İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yüksek bir beka endişesi olduğunu hep biliyoruz.
Esasen çok haksız da değiller. Basbayağı askeri darbe girişimleri, kapatma davası, muhtıralar... Geride kalan 11 yıl hiç de rahat geçmedi.
Ama öte yandan bu dönemde AK Parti gücünü de konsolide etti, özellikle 2009’dan ama en çok da 2010’daki 12 Eylül referandumundan sonra, hukuk dışı ya da demokrasi dışı bir yolla AK Parti iktidarının sona erdirilmesi ihtimali de hemen hemen sıfıra indi.
Biz dışarıdan bakanlar bunu böyle görüyoruz ama anlaşılan içeriden, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yakınından bakınca manzara böyle değil. Erdoğan ve yakın çevresi, neredeyse ilk günden itibaren Gezi Parkı nedeniyle yapılan gösterileri, ‘Erdoğan’a karşı’ olarak yorumladı.
Elbette göstericilerin ‘Erdoğan iyi birisi ama çevresi ona bizi yanlış tanıtıyor’ gibi bir bakışları yok. Onlar da kalabalıklar halinde ‘Erdoğan istifa’ diye bağırıyorlar. Hatta eylemlerdeki ana ‘nefret kişisi’nin Başbakan Erdoğan olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz.
Elbette siyasetçilerin, hele hele ülkeyi on yıldan uzun süre yöneten siyasetçilerin seveni kadar sevmeyeni de olması çok doğal. Erdoğan da bunu bilmeyecek bir siyasetçi değil. Ama anlaşılıyor ki, meydandan yükselen sesi, ‘Bunlar sadece benim üslubuma değil bu dünyadaki varlığıma da karşılar’ diye yorumluyor.
Zaten bu yorumun böyle olduğu daha ilk günlerde Başbakan’ın yakın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan’ın ‘Erdoğan’ı yedirmeyiz’ demesinden anlaşılıyordu.
Erdoğan’ı ‘yemek’ isteyenler yok değil; elbette var. Var ama onların Erdoğan’ı yiyebilecek kadar büyük olup olmadıkları tartışmalı. Açıkçası, ülkenin anamuhalefet partisi CHP’nin Gezi eylemcilerinden hiçbir biçimde güç alamıyor, hatta dışlanıyor olması, Erdoğan’ı ‘yemek’ isteyenleri de iyice güçsüzleştiriyor.
Ama benim durduğum yerden görebildiklerimin tersine analizlerle hareket ediyor AK Parti. Dün Yeni Şafak’ta Abdülkadir Selvi’nin yazısından öğreniyoruz, Başbakan partisinin MKYK toplantısında ‘Sonuna kadar mücadele’ diye özetlenebilecek bir konuşma yapıyor, konuşmasını da Osmanlı’da Mehter takımının yürüyüşe geçmezden önce yaptığı duadaki ayet (‘Nasrunminallahi ve fethün karin. Ve beşşiri’l- mü’minin’) ile bitiriyor.
Her köşe başında düşmanlar görmenin, olmayan değirmenlerle savaşa girişmenin, kendi vatandaşını ‘rakip’ değil de ‘düşman’ görmenin ne demek olduğunu eminim bu siyasi akım 28 Şubat günlerinden çok iyi biliyor.
Ama görüyorsunuz, bugün terse dönülmüş durumda. Karşıda siyasi partisi olmayan, olacak gibi de durmayan bir muhalefet var. Ve bu muhalefete karşı seçim propagandası yürütüyor Başbakan. Meydan mitingleri yapacak, gerekirse şehir şehir dolaşacak.
Oysa karşıda bir düşman yok. Rakip var belki ama o da düşman değil.
İsmet Berkan - Hürriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder