%100 YAŞANMIŞ,GERÇEK!!!
BİR ADIM FAZLA DEĞİL SADECE ÖZETLE BENİM HİKAYEM
Bir çok kişi tarafından hala, Heteroseksüellik üzerine kurulu sanılan bu dünyada, aseksüelinden biseksüeline, gayinden, lezbiyenine, travestisinden, transeksüeline bambaşka bir dünya, tahmin edemeyeceğiniz kadar çeşitli hayatlar var aslında. Bunların hiçbirisi ne keyfi, ne de düşündüğünüz kadar uzağınızda. Komşunuzdan tutun da yakın veya uzak akrabalarınızdan aile bireyleri, oğlunuz ya da kızınız, yeğeniniz ya da kuzeniniz… Hatta ve hatta aynı çatı altında yaşadığınız canınız, kanınız… Bilen bilir, bilmeyen de ister istemez eninde sonunda öğrenir… Bu yazı dizisini, bizleri birazcık olsun tüm çıplaklığıyla, kendi ağzımızdan dinlemeye, anlamaya çalışan birileri vardır belki düşüncesiyle paylaşmak istedim.
Evet gerçekte de bilindiği gibi hayat erkek ve dişi üzerine kurulmuş! Peki ya insanların ruh dünyaları? Nasıl ki yaratılmış hiç bir insanın birebir kopyası yoksa, psikolojiler de, ne annemizle ne babamızla ne de kardeşlerimizle birebir aynı değil. Olması mümkün müdür siz cevaplayın…Bizler böyle uç hayatlar yaşamaya mecbur kalırken, herkesi karşımıza alıyor, adeta dünyaya meydan okuyoruz farkında mısınız? Bu nasıl bir cesarettir ki, onca homofobiye karşı hayatta kalmaya çalışıyoruz? Ancak nasıl ki erkekten erkeğe, kadından kadına, inanılmaz karakter ve huy farklılıkları varsa iyisiyle kötüsüyle, bizlerin de içinde çürükler olması kaçınılmaz.
”Ne hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak, bir atomu parçalamaktan daha güç” - EINSTEIN
Hiç düşündünüz mü neden siz değil de biz?
Böyle veya benzeri bir hayat hikayeniz yoksa, bizleri anlamak için biraz bizleri de dinlemeye, anlamaya çalışın lütfen… Kim bilir belki bir gün anne ya da baba olduğunuzda ihtiyaç duyabilirsiniz. En iyi psikolog, insanın en yakın arkadaşıdır derler ya, kimi zaman insan önyargılardan çekindiği için en yakın arkadaşıyla dahi sırrını paylaşamaz…
Neden? Neden? Neden? Neden sorularının ruhuma isyanıyla bir gün derin derin sorgularken kendimi. İlk ne zaman nasıl hissettim kendimi sorusuna cevabım ergenlik dönemleri, orta okul yıllarım, 13-14 yaşlarımdır. İşin özünde aslında enteresan olan tarafsa; kendimden önce yakın arkadaşlarımın, “Sende bi tuhaflık var, niye böyle çok narinsin, kız gibisin” benzetmeleriyle, kendimden önce çevremin teşhis etmesi. Bu çok daha acı bir gerçek, üzücü, hüzünlü, hatta zaman zaman, çok daha çirkin tanımlarla, sinir bozucu bir durumdu…
Kabullenememiştim! Korka korka kendimi sorgulamaya başlamıştım. “Neden? Ne diyor bunlar?” Yıllar sonra sorguladığımdaysa kendimi, üzülerek hatırlıyorum çok daha öncelerini. Henüz 6 yaşındaydım. Yurtdışından tatile gelen komşumuzun, benimle yaşıt oğlunun, elimden tutması, “Hadi gel oynayalım” diye çekiştirmesi sonucunda hissettiğim tuhaf duygularla başlamış benim hikayem;
Bir yerlerde hala yaşıyorsan, kulakların çınlasın aaaah Menderes aaah:)
6 yaşında bir çocuk ne bilir sizce cinsellik, erkeklik ya da dişilik adına? Ama o yaşta bile insanın aşkı hissettiğine eminim… Menderes’in haberdar bile olamayacağı ilk dişil duygularımı harekete geçirmesinden sonra elimizde olmayan, içten gelen dürtülerle, 10-12 yaşlarından itibaren evde yalnız kaldığımda gizli saklı bir biçimde ablamın kıyafetlerini denemek, mumları eriterek takma tırnaklar yapmak, eşarplardan peçe ve saç yapmaya çalışmak en keyif aldığım oyunlarımdı. Her an kapı çalınabilir, eve birileri gelebilir korkusuna rağmen uzun yıllar sürdü bu oyunlar. Hatta kimi zamanlar anneme, babama, abime yakalanmamı ve yediğim okkalı dayakları unutamam hala :) Oysa bunların hepsi benim için küçük bir oyundu o zamanlar. Yaş ilerledikçe artan aile baskısına, “Ablana değil abine özeneceksin!” sözleriyle yediğim azarlara rağmen, sanki kurulmuş bir robot gibi yalnız kaldığım her an, ne kadar köşe bucak saklansa da o çorapları bulur, o tülbentleri peçe yapar eteği de üzerime geçirip teybe Mezdeke kasetini koyar, başlardım döktürmeye. Yakalanırsam dayağın kapıda olduğunu bile bile…
Lise yıllarımda hiperaktif, aşırı girişken, sosyal ruhumla tiyatroya ve folklöre merak saldım. Ama her zaman erkek rollerinden ziyade kadın rollerindeydi gözüm. Halk dansları çalışırken öğrendiğim hareketlerden ve tiyatro sahnesinde oynadığım rollerden ziyade, eve döndüğümde aktris arkadaşlarımın rollerini tekrar etmek, folklördeki kadın figürlerini oynamak çok daha keyifliydi benim için. Dolayısı ile erkek arkadaşlarımdan yavaş yavaş uzaklaşmaya ve kız arkadaşlarımla daha sıkı fıkı olmaya başlamıştım.
Daha güzel görünmek adına sosyal hayatımda bilinçli olarak yaptığım ve kadınsılık içeren ilk eylemim gözüme kahverengi bir kalem sürmek olmuştu… Evden çıktığım an, sakladığım göz kalemimi gözlerime hafifçe sürerdim. Okuldan çıkar, Kızılay’a, Yüksel Caddesi’ne sürekli takıldığımız kafelere giderdim ve bu kez de oradaki arkadaşlarım “Rocker mı oldun? :) ” diye takılırlardı. Güzel bir taktik olabilirdi bu, yasak duygularımı belki de bu şekilde kamufle edebilirdim. Bir taraftan dışarıda Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Haluk Levent, Iron Maiden dinler, öte yandan da gizli saklı Bülent Ersoy’u, rahmetli Zeki Müren’i büyük bir keyifle dinleyip bu gizli dünyanın özel insanlarını da tanımaya çalışırdım. Çevremdekiler, tavırlarımdaki saklayamadığım feminenliğe şahit oldukça, bana yönelen tuhaf bakışların çoğaldığını fark ediyordum. Önce gay damgası yemiş, sonra da gay olmadığımı ispatlama çabasına düşmüştüm. Tekrar erkek arkadaşlarımla daha samimi olmaya, onların yanında onlar gibi davranmaya, kızlarla da biraz daha mesafeli olmaya başladım. Bu kez de en yakın erkek arkadaşlarımla samimiyetim ilerledikçe sözde kanki oluyoruz sanılırken tuhaf duygulara kapılıyordum. Muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak, çocukluğumdan itibaren almış olduğum dini bilgilerle maneviyata yönelmiş, çareyi Yaradan’da aramaya başlamıştım. Ama din bilgisi ne kadar ileri olsa da, 16-17 yaşlarımdayken, kimden yardım istemeye cesaret edebilirdim?
İçimdeki korku ailemin durumumu öğrenmesiydi. Eğer öğrenirlerse ne yapardım nasıl anlatırdım bilemiyordum. O zamanki ruh halimle çareyi, üniversite sınavlarına hazırlanıp, tüm tercihlerimi şehir dışında yaparak ailemden uzaklaşmakta ve bu duygularla evden uzakta yüzleşmekte buldum. Almanya’da özel bir üniversitenin turizm otelcilik bölümünü kazanmamla üniversite yıllarım başlamıştı. Antalya’da bir tur şirketine bağlı, …sta oteller zincirlerinde staj yapıyor ve 24 kişiyle aynı lojmanda kalıyordum. Saçlarımı omuzlarıma kadar uzatmıştım ve çaktırmadan sürmeye devam ettiğim göz kalemimle kendimi daha iyi hissediyordum. Kız arkadaşlarımla tekrar yakınlaşmış, erkek arkadaşlarımla uyumumu kaybetmeye başlamıştım yavaş yavaş. Kaşla göz arasında takılmalara, sözlü tacizlere dayanmaya, kendimi kamufle etmeye zorlanıyordum artık.
3. senemin başlarında ailevi sebeplerden dolayı Ankara’ya dönmek zorunda kaldım. Ama ne saçlarımdan vazgeçebilirdim ne de artık kontrol edemediğim kadınsı tavır ve kıyafetlerimden. Ailemin yanında kesinlikle kalamayacağımdan emin olduktan sonra tekrar sınavlara girerek bu defa Gazi Üniversitesi’ni kazandım ve okul bahanesiyle tekrar ailemin yanından uzaklaştım. Sözde kamufle taktiğim yine aynıydı. Heteroseksüel bir erkek gibi görünemeyeceksem entellektüel görünecek, hatta bir de özel bir kız arkadaş edinerek gizlenecektim. Ama maalesef çok sürmedi, kız kıza olmadı. Ben kaçıyordum o kovalıyor. “Anlat, anlat, bi derdin var senin…” Üzmeden uzaklaşmak en güzeli dedim.
Ve nihayet kendim gibi bir arkadaş buldum sonunda. Balıkesirli Tarık. İnanılmaz yakışıklı bir erkekti ama lokalde otururken attığı kahkahalar ben buradayım diye bağırıyordu. O zamanlar ben de popülerdim, şehir radyosunda dj’lik yapıyordum. Ben de ortadayım Tarık da… Millet bize; “sizi gidi siziii” gibilerinden bakıyordu. Dolayısı ile tanıştık, anlaştık ve ev arkadaşı olduk. İnanılmaz keyifli bir ev arkadaşlığı yaşadık. Muhabbet, gırgır derken sınıf arkadaşlarımız bizim evden çıkmazlardı. Sözde esprilerle “Aaaaaaay Allah kahretmesin emi seni” diyerek güler, sonra da herkes kendine yakışanı yapardı. Kimi arkamızdan “Ne ayak la bunlar?” gibi kabaca laflar eder, kimileri de “Rahat olun, boşverin onu bunu. Siz nasıl mutluysanız kime ne?” sözleriyle bize destek olurdu. İkinci senemizde, çömezlerimizden iki arkadaş daha, “Biz burdayııııııız tatlııııım!” edalarında karşımıza çıktı. Olduk mu dört marjinal ev arkadaşı? Şu an birilerinden duyar gibiyim sanki: “MUHABBETE BAK YAAA KAYNAK:)))”
O sene bizim kızlardan (!) biri elinde nereden bulduysa bir dergiyle çıkageldi. Ankara’da KAOS GL adında bir derneğin dergisi. Dergide gay ve lezbiyen haklarıyla alakalı yazılar ve o haftasonu gerçekleşecek olan sağlık ve haklarla alakalı bir etkinlik ilanı. Seminerden sonra akşam bir gece kulübünde eğlence ve ertesi gün de piknik organizasyonu… Türkiye’nin dört bir yanından bu duyguları yaşayan insanlarla hafta sonu Ankara’da tanışılacaktı. Aman Allahım! Çeşit çeşit tipler. Toplantı akşamında bir kulüpüte eğleniyorduk. O zamanlar biz dört ev arkadaşı kezban, kıyıda köşede milleti süzmekle meşgulüz. Çılgınca eğlenenler, gayler, lezbiyenler, travestiler, heteroseksüel kadın ve erkekler. Sonraki gün de piknikteyiz, adeta bir gökkuşağı gibi rengarenk, herkes mutlu, herkes keyifli. Bu dünyada yalnız olmadığımızı gördük ya, artık ne gam!
Okul bitti ve ailelerimizin yanına döndük. Haliyle de evde artık baskılar iyice çoğaldı. Yok “Şunu giyme”, yok “O nasıl konuşma”, “Şu arkadaşından uzak dur” diye sürekli uyarıldım. İş hayatı ise çok zor başladı. Artık kız gibiydim çünkü. Takım elbise de giysem, tacizler ve dedikodular dur durak bilmezdi. Sonunda işverenim hiç alakası olmayan sebepler öne sürerek “Kusura bakmayın, falanca nedenden dolayı personel çıkartıyoruz” diyerek beni işten attı. Yeni bir işe girmek istesem de yine aynı zorluklarla karşılaşıyordum. Nasıl belli etmeyeyim? Doğam kadın, tavırlarım narin, tepkilerim şaşırtıcı. Bırakın erkek kıyaflerini, bu dünyaya sığamıyordum. Gay olmadığımı iyice biliyordum artık. Kendim gibi birine arkadaşlıktan, dostluktan başka bir şey hissetmiyordum. Kadınlara da ilgi duymuyordum çünkü kendimi onlar gibi hissediyordum. Sevilmek, korunmak, ilgi ve şevkat görmek, kısaca sahiplenilmek istiyordum.
Sonunda küçük oyunlar gerçeğe dönüştü ve ilk defa kadın kıyafetleriyle dışarıya çıkmaya cesaret ettim. O topuklu ayakkabıların üzerinde sendelemiyor, kıyafetimi sanki bir manken edasıyla taşıyordum. Hatlarıma dokundukça, ayrı bir mutluluk duyuyordum. Durum bu şekilde olunca nasıl ailemin yanında yaşayabilir, nasıl mesleğimde çalışabilirdim? Hayatı boyunca insan nasıl başkalarının mutluluğu adına yaşayabilir ya da ailesine sevdiklerine bir anda ben buyum diyebilir ki? İnanıyorum ki bu dünya hayatı bir sınav ve yaradılan herkesin amacı da bu sınavda başarılı olmak. Herkesin dertleri türlü türlü, mutlulukları türlü türlü. Beterin beteri olduğu gibi, nefsin de, keyfin de gıdaları o kadar çok çeşitli ki, bir gün vazgeçsen de, sabretsen de, ertelesen de en hassas olduğun anda sana yaşatıyor yaşatacağını…
Bizlerin de inanç boyutu, endişelerimiz, korkularımız, tesellilerimiz, aşklarımız, aile dialoglarımız, sevinçlerimiz, kederlerimiz, amaçlarımız, ideallerimiz ve çeşitlerimiz hakkında detaylı bilgileri paylaşmayı umut ediyorum… Tek bilemediğim sizlerin de bilemediğiniz gibi sonlarımız… Tek dileğim Allah herkesin kalbine, gönlüne, hak ettiğine göre versin…
Size, hikayemdeki çocuğun nasıl GÜNEŞ olduğunu özetle anlatmaya çalıştım. Umarım okurken sıkılmamışsınızdır. Değerli zamanınızı hikayemi okumak için ayırdığınız için sizlere çok teşekkür ederim. Ama lütfen unutmayın ki, hayat kimseye eşit davranmıyor. Başka hayatlarda bambaşka acılar yaşanabiliyor, veya benim geçirdiğim bu metamorfoz çok daha sancısız atlatılabiliyor.
TRAVESTİ GÜNEŞ
Hey! This is my 1st comment here so I just wanted to give a quick shout out and tell you I truly enjoy reading your articles.
YanıtlaSilCan you recommend any other blogs/websites/forums that deal with the same
topics? Thanks!
my website; private road