24 Temmuz 2011 Pazar

Erkek egemenliği bir klişe midir?

...
‘Erkek egemenliği’ eleştirisi üzerine kurulu bir düşünce/eylem akımının kaçınılmaz sonucu ‘pozitif ayrımcılık ve siyasi kota’ değildir. Tam tersine, erkek egemenliği tarafından ‘ehliyetsizleştirilmiş’ kurbanların pozitif ayrımcılığa tabi tutulmaları, onları ehliyetsiz bırakan erkek-egemen rejimin korunması/muhafaza edilmesi anlamına da gelebilir. Dolayısıyla, bir açıdan bakıldığında bu talepler ‘muhafazakâr’ taleplerdir de. Beki gibi bir muhafazakârın işi bu yönünden görmesi beklenirdi, ancak maalesef erkek egemenliğine yönelik en küçük (reformcu) tehdit bile ‘erkek’lerimizi şiddetle öfkelendirdiği için bu ayrıntıyı kaçırmış.


Ben bir ilke olarak ‘pozitif ayrımcılık ve siyasi kota’dan yana değilim. Tam tersine, kadınları ‘ehliyetsiz’ kılan, yani yalnızca bilgi ve beceri edinmelerini engellemekle kalmayıp (ki bu zamanımızda artık aşınmaya başlamış bir durum), kendilerini ifade olanaklarını, kendilerine güvenlerini imha eden erkek-egemen sistemin radikal bir biçimde yıkılmasından yanayım (ama hemen belirteyim, zaten feminist de değilim, o yüzden yukarıdaki listeye dahil etmeyin beni). Ancak radikal değişimler bizim canımız istediğinde, tarihsel koşullardan bağımsız olarak zuhur etmedikleri için, o tarihsel koşullar ortaya çıkana kadar pratik olarak bu talepleri desteklerim. O yüzden de Oral Çalışlar’ın yazılarına katılıyorum.

‘Erkek egemenliği’ basit bir klişe değildir; diğer hayvan türlerinden farklı olarak, yavruları çaresiz doğan ve yıllarca böyle kalan insan dişilerinin, hamilelik/doğum/çocuk büyütme görevlerine mahkûm bırakılması gibi biyolojik (ama asla ‘esas’ olmayan) bir temel üzerine kurulu bir uygarlık rejimidir. İnsan uygarlığı adım adım dişilerinin bu mahkûmiyetten kurtulmasının maddi koşullarını yarattı (çocuk bakımının kolektifleşmesi, doğum kontrolü, en nihayet de ‘doğumun’ bile rahim-dışı yapılabilmesinin teknolojisinin bir adım ötemizde olması), ancak bir kere yapılaşmış olan erkek-egemen düzen, kadınların bu gelişmelerden yararlanmasını sistematik olarak engelledi. Önce kadını bilgisiz, becerisiz ve güvensiz bırakarak, bu yetmediğinde de şiddet uygulayarak.

Ben bunu yazarken televizyonda bir araştırma sonucu duyuruluyordu: Deneklerin (erkek, kadın karışık) yüzde otuzu kadına karşı şiddeti meşru görüyor. Bunlar dürüst olup söyleyebilenler. Söylemeden uygulayanların sayısını tahmin edebilir misiniz? Üstelik kadınların bir kısmı da meşru görüyor bunu: Birini dövmek bir şeydir, dayak yemesi gerektiğine ikna etmek ise bambaşka (ve çok daha beter) bir şeydir.

On sekiz yaşından küçük her altı çocuktan biri (ki bunların çoğunluğu kız), aile içinde cinsel taciz ya da tecavüze uğruyor. Klişe ha? Başınıza gelmeden o ‘klişenin’ ne kadar can yaktığını bilemezsiniz, ama ben merhametli bir insan olduğum için “Allah sizin başınıza da o klişeden versin” demeyeceğim. Ancak bu kadar rahat ve keyifli bir pozisyondan “şu klişedir, bunun modası geçmiştir, ona artık kimse inanmıyor zaten” diye esip savurmak, en iyi niyetli tabirle hunharlıktır, merhamet yoksunluğudur. Bunu ‘bilgi’ diye satmak ise, her şey bir yana, kötü gazeteciliktir.

Özür ise onurlu bir davranıştır.

Bülent Somay - Radikal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder