7 Şubat 2012 Salı

Antonio Navas for Euroman Magazine

GOLDMAN SACHS CEO’SU GAY HAREKETİNİN SÖZCÜSÜ OLDU

ABD’li dev yatırım bankası Goldman Sachs’ın CEO’su Lloyd Blankfein, eşcinsellerin hakları için mücadele eden Human Rights Campaign (İnsan Hakları Mücadelesi) adlı kuruluşun sözcüleri arasına katıldı.

Blankfein, gay, lezbiyen, biseksüel ve cinsiyet değiştirmiş insanların hakları için çalışan ABD’li kuruluşun eşcinsel evlilikler için yürüttüğü kampanyaya iş dünyasından katılan ilk sözcü oldu. ABD’de seçimler öncesi eşcinsel evlilik konusu birçok eyalette önemli bir gündem maddesi olarak tartışılacak.


‘Goldman müşterileri ne der?’

New York Times gazetesine konuşan Human Rights Campaign yöneticisi Fred Sainz, Blankfein’ın “muhafazakâr” finans sektöründen gelen beklenmedik bir isim olduğu için kampanyalarını güçlendireceğini söyledi. Sainz, “Ortalama bir Amerikalı Blankfein’in ‘evlilik eşitliği’ni destekleyeceğini düşünemez” dedi.

Blankfein’in eşcinsel evliliği destekleyen bir kampanyanın sözcüleri arasına katılmasının, Goldman Sachs ile iş yapan muhafazakâr çevreleri rahatsız edebileceği yorumları da yapılıyor. Bu arada, Blankfein aşırı risk iştahı ve çok yüksek yönetici primleri nedeniyle küresel krizde parmağı olduğu suçlamasıyla karşı karşıya kalan yöneticiler arasında. Goldman Sachs’ı 2006 yılından beri yöneten Lloyd Blankfein, Wall Street’in en uzun süre görev yapan CEO’larından.


Bush’un kızı da sözcü...

New York Times, kamera karşısına geçerek eşcinsellerin evlenebilmesi anlamına gelen ‘evlilik eşitliği’ni destekleyen Blankfein’in yönetimindeki Goldman Sachs’ın, eşcinsel personele vergiler konusunda yardımcı olduğunu, 2002 yılında da Goldman Sachs’ın cinsiyet değiştirme talebi olan personeline destek olması nedeniyle manşetlere çıktığını hatırlattı.

Blankfein, avukat Laura Jacobs Blankfein ile evli ve çiftin 3 çocuğu var. Human Rights Campaign’in sözcüleri arasında eski ABD Başkanı George W. Bush’un kızı Barbara Bush da bulunuyor.
 
Milliyet

Finlandiya, eşcinsel cumhurbaşkanına hayır dedi

Finlandiya'da bugün yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu Sauli Niinistö kazanarak ülkenin 12. Cumhurbaşkanı oldu. Eşcinsel aday Pekka Haavisto ise yüzde 37 oy alabildi.

Sol adaylar, 22 Ocak 2012'deki ilk turda toplam yüzde 12,2 oy alarak hezimete uğramışlardı. İkinci turda Yeşiller Partisi adayı Pekka Haavisto'yu desteklerini açıklamışlardı, ama o da kazanamadı.

“Finlandiya'da eşcinsel Cumhurbaşkanı olacak mı?” sorusu da böylece cevabını buldu.

İlk kadın Cumhurbaşkanı Tarja Halonen'den sonra, şimdi de “İlk eşcinsel Cumhurbaşkanı olabilir mi?, düşüncesi vardı. Bu düşünceler, gelecek seçime kaldı.

Anketler, kadınların yüzde 70'inin eşcinsel Yeşiller Partisi adayı Pekka Haavisto'yu destekledikleri yönündeydi.

22 Ocak 2012'de yapılan ilk turda, iki erkek aday ikinci tura kalmıştı. Ama bunlardan birisi eşcinsel idi!

İlk turda en yüksek oyu alan Sauli Niinistö ile Pekka Haavisto, ikinci turda yarıştılar.


Seçimi kaybeden Pekka Haavisto kimdir?

23 Mart 1958 doğumlu. İlk tur Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde süpriz sonucu Yeşiller Partisi'nin oy oranının iki katı oy alarak ikinci olarak yapmıştı. Eski Çevre Bakanı Pekka Haavisto, yüzde 18,8 oy alarak ikinci tura kalmıştı. Pekka Haavisto, eşcinsel. Pekka Haavisto, kendisinden 20 yaş küçük Ekvatorlu Antonio Flores ile 2002'de eşcinsel evlilik yapmış ve hâlâ beraberler. Pekka Haavisto, bakan iken 1997'de Güney Amerika'da tanışmışlar. Finlandiya'da, escinsellere resmi kayıt yaptırma izni 2002'de verilince, kayıt yaptırmışlar ve Flores'e, Finlandiya'ya oturma izni aldırtmış, sonrada evilikten vatandaşlık da gelmiş. Pekka Haavisto, ilahlı asker olmayı da reddetmiş ve sivil hizmetle askerliğini yapmış. Vicdani retciler hapse atıldığından, sivil hizmette bulunmuş..

Eşcinsel aday Pekka Haavisto seçilseydi Finlandiya'nın “First Lady”si kim olcaktı? İki erkek, karı-koca olarak Cumhurbaşkanlığı köşküne mi yerleşeceklerdi!

Finlandiya'da Cumhurbaşkanı, aynı zamanda Kilise'nin de başı, yani Finlandiya, “Laik Devlet” değil . Eşcinsel birisinin bu ünvanı almasının anlamı ne olacaktı? Şimdi, Finlilerin 6 yıl daha bunu düşünmeleri için süreleri var. “Devlet ile Kilise birbirinden ayrılmalı mı?”, sorusuna cevap bulmalılar.

http://www.haberpolitik.net/Finlandiya-escinsel-cumhurbaskanina-hayir-dedi-ID25000.html

Samuele Visentin

Eşcinselliği suç kapsamından çıkarmak için yasal süreç başlatıldı

Avrupa Konseyi’nde eşcinselliğin suç olarak düzenlendiği tek bölge olan Kuzey Kıbrıs’ta eşcinselliği suç kapsamından çıkarmak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM), yasal süreç başlatıldı. 1993’te, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kıbrıs’ta yetişkinler arası rızaya dayalı eşcinsel ilişkinin yasallaştırılmasını gerektirmişti; ancak Kıbrıs’taki bölünme, eşcinselliği yasaklayan kanun dahil, birçok İngiliz ceza kanununun Kuzey’de yürürlükte kalmasına neden olmuştur. Bu kanunlar, devlet yetkililerinin insan haklarını ihlal eden kanunların kaldırılacağı konusundaki vaatlerine rağmen, yürürlükte kalmıştır.

Uluslararası insan hakları hukuku, cinsel kimlik hakkının da dahil olduğu kimlikleri korumaktadır. Yetişkinler arası rızaya dayalı mahrem cinsel faaliyet insan hakları hukuku tarafından korunmaktadır.

Davaya göre, eşcinselliği suç olarak düzenlemeyen Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki insan haklarını korumak ve teşvik etmekle yükümlü olduğu için İngiliz koloni mirası bu yasayı savunmak durumundadır.

Dava, davacı aleyhinde dava açılacağı korkusuyla isimsiz bir şekilde dile getirilmiş, özel ve aile yaşamının söz konusu yasaların varlığıyla ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Davacı maruz kaldığı ayrımcılığın, insanlık dışı ve aşağılayıcı bir muameleye dönüştüğünü de iddia etmektedir.

Dava, başvuran kişinin yerine tüm dünyada hukuk yolu ile eşcinselliği suç kapsamından çıkarmayı amaçlayan uluslarası örgüt Human Dignity Trust (İnsan Onuru Vakfı) tarafından açılmıştır. İnsan Hakları avukatı ve Human Dignity Trust’ın başkanı Jonathan Cooper bugün yaptığı açıklamasında şöyle dedi:

‘’Eşcinsel ilişkinin Kuzey Kıbrıs’ta suç olarak düzenlendiği gerçeği, uluslararası hukuku ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hükümlerini ihlal etmektedir.

Kimliklerin suç kabul edilmesi, insanları hukukun koruması dışına itmektedir. Bu sadece eşcinsel hakları ile ilgili bir sorun değildir, bu evrensel insan hakları ile ilgili bir sorundur. Dünyada 80’den fazla hukuk sistemi yani neredeyse ülkelerin yarısı, eşcinselliği suç olarak düzenlemektedir’’.

Dava, Kuzey Kıbrıs’ın LGBT örgütü Homofobiye Karşi İnşisiyatif Derneği tarafından desteklenmektedir. Nigel Pleming QC öncülüğündeki yasal ekipte, Kuzey Kıbrıs’tan avukat Öncel Polili ve Tom Mountford bulunmaktadır. Uluslararası hukuk firması Taylor Wessing LLP ise danışman avukatlık yapmak üzere davada yer almıştır.

Taylor Wessing LLP’de ortak olan Paul Callaghan’in bugün yaptığı yorum:

‘Bu kadar önemli bir konuda, Human Dignity Trust ile birlikte gönüllü olarak çalışmaktan memnuniyet duyuyoruz. Bu dava, uluslararası insan hakları hukukuna bir ihlali açığa çıkarmaktadır; hem yasal hem de manevi yükümlülüklerin hüküm sayesinde yerine getirilmesini diliyoruz’’.

Homofobiye Karşi İnisiyatif Derneği ise şunları ekledi:

‘’Yasayı düzeltmek için harcanan çabalarımız faydasız olmuş ve Kıbrıslı Türk yetkililer iyi niyetli olmak konusunda isteksiz davranmıştır. Yasayı değiştirmek için verilen sözlere rağmen, yetkililer bu eski yasa ile insanları yargılamaya devam etmektedir. Bu durum, Kıbrıslı Türkler yekililerin insan haklarını korumaya cesareti olmadığını açıkça gösteriyor.

Human Dignity Trust ile yaptığımız çalışmaların, uluslararası dayanışma için iyi bir örnek olmasından dolayı da mutluluk duyuyoruz’’.

http://www.gundemkibris.com/escinselligi-suc-kapsamindan-cikarmak-icin-yasal-surec-baslatildi-22510h.htm

Gey Hakemin Hukuk Mücadelesi

Hakem Dinçdağ’ın TFF’ye açtığı davanın dördüncü duruşmasında avukat Söyle "Federasyonun iç tüzüğünde ‘hastalığı nedeniyle askerlik yapamayanlar, hakemlik yapamaz’ yazıyor ama eşcinsellik bir hastalık değildir. Dolayısyla bu madde geçersiz" dedi.

Eşcinsel olduğunu beyan ederek askerlikten muaf raporu aldıktan sonra hakemlik yapmasına izin verilmeyen hakem Halil İbrahim Dinçdağ'ın Türkiye Futbol Federasyonu'na (TFF) karşı açtığı tazminat davasının dördüncü duruşması bugün görüldü.

İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 20 Ekim'de görülen üçüncü duruşmada hâkim tanıkların dinlenmesi için davayı 7 Şubat'a ertelemişti. Saat 11.35'te görülen bugünkü duruşmada tanıkların gelmemesi üzerine tanıkların tekrar çeğırılmasına karar verilerek bir sonraki duruşma tarihi 5 Haziran olarak belirlendi.

bianet'e konuşan Dinçdağ eşcinsel olduğunu kamuoyuna kendisinin açıklamadığını söyledi. "Eşcinsel olduğuma yönelik haberi yapan ilk gazeteci beni aradı. 'Haklarının iade edilmesi için bu haberi yaptım. Dilekçeyi, federasyonda çalışan birisinden aldım' dedi. Kendisini tanık olarak mahkemeye çağırdık. Bir gazeteci olarak kaynağını deşifre edemeyeceğini söyledi" dedi.

Dinçdağ Haziran ayını bekleyeceklerini ve davanın daha ne kadar uzayacağını merak ettiğini de sözlerine ekledi.

Avukatı Fırat Söyle ise eşcinselliğin bir hastalık, bir cinsel kimlik bozukluğu olmadığınının altını çizdi. "Futbol federasyonu, iç tüzüğün, 'hastalığı nedeniyle askerlik yapamayanlar, hakemlik yapamaz' maddesine dayandırarak Halil İbrahim'in hakemliğine bir süre son verdi" diyen Söyle, eşcinselliğin bir hastalık olmaması nedeniyle bu maddenin dikkate alınmaması gerektiğini belirtti.

Futbol Federasyonu'nun daha sonra hatasını gördüğünü ancak bu süreçte yaşı ilerleyen Dinçdağ'ın hakemlik için istenen yaşı geçtini ifade eden Söyle, "Halil İbrahim'in yaşadığı sıkıntılar oldu. Yaş sınırı nedeniyle klasman grubuna yükselme şansı ortadan kalktı. Kendisine yalnızca il hakemliği yapabilirsin deniyor. Ama bunun pek bir getirisi yok" dedi.

Dinçdağ'a yapılan uygulamaların hukuka aykırı olduğunu belirten Söyle "Tanıkların ifadeleri alındıktan sonra muhtemelen bilirkişiye gidecek ve mahkeme kararını verecek" diye konuştu.


Ne Olmuştu?

Trabzon'da 14 yıl futbol hakemliği yapan Halil İbrahim Dinçdağ, Trabzon İl Hakem Kurulu'nun kendisinden askerlikle ilgisi olmadığına dair belge istemesi üzerine Trabzon Askerlik Şubesi'nden "askerliğe elverişli değildir" ibareli bir rapor almıştı.

Raporu İl Hakem Kuruluna vermesinden sonra Trabzon İl Hakem Kurulu üyelerinden birisi, Halil İbrahim Dinçdağ ile birebir konuşmuş, kendisine artık maç verilmeyeceği söylemiş ve hakemliği bırakmasını istemişti.

Trabzon İl Hakem Kurulu da Dinçdağ'a maç vermemeye başlamıştı. Olay Futbol Federasyonu'na yansımış ancak bu süreçte Dinçdağ'ın cinsel yönelimi basına yansımıştı. (SK/ÇT)

Serhat KORKMAZ - Bianet

‘HATA YAPMAK iNSANA MAHSUS’

Harbiye’de bir barın dışında uygunsuz şekilde kameralara yakalanan oyuncu Tolga Karel, eşi ve sevenlerinden özür diledi.

Karel, “Hata yapmak insana mahsustur ve hatalar tekrarlanmadıkları takdirde birer tecrübedir” derken, eşinin ihanetine uğrayan 6 aylık hamile Günay Müsayeva, “Bu son hatadır, çocuğum babasız büyümeyecek” açıklamasını yaptı.

Milliyet

Gökçe Bahadır Ali Sunal'la boşanmak için ilk adımı attı.

Dava başladı

Oyuncu Gökçe Bahadır, 7 aylık eşi Ali Sunal'la boşanmak için ilk adımı attı.Vatan gazetesinde yer alan habere göre; avukatı aracılığıyla boşanma davası açan Bahadır ayrılık gerekçesi olarak "Evlilik birliğimiz temelinden sarsıldı ve şiddetli geçimsizlik yaşıyoruz" dedi. Tarafların boşanma dilekçelerinin basına sızmaması için mahkemeden gizlilik talep edeceği de öğrenildi. Evliliklerinin 1 yılı dolmadan ayrılık kararı alan çift bu yüzden hukuki olarak anlaşmalı değil, çekişmeli bir boşanma yaşayacak.

Ancak Ali Sunal'un avukatı Tasemin Kumbaracıbaşı konuyla ilgili "Gökçe Bahadır'ın boşanma dilekçesi ihanet haberlerinin yalan olduğunu ispatladı. Tarafların ayrılık konusundaki tavrı son derece medeni ve yapıcıdır" dedi.

Hürriyet

Böyle İran filmi görmediniz

İran’daki düzene karşı duran bir lezbiyen aşk filmi... Kerem Akça, !f İstanbul’da gösterilecek “Koşul”u yazdı...

Tabularla, baskıcı rejimle, sansürle büyütülen bir alt kültürün varlığını, adeta erkek olmayınca kadın severek dışavuran iki lezbiyen karakterin hikayesi. İran’daki teokratik düzenin ortasında ülkenin gelişmiş burjuva sınıfından başı açık iki kızın, böylesi bir ‘Thelma ve Louise’likle sisteme karşı gelmeleri “Koşul”un ana çatısını oluşturmuş. Bollywood ile Hollywood arasında duran bir dokudan seslenen eserin, yaklaşımıyla evlilik, din, politik sansür gibi kavramları keskince hicvettiği görülebiliyor. Bu durum da genelde at gözlüğüyle belli bir noktaya takılı kalan İran sinemasından cesur bir kadın yönetmenin varlığıyla yüzleştiriyor bizleri. Üstelik bu iki karakterin yakınlaştığı ve ön sevişme yaşadığı yataktaki ilk anı ‘sabah ezanı’nın okunmasına denk getirmesi de; dini liderli sistemle ne kadar sorunlu ve muhalif bir sinemacı olduğunu ispatlıyor Meryem Keşavarz’ın. Eylül ayında New York’ta vizyonda izlediğim “Circumstance”, “Koşul” adıyla 16-26 Şubat 2012 tarihleri arasında düzenlenecek 11. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali kapsamında Türk izleyicisiyle buluşuyor. Sözünü ettiğimiz yapıtın, şimdiden festivalin en çok tartışılan ve iz bırakan filmi olacağını öngörebiliriz.

İran sinemasından bildiğimiz, ‘sansüre teslim olmuş sistem’ içerisinde ‘üçüncü dünya ülkesi’ne uygun bir yedinci sanat anlayışı benimsemektir. O da nedir? Cesur meselelere açılmayan, el kamerası ile çekilmiş ve mizansene şans tanımayan ‘gerilla modeli’ bir haykırışla seyirciyi selamlamaktır. Son 15 yılda çıkışa geçtiği düşünülen İran sineması da genelde ‘karton ve oryantalist’ karakterlerle yürüyen bu sebeple de ‘vay be sisteme karşı geliyor’ dedirten festival filmleriyle sivrilmeye çabalamıştır.


Üst sınıftan bir lezbiyen aşk hikayesi

Cafer Panahi, Muhsin Makhmalbaf gibi yönetmenlerin ürünleri dışında ‘sanat’la ilgisi olmayan bu eserlerin çoğunluğu sadece sosyal damarları ve politik vizyonlarıyla önemsenerek uzun bir yol dahi kat etmişlerdir. Meryem Keşavarz ise İran’ın ‘kadın hakları’ savunuculuğu görevini “Koşul” (“Circumstance”, 2011) ile üstlenirken adeta ‘farklı durumlar’ın ‘pembe dizi’den çıkma aile yaşamlarındaki çıkarımlarına odaklanmış. İran yeraltı kültürü ya da gençliği üzerine gerçek bir lezbiyen aşk filmi olarak özetlenebilecek yapıt asla bir İran filmine benzemiyor.

Aksine ülkenin özgürlükçü bir kesminden daha üst sosyal yapıya ait bir yakasından seslendiği belli olan eserin, birbirine aşık olurken ‘dayatmacı teokratik düzen’den kaçan ve Dubai’ye gitme planları yapan iki aşığın izini sürdüğü net. Bunu yaparken İran sinemasının minimalist anlayışından ziyade 2.35:1’de Bollywood ihtişamının ve Amerikan hikaye anlatma sinemasının gereklerini yerine getiren bir işe soyunuyor yönetmen Meryem Keşavarz.


İran kültürünün farklı bir boyutundan İslami rejime bakış

“Duvara Karşı”nın (“Gegen Die Wand”, 2004) –ki ona somut gönderme de var burada- kültürel sıkışmışlıktan nefes alacak hali kalmayan aşk filmi haritasını İran’a, sansürcü-baskıcı bir sisteme uyarlarken ise çok fazla sıkıntı çekmiyor. İki ana karakterin belli bölgelerde başları açık gezmeleri, açık alanda ise ‘göstermelik türban’ takmaları aslında bir alt kültürden ziyade gerçekliğin hazin temsiliyle yüzleştiriyor bizleri. Zira özgürlüğünü arayan bu karakterler ‘sinema’nın büyüsünü bile bir berber dükkanının alt katındaki ‘porno film’ misali ‘yasaklı’ bir şekilde kucaklayabiliyorlar.

Yakın oldukları, tutku duydukları erkeklerle cinsel ilişkiye giremedikleri gibi aileleri tarafından anca ‘kafa verme usulü’ ile evlendirilebiliyorlar. Sürekli röntgenci erkeklerin baskısına maruz kalmaları bir yana polis tarafından da en ufak bir özgür yaklaşımda hemen kısıtlanıyorlar. Yönetmen de bu durumdan rahatsızlığını disko sahnelerinin ve seks sahnelerinin şıklığı ile perdeye aktarırken renk filtreleri, sıçramalı kurgu ve çok yakın ölçekli planlardan fışkıran, ‘X kuşağı’ niyetine bir İran kültürü olabileceğini anlatmak istiyor bizlere.


İlk yakınlaşma sabah ezanında

Ancak bunların saklı olduğu gerçeği, meseleyi gereğinden fazla iç burkucu hale getiriyor. Yine de filmin sonlara doğru aldığı pembe dizisel tonlamayı ve birkaç yan öğenin yapaylığını saymazsak yönetmenin tabulara karşı açtığı savaşta galip geldiği söylenebilir. Zira burada sabah ezanında ilk ön sevişmelerini yaşayan ardından iç çamaşırlarıyla denize giren ve ilişkiyi adeta ‘ezan’ öyle istiyormuşçasına devam ettiren bir lezbiyen çift var.

Bu ikili arasındaki sahneler ‘hayal’ kadar güzel gösterilince ise aslında ‘gerçek’ hayattaki röntgenci zoraki koca, baba, polis gibi basmakalıp baskıcı karakterler bir o kadar çarpıcı ve işlevsel hale geliyor. Lafın özü yönetmenin İran’daki teokratik düzene karşı mücadelesini hiç çekinmeden iki kadının özgürlüğü üzerinden ele alma düşüncesi kadar şekli de şaşırtıcı. Anlayacağınız İran kültürüne ve sosyolojik yapısına da farklı bir yorum getirmiş “Koşul”, hem de “Bir Ayrılık”ın (“Jodaeiye Nader az Simin”, 2011) yapamadığı kadar yüksek bir cesaret örneği göstererek.


Kültürel tabuların yarattığı cinsel sıkışmışlık meselesi üzerine...

Girilmek istenen durumlarla, türban motifine yaklaşımla, “Milk” (2008) dublajı yapılırken çıkan orgazm taklidinin sesiyle ya da taksi şoförünün ‘ayak’ını ver deyip mastürbasyon yapmasıyla birlikte öne çıkan cinsel bastırılmışlık odaklı sahneler de ana amacı belli etmiş.

“Koşul”, kültürel tabuların yarattığı cinsel sıkışmışlık meselesinin özgürlükçü bir dışavurumunun yol açabileceklerine odaklanmış. Bunu da muhalif, çarpıcı, dirayetli ve cesur bir noktaya bağlamış. Keşavarz ilk filminde ümit vaat eden bir noktaya ulaşırken, neden Sundance, San Francisco gibi festivallerde önemsendiğini de kanıtlamış. İlerleyen dönemde İran kaynaklı olmasa bile ortak yapımlarla yoluna devam edecektir yönetmen orası kesin.

Circumstance
Yönetmen: Meryem Keşavarz
Oyuncular: Nikohl Boosheri, Sarah Kazemy, Reza Sixo Safai, Soheil Parsa, Nasrin Pakkho
Süre: 107 dk.
Yapım yılı: 2011

Habertürk

"ACABA HOMO MU OLUYORUM"

Yalçın Küçük'ten cezaevindeki aramalara ilginç eleştiri

18'i tutuklu 118 sanığın yargılandığı ikinci Ergenekon davasının 156. duruşması görülmeye başlandı


"ACABA HOMO MU OLUYORUM"

Ayrıntılı savunmasını yapmak için çok sayıda kitap ve ansiklopedi ile geleceğini ve bir aylık süreye ihtiyacı olduğunu belirten Küçük, "Burası bir üniversite, burada tarih yazılıyor" şeklinde yargılamayı değerlendirdi. Cezaevinde yapılan aramaları da eleştiren Küçük, aramalar için ellerini her iki yana açılması talimatının kendisini leyleğe çevirdiğini belirterek, "Kendimden şüphelenmeye başladım. Acaba homo mu oluyorum? Her gün her tarafımızı oynatıyorlar. Memur beyler en gizli yerlerimizi mıncık mıncık ediyorlar. Umarım tutukluluk uzun sürmez yoksa başka bir insana benzeyeceğim" diye konuştu. Küçük'ün bu sözleri üzerine Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese "Burası mahkeme salonu" diyerek uyarıda bulundu. Küçük'ün sözlerini tamamlamasının ardından duruşma tutuklu sanıkların taleplerinin alınmasıyla devam ediyor. (dha)

Bozacının şahidi de bozacı çıktı!

Alternatif Bilişim Derneği, BTK'nın "Güvenli İnternet" filtresinin Avrupa kurumlarınca desteklendiği şeklindeki haberinin kamuaoyunu yanıltmaya yönelik olduğunu belirtti.

Alternatif Bilişim Derneği tarafından yapılan açıklama şöyle:

"Son günlerde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun "Güvenli İnternet" filtresinin Avrupa kurumlarınca desteklendiği, "tam not aldığı" şeklinde kamuoyunu yanıltıcı haberler yayınlanmıştır. Haberlerde "INSAFE kuruluşunun Türkiye'deki uygulamayı öven bir rapor yayınladığı" iddia edilmektedir, fakat söylenenler maalesef gerçekleri yansıtmamaktadır.

Haberin kaynağı, Insafe'in blog sayfasında Türkiye'deki filtreye dair yayınlanmış ve BTK tarafından kaleme alınmış İngilizce bir haberdir (1).

Haberin altındaki bilgi notunda "burada ifade edilen görüşler yazının sahibine (BTK) aittir ve Insafe network'ü bağlamaz" denmektedir.

Haberin yayınlanması şöyle bir notla duyurulmuştur: "Insafe çalışanları olarak üçüncü ülkelerin (yani Insafe Network üyesi olan 27 AB ülkesi ve İzlanda, Norveç, Rusya'nın dışında kalan ülkelerin) çevrimiçi güvenlikleri bağlamındaki çalışmalarından haberdar olmaktan her zaman memnuniyet duymaktayız. Bu yazıda Türkiye'deki yeni bir güvenli internet hizmetini öğreniyoruz. (BTK'nın yazısına link)"

Sonuç olarak "Avrupa'dan tam not" olarak duyurulan olay, BTK'nın kendi yazdığı İngilizce bir haberi, yabancı bir blog sayfasının konuya dair yüzeysel bilgisi olan bir editörüne yayınlatmış olmasından ibarettir.

Yine, yeniden hatırlatmak isteriz ki "Güvenli İnternet hizmeti" olarak lanse edilen filtreleme sistemi, 15 Mayıs 2011’de binlerce vatandaşımızın sokaklarda protesto ettiği, ülkemizdeki bilişim STK'larının hemen hepsinin “merkezi filtre uygulaması kabul edilemez” diyerek karşı çıktığı, AGİT ve daha bir çok uluslararası raporların ifade özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle eleştirdiği ve son olarak Danıştay'da iptal davası süren bir uygulamadır.

BTK'nın filtre sisteminin, daha geçtiğimiz haftalarda yine yanıltıcı haberlerle üniversitelerde meşrulaştırılmaya çalışılması İnternet'in Güvenli Kullanımı, Yeni Medya ve Medya konusunda, ulusal ve uluslararası çapta çalışmalar sürdüren akademisyenler tarafından protesto edilmiştir (2).

Akademisyenlerin açıklamasında da belirtildiği gibi BTK, uygulamaya yeterli ilgi gösterilmediği için bu haberler de dahil olmak üzere, filtre uygulamasını aklama ve sorgulanmadan benimsetme amaçlı birçok kamuoyunu yanıltıcı çalışma yapmayı sürdürmektedir.

Konu ile ilgili bilgi sahibi olan herkesi bu bilgileri paylaşmaya ve gerçekleri savunmaya çağırıyoruz.

Radikal

"Kimseye tercih dikte ettirilemez"

Başbakan Tayyip Erdoğan, AK Parti grup toplantısındaki konuşmada...

Gelelim dindar gençlik meselesine; bu tartışma o kadar bayattır ki taa 31 Mart 1908'e kadar dayanır. Bu irtica meselesi çeşitli dönemlerde öne çıkartılarak milli irade hep baskı altına alınmıştır. Türkiye hiç bir zaman irticaya prim vermedi. Ama kimi susuturmak istedilerse, kimi kısıtlamak istedilerse irtica, yobaz dediler.

Biz bu yolda elinden irtica bahanesi alınanca kimlik bunalımı yaşayan o yazarlar değil milletimiz kılavuz edebilir. Onların verdiği veryansın değil milletimin halkımın veryansı önemlidir bizim için. Milletimin veryansını da sandıktır. Biz milletimizin dilini kullandığımız için iktidardayız. Sizler milleti dinlemediğiniz için on yıllardır iktidar olamıyorsunuz.

Dindarlık çağdaşlığa karşı mıdır? Dindar olan insan çağdaş olamaz mı? Bunlar dindarlığı ne zanndediyorlar? Biz Fatih projesi başlattık. Sizin döneminizde neredeydi bu bilgisayarlar? Neden bu çocuklara dağıtmadınız?

Sizler faizle insanı sömürdünüz, sömürülmesine vesile oldunuz. Biz faizi yüzde 65'de almıştık, yüzde 10'lara kadar indirdik. Hiçkimse bize çok bilmiş edasıyla parmağını sallayamaz, istikamet belirleyemez. Bizim rotamız millettir. Bizim planlarımız programlarımız saçim öncesi halkımıza sunulmuştur. Halkımız da buna onay vermiştir.

Kimse bizim ensemizde "irtica" diyerek boza pişirmeye çalışamaz, bizim iktidarımızda "ikna odaları" yok sayın Kılıçdaroğlu.

Bu ülkede dindarlara onyıllar boyunca ikinci sınıf insan muamelesi yapıldı, aşağılandı. İkna odalarında başörtülü kızlara işkence edenler CHP tarafından korundu, milletvekili yapılarak ödüllendirildi.

Bizim kimsenin dindarlığını ölçmek gibi bir amacımız yoktur haşa, ama CHP yıllarca laiklik düzeyini nasıl ölçtüğünü anlatsın. İkna odalarını anlatsın. Bizim onların yıllarca yaptıkları gibi öğrenci formatlamak gibi bir amacımız yok. Biz 9 yıldır dayatmanın içinde olmadık. Bundan sonra da olmayız.

Tabletli, internetli, bilgisayarlı, akıllı tahtalı sınıflarda ancak bilgisayar programlarsınız, insan programlayamazsınız.

Hiçbir parti kendi tasavvurunu topluma dayatamaz. Sizler de lütfen, köşe yazarları ve konuşmacılar, zorla işi buralara kaydırmaya çalışmayın. Kimseye tercih dikte ettirilemez. Biz toplum mühendisliğine de siyaset mühendisliğine de karşıyız.

Çağa ayak uyduramayan yazarların 103 yıl önceki modaya uyarak irtica yaygarası çıkarması artık bu ülkede tutmaz. Bize oy verenler kadar vermeyenler de müsterih olsun. Biz 75 milyonun hükümetiyiz. Geride bırakılan 9 yıl milletimizin tercihlerine nasıl saygılı olduğumuzun da bir göstergesidir.

Blognot: Bu ülkede din yüzünden eşcinsellik gibi tercih meselesi olmayan ayrımcılığa maruz kalmış unsurlar var. Eşcinseller olarak biz saygı istemiyoruz; Doğru bir şekilde tanımlanmak, kabul edilmek ve insan onuruna yakışır bir şekilde eşit yaşama hakkı istiyoruz.

Habertürk

Anasının oğlu

Angelina Jolie'nin oğlu Knox, annesinin verdiği meşhur dudak pozlarından birini verdi

Angelina Jolie, Brad Pitt ve çocukları Hollywood civarında gezerken objektiflere yakalandılar. Angelina Jolie'nin kucağındaki Knox, kameralara poz vermekten çekinmedi. Herkes Angelina Jolie dudaklarının ününü bilir. Oğlu Knox'ta dudaklarıyla aynı annesine çekmiş.

Habertürk

"Kirlendikçe camiye gidiyorum"

Oyuncu Feride Çetin, başrolünde yer aldığı ‘Güzel Günler Göreceğiz’de canlandırdığı ‘Figen’ gibi vicdan sahibi biri olmak için çalıştığını, büyük şehirde yaşamaktan dolayı zaman zaman fitne yaparak kirlendiğini belirtti. Çetin, kirlendiğini hissettiğinde ise camiye gittiğini söyledi


*‘Güzel Günler Göreceğiz’de canlandırdığınız özgür ruhlu, tek başına ayakta kalmaya çalışan. Oldukça vicdanlı ‘Figen’e ne kadar benziyorsunuz?


Ben de vicdanlı olmaya çalışıyorum tabii ama zor. Ben de kirleniyorum. Sonuçta büyük şehirde yaşıyoruz.


*Ne kadar kirlendiniz?

Zaman zaman ben de fitne yapıyorum. Bir de bakmışım ki gerçekten ar damarım çatlamış, kirlenmişim. İşte o zaman camiye gidip dua ediyorum, Allah’tan af diliyorum. Kendimi öyle temizlemeye çalışıyorum. Kevin Spacey’den de Müşfik Kenter’den şunu duydum: “Önce iyi insan ol.” İnsan önce iyi insan olursa iyi oyuncu da olur, iyi gazeteci de olur, iyi marangoz da...

Mehmet Çalışkan - Habertürk

Blognot: Vicdan denilen şey çamaşır mı da istenildiği zaman kirletilsin, istenildiği zaman çitilenip temizlensin. Vicdansızlık yapılırken sıçrayan kirden zarar gören masumların gördüğü zararın telafisi mümkün mü acaba? O zaman herkes canı isteyince kirlensin ve de etrafına pislik bulaştırsın, sonra da günah çıkartıp temizlensin. Tamam herkesin kiri kendini ilgilendirir ama dolaylı da olsa o kir başkalarına da bulaşıyor. Kendince kir olarak görülüp kir olmayan doğal şeylerin kir olarak tanımlanması bile temizlenmesi mümkün olamayan dolaylı yaralar açabilir insan ruhunda. En güzeli neyin kir neyin kir olmadığını iyi öğrenip, hiç kirlenmemek.

"Tiyatroda cinsellik olur"

Burcu Kara, son zamanlarda tiyatroda cinselliğin sıkça kullanılmasıyla ilgili konuştu: “Cinsellik hayatta var, tiyatroda da olmalı”

‘Tatlı Çarşamba’ adlı oyunda rol alan Burcu Kara, son zamanlarda tiyatro sahnesinde oyuncuların cesur cinsel sahnelerle gündeme gelmesini değerlendirdi. “Cinsellik hayatın bir parçası” diyen Kara, şunları söyledi: “Önemli olan bunu rahatsız etmeden seyirciye verebilmek. Eğer bunun üstünden reklam yapılıyorsa o başka. Bence tiyatroda cinsellik de olmalı.”

HT GAZETE

Madonna'nın Türkiye konseri kesinleşti

Daha önce İstanbul'da konser vereceği açıklanan Madonna'nın 7 Haziran 2012'de TT Arena'da sahneye çıkacağı kesinleşti



Yıllardır beklenen ve şehir efsanesine dönüşen Madonna’nın İstanbul konseri sonunda resmi olarak da açıklandı. Daha önce, pop ikonunun bu yaz Türkiye'ye geleceği belli olmuş ama resmi sitesindeki programda İstanbul yer almamıştı.

Şimdiyse Madonna'nın sitesinde yer alan 2012 Dünya Turu programında 7 Haziran 2012’de İstanbul, TT Arena'da sahne alacağı kesinleşti.

Müziğin yaşayan efsanelerinden Madonna'nın konserinin şimdiden 2012'nin en önemli olaylarından biri olacağı kesin.

Radikal

Anadil mücadelesinde çıplak video tartışması

İspanya'da Bask bölgesel hükümetinin, gençleri yerel dil 'Euskera'yı kullanmaya teşvik etmek için hazırlattığı videolar olay yarattı.

El Pais gazetesinin haberine göre, Bask hükümeti ve sivil toplum kuruluşu Fundacion Leizaola’nın işbirliğinde hazırlatılan videolar çıplaklığı çok fazla öne çıkardığı gerekçesiyle kamuoyunun tepkisini topladı. Birçok insan videoların gençleri Bask kullanmaya teşvik için cinselliği kullandığını öne sürdü. Videoların “zevksiz” olduğu ve kadınları aşağıladığı ifade edildi. Dahası videoların toplamda 3,400 euroya mal olması da tepkileri artırdı. El Mundo gazetesi ise videoların gelen tepkiler üzerine YouTube’dan kaldırıldığını bildirdi.


“YARATICI VİDEOLAR BUNLAR”

Fundacion Leizaola Sözcüsü Jose Antonio Dorronsoro ise projeyi savundu. Dorronsoro, “Bunlar genç bir seyirci kitlesine yönelik, yaratıcı videolar” dedi. Tepki çeken videoların ilkinde genç bir erkek Euskera eğitimi veren bir okula gidiyor. Cüretkar bir kadın, kendisini içeri alıyor. İkili yatak odasına gidiyor ve soyunuyor. Kadın, sözlü sınava tabi tuttuğu genci, sorularını bilememesi üzerine sinirlenerek dışarı atıyor. İkinci videoda ise iki erkek kadınlarla olan maceralarını konuşuyor. Erkeklerden biri, birlikte olduğu kadını “kötü bir alışkanlık gibi” terk ettiğini söylüyor. Arkadaşı da “Kadınlar zaten bunun içindir” diye cevap veriyor. Bu diyalogu duyan genç bir kadın da ikiliden intikam alıyor.

Milliyet

"İnançsızlık da bir inançtır"

Ateistin altın kuralı ve iyi kalpli gençler

Amerikalı sanatçı Norman Rockwell'in ünlü "Golden Rule - Altın Kural" adlı eseri.

Bugüne kadar inançsızlığını dayatmak için başkalarına zarar veren, katliam yapan, savaş ilan eden, aydınları öldüren ateist gördünüz mü de, ateizmi dünyanın en kötü ihtimali olarak sunuyorsunuz?

Enine tartışıldı da, boyuna eksik kaldı.

“Hani laik ülkeydik, çocuklarımızın dindar olup olmayacağına devlet karar veremez” dendi.

“Kemalist zihniyetin yarattığı tornayı değiştirip, yeni nesilleri şimdi de oradan mı geçireceğiz” diye eleştirildi.

“Dindar kimdir, neye denir” şeklinde irdelendi.

“İsteseniz de artık bu devirde tek tornadan çıkmış gençlik yaratamazsınız” diye uyarılar yapıldı.

Ama…

Başbakan’ın “Biz muhafazakar demokrat bir parti olarak dindar bir gençlik yetiştireceğiz. Ateist yetiştirecek değiliz” sözündeki ikinci derecede vahim noktaya ilişen olmadı.

Halbuki Başbakan’ın bu önermesinin, ikinci bölümü olan “Ateist yetiştirecek değiliz” ciddi bir ayrımcılık içeriyordu. Ateist olma hali, olabilecek en fena şey gibi, aşağılama gibi, aklınıza gelebilecek her tür pejoratif manayı barındıran bir kelime gibi askıda duruyordu.

**

Öldürülen Turan Dursun’un hiç hatırlanmadığı, sürgünde yaşamak zorunda kalan ateist aydınlarımızdan İlhan Arsel’in ölümünün sadece bir gazetede 2 santimetrekarelik haber olduğu, ateistlerin canları ve malları pahasına kendilerini gizlemek zorunda kaldığı bir ülkede, ateizme sövmek için herkesin sosyal bir ehliyeti oluyor tabii.

“Ne hakla” da diyemiyorsunuz… Ne de olsa yüzde 99’a karşı, paydası büyük, payı küçücük bir kesirsiniz…

ABD’de, iki yıl öncei ateist olan bir mahkum, hapishanede bir etüt grubu kurmak isteyince izin verilmemişti. Bunun üstüne, Amerikan anayasa mahkemesi şöyle dedi: “İnançsızlık da bir inançtır ve Anayasa’nın birinci maddesi olan ifade özgürlüğüne binayen, ateizm de bir din gibi muamele görmeli, ibadet etmek isteyen herkese gösterilen saygı, ateistlere de gösterilmelidir.”

Ateizm elbette bir din değildir. İnançsızlık da inanç değildir.

Ve fakat inançsızlığın bir hak olarak zerre miskal anlaşılmadığı bir hapishanede, ya da hapishane benzeri özellikler gösteren ülkelerde ateistler, “Benim inançsızlığıma inanç muamelesi yapacak, saygı göstereceksin” diye talepte bulunabilirler. Ki bence “dolaptan çıkıp” böyle de yapılmalıdır.

**

Ayrıca… Beyhude bir nefes tüketmek adına şunları da söylemeden edemeyeceğim:

Niye dindar gençlik yetiştiriyorsunuz? Bir insanın Allah korkusu olmadan iyi ve ahlaklı olamayacağını düşünmek, insanın doğasını –en hafif deyimiyle- küçümsemektir.

Sadece Allah’tan, kitaptan korktuğu için düz duran bir insan, -en amiyane deyimiyle- yamuktur.

İyi kalpli insanlar veya ahlaklı bir nesil yetiştirmek için aslında öğretilecek tek bir ayet, kural, cümle, (adına ne derseniz deyin) vardır. O da Altın Kural: Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kimseye yapma!

Ve tabii… Madem 9 yaşında çocuk seviyesinde tartışıyoruz meseleyi… Öyleyse o minvalde ben de şu soruyla sonlandırayım mevzuyu: Bugüne kadar inançsızlığını dayatmak için başkalarına zarar veren, katliam yapan, savaş ilan eden, aydınları öldüren ateist gördünüz mü de, ateizmi dünyanın en kötü ihtimali olarak sunuyorsunuz?

İnançsızlığı hangi mantıkla tinercilikle nasıl bir tutuyorsunuz?

Madem konuyu açtınız, bunları da konuşacağız.

NOT: Dünyanın önde gelen ateistlerinden Sam Harris’in, Tanrı’nın varlığından sözeden bir din adamına “Bazılarına göre de Elvis yaşıyor” diye cevap verdiği tartışma Jewish TV Network’te (Yahudi TV Kanalı) yayınlanmıştı. Yakın zamanda ölen ateist Christopher Hitchens, “Dini kitaplardaki saçmalıklar…” diye başladığı cümlesini Amerikan Yahudi Üniversitesi’ndeki bir panelde etmişti. Paul Auster’i Yahudilerdeki “düşünce özgürlüğü zaafları” hakkında bilgilendirenleri bilgilendirmiş olayım.

Ezgi Başaran - Radikal