13 Nisan 2013 Cumartesi

Hollanda'da çocuk ol-say-dım, olsaydım


Buraya ilk geldiğimde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de çocukların ellerini, kollarını sallayarak, deftersiz, kalemsiz, bisikletlerine atlayarak okula gitmeleriydi. Gözlerimi alamazdım okul bahçesinde oynayan, oradan oraya koşan mavi gözlü, sarışın çocuklardan. Bu ülkede çocuk olmak, mutlu olmak için yeterli olsa gerek, diye düşünürdüm.
Masal kitaplarında gördüğüm süt içen, renkli çoraplı, pembe etekli kızlar, mutlu çocuklar gelirdi aklıma onlara bakarken.
Sırf bu görüntü için bile olsa, burada kalmaya değer derdim. Biraz da yazıklanırdım, her kıssadan bir hisse çıkarmakla geçen çocukluğuma, çocukluklara.
Öğretmenler diz çökmüştü bir keresinde, çocukların önünde. Bahçede oynayan çocukların ceketlerinin düğmelerini iliklerlerken bir çocukla konuşur gibi konuşuyorlardı onlarla, savaşa hazırladıkları erlerle konuşur gibi değil.
'Geleceğin en bir önemli adamı' adayları değildi onlar. Çocuklardı sadece.
Önce bir çocukluklarını yaşasınlardı hele.
Okuyacaklarsa okurlardı zaten.
Hem mesleğin kötüsü de olmazdı.
Yeter ki bir şey yapsınlardı.
Ne yaparlarsa kendisi içindi.
Ailenin onuru için değil.
Kız çocuklarının güzel ve söz dinliyor, oğlanların da hesabının kuvvetli olması gerekmediğini gördüm burada.
Çocukların bunu bilerek yetiştiklerini gördüm.
Ebeveynlerin çocuk yetiştirme tarzındaki samimiyetlerini gördüm.
Evin içindeki yaşam biçimi ile dışarısı arasında büyük bir uçurum olmadığını, kapıdan dışarıya adımını atanın hemen düşüp bir yerlerini kıracağı korkusuna kapılmadıklarını.
Neyi nasıl yapmazsam, ya da yapsam kimse çakmaz acaba’ ya kafa yormak yerine, konulan kuralların bir gereklilikten kaynaklanmış olabileceğini düşündüklerini gördüm.
Güvendiklerini de.
Evlerinde, birbirine, konu komşuya, akrabaya, baba eve gelince takmak için kullandıkları maskeleri nereye sakladıklarını merak ettim ama zamanla anladım ki yoktu. Kullanmıyorlardı.
Ne misafir odaları ne oturunca bozulmasından korktukları koltukları vardı ve en garibi de anlattığınız şeylerin arkasında, anlatılmayan esas hikâyeyi aramaya yeltenmiyorlardı. İnanırlardı size bir kerede ve siz orada donup kalıyordunuz öylece.
Şaşıyordunuz onların nasıl olup ta bu kadar saf kaldığına, iki gözüm çıksın ki, Allah canımı alsın ki, ölümü öp yalan söylüyorsam, dedirtmeden hemen ikna olmalarına.
 Herhalde bugün ters tarafımdan kalkmış olacağım ki, biraz tozpembe, Avrupa hayranlığı tadı veren, tek yönlü bir tablo çıktı ortaya sanki ama gözlemlerimin bir kısmı UNICEF tarafından tasdiklenmiş durumda.
29 gelişmiş ülkenin çocuklarının yaşam standardını inceleyen UNICEF, Hollandalı çocukların diğer ülkelerde yaşayanlardan çok daha fazla bir refah içinde yaşadıklarını tespit etmiş.
Hollanda’dan sonra Norveç gelirken, Romanya en sonda kalıyormuş. Hollandalı çocuklar dünyanın en mutlu çocukları yani. Daha doğrusu, mutlu olmamaları için hiç bir nedenleri yok.
Araştırmada beş ana temayı ele almışlar. Refah, sağlık, güvenli ortam, eğitim, yaşam şekli ve yeri. Hepsinde birinci gelmiş Hollanda.
Yalan değil.
Özgürler çocuklar burada.
Düşündüklerini söylerler.
Dünyada en az ev ödevi burada veriliyormuş mesela.
Defterleri, kitapları okuldadır ilkokul çocuklarının.
Boş gider, boş gelirler.
Tatil, tatildir, ödevsiz geçer.
Ailenin en akıllı çocuğuna, mokunda boncuk var muamelesi yapılmaz. Özel muamele yapmazlar zeytinli çocuğa. O zaten kendisini kurtarır, diyerek diğerlerine daha çok ilgi gösterirler.
Zenginler mağazalardan, asgari ücretliler de ikinci el dükkânlarından alır çocuklara oyuncaklarını. İkisi de on altı yaşlarına geldiğinde birkaç saatliğine bir işe girer çalışır, kendi cep harçlığını kazanmak için.
Hademesi de okulun müdürü de, öğlen yemek için, ekmeğini beraber götürür evden çıkarken.
Belki de bu yüzden, ‘adam olup, yüksek mevkilere geldiklerinde’ de, önünde eğilecek  insanlar aramazlar, eskinin zeytinli çocukları.
Değerinde bırakırlar bazı şeyleri.
Zekâ ile insanlığı birbirine karıştırmazlar.

Bron. Volkskrant - Radikal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder