Craft’ın yeni oyunu Garaj. Yazar Kemal Hamamcıoğlu oyunda, seks işçisi, trans Orkide ile üniversite öğrencisi Kahraman’ı, İstanbu’da bir ‘garaj’da buluşturuyor…
“Hazırla beni / kafam almaz seni / o yakınımdaki değildin sen / bana bakma öyle / seni sarsam bile… / sal artık da gideyim buradan / gerçekten olmaz bırak beni… / bilmeden olmaz kırar beni / veda bu sana…” Athena’nın ‘Hazırla Beni’ şarkısıyla vedasını salan bir oyunla karşınızdayım, bugün! (İç ses: Gününüze ve yazıya, fon olur niyetine, ‘hazırla beni’den biraz ses alalım, reca edicem!) Nasıl anlatsam, biraz hüzünlü ama en temizinden güzel tebessümlere gark eden bir hikaye Garaj… Oyunun bitiş müziğiyle kelama düştüğüme bakmayın siz, panik yok, usuldan rotayı vereceğim ama öncesinde, Garaj’ın yaratıcılarının takdimiyle yazının girişini çakalım istiyorum.
KABİN’DEN SONRA ÜÇLEMENİN İKİNCİSİ: GARAJ
Craft’ın bu sezonun taze oyunlarından Garaj’ın yazarı; geçtiğimiz sezon ‘Kabin’le de tiyatro tutkunlarının muhabbetine ilişen Kemal Hamamcıoğlu. ‘Garaj’, ‘Kabin’den sonra üçlemenin ikinci oyunu oluyor. Kendi halinde, fani bir izlek olarak naçizane fikrim: ‘Garaj’, anlattığı zaman dilimi, sahneye uyarlanışı ve oyunculukları bakımından, bu sezonun -yine çok konuşulacak- tadında oyunlarından biri. Altını çizmekte hiçbir abes görmediğim; oyunun yönetmeni, usta oyuncu-yönetmen-çevirmen İpek Bilgin’in dokunduğu her mevzuyu, bu şıklıkta, daha da ötelere taşıması; alkışları tavan yaptıran türden! Oyun boyunca, metin ve oyunculuklarda, İpek Hoca’nın referansındaki yaratış ve dokunuşunu deneyimleme hali; sonrasında miss ediyor, bilginize! Kısaca; gidip de tecrübeye yatmadan anlatılacak bir algı değil, cümleye yaydığım analogsal hallenmelerimi de buna verin! (Es notu: Hoş, zaten İpek Bilgin’in, Ankara, Eskişehir ve Bursa Devlet Tiyatroları’ndan sonra Dot ve sinemadaki hemhallikleri, sanırım tüm bu cümlelerimin alt metni modunda.)
BUGÜNE KADAR BİTARAF EDİLMİŞ…
Ve tabii Garaj’ı, ete, kemiğe dönüştürmekle kalmayıp, kendi kadrajlarının çemberini de harmanlayan, kıvamında oyunculuklarıyla dikkat çeken Enis Arıkan ve Güven Murat Akpınar; o nasıl enerjidir öyle, mimiklerden konuşmalara, duruşlardan tavırlara, yer yer pürüzsüz, yer yer karikatürize; şahaneydiniz, eyvallah! Oyun sonunda, en hissiyatlısından ne ajite oldum, ne de en böğürlüsünden kahkahaya daldım. Us’umda, 2013 versiyonlu, soyuttan somuta yol alan iki insan alemi vardı; bu da hoşuma gitti! Gelelim Garaj’ın sahne arkasındaki emeği geçen ekibe; yardımcı yönetmen Olgu Baran Kubilay, dekor/ışık tasarımı Simone Mannino ve Jesse Gagliardi, ses Özgür Kuşakoğlu, kostüm Hakan Oktaş ve fotoğraflar Tayfun Çetinkaya imzasını taşıyor. (Erken içimden geldi notu: Kabul! Son birkaç yıldır, çok fazla tiyatro, kendi sahalarında ‘anlaşılmak’ üzerine renklerini saçmakta, bazıları ne sahnelediklerinden bihaber, bazılarıysa aynı gökyüzü altını şereflendirdiğimize mesut olacağımız oyunlarla karşımızda! Daha önceki yıllara nazaran, son dönem genç tiyatro ve yazarları, LGBT’liler yahut bugüne kadar bitaraf edilmiş insan hikayeleriyle sahnede. Bu halden çıkan işleri de kıymetli buluyorum. Garaj’a istinaden Arıkan’ın performansı üzerinden gidersek de, üşenmeyip, hatırlarsa(k)m Dot’ta, Kürklü Merkür’de seyrettiğimden bu yana İstanbul özel tiyatrolarda çok sular aktı. Bugüne kadar görmezden gelinen ‘taraf’lar, bu akan suları, nasıl karşılıyor yahut akanların doğru yolda olup olmadığıyla ilgili ne düşünüyorlar kısmında; bazıları ne yazık ki hâlâ ya çok fazla ajite ya da küfür üzerinden/geyiğe çalan modda anlatıldığını düşünüyor. Eee, bugüne kadar bastırıldıklarını düşünürsek, böyle böyle anlatılanlar ‘gerçeğine’ daha yaraşır olacaktır diye umut ediyorum. Fakat ben, artık lezbiyenler üzerine de oyunlar/hikayeler yazılmasının zamanının geldiğini -arzum bu yönde diyelim- düşünüyorum.)
BATSIN BU DÜNYA MODELİ!
Arıkan ve Akpınar’ın, adeta döktürdüğü oyunculuklarının Garaj hikayesi nedir diyenlere: Mevkiimiz: İstanbul. Günlerden bir yılbaşı gecesi. Biz izleklerin dikize yattığı adres ise; bir duvarında Orhan Gencabay’ın, diğer duvarında ise sadece gece yaşamı kucaklayabilenlerin cümlelerinin/graffitilerinin yer aldığı, küçük, gösterişsiz bir garaj. (Hayatın hangi yakası, ‘batsın bu dünya’ modeli değil ki, bu minvalde de Gencebay çıkartmasını, pek manalı buldum.) Biranda, bu duvarları griye boyanmış, gösterişsiz garaja, bir elinde neon ışıklı kalp, diğer elinde ise ışıltılı cep telefonuyla konuşan, adını ve mesleğini birazdan öğreneceğimiz seks işçisi, trans Orkide giriyor. İri cüssesinin ardında konuşmaya başladıkça, kırılganlıklarını kussa da, kahkahalarını serpmeye devam ediyor. Konuşurken ‘kendi saçlarım’ diyerek elini iki de bir, uzun sarı saçlarına götüren Orkide, telefonda ‘kocam’ diye hitap ettiği, evli ve çocuklu sevgilisini bekliyor. Her zaman buluştukları bu garajda, yılbaşı kutlaması yapacaklar. Bir kez daha tecrübeliyorum ki bir transseksüel için saç önemli, vakti zamanında yaşadıklarını/zorla kazıtılan saçları düşününce… Ve az sonrasında, garajın bir diğer (davetsiz) misafiri geliyor; üniversitede fotoğrafçılık okuyan, anne-babasını trafik kazasında kaybetmiş, hayattaki tek sığınağı olan anneannesiyle yaşayan, ismiyle tezat görüntüsüyle dikkat çeken Kahraman.
HAYATA DAİR SÖYLENEBİLECEK HİÇBİRŞEY VE HERŞEY
İki farklı karakter ve iki farklı dünya: Başkaları tarafından ‘ötekileştirilmiş’, seks işçisi Orkide ve yine Orkide’nin deyimiyle ‘kötüler büyür, sen çocuk kalmışsın’ tanımının hakkını veren, fotoğrafçılık bölümünde okuyan Kahraman... Yaşadıklarıyla ‘büyüklerin alemini’ hatmetmiş Orkide ve hayata dair söyleyeceği hiçbir cümlesi ol(a)mayan Kahraman... Nasıl ikili ama?! Ama işte aynı gökyüzü altını paylaşanların diyarı bu evrende, kalabalıkların içindeki yalnızlıklarının pasını atmak ne o kadar kolay, ne de o kadar zor oluyor! Tabii bu kolaylık kısmında, ilk önce, sırf güzel yüzlü Orkide’nin fotoğraflarını çekebilmek adına, tüm utangaçlığını kenara sıyırıp, cesaretle onu takip edip, garaja gelen ‘merak’lı Kahraman’ın da payı yok değil! Kahraman’ın başlattığı hikayeyi, sonrasında Orkide’nin ‘merak’ı bitiriyor. İşte Garaj’ın macerası da böylece başlamış oluyor. Ve ortaya kafa patlangaçları dahil, görüntüsü ve yarattığı boyutsal deryasıyla seyredilesi, keyifli bir oyun/insan hikayesi çıkıyor.
HERKESİN BİRAZ MUTLU OLMAYA HAKKI VAR!
Tüm ademoğlu ve havakızlarının mevzusu, aslında bi vakitler Birhan Keskin’in de dillendirdiği gibi ‘seni kırdığım yerden, beni de kırdılar’ şiarı değil mi, ömür dediğimiz bu sayfiye tazeliğindeymiş gibi kokan ama aslında ‘garaj’ın buluşturduğu faniliğimizde! Ufaktan ufaktan huzurlarınızdan ayrılırken ben, sizlere de dönülmez akşamın ufkundan çıkılası bir hafta mesaisi diliyorum. Yazıya ve güne de vedamı; ‘ama en azından yılbaşı gecesi herkesin biraz mutlu olmaya hakkı var’ diyen Orkide ve Kahraman’la bizleri tanıştıran yazar Kemal Hamamcıoğlu’nun cümleleriyle veriyorum: ‘Hayatımızda, ne kadar çok yeni olanı ararsak arayalım, bir yanımız klişelere dokunuyor. Orkide ve Kahraman'ın hikayeleri de böyle. Hiçbir zaman özel günlerde mutlu olamadım. Beni hep rastlantılar mutlu etti. Orkide ve Kahraman’da mutlu olsun istedim...’ Oyun programı ve detaylı bilgi için: 212 249 22 23/ 545 249 49 67
Betül Memiş - Habertürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder