Çoksesli bir senfoni gibi yayılan yeryüzünü, tek partiden oluşan, tek sesli güdük bir ezgiye, egemen iktidar anlayışının tüm sesleri bastırdığı, içimizi burkan bir ezgiye dönüştürmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bu tek sesli, tek partili ezgi, yeryüzünün tüm çeşitliliğini, çokluğunu örtmeye çalışıyor. Oysa Anton von Webern müziksel gelişimi anlatırken tek partiden (bölümden) oluşan bir ezginin artık yeterli olmadığını ne güzel anlatmış: “Düşünce uzaya dağılmıştır, tek bir parti halinde değildir – artık tek parti düşünceyi ifade edemez, ancak parçaların birleşimi düşünceyi ifade edebilir. Düşünce pek çok parti halinde ortaya konmayı gerekli kılmıştır. Bunun ardından polifoni (çok seslilik) hızla serpilip gelişmiştir” (Yeni Müziğe Doğru, çev. Ali Bucak, Pan Yayınları). Çok sayıda birbirinden bağımsız partiyi uyumlu bir doku halinde birleştiren kontrpuan tekniğiyle tek seslilikten kurtulan müzik, hayvan davranış bilimcisi, biyolog Uexküll’ü doğanın partisyonunu yazmaya yöneltmişti. Üexküll, Deleuze ve Guattari’nin de benimseyecekleri kontrpuansal bir doğa anlatısı geliştirdi. Her tür, kendi algılamaları, kavramları ve duygulanımları sayesinde kendi dünyasında yaşıyordu. Her türün kendine özgü örüntüleri ve nakaratları vardı ve bunlar sayesinde kendine bir yurt yaratmıştı. Yeryüzü ayrı ayrı yurtlardan oluşsa da bu yurtlar kontrpuansal kesişmelerle aralarında bağlantılar kuruyor ve yeryüzü, tüm düzlemleri birleştiren senfonik bir kompozisyon halinde yayılıyordu.
ÇAYIR ÇİÇEKLERİNİN BANA ANLATTIKLARI
Üexküll, kontrpuansal doğa anlatısını, Amsterdam’ın konser salonu Concertgebouw’da Mahler’in 3. Senfonisini dinlediği sırada kararlaştırmıştı. Enstrümanların birbirine bağlanan seslerinin doğal bir ekoloji gibi işlev gördüğünü fark etti. Senfonin bölüm başlıkları da doğanın kuvvetlerini gönderme yapıyordu zaten: ‘Pan Uyanır’; ‘Çayır Çiçeklerinin bana anlattıkları’; ‘Orman hayvanlarının bana anlattıkları’. “ Müzikle birlikte, kendilerini bir katedral sütunları gibi yükselten ve yapıtın kemerlerini taşıyan bireysel seslerin gelişimini ve dallanıp budaklanmasını izleyebiliyor insan” diye yazıyordu. Yeryüzü de bir içkinlik düzleminde bir araya gelen farklı yurtların birbirine kontrpuansal kenetlenmesiyle çok sesli bir yapı olarak yükseliyordu: Müzik olarak doğa.
DOĞADA MÜZİKSEL BİR ANLAYIŞ VAR
Deleuze ve Guattari’nin Uexküll’den verdikleri örneklerde yurtların bu melodik kesişmesini, kenetlenmesini görüyoruz. Örneğin bir deniz kabuklusu öldüğünde boş kalan kabuğu, bir başka deniz canlısının, keşiş yengecinin yuvasına, kontrpuanına dönüşür. Kene kendi kontrpuanını bir memeli de bulur. Aslanağzı ile yaban arısı ya da orkide ile eşek arısında olduğu gibi doğada farkı yurtların hep kontrpuansal kesişmeleri vardır. Dökülen meşe yapraklarının zeminde oluşturdukları çini benzeri örtü ile üzerlerinden akan yağmur damlalarının ilişkisi yine bir kontrpuan yaratır. Doğada teleolojik bir anlayışa değil, müziksel bir anlayışa rastlıyoruz; burada artık sanat ile doğanın birbirinden ayrılmamacasına, iç içe geçtiğini görüyoruz: “Yabanarısı ile aslanağzının evliliğinde olduğu gibi bir melodinin içinde bir motif olarak ne zaman bir başka melodi ortaya çıksa, orada bir kontrpuan vardır. Bu kontrpuan ilişkileri düzlemleri birleştirir, birleşimler oluşturur ve oluşları belirler” diye yazdıklarında Deleuze ve Guattari Uexküll’ün doğa vizyonunu genişletirler. Bu senfonik kompozisyon düzleminde yuvadan evrene, iç-duyumsamadan dış-duyumsamaya doğru yayılan, evrenin tüm kuvvetlerine açılan yurtların melodik bileşimlerine tanıklık ediyoruz.
BİR ARADA YAŞAYABİLMENİN MELODİLERİ
İnsani ile doğal olan arasındaki sınırların eridiği bir noktada duruyor Uexküll’ün melodik doğa anlayışı. Erken bir evrimsel gelişim evresinde kazanılmış mekanizmalar hâlâ içimizde yaşıyor. Göçmen kuşların aksine, kendi yurtlarının sınırlarını ötüşleriyle, nakaratlarıyla çizen kuşlar gibi bizler de kendi yurtlarımızı kendi kültürel nakaratlarımızla belirliyoruz. Ve bu yurtlar başka yurtlarla kontrpuansal ilişkiler üzerinden kesişebiliyor. Ve kesiştikleri ölçüde bir arada yaşayabilmenin melodik neşesine ulaşabileceğimizden kuşku yok. Farklı yurtlar arasında kontrpuansal bağlantılar kurduğumuzda senfonik içkinlik düzleminin hayal edemeyeceğimiz ölçüde genişleyeceğini duyumsuyoruz.
Yeryüzü, iktidarların tek sesli, tek partili kederli ezgisine rağmen, bir içkinlik teması üzerinde gerçekleştirilen neşeli çeşitlenmeler olarak seriliyor önümüzde. Farklı düzlemleri birleştiren kontrpuanlarla ortaya çıkan melodik bir yeryüzü. Akbank Sanat’ta Ali Akay’ın küratörlüğünde gerçekleştirilen Sürekli Çeşitlenmeler sergisi bu melodik düzlemi farklı sanatçıların heterojen yapıtlarıyla bir sergi mekânında kurmaya girişmiş. Füsun Onur, Ayşe Erkmen, Seza Paker’in yapıtlarındaki sesler ve imgeler, kontrpuansal kesişmelerle yeni düşünce melodilerine kapı aralıyor. Doğa kendini varyasyonlar (çeşitlenmeler) üzerinden çoğaltırken, düşünce de dışarısıyla kurduğu kıvrımlarını çoğalttıkça gelişiyor. Webern’in dediği gibi: “Artık tek parti düşünceyi ifade edemez, ancak parçaların birleşimi düşünceyi ifade edebilir.”
Not: ‘Sürekli Çeşitlenmeler’ sergisi, 18 Haziran’a kada Akbank Sanat’ta izlenebilir.
Rahmi Öğdül - Birgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder