‘Bir Hiçlik Anatomisi’, Osman Çakmakçı’nın toplu şiirleri. Zakkum Avı, Uçuşan Ağaç, Köryazı ve Yeni Şiirleri’nden oluşuyor. 90’lı yıllarda başlayıp günümüze kadar gelmiş şiirler toplamı bir kitap. Bu toplamda göze ilk çarpan, ‘ben’in yok oluşuna hiçliğin diliyle yaklaşılması. Oradan seslenilmesi içe. Ağrısını olmamışlığın yamacına yaslaması şiirlerin. “Kalbimi yardım içimdeki boşluğa/ iyi olmayı öğrendim/ kendimden çıkmayı” dizeleri, hiçliğin bir altyazısı gibidir. Bu, aynı zamanda Osman Çakmakçı’nın şiirlerindeki birincil izlektir. Olmayana yürümek algısı, belirsizin hattında gezinen bir evren kurar onun şiirlerinde. Kendinden çıkmayı öğrenerek bellek odalarına boşluk sunar. Azala azala yapar bunu. Eksile eksile. Tamamlanmışlık değil istediği, eksilenin diliyle konuşmak. Yeryüzünün yükünü, hiçliğin içinden geçirmek. Şekilsizlikten ibaret bir gezme hali. Yokluğa mıhlanmış bir ruhun etrafında dolaşmak. “Adam biçimini bulamıyor/ çünkü onu bulmak istemiyor” diyor Osman Çakmakçı. Aradığı, bulamamaktır; istediği de. Çünkü aranılan şey bulunduğunda hiçliğin kendisi bir varlık kazanacak ve belirsizin örtüsü kalkıp yerine kesinlik gelecektir. İşte tam bu noktada bir reddedişe odaklanır Osman Çakmakçı şiirleri.
Dünyayı tersten okumak
Kesinlik, hiçliğin karşıt gönderenidir. ‘Olmaz’ın diğer adı. Dolayısıyla kendinden çıkmanın ya da kendine eğilmenin yolunu tıkar. Hiçliğin sonsuzluğuna müdahale eder, onu yadsır. Oysa Osman Çakmakçı şiirlerinde bir kaba sığamama halini görürüz. Bir şekle kendini hapsetmez. İndirger kendini daima, hep indirger. Merdivenin en alt basamağında olmayı hiçliğe giriş basamağı olarak seçer. Hiçliğin yüceliğine soyunmuş bir şiirdir bu. Varlık sancısını ‘olmamak’ üzerine kurar. “Hiçliğin oğluyum” dizesini bu bağlamla okumak mümkün. Yok oluşa yuvarlanmak fikrini benimser Osman Çakmakçı. Şemsi Tebrizi’ye kulak kesilmiş bir algının şiirini yazar: “Dünyada bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol; menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten bir farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise insanı ayakta tutan da benlik değil hiçliktir.” Tebrizi’nin hiçliğe dair bu cümlelerini Çakmakçı, şiirinden büyük bir içtenlikle geçirmiş gibidir. ‘İçtenlik’ dedim az önce. Hiçliğin içtenliği. Bir arada okursak hiçtenlik diyebiliriz. Nedir bu? Dünyayı doğru yerden okumaktır, bence. Ama ters yüz edilmiş bir şekilde. Göründüğü kadarıyla tersten okumak. Samimiyetin beşiğinden. Ne olmuşsa o ölçüde. Fazlası yok. Kendi kadar. Hiçlik buradan doğar. Çakmakçı’nın şiirleri de. Sahih bir yerden yaklaşır yaşama ve şiire. Mübalağa bir dille yüksek bir perdeden seslenmez hiç kimseye. İçine gömülenin içtenliğiyle ‘hiç’e gider. Orada gezinir durmadan. Çünkü sıfıra indirgenmiş bir ruh üşümesi okunur şiirlerinde.
Her yenilginin ardından
Ağrıyı sıfırın hizasına çeker. En alt basamağın varyantı. Bir şey olmak istemeyişin havzasında gezinen yokluğa mıhlanmış imgeler, yenilginin adını duyurur böylelikle. Beckett’ın “Yenil, gene yenil, hep yenil; ama güzel yenil” sözünün karnında büyüyen şiirlerle karşımıza çıkar. Hiçlikle bakışımlı oluşundan yenilgiyi önemser. “Her yenilginin ardından kendime dönüyorum/ yeniden çıkmak için” dizeleri, yenilginin dile getirilişidir. Bir kayıp zaman kişisi gibi omzuna yenilgiyi sırtlar, hiçliğe taşır Osman Çakmakçı. Bunu yaparken gövdeyle de temas kurar. Bedeni ruhun taşıyıcısı olarak görür. Bu tasavvufi bir bakıştır. Gövdenin ruhun tabutu olduğuna dair bu yaklaşım, Çakmakçı’nın şiirlerinde ruhun gövdeden kaçması şeklinde hiçliğe evrilir. “Kaçıyor ruh, sığmıyor gövdeye.”
Osman Çakmakçı gövdeyi bir sığınma biçimi olarak görür. Ruh, gövdeyle cisimleşir. “Ruh tülbentiydi bedenin” der. Bu dizedeki ‘tülbent’ sözcüğü, gövdenin ruha ‘tabut’ oluşuyla bakışımlıdır. İki şekilde de bir örtünme hali vardır. Ruhun her hali gövdeyle münasebettedir. Çünkü gövde, ruhun elbisesidir. Osman Çakmakçı o elbiseyi yırtıp kaçar. Hiçliğe gider. Yok oluş hattına.
- “Yok oluş, sonsuzdur.”
VEYSİ ERDOĞAN (Teşekkürler Veysi Doğan.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder