Anlamı sabitlemeye, sabit anlamlarla düzen tesis etmeye çalışan iktidar paranoyanın kucağına düşüyor ister istemez. Zira paranoya bütün anlamın üstün bir otorite, baş figür tarafından sürekli sabitlendiği ve kapsamı bir biçimde belirlendiği mutlak bir inanç sistemini gösterir. Aşkın bir fail tarafından belirlenmiş anlamların dışına çıkan hareketler, paranoyak zihnin ürünü olan komplo teorileriyle yargılanıyor, anlam her seferinde ait olduğu kazığa çivileniyor.
NESNE VE ANLAMLAR
Nesnenin ve anlamın sabitlenmesi çok eski bir gelenek; kökü, dünyanın kuruluşuna dair kozmolojik mitlere dayanıyor. Hint mitolojisinde kaosu, gizil kuvveti, henüz tezahür etmemiş olanı temsil eden yılanın başını kazığa sabitleme ritüeli vardı. Bir bina inşa etmeden önce, temel taşının oturtulacağı kazığa yılanı başından sabitleyen duvarcı ustası, dünyanın kuruluşu mitolojisini yineliyordu her seferinde. Yılan başını oynatmamalıydı; aksi takdirde tüm sabit anlamlarla birlikte dünyanın yerle bir olacağından korkuyorlardı.
İktidar kurduğu evrenin merkezine yerleştiriyor kendisini ve inşa ettiği her yere, her şeye bu merkezi taşıyor; inşa ederken de yılanın başını sabitleyen kozmolojik eylemi tekrarlıyor durmadan. Yılan gibi, hayatın içinde durmadan şekil değiştiren, kıvrılarak, bükülerek akan nesnelerin, öznelerin, kavramların anlamlarını tahta kazıklara, yasalara çiviliyor. Kazığa çivilenmiş, ölü bir gerçeklik üzerinden tahayyül ediyor hayatı ve hayatı temsili ettiği yanılsamasına kapılıyor.
İKTİDARIN DÜZEN TESİSLERİ
Gerçeği temsil ettiği iddiasında olan iktidar yerinden oynamayan, sabit anlamlarla tesis ediyor düzenini. Sabit anlamlar yüklediği birim modülleri hep yerli yerinde görmek istiyor. Rönesans ve klasik dönemde yaygın olan, çizgisel perspektifle gerçeği olduğu haliyle temsil etme iddiasındaki resim sanatı ile temsili hükümetlerle idare edilen günümüz demokrasileri ortak pek çok şey paylaşıyorlar bu açıdan. Ressam tabloda dondurduğu gerçeği temsil ediyor iddiasında görünürken, seçimle gelen hükümet halk denilen heterojen ve dinamik kitlenin, temsil edilemez olanın temsilcisi olduğunu düşünüyor.
Gerçeği temsil ettiğini ileri süren klasik resim, modern sanatın geçirdiği dönüşümlerle tasfiye edilirken, halkı temsil ettiğini iddia eden yönetim biçiminin ise nedense hâlâ yürürlükte olması anakronik bir durum yaratıyor günümüzde ve en büyük gerilimlerden birini oluşturuyor. Zaman aralığına rağmen bir zamanlar tuvalde anlamları ve yerleri sabitlenmiş şeylere itaat eden izleyici ile kendisine rağmen kendi adına yapılmış yasalara itaat eden yurttaş arasında bir örtüşme yaşanıyor hâlâ. Adını bilmediği, hiç karşılaşmadığı, kendisini tanımayan, kendisinin de tanımadığı birilerince temsil ediliyor birey. Bu temsil sürecinde anlamı sabitleşen birey, barındırdığı tüm farklılıklardan arındırılıyor.
HALKIN HAYATIN İÇİNDEKİ YERİ
Temsil, fark kıvrımlarını düzleştirerek tüm şeyleri ve taşıdıkları anlamları, elinden gelse sonsuza dek derin dondurucuda tutmak istiyor; oysa şeyler bir yılan gibi durmadan kıvrılarak, deri değiştirerek akıp gidiyor hayatın içinde. Şeylerin anlamlarını tüm çabalara rağmen sabitlemek mümkün olamıyor ne yazık ki. Örneğin, günlerdir tartışılan yumurtayı kendince doğru yere oturtmak, anlamını sabitlemek için yumurta tarifleri veriyor talebelere iktidar: birlikte sucuklu yumurta yapalım, diyor. Oysa halk dediğimiz heterojen kitlenin nesnelere sabit anlamlar yüklemek gibi bir lüksü olmadı hiçbir zaman. Marcel Duchamp’ın hazır-nesneleri icat etmesinden çok önce, yapay olsun, doğal olsun, farklı amaçlarla yaratılmış nesneleri çok farklı şekillerde kullanıyordu zaten halk. Fluxus sanatçısı Robert Fillou tam da buna işaret ediyor: “Duchamp bize her türden nesneye öncelikle işlevsel bir nesne gibi, sonra taze yapılmış bir sanat nesnesi gibi bakmayı öğretmişti. Ancak, bu sadece zengin beyazların dünyasında doğrudur. Afrika’da bir silindir şapka pekâlâ bir taç gibi kullanılabilir, gecekondu semtlerinde eski bir araba bir ev işlevi görebilir.” Duchamp, sıradan bir nesneyi (pisuvarı) almış, onu yeni bir bakış açısı ve başlık altında işlevinden soyutlayacak şekilde yerleştirmişti. Yağ tenekelerinden saksı, kola kutularından kalemlik yaptığımızda, Duchamp’ı tanımasak da nesnelerin anlam değiştirdiğini biliyorduk. Nesneler ihtiyaca göre durmadan yeni kullanım değeri ve anlamlar kazanıyor hayatın içinde.
Her şeyin sabitlendiği bir paranoya dünyasındaki şeyler ve anlamlar, çivilendikleri kazıklardan kurtuldukça iktidarın bastığı zeminin de sarsıldığını görüyoruz. Bu kaygan zeminde soruları birlikte yeniden kurmak ve yanıtlarını birlikte bulmak zorundayız.
Rahmi Öğdül - Birgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder