görüntüleri incelemesi için Jandarma Kriminal’e gönderdi.
İSMAİL SAYMAZ - RADİKAL
Savcı, Taksim Dayanışma'nın peşini bırakmıyor
Savcı Nazmi Okumuş, cuma günü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan aralarında Mücella Yapıcı'nın da bulunduğu Taksim Dayanışması üyelerinin tutuklanması için itirazda bulundu
İtiraz kararına Ağır Ceza Mahkemesi bakacak. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu 8 Temmuz’da ‘Gezi Parkı’nı törenle açmış, iki buçuk saat sonra da kapatmıştı. Açılıştan sonra parka girenler polislerce çıkarılırken, İstiklal Caddesi’ne de müdahale edilmişti. Olaylarda Taksim Dayanışması’ndan mimar Mücella Yapıcı, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin’in de aralarında olduğu 50 kişi gözaltına alınmıştı. Üç gün gözaltında tutulan 50 kişi Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne sevk edilmişti. Savcılık sorgusunun ardından 38 kişi serbest bırakılırken, Yapıcı, ve Çerkezoğlu’nun da aralarında olduğu 12 kişi tutuklanmaları talebiyle mahkemeye gönderilmişti. Mahmeke bu 12 kişinin tutuksuz yargılanmasına karar vermişti.
Raidkal.com.tr
İtiraz kararına Ağır Ceza Mahkemesi bakacak. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu 8 Temmuz’da ‘Gezi Parkı’nı törenle açmış, iki buçuk saat sonra da kapatmıştı. Açılıştan sonra parka girenler polislerce çıkarılırken, İstiklal Caddesi’ne de müdahale edilmişti. Olaylarda Taksim Dayanışması’ndan mimar Mücella Yapıcı, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin’in de aralarında olduğu 50 kişi gözaltına alınmıştı. Üç gün gözaltında tutulan 50 kişi Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne sevk edilmişti. Savcılık sorgusunun ardından 38 kişi serbest bırakılırken, Yapıcı, ve Çerkezoğlu’nun da aralarında olduğu 12 kişi tutuklanmaları talebiyle mahkemeye gönderilmişti. Mahmeke bu 12 kişinin tutuksuz yargılanmasına karar vermişti.
Raidkal.com.tr
Otoparkta keşfedilen kırmızılı çocuk; Burak Çelik
Burak Çelik Yaş 21 Boy 1.90 Kilo 83
Aslen Orduluyum. İstanbul Eyüp’te doğup büyüdüm. Annem ev kadını, babam müteahhit. Eyüp’te otopark işletiyoruz. Çocukluktan beri televizyonda olmayı hep isterdim ama aklımda modellik yapmak yoktu.
İki buçuk sene önce liseyi bitirip üniversite sınavlarına hazırlandığım dönemde otoparkta babamın yanında çalışmaya başladım, orada keşfedildim. Tesadüfen şimdiki menajerim Ataberk Oral otoparka geldi. Arabasını park etmek için aldığım sırada babamla konuşmuş, beni Best Model’e hazırlamak istediğini söylemiş. Bir hafta sonra spor salonundaydım. Haftanın beş günü sabah-akşam, çift idman yapmaya başladım. Hayatımdan şeker, un ve tuzu çıkardım. Sadece su içtim. Bu tempom halen devam ediyor. Çünkü şimdi önümde 23 Kasım’daki ‘Best Model World’ var.
Yarışmaya hazırlandığım süreçte bir yandan modellik yaptım. Önce Fashion Week’te Hakan Akkaya defilesine başmanken çıktım. Bunu Hande Yener’in son albümü Kraliçe’nin kapak çekimleri takip etti. Albüm için giydiğim kırmızı takım elbise yüzünden ‘Kırmızılı Çocuk’ lakabını aldım. Ve Hande Yener’in klibinde de oynadım.
Türk erkeği denince akla kara kaş, kara göz geliyor. Hayatta sarışın olmamın eksilerini çok yaşadım. Beni Kıvanç Tatlıtuğ’a benzetenler oluyor ama sarı saç ve mavi göz dışında benzediğimizi düşünmüyorum. Artık bu esmer adam olgusunu yıkacağım. Amacım Best Model sonrası modelliğe devam etmek. Bunun yanında oyunculuk da hedeflerim arasında. İki senedir birçok isimden oyunculuk eğitimi alıyorum. Bu konuda örnek aldığım isim Brad Pitt!
Hakan Gence - Hürriyet
Aslen Orduluyum. İstanbul Eyüp’te doğup büyüdüm. Annem ev kadını, babam müteahhit. Eyüp’te otopark işletiyoruz. Çocukluktan beri televizyonda olmayı hep isterdim ama aklımda modellik yapmak yoktu.
İki buçuk sene önce liseyi bitirip üniversite sınavlarına hazırlandığım dönemde otoparkta babamın yanında çalışmaya başladım, orada keşfedildim. Tesadüfen şimdiki menajerim Ataberk Oral otoparka geldi. Arabasını park etmek için aldığım sırada babamla konuşmuş, beni Best Model’e hazırlamak istediğini söylemiş. Bir hafta sonra spor salonundaydım. Haftanın beş günü sabah-akşam, çift idman yapmaya başladım. Hayatımdan şeker, un ve tuzu çıkardım. Sadece su içtim. Bu tempom halen devam ediyor. Çünkü şimdi önümde 23 Kasım’daki ‘Best Model World’ var.
Yarışmaya hazırlandığım süreçte bir yandan modellik yaptım. Önce Fashion Week’te Hakan Akkaya defilesine başmanken çıktım. Bunu Hande Yener’in son albümü Kraliçe’nin kapak çekimleri takip etti. Albüm için giydiğim kırmızı takım elbise yüzünden ‘Kırmızılı Çocuk’ lakabını aldım. Ve Hande Yener’in klibinde de oynadım.
Türk erkeği denince akla kara kaş, kara göz geliyor. Hayatta sarışın olmamın eksilerini çok yaşadım. Beni Kıvanç Tatlıtuğ’a benzetenler oluyor ama sarı saç ve mavi göz dışında benzediğimizi düşünmüyorum. Artık bu esmer adam olgusunu yıkacağım. Amacım Best Model sonrası modelliğe devam etmek. Bunun yanında oyunculuk da hedeflerim arasında. İki senedir birçok isimden oyunculuk eğitimi alıyorum. Bu konuda örnek aldığım isim Brad Pitt!
Hakan Gence - Hürriyet
Polis: Canavarlaştırıldık, insanlıktan çıktık
1. POLİS
Yaş?
- 28.
Polis olmaya ne zaman karar verdin?
- Hiç öyle bir niyetim yoktu. 4 sene fizik okudum, araştırma görevlisi olmak istiyordum. Akademisyenlik şartları kapanınca, önce dershanede hocalık yaptım. Ama parası iyi değildi. Sonra polis alımları olduğunu öğrendim, başvurdum ve kazandım.
Gezi’de görevin neydi?
- Çevik Kuvvet. 60 saat orada kaldım. Aklımdan geçen tek şey, ‘görev bitse de evime dönsem’di. Ama bitmedi…
Polisin orantısız güç kullandığını düşünüyor musun?
- Elbette, aksini kim iddia edebilir?
ÖDÜL KOMEDİSİ
Gezi polislerine ödül verilmesi, seni sevindirdi mi, utandırdı mı? - O da ayrı bir komedi. İnsanlar “24 maaş ikramiye aldık zannetti. Maaşlar ortalama 2500 lira olduğu için kafalar karıştı. Oysa taban maaş esas alındı. Yari 49 çarpı 24, ediyor 800 lira. O parayı bile adaletli dağıtmadılar, sadece Çevik Kuvvet’e verdiler.
TEKMELEDİM
Peki bütün bu olan biteni nasıl açıklıyorsun?
- Açıklayamıyorum. Şiddeti onaylamak mümkün değil. İnsansan, onaylayamazsın. Birilerinin kafasına nişan alınması, gözlerinin çıkması, saçlarından sürüklenmesi, tekmelenmesi… Bunlar, bizi de rencide eden şeyler. Hiçbir şekilde haklı bir gerekçesi olamaz. Evet, bunların hepsi yaşandı. Ama polis, neden bu kadar çok şiddet uyguladı, bunu da araştırmak lazım. Amacım, polisi aklamak ya da savunmak değil, ama polisin psikolojisi de hesaba katılmalı. Bize, bir görev veriliyor. 40 saat boyunca kaldırımda yatırılıyoruz. Yemek desen hak getire, yarım ekmek arasına kaşar-salam. Tuvalet desen iki tane, önünde 200 kişi kuyrukta. Sabahtan akşama kadar hakaret, taş, molotof yiyoruz. N’oluyor? Biz de insanlıktan çıkıyoruz.
Ama şimdi sen de kendini aklıyorsun! “Şartlar o kadar kötüydü ki polis de sonunda cinnet geçirdi!”ye mi getirmek istiyorsun?
- 40 saat uyumayan birinden ne bekleyebilirsin? Gerçekten insanlıktan çıkıyoruz. Çıktık. Vicdanımız rahat mı? Kendi adıma değil. Sosyal medyada yayınlanan bütün o şiddet görüntülerini ben de izledim. Kabul ediyorum, vahşet. Ben de bazı şeyler yaşadım, yaşattım, o görüntüleri televizyondan izlediğimde, “Bu, ben olamam!” dedim.
Sen ne yaptın?
- Yerdeki göstericileri tekmeledim. İstemeden yaptım. Ama aşırıya kaçtım.
KENDİNDE DEĞİLSİN
Plastik mermi attın mı?
- Hayır. Gaz bombası da atmadım. Sadece tekmeledim. Bazı arkadaşlarım, başka şeyler de yaptı...
Yönetmelikte yasak olmasına rağmen, bazı arkadaşların, insanların ayağına değil, yüzüne gaz kapsülü attılar…
- Gaz sıkarken 45 derecelik bir açıyla sıkarız ya da yerden sektirerek atarız. Ama bir an geliyor, her şey çığrından çıkıyor, o kadar saat çalıştıktan sonra artık kendinde olamıyorsun. Yüzlerce gaz sıktığında, bir kaç tanesi, sen istemesen de, birilerinin yüzüne gelebiliyor.
Peki amirler…
- Sorun onlar zaten! Bize, “Gereğini yapın!” dediler. Laf bu. Bizim de aşırıya kaçtığımız oldu. Müdahalelerimiz, Çanakkale destanına benzetildi, bu da utanç verici, tabi ki böyle görmüyoruz. Nasıl destan yazmış olabiliriz ki, karşımızdaki halk. Çanakkale destanına bağlamayı, suçu kapatma psikolojisi olarak değerlendiriyorum. Bizi orada, insan haklarına aykırı şekilde çalıştırdılar, biz de orantısız güç uyguladık.
EMİNİYETTE HUKUK YOK
Bana hep insanın içinde şiddet varsa, bu tür şeyleri yapabilirmiş gibi geliyor…
- Doğru ama içindeki şiddeti ortaya çıkaran da o uygunsuz şartlar. Bu olayla, teşkilat içinde polisin maruz kaldığı şiddet de açığa çıktı. Çünkü bize insan muamelesi yapılmıyor, böcek gibi görülüyoruz.
Bunlar neden sesli söylenemiyor?
- Çünkü emniyette hukuk yok. Güya kanunları uygulayıcı olan teşkilatımız, kendi içimizde kanunları uygulamıyor. Ben bir buçuk aydır olağanüstü şartlarda çalışıyorum. Hangi kanuna göre…
Kimse itiraz etmiyor mu?
- Yok canım, ne itirazı. İtiraz eden olursa, amirlerimiz, “Geç karşı tarafa, sen de bize taş at!” diyorlar. Vatan haini ilan ediliyoruz. Kendi haklarımızı arayamıyoruz. Aramaya kalktığımızda, teşkilatı kışkırtmakla suçlanıyoruz. Zaten biz, hakkında soruşturma açılmış polisleriz, sürekli sürülüyoruz…
Gezi’de seni en çok üzen neydi?
- Lobna Allami’nin başına kapsül isabet etmesi. Oradaydım.
Senin arkadaşlarından birinin, o kızın hayatını kaydırdığını bilmek nasıl bir duygu?
- Felaket. Ama yine de, kimsenin bilerek ya da isteyerek böyle bir şey yapabileceğine inanmak istemiyorum. O kapsülü atan kendini biliyorsa, inan çok pişmandır!
Pişmandır yeter mi? O kız, iki beyin ameliyatı geçirdi, artık konuşamıyor, bir tarafı felçli. O polis, onun hayatını çaldı! Bedelini ödemesi gerekmez mi?
- Elbette. Yaşananları tasvip etmek mümkün değil. Ama o polis, o ana kadar kim bilir kaç atış yaptı. Bir tanesi Lobna’nın hayatını yaktı.
İnsanların Gezi’den sonra sana davranışı değişti mi? Polis olduğunu öğrenince n’apıyorlar?
- Halkın bize öfkesi birken, bin oldu. Halkla karşı karşıya getirildik.
İNSAN AVI
İnsanlar öldü, beyin travması geçirdi, gözleri çıktı, tekmelenerek hayatını kaybeden geçler oldu… Belki birebir sen sebep olmadın ama suçluluk duyuyor musun?
- Evet. Duymayan insan değildir.
Polis apartmanlara giriyor, evlerin, hastanelerin içine gaz bombası atıyor, resmen bir ‘insan avı’ Bu nasıl bir psikolojidir? Nasıl açıklanabilir?
- Dediğim gibi çalışma şartlarından kaynaklanan bir cinnet hali…
Artık bu yanıt beni kesmiyor!
- Öyle bir an geliyor ki, “Ben bu insanı bir şekilde ekarte edeyim, ayakta duramaz hale getireyim ki beni daha fazla yormasın, bir daha karşıma çıkmasın!” diyorsun. Çünkü o bir daha gelmezse, sen de evine gidebileceksin. Çünkü gazlıyoruz, gidiyorlar, iki saat sonra kendilerine geliyorlar, yine saldırıya geçiyorlar. Bunun sonu yok. Onlar dinlenebiliyor. Biz dinlenemiyoruz. Öyle bir hareket yapalım ki, bir daha gelemesinler, psikoloji bu…
2. POLİS
Yaş?
- 25.
Nasıl polis oldun?
- Televizyon dizilerinden etkilendim.
Gezi’deki görevin?
- Sivil polisim. Görevim parkını savunmak ve Çevik Kuvvet’e destek olmaktı.
Nasıl bir psikoloji söz konusuydu?
- Hepimiz onca gün yıkanmamışız, artık kokuyoruz, iç çamaşırı dağıtıyorlar, don, atlet. Ben 57 saat, kesintisiz görev yaptım, küçücük bir sehpanın üzerinde yattım. Canavarlaştırıldık, insanlıktan çıkarıldık. Dolayısıyla, patlama noktasına geldik. Polisi, öyle bir ortamda çalıştırırsan tabii ki şiddet uygular. Emniyet, polise insan haklarına uygun davranıyor mu ki; polis, göstericilere insan haklarına uygun davransın? O sırada bir arkadaşımızın eşi doğum yaptı, izin verilmedi. Bir arkadaşımız yaralandı, ayağına 9 dikiş atıldı, eve göndermedi. Bir arkadaşımız evlenecekti, düğün salonu tutmuş, davetliler gelecek, çocuk kendine düğüne gidemedi. Böyle insanlıktan uzak bir ortam…
BİR BİRİM YERİNE DÖRT BİRİM ŞİDDET
Sen polisin orantısız güç kullandığını kabul ediyor musun?
- Tabii ki. TOMA’yla su sıkıp, insanı takla attıranlar oldu. Ya da direkt kafaya nişan alıp, yaralayanlar. Bunlar orantısız güç. Kınıyoruz. Ama bir saatten sonra, deliriyorsun. Ben de öyle oldum mesela, göz altına alacağım vatandaşa, 1 birim şiddet uygulayarak alabilecekken, 4 uyguladım. Yaptım. Çünkü saf dışı bırakayım bir daha gelmesin istedim. Ki ben de evime gidebileyim.
Neden polis, direkt göstericinin kafasına ateş eder. Bunu nasıl açıklayabilirsin?
- Saatlerce, günlerce, o kadar çok atış yapıyorsun ki, bir noktadan sonra “Açı mı hesaplayacağım!” diyorsun, umursamıyorsun. Allah ne verdiyse sıkıyorsun…
O sırada sizi gaza getirenler, “Haydi aslanlarım yapın edin” diyenler var mıydı?
- Olmaz mı? Ekip arabalarından, mehter marşı bile çaldılar. Polislerin arasında bilinçsizler de var, dolduruşa geldiler. En kötü şartlarda çalışan bizdik, itfaiyeciler ve sağlıkçıların çadırı vardı, dinlenebiliyorlardı, onlar da 8 saatte bir ekip değişiyordu. Biz telefonlarımızı bile şarj edemedik, ailelerimizle ilişkimiz kesildi…
Bu kadar mı beceriksiz polis teşkilatı?
- Maalesef öyle. Türkiye için utanç verici bir şey. Ama bizim idarecilerimiz utanmıyor. The Guardian manşet atmıştı, “Polis protestocularla değil, insanlık dışı çalışma saatleriyle boğuşuyor!” diye. Bu manşet durumu özetliyor aslında. Kimse istemezdi bu yaralanmaları, ölümleri, hem bizden hem karşı taraftan. Benim akrabalarımdan bir sürü insan vardır Gezi’de. Eski kız arkadaşım Gezi parkı eylemcisi…
Binaların içine girip ‘insan avına’ çıkılmasına, sen ne diyorsun?
- Çok eskiden müdahaleler copla yapılırdı. Cop ters çevrilirdi, bunlar işin pisliği, öyle vururlardı ki insanı sakatlarlardı. Dört kişi de onu taşımaya gelirdi, toplam beş kişi eylemden ekarte edilmiş olurdu. Bu şekilde grup dağıtılırdı. Gezi’de de bir yerden sonra, aynı duygu ortaya çıktı. Vuralım, yaralayalım, arkadaşları yardıma gelsinler, dört beş kişi eksilsin. Artık “Haklı mı, haksız mı? Ne düşünüyor? Ne hissediyor?” o boyutları aşıyorsun. Yeter ki buradan kurtulalım, evimize gidelim, sıcak bir yatak görelim...
Polis olmak bugünlerde nasıl bir şey?
- 65 bin kişi polisliğe müracaat etmiş. Bilmiyorlar polisliğin nasıl bir şey olduğunu. Biz bırakıp kaçmaya çalışıyoruz, kurumlar arası geçiş düşünüyoruz. Artık tiksindik polislikten.
HEPİMİZ HAKKINDA SORUŞTURMA AÇILDI
Bu röportajı neden veriyorsun?
- Ben de hakkında soruşturma açılmış bir polisim. Bu düzene artık dur demek istiyorum. Ama onurlu olmak için simit satmaya da niyetim yok. Niye bırakıp gideyim, bu kadar emek vermişim, belki sistemi değiştirebiliriz. 300 bin polis arasında, bizim gibi düşünen 11 bin kişi var. Belki bir arkadaşımızın daha intihar etmesinin önüne geçebiliriz. Sorunları anlatıyoruz ki, çözülsün. Gezi parkı olaylarından sonra, bir günde üç arkadaşımız intihar etti, dördüncünün elinden silahı aldık.
Bu kadar üst üste intihar olunca, sizi bir araya toplayıp bir şey demiyorlar mı?
- “İntihar etmeyin oğlum!” diyorlar. İntiharı yasaklayan bir genelgemiz var. Böyle bir zihniyetle boğuşuyoruz.
“Bu emir kanun dışı, uymuyorum!” diyebiliyor musun…
- Hayır sorgulayamıyorsun. “Gaz sık” dediğinde, “Ben sıkmam” diyecek, polis hayal edemiyorum. Eğer öyle bir şey yaparsa, sürgünlerden sürgün beğenir. Öyle bir baskı yaparlar ki, o polisi intihar ettirirler. Çevik Kuvvet’in üçte biri, bir yıllık polis, herhangi bir uyarı veya kınama aldığında mesleğinden oluyor. Bu durumdaki bir insanın, emir sorgulama hakkı yok.
Sizi koruyan bir kurum var mı?
- Kendimizi anlatabileceğimiz bir mekanizma yok. Sendika vardı, kurucularımızı ihraç ettiler. Hâlâ sendikalımızı kabul etmiyorlar.
3. POLİS
Yaş?
- 45.
Kaç yıllık polissin?
- 14.
Neden polis oldun?
- Çocukluktan beri hep polis olmak istedim. Ama artık mesleğimi severek yapamıyorum. Büyük haksızlıklar yaşanıyor. Sendikacı olduğum için bana bir ceza vermek istiyorlar ama utanıyorlar. Çünkü yapıyorlar, çünkü çok büyük emeğim var teşkilata. Ama benim de hakkımda soruşturma var. Önemi yok, olsun, varsın ihraç etsinler.
POLİSİN COPU BANA DÖNDÜ
Çevik Kuvvet, şeritle çevrilmiş girilmez bölgeye giren bir genci apar topar yere yatırmış, copla dövüyordu. Dayanamadım, “Çocuk, karşıdan karşıya geçecekti, bilmeden bariyerlerin üzerinden atladı, vurma!” dedim. Ama öyle sert bir müdahale söz konusuydu ki, ben polis olarak bile bu psikolojiyi çözmekte zorlandım. Engel olmaya çalışınca, polisin copu bana döndü…
Polisin delilleri karatmasına ne diyorsun?
- Suçtur. Kabul edilemez. Bu yönde verilen emir uygulanmamalıdır. Emri veren de, uygulayan da hukuki anlamda sorumludur ve suç işlemiştir. Polislik mesleğini bir daha yapmamalı ve teşkilattan çıkarılmalıdır!
Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali’nin kamera kayıtlarının 18 dakikası nasıl oluyor da, yok oluyor?
- Düşündürücü ve şüpheli bir durum. Bilirkişi incelemesi yapılmalı, varsa kaydı silenler yargılanmalı.
Ethem Sarısülük’ün vurulma anındaki güvenlik kamerası nasıl oluyor da, başka yöne çevriliyor? Bir ağaca zumlanıyor…
- Ethem’in vurulma anında kamera dönüyorsa, bunun iki izahı olabilir: Birincisi kamera özelliğidir ki bu belirli saniye aralıklarıyla otomatik döner. İkincisi, kasıtlı yapılmıştır. Bu da suçtur. Emniyet içinde böyle bir emir veren suç işlemistir. Ama ne var ki, polis, kendisine verilen emri uygulamak zorunda. Bizim de bütün savaşımız bu. Polis memurunun, hukuksuz emre itiraz etme hakkı olsaydı, bunların çoğu yaşanmazdı. Ne yazık ki yaşanıyor. Polisin delil karatma ermine direnecek gücü yok. Mecburen uyguluyor.
Ali’yi döverek öldüren polislere ne diyeceksin?
- Henüz o şahısların polis olup olmadıkları belli değil. Eğer polislerse, böyle insanlardan sadece utanırım. Ama unutmamak gerekir ki, çadırları yakanların da önce polis oldukları zannedildi, sonra zabıta çıktı. Soruşturmanın sonucunu beklemek lazım.
17 yaşında bir çocuğun, koma haline uyutulduğu yoğun bakımdaki odasına bir polis ne amaçla girer?
- Yoğun bakıma doktordan başkası giremez, girmemeli. Olayın araştırılması gerekir, hastane kameraları incelenmeli. Tabii ki polisin böyle bir davranışta bulunması şüphe yaratır.
Palalı adamın göz göre göre kaçmasına imkan sağlanmış olmadı mı?
- Evet ama bu tamamen savcılık ve mahkemeyle alakalı bir şey, polisle ilgisi yok. Adli mercilere sorulmalı. Ayrıca palalı adam, bir polis memurunu parmağından, bir başka polis memurunu da elinden yaraladı. Bu olayda, palalı adamdan şikayetçi olan polis de mağdur oldu. Şahsi fikrim, “Bırakılmamalıydı!” Bu tip adamlara hoşgörü gösterilmesi başkalarına da cesaret veriyor. Nitekim böyle bir sonuç doğurdu.
POLİS 4:
Yaş?
- 22.
Neden polis oldun?
- Ailem istedi, üniversiteden terkim, polis yüksek okuluna girdim. Giriş o giriş.
Kaç yıl oldu?
- 4 yıldır teşkilattayım.
Senin Gezi’deki görevin neydi?
- Çevik Kuvvet.
Peki o kıyafet ağır gelmiyor mu?
- Hem de nasıl. Aslı 5-6 kilo ama bir süre sonra 50-60 kiloymuş gibi gelmeye başlıyor. Kafandaki kask yüzünden, görüş alanın da kısıtlı.
Sen yaşananları nasıl değerlendiriyorsun?
- İçindeyken değerlendirebilmen mümkün değil. Ben oradayken sadece bana taş atanı görüyordum. Ama sonra üniformamı çıkarıp, olayları televizyonda izledikten sonra “Vay anasını!” diyorsun. “Bunlar nasıl yaşanmış!” İnanmak istiyorsun ki, bu gördüklerin kazara olmuştur. Polis kimsenin kafasına sıkamaz, sıkmamalı diyorsun. Ama görüyorsun olanları. Yapılabilir mi? Yapılabilir. Bunu, yapmaya hakkı vardır manasında söylemiyorum. Ama insan o anki psikolojiyle, evet bir çok şeyi yapabilir…
Nasıl bir psikoloji o?
- Sürekli bir yere koşuyorsun. Nereye koştuğunun, nasıl bir yere koştuğunun hiçbir önemi yok. Sadece koşuyorsun, koşman gerektiği için koşuyorsun. Sonra, “Çatı kur” deniyor, çatı kuruyorsun, “Gaz at” deniyor, atıyorsun. O an düşündüğün tek şey, “Şimdi ne yapacağız, sırada ne var? Sürekli terliyorsun. Başın ağrımaya başlıyor, üzerindeki techizat da seni mahvediyor. Biri sana, “Gereğini yap!” diyor. O kadar fena, o kadar yuvarlak bir laf ki bu. Gereği ne?
Peki insan, oradaki çoluk-çocuğu, yaşlıları görmüyor mu? Nasıl atıyor o gazı…
- O kalkanın ardında ben eylemcileri görüyorum, çocuk-çocuk yaşlı görmüyorum. Bana göre, o sırada herkes eylemci ve bize kast ediyor. Oradan belki sıradan vatandaş da geçiyor ama bilemiyorsun. Evet, yapılmaması gerekir. Biz bile tiksiniyoruz. Düşünmeyi bırakıyorsun. Sadece sana söyleneni yapıyorsun. Ben de öyleydim, robot gibi.
Peki korkmuyor mu insan?
- Mesleğe ilk başladığımda, bacaklarım titriyordu. Artık alıştım. Hatta, karşından taş yağarken, komik muhabbetler oluyor. “Beyler taş geliyor! Hooop, güm” diye aramızda konuşuyoruz.
Seni bütün bu yaşananlarda vicdanen en çok rahatsız eden ne oldu?
- Gümüşsuyu’ndaydık. Müdahale etmeye başladık, arkadaşlar biraz dozunu kaçırdılar. Barikatı aşacağız, sert bir müdahale olacak. “Yapmayalım” dedim. İnsanların bana öyle bir bakışı oldu ki anlatamam. “Git eylemcilerle birlik ol o zaman” bakışı. Ben bunu gördüktün sonra bir kere daha görüşümü dile getirebilir miyim? Mümkün değil.
İsimsiz de olsa bunları anlatmanız başınıza iş açmayacak mı?
- Kurum bizi biliyor zaten. Hepimiz hakkında soruşturma var. Telefonlarımız dinleniyor. Mahkeme kararı olmadığı için delillendiremiyorlar. O yüzden de ihraç edemiyorlar. Ama sürekli sürülüyoruz.
Teşkilatın ‘siyah koyunu’sunuz?
- O laf kibar oldu, biz teşkilatın zencileriyiz! İdarecilerimiz bizi öyle görüyor.
Sen Gezi’dekilerin ‘dış mihrak’ olduğuna mı inanıyordun?
- Hayır. Çünkü kendi arkadaşlarım da vardı aralarında. Telefonlaşıyorduk. “Neredesin?” diyordum, “Parktayım” diyordu. “Oğlum evine git! Ne işin var orada. Bak bizimkiler canını yakar!” diyordum. Dış mihrak demek yanlış ve komik olur!
Ayşe Arman - Hürriyet
Çağla Akalın: Adım Çağla Şıkel'den, soyadım Demet Akalın'dan
Trans Güzellik Yarışması’na kendinizi çok beğendiğiniz için mi katıldınız?
- Hayır, amacım transların sesini duyurmak ve gücünü ispatlamaktı. Her sene Tayland’da ‘Dünya Trans Güzellik Yarışması’ düzenleniyor. Kasım ayında oraya katılacağım.
Sizce Tayland’da dereceye girer misiniz?
- Yarışmada işimiz zor çünkü Filipin ve Tayland birbirini tutuyor. Adil bir yarışma düzenlense birinci olurum.
Peki hikâyenize gelirsek...
- Mütevazı bir ailede büyüdüm. Adanalıyız ama doğma büyüme İstanbulluyum. Annem ev kadını, babam ayakkabıcı. Dokuz kardeşiz. Dört erkek, dört kız ve bir de ben.
ADIM ÇAĞLA ŞİKEL'DEN SOYADIM DEMET AKALIN'DAN
Kendinizdeki farklılığı ilk ne zaman hissettiniz?
- Her şey 5 yaşımda gördüğüm bir rüyayla başladı. Bir erkekle el ele yürüyordum. Değişik duygular hissettim. İlkokulda arkadaşlarım hep kızlardı. Tabii bir süre erkek öğrenciler sataşmaya başladı. Sonunda okulu bıraktım.
Bu baskılar yüzünden mi?
- Hem baskı hem de ortaokulda pantolon giymek istemediğim için. Zaten erkekliğe dair hiçbir şey istemiyordum. 11 yaşımda iş hayatına atıldım.
O yaşta ne iş yaptınız?
- Önce babamın yanında erkek ayakkabıları yapıyordum. Sonra kadın ayakkabı bölümüne geçtim ve o yaşımda ustabaşı oldum. Babama ilk kez gurur yaşattım. Ardından kuaförlük, stilistlik ve şimdiki işim şarkıcılığa başladım. Kendi blogumu açtım. Bir internet sitesinde de trans sorunları üzerine köşe yazıyorum.
Aileniz tercihinizi nasıl öğrendi?
- Altı kez intihara teşebbüs ettim. 16 yaşımdaki son intiharımda bir mektup yazdım. Annem okudu. Başlarda konduramadı. İki sene psikolojik tedavi aldım. Kardeşlerim arasında sadece abilerimden bir tanesi çevresi yüzünden başlarda tepki gösterdi ama şimdi o da destekçim. Yalnız babama kalbim buruk. Çünkü bana pek destek olmadı.
Kadın olmaya hangi aşamada karar verdiniz?/_np/4159/20784159.jpg
- Erkek gibi göründüğüm halde aynaya baktığımda ben karşımda bir kadın görüyordum. İçimdeki kadını insanlara göstermek istedim. Saçlarımı değiştirdim. Sonra göğüs ameliyatı oldum. Şimdi transseksüelliğe bir evrem kaldı. Ama travesti lafı Türkiye’de fahişe gibi göründüğü için biz “Trans bireyler” ismini kullanıyoruz.
Neden ameliyat olmadınız?
- Dini boyutunu araştırdım ve şüphelerim oluştu. Biyolojik açıdan da sorunlar olabileceğini düşünüyorum.
Toplumda baskı görüyor musunuz?
- Evet. İnsanlar erkek bedeninde kadınsı giysileri istemiyor. Cinsel hayat odada kalsın istiyorlar. Oysa erkeklerin çoğu biseksüel ama farkında değil.
Çoğu derken?
- Takım elbisenin içine pembe tanga giyen adamı göz bebeklerinden anlıyoruz. Ama bunlar gizli yaşandığı için hep trans bireyler ahlaksız gösteriliyor. Bizimle birlikte olmak isteyenler de aktif gay veya biseksüel. Bizi kadın olarak gören erkekler, kendilerini aklıyor.
ADIM ÇAĞLA ŞIKEL'DEN SOYADIM DEMET AKALIN'DAN
Fiziğimi Çağla Şıkel’e benzettikleri için adımı ‘Çağla’ koydum. Zaten onun gibi doğuştan zayıfım. Fil yesem kilo almıyorum. Sonra kirpik takmaya başladım, gözlerim Demet Akalın’a benzetildi. İsmimi ‘Çağla Akalın’ yaptım.
BİR TRANS BİR ŞEY YAPMAK İSTERSE...
Bir trans birey başarmak isterse cumhurbaşkanı da olur, uzaya da çıkar. Çünkü biz erkek bedeni ve beyninde kadın psikolojisine sahibiz. Albüm çalışmalarım var. Dana International ile düet yapmak istiyorum. Mail yoluyla yazışıyoruz.
BAŞBAKAN'A SESLENİYORUM
Eşcinsellerin tepki görmesinin bir nedeni de Türk medyası. Her şey Reha Muhtar döneminde başladı. ‘Trans vahşeti’ diye haberler verildi. Oysa transları o hale neyin getirdiği hiç araştırılmadı. İki gün önce bir arkadaşımız öldürüldü. Başbakan’a sesleniyorum. Nefret cinayetleri yasası artık çıksın. Ben de bir transım ve her an öldürülebilirim.
Hakan Gence - Hürriyet
Yılmaz Morgül: Türkiye'nin ilk sanatçı başbakanı olmak istiyorum
Gezi Direnişi sırasında başımızı nereye çevirsek duvarlarda 'Çare Morgül' yazısını görür olduk. Biz de şarkıcı Yılmaz Morgül'e Ayfer Er ile çıkardığı 'Bu aşk benden sorulur' single'ını bahane ettik bu yazıların ne anlama geldiğini ve ülke sorunlarını sorduk.
‘Çare Morgül’ çizimlerini ilk nerede, ne zaman gördünüz?
İlk annemler görmüş. Galata tarafında bir elektrik trafosunun duvarı üzerine yapmışlar. Önce üzülmüşler. Annem “Ne oldu da evladımın böyle resmini yaptılar, terörist mi bu” diye sormuş. Tedirgin olmuşlar çünkü ailede emniyet teşkilatından insanlar var. Annem bana gelip “Yılmaz bize yakışmayacak bir şey bu” diye tepkisini dile getirdi. Ben de merak ettim. Twitter ’a girdim. Onlarca yerde aynı çizim. İnsanlar fotoğraflarını çekip bana yollamışlar. Erenköy’de alt geçitin duvarında, Karaköy’de… Çok şaşırdım ve anlamını öğrenmek istedim. Onlarla sosyal medya üzerinden iletişime geçtim. Neden ‘Çare Morgül’ dedim. Bana “Siz bizi ilk günümüzden beri yalnız bırakmadınız” dediler.
Peki ilk gün orada mıydınız?
Evet. Yeğenlerimle ve kuzenlerimle birlikte ilk günkü eylemde yer almıştım. Ama ben çevrecilik bakış açısıyla orada bulundum. 14 yıldır başta Tema Vakfı olmak üzere pek çok çevre vakfıyla birlikte çalışıyorum. Bundan önce de Rize İkizdere’de yapılacak hidroelektrik santralına karşı kendimi römorkların önüne attım. Aktivist kimliğimi ve sanatçı duruşumu sergilemek için orada bulundum. Ondan önce Hasankeyf’te bulunmuştum. Yani doğa ile ilgili her şeyde varım.
Eylem çevrecilikten çıkıp başka bir boyuta da ulaştı…
Doğa için yapılan bu eylemin bir düşünce eylemine dönüştüğünü gözlemledim. Düşünce yönüne de destek verdim. Demokratik bir ülkede yaşıyoruz, herkesin düşüncesini özgürce açıklama hakkı var. Gezi eylemlerinin yanında oldum. Ancak hiçbir siyasi partinin yanında olmayacağımı da onlara söyledim. Çünkü şimdiye kadar hiçbir partinin yanında olmadım bundan sonra da olmak istemiyorum. Bu ‘Çare Morgül’ yazılarını yazanların bir başka söyledikleri de şu oldu “Şu ana kadar hiçbir partinin etkinliğinde yer almadınız. Sanatçı kimliğinizi hiçbir skandala karıştırmadınız. Çok ortadasınız. Neler yaşandığını görüyorsunuz “ dediler. Ben halkın nasıl yaşadığını biliyorum. Yıllardır bu vakıflara kendimi adadım ve hâlâ kirada oturuyorum. Arabam dahi yok.
Bu soruları kimlere yönelttiniz?
Üniversite öğrencilerine sordum. Dördüncü gün de Gezi’deydim. Gazdan ben de etkilendim. Altıncı gün yine gittim. “Yanınızdayım” dedim. Megafonla konuşma da yaptım O gün de insanlarla konuştuğumda insanların artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini istediğini gördüm. Bizi temsil eden insanların çok lüks hayatlar yaşadıklarını biliyoruz. Köyden çıkmış insanların tasını tarağını satarak Meclis’e girdiğini ve Meclis’e girdikten sonra sadece yedi sülalesini düşündüğünü biliyoruz. Sigarayla ve uyuşturucuyla mücadele konusunda çalıştığım dernekler vasıtasıyla Başbakan’la sık sık bir araya geldim. Hemşerim olur kendisi. O bana her seferinde “Bir isteğin var mı hemşerim?” diye sorar ben de ona “Siz sağlıklı olunuz toplumu da sağlıklı yaşatınız” derim. Asla bundan başka bir istek ya da söylem söylemem. Siyasi arenayla yakınlık kurup buradan farklı bağlarla bir yerlere gelmeye çalışmam. Ben nerede doğduğumu nasıl bir ailede büyüdüğümü çok iyi biliyorum. O yüzden hiç bir partiye yandaş olmak istemem. Ancak ileride yine hiçbir partiye üye olmadan bağımsız olarak bu ülkenin ilk sanatçı başbakanı olabilirim.
Çok iddialısınız...
Yılmaz Morgül bu ülkedeki her şeyin farkında olan, kendisini toplumuna adamış bir sanatçıdır. 14 yıldan beri verdiğim yardım konserleri 3000’i geçti. Bütün kanayan yaralara merhem olmaya çalışıyorum. Beni de vakıflar okuttu. Ben bu ülke için bugüne kadar tüm başbakanlardan ve cumhurbaşkanlarından daha yararlı işler yaptım. Bir kuruş da kazanmadım. Ben taksiye bindiğim zaman arka koltukta ortada oturuyorum, insanlar “Aa bak parası var taksiye biniyor” demesin diye. Ancak bunun yanında otoparkını açıp tek tek arabalarını gösteren işadamları var. Ben utanıyorum.
Siz nasıl bir başbakan olurdunuz?
Ben olsam televizyonlardaki yemek reklamlarını yasaklardım. Çünkü gördüğüm yerlerde o yiyeceklerin o içeceklerin bulunması hayal. Ben bu yaptığım çalışmalardan çok etkilendim. Çok hassas bir insanım. Uyuşturucu yaşı 8’e düşmüş, cinsellik yaşı 12’ye. Toplum çok kötü bir durumda. Türkiye ’nin her yerine ‘Meclis Lokantaları’ açardım. Çünkü o kadar ucuz ki... Bunu ülkenin her yerine yayarım. Temsilcimin yediği yemeği ben de yiyebilmeliyim. Altyapıda inanılmaz eksikler var, doğalgaz yok. Hâlâ kömür sobasından zehirlenerek ölen insanlar var. Ordu’da Trabzon ’da asmaköprüden yürüyüp okuluna giden çocuklarımız var... Bu ülkeyi bekleyen en büyük tehlike sosyal terördür. Yılmaz Morgül uyarıyor.
Yılmaz Bey duyarlılığınızın arkasında duygusal bir yapınız olduğunu görüyorum.
Bakın Ece Hanım ben 1997’de hep bu üzüntülerden dolayı cilt kanserine yakalandım. Şimdi çok şükür iyiyim. Sonra sosyal medyada espri yapıyorlar, “Yılmaz Morgül neden ağlıyor” diye. Ağlama görüntülerimle dalga geçiyorlar. Ben orada kendi müziğimi savunuyordum. Bu dalga geçen insanlar benimle bir vakıf konserlerine katılsınlar bakalım gördüklerine kimse dayanamaz.
Twitter’ınıza baktığımız zaman kendini seven ve pozitif bir Yılmaz Morgül görüyoruz. Nasıl çıkıyor o tweet’ler?
Ben insanların yüzünü bir nebze olsun güldürmeye çalışıyorum. Twitter’da aslında bir anlamda karamizah yapıyorum. Son bir haftadır annemin tavsiyesiyle aldığım bir kararla beni takipleyen herkesi takip ediyorum. Annem “Madem seni seviyorlar takip ediyorlar sen de boş bulduğun her anda onları takip et, cevap yaz” dedi. Ben de elimden geldiğince herkese cevap vermeye çalışıyorum.
Geçen haftalarda LGBT Onur yürüyüşü yapıldı. Katıldığınız mı?
Hayır Gemlik’te konserim vardı.
LGBT aktivizmi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Siyasi arenaya girdiğim zaman memurun, işçinin haklarını olduğu gibi LGBT’lerin de haklarını savunacağım. Ben ezilen herkesin yanındayım. Birbirimizi asla ötekileştirmemeliyiz, yargılamamalıyız. Beni yaratan seni de yarattı. Sen ne olursan ol ben seni insan olduğun için sevmeliyim, saygı duymalıyım. Neden bu cinsel kimliklerde bakanlar olmasın, yöneticiler olmasın. İnsanlık kimin tekelinde? Zaten kompleksli ve cinsel kimliğinden mutsuz insanlar eşcinselleri yargılıyorlar.
ECE ÇELİK / RADİKAL
Medya Etik Konseyi: Eşcinsel eylemde çocuk görüntüsünü kınıyoruz
Medya Etik Konseyi, Taksim'de 30 Haziran tarihinde gerçekleştirilen 'Eşcinsel Onur Yürüyüşü'nde çocukların bulunması ve medyaya yansıyan görüntülerde çocukların kullanılmasını kınadı.Konseyden yapılan açıklamada, "İstanbul Taksim...
Medya Etik Konseyi, Taksim'de 30 Haziran tarihinde gerçekleştirilen 'Eşcinsel Onur Yürüyüşü'nde çocukların bulunması ve medyaya yansıyan görüntülerde çocukların kullanılmasını kınadı.
Konseyden yapılan açıklamada, "İstanbul Taksim meydanında gerçekleştirilen ‘Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne ait fotoğraflar bazı gazete ve televizyonlarda 1 Temmuz tarihinde yer aldı. Yürüyüşe katılan ve elinde toplum değerlerine meydan okuyan 'genel ahlaksız' dövizini taşıyan ve pankart tutan küçük yaştaki çocuk fotoğrafları ile katılımcıların uygunsuz görüntüleri bazı gazetelerin internet sitelerinde ‘foto galeri’ başlığı ile yayınlanmaktadır. Toplumsal kabulün olmadığı ve kanunen suç olarak bilinen bir konudaki davranış biçimini ifade etmek için yapılan yürüyüşte çocukların kullanılması ne kadar uygunsuz ise, demokratik hak olarak görülebilen bu yürüyüşü haberleştiren gazete, televizyon ve haber sitelerinin yayınlarında uygunsuz ve özellikle çocukların görüntülerine yer verilmesi basın meslek ve etik ilkelere aykırı bir durumdur." ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, "Basın ahlak esasları arasında ‘küçüklerin ve gençlerin toplum içinde, kişiliklerinin gelişmesini ve korunmasını olumsuz etkileyecek yayınlar ile ahlâka aykırı yayın yapılamaz’ ilkeleri de yer almaktadır. Keza basın meslek ve etik ilkeleri ile ulusal kanalların imzaladığı ve uygulayacağını ifade ettiği TV yayın ilkeleri tüm medya kuruluşlarını bağlayıcı niteliktedir. Medya Etik Konseyi olarak, medyanın toplumun özellikle çocukların ahlaki ve manevi değerlerine daha duyarlı olması ve hassasiyet göstermesi gerektiğini belirtiyoruz. Bu tür kanunen suç sayılan bir konuda çocuk resimlerinin haber yapılması ve yayınlara internet sitelerinde, gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında yer vererek adeta reklamının yapılmasını kınadığımızı ifade ediyoruz." denildi.
Antakya'da Abdullah Cömert için mevlit, arkasından polis müdahalesi
Hatay'da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlidin ardından protesto için toplanan kalabalığa polis müdahale etti.
facebook'ta paylas
Arşive ekleMail GönderYazdırYorum Yaz
Antakya'da Abdullah Cömert için mevlit, arkasından polis müdahalesi
ANTAKYA – Hatay ’da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlide Eskişehir'deki gösterilerde hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi de katıldı.
İkindi namazı sonrası Armutlu Mahallesi'ndeki Hacı Ali Nurlu Kız Meslek Lisesi bahçesinde yapılan törene, Eskişehir'de 2 Haziran'da gezi protestoları sonrasında henüz kimliği belirlenemeyen kişi ya da kişilerce darp edilen ve tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz ve ağabeyi Gürkan Korkmaz’ın yanı sıra CHP Hatay milletvekilleri Mehmet Ali Edipoğlu, Hasan Akgöl ve Refik Eryılmaz, CHP il yönetimi, sivil toplum kuruluş başkanları ve vatandaşlar katıldı.
Mevlit sonrasında protesto amacıyla toplanan kalabalığa ise polis müdahale etti. Armutlu Mahallesi'nin Gündüz Caddesi girişinde barikat kuran göstericilerin sayısı polisin dağılın uyarılarına rağmen arttı ve yaklaşık 2 bin kişiye ulaştı. Barikatları ateşe veren gruba polis müdahale etti. Polisin gaz bombası ve TOMA ile tazyikli su sıkarak yaptığı müdahaleye, gruplar da taş ve havai fişeklerle karşılık verdi. Barikatları ateşe veren göstericilere yönelik polis müdahalesi gece geç saatlere kadar sürdü.
RAMAZAN ÇELİK / DHA
10 Temmuz
Medya Etik Konseyi, Taksim'de 30 Haziran tarihinde gerçekleştirilen 'Eşcinsel Onur Yürüyüşü'nde çocukların bulunması ve medyaya yansıyan görüntülerde çocukların kullanılmasını kınadı.
Konseyden yapılan açıklamada, "İstanbul Taksim meydanında gerçekleştirilen ‘Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne ait fotoğraflar bazı gazete ve televizyonlarda 1 Temmuz tarihinde yer aldı. Yürüyüşe katılan ve elinde toplum değerlerine meydan okuyan 'genel ahlaksız' dövizini taşıyan ve pankart tutan küçük yaştaki çocuk fotoğrafları ile katılımcıların uygunsuz görüntüleri bazı gazetelerin internet sitelerinde ‘foto galeri’ başlığı ile yayınlanmaktadır. Toplumsal kabulün olmadığı ve kanunen suç olarak bilinen bir konudaki davranış biçimini ifade etmek için yapılan yürüyüşte çocukların kullanılması ne kadar uygunsuz ise, demokratik hak olarak görülebilen bu yürüyüşü haberleştiren gazete, televizyon ve haber sitelerinin yayınlarında uygunsuz ve özellikle çocukların görüntülerine yer verilmesi basın meslek ve etik ilkelere aykırı bir durumdur." ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, "Basın ahlak esasları arasında ‘küçüklerin ve gençlerin toplum içinde, kişiliklerinin gelişmesini ve korunmasını olumsuz etkileyecek yayınlar ile ahlâka aykırı yayın yapılamaz’ ilkeleri de yer almaktadır. Keza basın meslek ve etik ilkeleri ile ulusal kanalların imzaladığı ve uygulayacağını ifade ettiği TV yayın ilkeleri tüm medya kuruluşlarını bağlayıcı niteliktedir. Medya Etik Konseyi olarak, medyanın toplumun özellikle çocukların ahlaki ve manevi değerlerine daha duyarlı olması ve hassasiyet göstermesi gerektiğini belirtiyoruz. Bu tür kanunen suç sayılan bir konuda çocuk resimlerinin haber yapılması ve yayınlara internet sitelerinde, gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında yer vererek adeta reklamının yapılmasını kınadığımızı ifade ediyoruz." denildi.
Antakya'da Abdullah Cömert için mevlit, arkasından polis müdahalesi
Hatay'da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlidin ardından protesto için toplanan kalabalığa polis müdahale etti.
facebook'ta paylas
Arşive ekleMail GönderYazdırYorum Yaz
Antakya'da Abdullah Cömert için mevlit, arkasından polis müdahalesi
ANTAKYA – Hatay ’da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlide Eskişehir'deki gösterilerde hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi de katıldı.
İkindi namazı sonrası Armutlu Mahallesi'ndeki Hacı Ali Nurlu Kız Meslek Lisesi bahçesinde yapılan törene, Eskişehir'de 2 Haziran'da gezi protestoları sonrasında henüz kimliği belirlenemeyen kişi ya da kişilerce darp edilen ve tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz ve ağabeyi Gürkan Korkmaz’ın yanı sıra CHP Hatay milletvekilleri Mehmet Ali Edipoğlu, Hasan Akgöl ve Refik Eryılmaz, CHP il yönetimi, sivil toplum kuruluş başkanları ve vatandaşlar katıldı.
Mevlit sonrasında protesto amacıyla toplanan kalabalığa ise polis müdahale etti. Armutlu Mahallesi'nin Gündüz Caddesi girişinde barikat kuran göstericilerin sayısı polisin dağılın uyarılarına rağmen arttı ve yaklaşık 2 bin kişiye ulaştı. Barikatları ateşe veren gruba polis müdahale etti. Polisin gaz bombası ve TOMA ile tazyikli su sıkarak yaptığı müdahaleye, gruplar da taş ve havai fişeklerle karşılık verdi. Barikatları ateşe veren göstericilere yönelik polis müdahalesi gece geç saatlere kadar sürdü.
RAMAZAN ÇELİK / DHA
10 Temmuz
Antakya'da Abdullah Cömert için mevlit, arkasından polis müdahalesi
Hatay'da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlidin ardından protesto için toplanan kalabalığa polis müdahale etti.
Hatay ’da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlide Eskişehir'deki gösterilerde hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi de katıldı.
İkindi namazı sonrası Armutlu Mahallesi'ndeki Hacı Ali Nurlu Kız Meslek Lisesi bahçesinde yapılan törene, Eskişehir'de 2 Haziran'da gezi protestoları sonrasında henüz kimliği belirlenemeyen kişi ya da kişilerce darp edilen ve tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz ve ağabeyi Gürkan Korkmaz’ın yanı sıra CHP Hatay milletvekilleri Mehmet Ali Edipoğlu, Hasan Akgöl ve Refik Eryılmaz, CHP il yönetimi, sivil toplum kuruluş başkanları ve vatandaşlar katıldı.
Mevlit sonrasında protesto amacıyla toplanan kalabalığa ise polis müdahale etti. Armutlu Mahallesi'nin Gündüz Caddesi girişinde barikat kuran göstericilerin sayısı polisin dağılın uyarılarına rağmen arttı ve yaklaşık 2 bin kişiye ulaştı. Barikatları ateşe veren gruba polis müdahale etti. Polisin gaz bombası ve TOMA ile tazyikli su sıkarak yaptığı müdahaleye, gruplar da taş ve havai fişeklerle karşılık verdi. Barikatları ateşe veren göstericilere yönelik polis müdahalesi gece geç saatlere kadar sürdü.
RAMAZAN ÇELİK / DHA
Hatay ’da yapılan Taksim Gezi Parkı protestolarında başından vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in ölümünün 40'ıncı gününde mevlit okutuldu. Mevlide Eskişehir'deki gösterilerde hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi de katıldı.
İkindi namazı sonrası Armutlu Mahallesi'ndeki Hacı Ali Nurlu Kız Meslek Lisesi bahçesinde yapılan törene, Eskişehir'de 2 Haziran'da gezi protestoları sonrasında henüz kimliği belirlenemeyen kişi ya da kişilerce darp edilen ve tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz ve ağabeyi Gürkan Korkmaz’ın yanı sıra CHP Hatay milletvekilleri Mehmet Ali Edipoğlu, Hasan Akgöl ve Refik Eryılmaz, CHP il yönetimi, sivil toplum kuruluş başkanları ve vatandaşlar katıldı.
Mevlit sonrasında protesto amacıyla toplanan kalabalığa ise polis müdahale etti. Armutlu Mahallesi'nin Gündüz Caddesi girişinde barikat kuran göstericilerin sayısı polisin dağılın uyarılarına rağmen arttı ve yaklaşık 2 bin kişiye ulaştı. Barikatları ateşe veren gruba polis müdahale etti. Polisin gaz bombası ve TOMA ile tazyikli su sıkarak yaptığı müdahaleye, gruplar da taş ve havai fişeklerle karşılık verdi. Barikatları ateşe veren göstericilere yönelik polis müdahalesi gece geç saatlere kadar sürdü.
RAMAZAN ÇELİK / DHA
Eşcinsel Olmak
...güzel gelirli işim olsun sevgilim olsun bni sevsin beraber gezelim , film izleyelim , sevişelim o kovalasın bn kaçim istiorum ya cokmu sev istiorum pff :((
Benim Hakkımda
Merhaba, benim adım Caner size kendim hakkımda birşeyler paylaşmak istiorum hem bni tanımıs olursunuz
16 yasındayım Adanada yasıyorum anlasılacagı üzere bir eşcinselim.son 2 , 3 yıldır artık eşcinselliği kafaya takmamaya başladım artık umurdamıyorum yani ilk eşcinsel oldugumu farkettiğimde cok sasırmamıstım hani bn neden faklıyım diye kendimi yerlere atmamıstım ama yine insan bir burukluk hissdiyor ama artık akısına bıraktım ve escinsel olmaktan mutluyum fakat gelecek acısından korkularım var. Ap gayim daha önce hiç cinsel birliktelik yasamadım ap gayım fakat pasif ilişki nedense bni korkutuyor :( Eşcinsel oldugumu ailem bilmiyor 4 kardeşiz 2 abim 1 ablam var. eşcinsellik nasılk bir duygu hala çözmüş deilim ama bir erkege ait olmak ona sarılmak, onuınla öpüşmek, vakit geçirmek dünyadaki en güzel şey gibi geliyor bana. neden böyle hissediorum nedenini bnde bilmiorum fakat bana herşey normalmiş gibi geliyor kendimi kız cocugu gibi hissediorum bazen hopalamk zıplamak istiorum ama işte naparsın insan her istedigini yapamıyor. aslında kenidimi bazen kadın gibi hissediorum gerek kadın gibi giyinmek kadın gibi sevişmek kadın gibi konusmak, yürümek vs. gibi şeyleri yapamk isitorum bazen ailem farkediyor ama bastırıytum duygularımı annem kız gibisiz bir civi bile cakamıyorsun diyor böyle sorunlar oluo ama bni bunlar niyeyse endişelendirmiyor bir gün özgür olcam diorum ama işte en büyük korkum gelecek. gelecekte neler bekliyor bilemiyorum gerçekten ne yapacagımı bilmiorum :( ama ya bn güzel gelirli işim olsun sevgilim olsun bni sevsin beraber gezelim , film izleyelim , sevişelim o kovalasın bn kaçim istiorum ya cokmu sev istiorum pff :((
bu bnm ilk yazım belki bazı hatalar yapmıs olabilirim ama yapcak bişi yok acab kimler okucak bunu bnde bilmiorum belki kimse okumaz ama bosver sen yaz elbet biri görür okur :)
http://normalbirgay.blogspot.com/
Benim Hakkımda
Merhaba, benim adım Caner size kendim hakkımda birşeyler paylaşmak istiorum hem bni tanımıs olursunuz
16 yasındayım Adanada yasıyorum anlasılacagı üzere bir eşcinselim.son 2 , 3 yıldır artık eşcinselliği kafaya takmamaya başladım artık umurdamıyorum yani ilk eşcinsel oldugumu farkettiğimde cok sasırmamıstım hani bn neden faklıyım diye kendimi yerlere atmamıstım ama yine insan bir burukluk hissdiyor ama artık akısına bıraktım ve escinsel olmaktan mutluyum fakat gelecek acısından korkularım var. Ap gayim daha önce hiç cinsel birliktelik yasamadım ap gayım fakat pasif ilişki nedense bni korkutuyor :( Eşcinsel oldugumu ailem bilmiyor 4 kardeşiz 2 abim 1 ablam var. eşcinsellik nasılk bir duygu hala çözmüş deilim ama bir erkege ait olmak ona sarılmak, onuınla öpüşmek, vakit geçirmek dünyadaki en güzel şey gibi geliyor bana. neden böyle hissediorum nedenini bnde bilmiorum fakat bana herşey normalmiş gibi geliyor kendimi kız cocugu gibi hissediorum bazen hopalamk zıplamak istiorum ama işte naparsın insan her istedigini yapamıyor. aslında kenidimi bazen kadın gibi hissediorum gerek kadın gibi giyinmek kadın gibi sevişmek kadın gibi konusmak, yürümek vs. gibi şeyleri yapamk isitorum bazen ailem farkediyor ama bastırıytum duygularımı annem kız gibisiz bir civi bile cakamıyorsun diyor böyle sorunlar oluo ama bni bunlar niyeyse endişelendirmiyor bir gün özgür olcam diorum ama işte en büyük korkum gelecek. gelecekte neler bekliyor bilemiyorum gerçekten ne yapacagımı bilmiorum :( ama ya bn güzel gelirli işim olsun sevgilim olsun bni sevsin beraber gezelim , film izleyelim , sevişelim o kovalasın bn kaçim istiorum ya cokmu sev istiorum pff :((
bu bnm ilk yazım belki bazı hatalar yapmıs olabilirim ama yapcak bişi yok acab kimler okucak bunu bnde bilmiorum belki kimse okumaz ama bosver sen yaz elbet biri görür okur :)
http://normalbirgay.blogspot.com/
70’lik Mick Jagger’ın sırrı makarna
Geçtiğimiz hafta Londra Hyde Park’ta 200 bin kişiye konser veren Mick Jagger, sahnedeki performansıyla izleyenleri kendine hayran bıraktı. 4 binden fazla kadınla birlikte olan Jagger, sahnedeki performansının sırrının sahneye çıkmadan 4 saat önce yediği makarna olduğunu belirtti.
NTV
Mavi gezegen
Bilim insanları, ilk kez Güneş sistemimiz dışındaki bir gezegenin gerçek rengini belirledi. 63 ışık yılı uzaklıktaki ‘HD 189733b’ adlı gezegen, sıra dışı atmosferindeki erimiş cam yağmurları sebebiyle masmavi bir görünüme sahip.
Akşam
Bir yıldızın görkemli ölüm anı
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nın uzaydaki Chandra X Işını Gözlemevi, 4 bin 200 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın eşine az rastlanan güzellikteki son anlarını gözlemledi.
NASA’dan yapılan açıklamaya göre, bizim güneşimize benzeyen yıldızlar, ömürlerinin sonuna geldiklerinde dikkat çekici derecede fotojenik olabiliyor. ‘Eskimo Nebulası’ olarak da bilinen ‘NGC 2392’ yıldızı bunun için iyi bir örnek. Chandra X Işını Gözlemevi, bilim insanlarının ‘gezegensi bulut’ olarak da isimlendirdiği NGC 2392’nin ölümü sırasında merkez kısmının etrafında açığa çıkan milyonlarca derece sıcaklıktaki gaz bulutunu fotoğrafladı. Hubble uzay teleskopu da yıldızın dışarı püskürdüğü katmanların kırmızı, yeşil ve mavi desenlerini görüntüledi. Ortaya büyüleyici bir yok oluşun seyrine doyum olmaz kareleri ortaya çıktı.
NGC 2392 gibi gezegenimsi bulutsular, sıcak yıldızları çevreleyen daha çok dairesel şekilli gaz yapılar olarak biliniyor. Gezegen benzeri disk yapılı görüntülerinden dolayı 18. yüzyılda William Herschel tarafından bu isim verildi. Merkezdeki yıldızdan çıkan ışınım etraftaki gaz zarfı öne çıkarıyor ve parlak bir bulutsu olarak görünmesini sağlıyor.
1999’da uzaya fırlatılan X Işını Gözlemevi’ne, Hint kökenli ABD'li fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar'ın anısına Chandra ismi verildi. Chandra, Sanskritçe "ay" veya "parlayan" anlamına geliyor. Bu uzay aracı sayesinde sonsuz boşlukta sayısız gözlem yapıldı.
Akşam
NASA’dan yapılan açıklamaya göre, bizim güneşimize benzeyen yıldızlar, ömürlerinin sonuna geldiklerinde dikkat çekici derecede fotojenik olabiliyor. ‘Eskimo Nebulası’ olarak da bilinen ‘NGC 2392’ yıldızı bunun için iyi bir örnek. Chandra X Işını Gözlemevi, bilim insanlarının ‘gezegensi bulut’ olarak da isimlendirdiği NGC 2392’nin ölümü sırasında merkez kısmının etrafında açığa çıkan milyonlarca derece sıcaklıktaki gaz bulutunu fotoğrafladı. Hubble uzay teleskopu da yıldızın dışarı püskürdüğü katmanların kırmızı, yeşil ve mavi desenlerini görüntüledi. Ortaya büyüleyici bir yok oluşun seyrine doyum olmaz kareleri ortaya çıktı.
NGC 2392 gibi gezegenimsi bulutsular, sıcak yıldızları çevreleyen daha çok dairesel şekilli gaz yapılar olarak biliniyor. Gezegen benzeri disk yapılı görüntülerinden dolayı 18. yüzyılda William Herschel tarafından bu isim verildi. Merkezdeki yıldızdan çıkan ışınım etraftaki gaz zarfı öne çıkarıyor ve parlak bir bulutsu olarak görünmesini sağlıyor.
1999’da uzaya fırlatılan X Işını Gözlemevi’ne, Hint kökenli ABD'li fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar'ın anısına Chandra ismi verildi. Chandra, Sanskritçe "ay" veya "parlayan" anlamına geliyor. Bu uzay aracı sayesinde sonsuz boşlukta sayısız gözlem yapıldı.
Akşam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)