6 Haziran 2011 Pazartesi

Korkunun kardeşi kibir

Kendisinin sebep olduğu polis şiddetinde öldürülen bir insan için “bir tanesi de…kimliğini bilmiyorum… gerek de duymuyorum” diyebilmek için kibir ziftinde ne kadar kararması gerekir insanın?
Kibir, evet pervasızlaştırır kişiyi ama bu denli gözünü döndürür mü? Ağzından çıkanı kulağı duymayacak kadar kararır mı insanın yüreği? Bir insan öldürüldü; sen görmeyesin, canın sıkılmasın, öfkelenmeyesin diye, geçeceğin yollardaki çöpleri süpürür gibi insanlara saldıran polisin şiddetinde öldü. Ağır yaralanan bir polisin otobüsten düşmesine neredeyse sevinilir mi, polisin şiddetini haklı gösterebilmek umuduyla? Sırf derelerine sahip çıkıyorlar diye bir şehrin ahalisi terörize edilip sonra da eşkıya ilan edilir mi?

Dışardan bakıldığında kibir, sanki güçlü olanlara özgü bir hal sanılabilir. Oysa kibir, özgüvenin kof olduğunun en açık göstergesidir. Nasıl mı?

Özgüveni yüksek kişi, iktidara sahip oldukça dışardan daha da alçak gönüllü görünmeye başlar. Çünkü, gücünün iktidardan kaynaklanmadığını, tersine zaten güçlü olduğu için iktidarı aldığını içten içe bilir.

Oysa temelde özgüvensiz olan ve ruhunun karanlık, derin kuytularında aslında güçsüz olduğu korkularıyla boğuşanlar, herhangi bir iktidarı sahiplendiklerinde bu kez gerçekte olduklarından çok daha kibirli, habis bir kişiliğe bürünürler.

Böylece kibir, ona kapılanın artık kimseyi dinlemeyen, bırakın eleştiriyi öneriye bile hiddetlenen, düşünmeden eyleme geçen ve sonsuz bir kabul beklentisiyle örülen bir iktidarsızlık halinin örtüsü işlevine bürünür.

Öfke, incinmeye karşı yaşantılanan bir duygudur. Ama kibirlinin öfkesi daha da ‘çılgın’dır, bir tür yakalanmışlık hissiyle biçimlenir çünkü. Kibirli, istediği olmayınca, beklediği gerçekleşmediğinde, umduğunu bulamadığında derinden yaralanır. Sanki ne kadar güçsüz ve yetersiz olduğu ortaya çıkmış paniğine kapılır ve bu panik duygusunun önüne geçebilmek ve güçlü olduğunu kanıtlayabilmek için kırıp dökmeye, yakıp yıkmaya başlar.

Demem o ki, kibir korkunun ikiz kardeşidir ve her ikisi de yetersizlik duygusunun habis evlatlarıdır. Ama dışardan bakanlar kibirli de abartılı bir gurur ve kendisine hayran olanlar dahil herkesi küçük gören bir tarzla karşılaşırlar.

O kadar gururludur ki kibirli olan, beğenmediği her şey onun gururunu kırabilir. Onun gururunu kıran da olsa olsa alçak olabilir.

O kadar küçük görür ki başkalarını kibirli olan, kendisini eleştiren olsa olsa densiz bir edepsiz olabilir.

Böylece kibirli olanın güvendiği insan sayısı her geçen gün biraz daha azalır fakat o bunu kendisini/ gücünü çekemeyenlerin kurduğu kapan gibi hisseder. Her dostun her eyleminde bir ihanetin, her boyun eğenin maskesinin ardında bir hainin kokusunu almaya başlar.

Her öfkede biraz daha yalnızlaşıp, her hiddetinde biraz daha yalıtıldıkça korku dağlarını daha da sarar, yalnızlaştıkça ya başaramazsam paniği kabarır, yalıtıldıkça her köşe başındakinin arkasından bıçağı sokuverecek hain olabileceği şüpheleri çoğalır.


Kibirlinin korkusu bu yüzden kitlenin önünde daha da açık seçik hale gelir. Ahh ah siz bilmezsinizlerle başlayan şikayet dilekçesi, ben ne yapıyorsam sizin için yapıyorum yakarışlarıyla süslenen yandaş toplama çığırtkanlığına bağlanır; ardından o da hain, öbürü de alçak, beriki de sizi kandırdı dalkavukluğuyla sürüp gitmeye başlar.

Kibirli, kalabalık karşısına çıktığında onmaz bir halk dalkavukluğundan kendisini alamaz, Çünkü iktidara kendisinin güç katmadığını tersine tüm gücünü sadece ve sadece iktidar olmaktan aldığını bilir içten içe. O iktidar elinden gittiğinde neredeyse arkasından teneke çalarak kovalayacaklarmış kabusu başına beladır.

Kibirli hiçbir zaman metin olamaz, ama Metin tarihte her zaman ondan daha saygın bir yerde durur.

Selçuk Candansayar - Birgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder