22 Nisan 2010 Perşembe

Bütün semavi dinler eşcinselliği lanetliyor

Bakan Kavaf'ın "eşcinsellik hastalıktır" açıklmasından sonra konu ile değişik tepkiler geldi. Uzun yıllardır üzerinde tartışılan "cinsel tercih" meselesini Fatma Kutluoğlu'na sorduk.
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf yaptığı bir röportajda eşcinselliğin bir hastalık olduğunu ifade etti. Bu açıklamanın ardından tüm kesimler ayağa kalktı. Hiç beklenmedik yerlerden değişik tepkiler geldi. Bir taraftan meydanlara dökülen eşcinseller bakanı protesto ederken, diğer taraftan çeşitli sivil toplum kuruluşları yayımladıkları bildiriler ile yapılan açıklamaya destek verdi. Yazarlar köşesinde yazdı, yorumlar yapıldı, konuşuldu, tartışıldı ve yine unutulmaya başlandı!
Aslında uzun yıllardır özellikle Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünya üzerinde ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkan cinsel tercih meselesi, dönem dönem yapılan açıklamalar ile gündeme geliyor ve sonrasında unutuluyor. Peki, gerçekten arada gündemi zorlayan eşcinsellik sorunu gerçekten hastalık mı? Yeryüzüne inmiş tüm semavi dinler bu konuda ne diyor? Kişinin cinsel özgürlüğü topluma nasıl yansıyor? Akıldaki bu soruların yanıtlarını doğru şekilde bulabilmek için STK’ların bakana destek vermek için hazırladığı bildirinin mimarlarından Fatma Kutluoğlu hanımefendi ile konuşmaya karar verdim. Üniversite eğitimini Mekke’de almış ve ciddi bir tefsir bilgisine sahip olan hanımefendi toplumsal ve dini açıdan eşcinsellik konusuna açıklı getirdi! İşte eşcinsellik ve yanı sıra lezbiyenlik konularının arka planı!
BAKANIN AÇIKLAMALARI OLDUKÇA CESURCA!
Önce sizi kısaca tanıyabilir miyiz?İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul’da tamamladım. 1980’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Bölümü’ne girdim. Takip eden senelerde Mekke Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili Enstitisü’nden mezun oldum. Bir müddet Libya Konsolosluğu’nda Arapça Öğretmenliği yaptım. Bir dönem özel bir kuruluşta Tarih, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri verdim. Hali hazırda bir STK’nda eğitim faaliyetlerine devam etmekteyim.
*Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın 'Eşcinsellik bir hastalıktır' yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Aliye Kavaf hanımefendi ile gündeme gelen eşcinsellik meselesi aslında yeni bir konu değildir. Fakat şuan Sayın bakanın bir röportaj sırasında bu durumun hastalık olduğunu ifade etmesi ve Türkiye’de de var olduğunu dile getirmesi ile başlayan bir tartışma süreci var. Aliye Kavaf açıklamasının ardından bu coğrafyada hiç olmaması gereken bir tepki gördü. Tepki verecekler azınlık bir grup hariç tepki vermedi. Bu konunun gündeme gelip meşrulaşması için çabalayanlar ise bir kaşık suda fırtına koparttılar. Adeta bakana linç girişimine yeltendiler. Ben bakanın ifadesinin bir yönüyle gerçeği yansıttığını ama yeterli olmadığı kanaatindeyim. Şöyle ki eşcinselliğin bir yaşam tarzı olarak sunulmasına ilişkin bir şey söylememiştir. Bununla birlikte AB sürecini savunan bir partinin bakanı olarak AB müktesebatına karşı bir değerlendirme yapmış olması cesur bir davranış ve takdire şayandır.
*Siz de bakanın bu açıklamasının ardından STK’lar olarak ortak bir bildiri yayımladınız! Peki neden?
-Açıklanan metin bu toplumun ızdırabını taşıyan, düşünen ve üreten, toplumun birçok kesimi ile aktif ilişki içinde bulunan, duyarlı bir grup arkadaş tarafından kaleme alınmıştır. Bakana tepki geldiği gibi bizim bildirimize de tepkiler geldi. Ama bana göre bildirimiz mutedil idi ve çok daha kapsayıcı ve kuşatıcı oldu. Bizim insanlarımız ile alıp veremediğimiz yok, temelde bunu üreten sisteme karşıyız. Bizim derdimiz bu kokuşmuş sistem! Yapılan istatistiklere göre cinsel sapkınlık ve fuhuşun zemin bulduğu yerlerden Tarlabaşı’nda, ülkenin gelişmemiş, yoksulluğun had safhada bulunduğu coğrafyalarından büyük şehire çalışmak niyetiyle gelip bu sapkın tuzağa düşürülüp hayatları imha edilenlerin çoğunluğu göze çarpmaktadır. Bize göre ilk önce bu sapkınlık sektörünün incelenmesi gerekir. Yayımladığımız mektupta eşcinselliğin heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak tanımlamanın hiç bir bilimsel dayanağının olmadığını, kamuoyuna aydınlatıcı bilgi verilmediği taktirde erken ergenlik döneminde eşcinsel eğilimini fark etmiş iç denetim ve dürtü kontrolü için çabalayan, yani eşcinsel eğilimi olup da kontrol etmek isteyen kişilere terapi ve yardım kapısının kapandığını, yanlış anlamalara ve eşcinsel tercihleri arttıracak önerilere psikiyatri derneklerinin bu toplumun geleceğini düşündüklerini söyleyen kimselerin alet olmasının son derece sakıncalı olduğunu belirttik. Diğer taraftan iradi (isteyerek tercih) Eşcinselliğin bundan kırk yıl önce hastalık tanımında çıkartıldığını ifade ettik. Biz bu metinde eşcinselliğin bir sapma olduğunu, bütün dinlerde de çirkin, günah, gayri ahlaki bir tutum olduğunu belirttik. Zoofili ve fetişizm ne kadar ahlaki ise eşcinsellik de o kadar ahlaki ve meşrudur. Esrar kullanımı sosyal olarak ne kadar onaylanırsa eşcinsellik ancak o kadar sosyal olarak onaylanmalıdır. Bu nedenle sağlıklı bir neslin devamı için, eşcinselliğin artmaması için eğitim ve sağlık politikalarında doğru ve sağlam bir duruş gösterilmelidir.Hazırladığımız mektup hem kamuoyunu bilgilendirmek için hem de helali haramla yan yana getirerek meşrulaştırma çabası içinde bireysel özgürlükler kapsamında değerlendiren kesimlere bilgi akışı sağlamak içindi. Orada sayın bakanın duruşunu desteklediğimizi de ifade ettik. Gerekirse toplumda bu tarz rehabilite edilecek kimseler için sivil toplum kuruluşları ile birlikte milli eğitim bakanı, aileden ve kadından sorumlu devlet bakanı ile birlikte müşterek olarak böyle bir çalışmayı yapmalarının çok doğru olacağını ifade ettik. Burada “hastalık” kavramına çok takılanlar oldu. Onlara da şu cevabı veriyoruz. Biz STK’lar olarak insanlık âleminin yanlış gidişatına ve yanlışın meşrulaştırılmasına karşı görüşümüzü ifade ettik. Onlar nasıl kendi görüşlerini ifade ettilerse biz de kendi görüşümüzü belirttik. Ama demek ki bazıları kendi görüşlerini ifade etmeyi düşünce ve ifade kapsamında görürken, karşıt görüşün ifadesine ise tahammül edememe gibi bir reflekse sahipler. Bu da bir bakış bozukluğudur. EŞCİNSELLİK SAPKINLIKTIR!
*Eşcinsellik insanda doğal olarak var olan bir yönelim veya bir hastalık mıdır?
-Eşcinselliğe bakıldığı zaman iki ana kola ayrıldıklarını görürsünüz. Birinci kısım böyle eğilimleri olmakla birlikte bundan rahatsız olan ve bunun rahatsızlık olduğunu bilip terapi yollarına başvuran kesimdir ki bu genellikle göz ardı edilen bir kesimdir. Bu kesim söz konusu eğilimi bir hastalık olarak algılar ve tedavi yoluna başvurur. Bu illetten kurtulmak isteyen bu kimselere toplum tedavi sürecinde katkıda bulunup yardımcı olmalıdır. İkinci kısım kendilerini hasta olarak kabul etmemekte, eşcinselliği bir yaşam tarzı olarak benimseyip, topluma kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bunlar meseleyi insan hakları, birey hak ve özgürlükleri ve ayrımcılık açısından ele alarak meşruiyet kazandırmak için uğraşıyor.Kuran’a göre baktığınız zaman bu zihinsel ve kalbi bir hastalıktır. Kuran Muhammed Suresi 29’ncu ayette der ki; “Yoksa kalplerinde hastalıklı olanlar zannederler mi ki, Allah onların ahlaki zaaflarını açığa çıkarmayacak?” Ayrıca Bakara suresi 10-12’nci ayetler arasında “Onların kalplerinde bir hastalık vardır....” “Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman “biz ancak ıslah edicileriz “ derler.” “Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir lakin anlamazlar” buyurmakla kişinin olumsuz özelliklerini, eğilimlerini yahut isteklerini bir ahlaki kusur ve zaaf olarak kabul edilir. Buradaki hastalık biyolojik bir kalp hastalığı değildir. Düşünce, inanç ve davranış hastalığıdır.
*Peki “Eşcinsellik” biyolojik bir sorun mudur?
-Eşcinsellik insanda doğal olarak var olan bir yönelim değildir. Sosyal öğrenme ve yanlış eğitim ile gelişmiş bir durumdur. Biyolojik doğaya uymayan bir sapmadır. Heteroseksüellik’in bir geni vardır ama eşcinselliğin bir geni yoktur. Bu bilimsel ifade ile böyle açıklanmakla birlikte vahyi perspektifi daha önceki sorularda ifade etmiştim. Fıtratta var olmayan, insanın sapması, azgınlaşması, çirkinliği, kötülüğü ve hayasızlığı yol edinişidir. Biz bunu bir sapkınlık olarak addediyoruz. Arizi bir durumdur, doğal bir durum değildir.Karşı cinsler arasında bir cazibe ve çekim kuvveti aynı cinsler arasında ise itme kuvveti vardır. Dolayısıyla karşıt cinsler arası bir çekimin olması normal bir durum iken aynı cinsler arası bir çekimin olması anormal bir durumdur, normalden sapma ve fıtratın bozulmasıdır.Bu anormal durumun genetik bir yönü yoktur. Bugüne kadar bunu ispatlayan hiçbir ciddi bilimsel bir tez yoktur. Bu anormal durum çocukluk döneminde yaşanılan ortam, alınan terbiye, yetişme tarzı ve şartları ile alakalıdır. Yani Allah tarafından saf ve temiz olarak yaratılan çocuğun aile ve sosyal çevresi tarafından dengesinin bozulması ile ilgilidir.
BÜTÜN SEMAVİ DİNLER EŞCİNSELLİĞİ LANETLİYOR!
*Eşcinsellik dini ve felsefi boyutta pek de kapağı açılmayan, ertelenen bir konu. Peki, eşcinsellik sorununa İslam ne diyor?
-Zinanın en pis en iğrenç en gayriahlaki şekli olan eşcinsellik İslamda şiddetle lanetlenmiş bir eylem ve yaşam tarzı olarak görünmektedir. Hz. Muhammed(sav) şöyle buyurur: “ Lüt kavminin iğrenç fiilini işleyen mel’undur.” Rasulullah bir başka hadisinde ise şöyle buyurur: “ Ümmetim için en ziyade korktuğum şey Lüt kavminin ameledir.” Kuranın bu sapkın davranışa bakışı onu tanımlamasında yatar. Bu durumu ölçüyü aşma, sınırı çiğneme, çirkinlik ve hayâsızlık, kötülük ve fesat, fasıklık, cehalet, iğrençlik, utanç verici bir tutum, sapıklık ve günahkârlık olarak nitelediğini görürsünüz. Oysa diğer fikir akımları ve beşeri sistemler ise sınırları muğlak bırakmışlardır. Eşcinsellik zinanın bir türü olarak karşımıza çıkar. Bu tanımlama sadece İslam dininde değil bütün semavi dinlerde de böyledir. Tüm semavi dinler zinayı ve sapkın ilişkileri lanetlemiş ve haram kılmıştır. Onunla ilgili olarak kitabı mukaddesten bir örnek vereyim. Leviller bölümü 18 de 22. “Kadınla yatar gibi bir erkekle yatma! Bu iğrençtir.” Leviller bölümü 20’de 13. “Bir erkek başka bir erkekle ilişki kurarsa ikisi de iğrençlik etmiş olur.” Bu meyanda birçok bilgiyi semavi dinlerin içinde bulmak mümkündür.
Ben bir Müslüman olarak olaya nasıl bakabilirim? Önce bu soruyu kendimize sormalı cevabını ise insanın yaratılışında aramalıyız. Kâinatta her şey çift olarak vardır. Karşıt cinslerin birlikteliği ile kurulan bir denge söz konusudur. Kuran’a göre bu sadece insan nesli için değil tüm kâinat için geçerli bir kanuniyettir. Kâinat çiftlerin üzerine inşa edilmiştir. Bu Allah’ın yaradılış kanunlarından biridir. Çift yaratılma, pozitif-negatif, dişi-erkek şekline karşıtlığı ifade eder. Hayatın devamı da bu denge üzerinedir. Siz bu karşıtlığı bozarsanız nesli bozmuş, neslin hayatiyet hakkını imha etmiş, insanlığın geleceğini tehlikeye atmış olursunuz. Böyle bir şey hiçbir dini inanca sahip olmasa bile akli selimin kabul edeceği bir durum değildir. Çünkü fıtrata aykırı, fıtratta var olmayan bir şeyi irademizle teşvik ederek, yaygınlaştırarak meşrulaştırmayı biz kendimizde hak olarak göremeyiz. Ancak İslam hukukunda doğuştan çift cinsellikle doğan insanlara “hünsa” adı verilmekte bu insanların insani hakları koruma altına alınmaktadır ayrıca hormonal bozukluklardan kaynaklanan eşcinsel eğilimler diğer sağlık problemleri gibi değerlendirilmektedir. Çözüm yolları aranarak rehabilite imkânları aranmaktadır. Şu gözden kaçırılmamalıdır. Homeseksüelliği bir kimlik olarak benimseyenlerle bu eğilimlerden kurtulmak isteyenler arasında büyük bir fark vardır. Genelleyerek kurtulma ve terapi talebinde bulunanların önlerini tıkayıp kurtuluşlarına set çekilmemelidir.
*Bu konuda batı kaynaklı bir dayatma mı söz konusu?
-Bir sigara yasağında Avrupa “sigara sağlığa son derece zararlıdır” diyerekten ayağa kalktı. Tabi ki insan sağlığını tehdit eden unsurlardan biri olan sigaraya haklı olarak bu tepki gösterildi. Ama çok enteresandır aynı Avrupa insan neslinin devamını imha eden ve fıtratı bozan iğrençliğin, sapkınlıkların hiçbirine bu tepkilerin binde birini dahi göstermiyor. Bilakis bunları legalize etmeye çalışıyor. Burada bir açmaz görebilirsiniz. Avrupa neden bu şekilde davranıyor? İşte bunu çok iyi düşünmek lazım! Temel sorun tam da burada yatıyor. Her konuda olduğu gibi eşcinsellik konusunda da ana sorun doğru ve yanlışı, kirli ile temizi, güzel ile çirkini kimin belirleyeceği ve bu ölçüyü kimin koyacağı ilgili bir sorunudur. Yani bu cinsel ihtiyaçların farklı karşılanma şekillerinin hangisinin meşru, hangisinin gayri meşru olduğunu belirleme noktasında sorunun çözümüne baktığınız zaman benimsenen zihniyete, hayat görüşüne, akaide bağlı olarak değişmektedir. Neyin kirli neyin temiz olduğunu kim belirleyecek? Temel insanlık sorununun temelinde bu ana açmaz yatar. Avrupa’nın seküler bir zihniyete sahip olması bütün bu olayları insan hakları ve özgürlükler bağlamında düşünerek insanı metalaştırır. Cinsel bir obje haline gelen insan özgürlük adı altında her şeyi yapabilme hakkını kendinde görür. Oysa semavi dinlere baktığınız zaman onlarda ölçüleri ve temel değerleri Allah koyar. Yani varlığı yaratan, varlığın fıtratını bozmadan idame ettirebilmesi için fıtratına koyduğu asli dengeyi Allah koyar ve biz referansımızı buradan alırız. Seküler bir zihniyette ise ölçüyü koyan Allah değildir. Temel çerçeveyi, parametreyi belirleyen kişinin ta kendisidir.Yani kişi nefsini putlaştırıp Tanrılaştırabilir ki o da azgınlığın, bozulmanın ve sapkınlığın bizzatihi kendisini ifade eder. Amerika’da uzun yıllar Eşscinsellik Üzerine Ulusal Araştırma ve Tedavi Birliği “NARTH”’ın başkanlığını yapan psikolog Dr Joseph Nicolosi “Homoseksüeller için Onarım Psikolojisi, Yeni Bir Klinik Yaklaşımı” kitabında terap sürecinden geçen eşcinsellerden birisinin dikkat çekici şu sözlerini aktarıyor. “Uzun yıllar gey olduğumu sandım sonunda anladım ki ben homoseksüellik problemi olan heteroseksüel bir erkektim.” Bu sözleri duyan eşcinsel gruplar bu fikre müthiş tepki gösteriyor ama gösterilen tepkiler fıtrat gerçeğini gölgelemeye elbette ki yetmeyecektir. Bu araştırmaları değerli bulurum ama benim referansım bir Müslüman olarak Kuran’dır. Benim olaya bakış açımı ve değer yargılarımı belirleyen elbette ki vahyi bilgidir. Bunu haricinde düşünmek bu sapkınlığı zaten olumlu kabul etmek anlamına gelir. Eğer Allah bunu yasaklamış, lanetlemiş ve de helak nedeni saymış ise bizim tutum ve davranışımız elbette bu durumda bunu makul görmek veya özgürlükler kapsamında değerlendirmek, onu meşru kabul etmek mümkün değildir.
DİN KADIN ERKEK AYRIMI YAPMAZ!
*Kişi eşcinselliğini yaşar ve bunu açıklamazsa bu nasıl bir durum oluşur?
-Referansımız Kuran bu durumu “Fahşa” olarak tanımlar. Yani bunu yapan kadına da erkeğe de fahişe der. Aynı zamanda “zani” ve “zaniye” ifadesini de kullanır. Bu toplumda da kullanılan bir kelimedir ama genelde kadınlara kullanılır. Ama din kadın ve erkek ayrımı yapmaz. Bunu bir erkek yapıyorsa da adı fahişedir, bir kadın yapıyorsa da adı fahişedir. Allah fahşanın gizlisini de açığını da yasaklar. Ancak konumuz itibariyle baktığınızda Kuran’da yer alan Hz. Lut’un kavmini çok iyi tahlil etmek, lazım. cinsel sapkınlık ile ilgili mücadelesini çok iyi okuyup bu güne çok iyi taşımamız lazım! İşte o zaman günümüzde yaşanan sapkınlık ile buna karşı mücadele edenlerin dillendirdiği arasında ortak paydalar olduğunu göreceksiniz. Dolayısı ile Kuran hiçbir şekilde kötülüğün, çirkinliğin, sapkınlığın, ahlaksızlığın ne gizlisine, ne açığına onay vermez. İnsan temiz olarak yaratılmıştır. Bu temiz fıtratın kirletilmesine kuran, vahiy müsaade etmez. Allah fuhuşun gizlisini de açığını da haram kılmıştır. Kişinin sapkınlığı bireysel olarak kendini zarara ve helaka sürükler ama bu zarar kendiyle sınırlıdır. Ancak alenileştiği zaman, yaşam biçimi haline dönüştürüldüğü zaman toplumun zararına ve helakına yol açar. Her halükarda yaptığı haddi aşmadır, gayri ahlaki bir durumdur, çirkindir ve iğrençtir. Bir durumda kendini ötekinde toplumu imha söz konusudur.
*Namaz kılan insan da bu duruma düşebilir mi?
-Kuran’da namazı Allah’ın istediği şekilde ikame eden bir müslümanın bu halde olması mümkün değildir. Namazın anlamını ve ruhunu benimsemeden sadece şeklen kılanların ise bir noktadan sonra hayvani dürtüleri nefslerini esir alabilir . O noktada kişi utanç verici bir tutkunun ve zafiyetin içindedir. Bu da kirliliktir, günahtır, ahlaksızlıktır, fasıklıktır. Allah katında elbette hududullah’ı çiğnemenin bir bedeli vardır. Bakınız Allah içkiyi de haram kılmıştır. Namaz kılıp içenlerde var. Allah zinayı da haram kılmıştır. Namaz kılıp zinayı da yapanlar var. Nasıl diğerleri sapkın hallerine kılıf bulmaya çalışıyorlarsa, bu tarafta da azgınlıklarının esiri olmuş Müslüman kimlikli insanlar bir şekilde bu durumlarına kılıf bulmaktadırlar. Birinin İslami kimliği olsa birinin seküler kimliği olsa ne fark eder. Kötülük kötülüktür. İlk önce bu gözlüğü çıkarmamız lazım. Kötülüğün dinisi ladinisi olmaz. Ama bu kılıfların Allah’ın nezdinde geçerli olmadığını Allah’ın ayetlerinde göreceksiniz. Şu konuyu da unutmamak gerekir! Günahların yarışı olmaz. Allah “Hududullah” ı belirlemiştir. Yani bir Müslüman 24 saatinin nasıl olacağını Kuran’dan ve peygamberden öğrenir ve bunun sınırlarını korur. Müslüman olarak Helal hakkını elde edebilmek için haramı meşru kılma hakkını Allahın hududunu çiğneyip hudut koyma hakkını nereden görebilir ki insan! İnsanoğlu yaptığı her şeyden elbette ki sorgulanacak. İyiliğin ve güzelliğin bedeliyle kötülüğün ve çirkinliğin bedeli şüphesiz birbirinden farklı olacaktır. İnsanoğlu da bunlardan hesaba çekilecektir. Bu ahiret inancının ta kendisidir. İnsan bunu unutmadığı sürece ahiret bilinci canlı kalıp, onu bu türlü şeylere karşı daima frenleyecektir.
BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ EŞCİNSELLİĞİ MEŞRULAŞTIRMAK DEĞİLDİR!*Eşcinseller “Biz başörtülülerin hakkını savunuyoruz da, onlar neden bizim haklarımızı savunmuyor!” diyor. Sizce de bu bir çelişki değil mi?
-Bizi vuran el ile okşayan el hep aynı! Bu olayların gelişimini uluslararası bir proje kapsamında görmemiz gerekir. Haklarımızı istediğimiz zaman birileri sürekli bizi vuruyor! Tabi olan haklarımızı istediğimiz zaman önümüze “Kırk satır mı kırk katır mı?” gibi bir tercih dayatılıyor! Ve biz bir yerlere sürükleniyoruz, sürükletiliyoruz. Eşcinsellik sorunu ile başörtüsü sorununu asla aynı kefeye koyamazsınız. Helal ile haramın eşleştirilmesi, aynı düzeyde görülmesi en azından bir akıl tutulmasıdır. Hiçbir şekilde hiçbir Müslüman Allah’ın lanetlediği, tel’in ettiği, kötü olarak ifade ettiği, en iğrenç şey olarak tasvir ettiği ve haram kıldığı bir şeyi helalle aynı düzlemde göremez. Başörtüsü helal olan bir şeydir, sapkınlık ise haram olan bir şeydir. Bunu aynı düzlemde görüp haramı helal gibi gösterme hakkı yoktur. Bu ciddi bir inanç erozyonu ve zihin kirlenmesidir. Zira eşcinsellik helak nedenidir. Başörütüsüne özgürlüğün bedeli eşcinselliği meşrulaştırmak değildir, olmamalıdır ve olmayacaktır. Helaller ile haramları eşitlemek, aralarında ayrım yapmamak, haramlara meşruiyet kazandırmanın bir yoludur. Bağımlılığı siz bir özgürlük olarak ifade edebilir misiniz? “Adam özgür, kişisel hak ve özgürlüklerini sınırlıyorsunuz! Bırakın istediği gibi bağımlı olsun hem kendini imha etsin hem etrafı imha etsin” diyemediğimiz gibi bunu bir haklar ve özgürlükler bağlamında değerlendiremeyiz. Eşcinsellerin talebini de bu bağlamda değerlendiremeyiz.
LEZBİYENLİK VE EŞCİNSELLİĞİN CEZA HÜKMÜ
Ve diğer bir konu lezbiyenlik. İslam lezbiyenlerle eşcinsellere aynı yaptırımı mı öngörüyor?
-Her ikisine de yaptırım vardır, bazı ufak farklılıklarla birlikte. Nisa suresi 15 ve 16. Ayetlere bakmamızda fayda var. “ Kadınlarınızdan çirkin fiilde bulunanlara karşı aranızdan 4 şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun./ İçinizden bu çirkin fiili işleyen ikilinin canlarını yakın. Eğer tövbe eder durumlarını düzeltirlerse artık onlara eziyet etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden çok esirgeyendir.” Çirkin fiil diye ifade ettiğimiz fahişe kelimesi Kuranda hemcinsler arasında cinsel ilişki için de kullanılmıştır ( Ankebut 29/28). Buradan hareketle ayetler lafızlarına uygun olarak yorumlandığında 15. Ayette kadınların kendi aralarında yaptığı fuhuştan (sevicilik, lezbiyenlik) 16. Ayette de erkeklerin kendi aralarında yaptığı fuhuştan (livata, homoseksüellik) bahsedildiği anlaşılmaktadır. Buna göre: Lezbiyenliğin cezası kadınları evlerde tutmaktır. Bir nevi bu fiili yapmaya fırsat bulamayacak bir ortamda gözetim ve denetim altında tutarak maddi ve manevi bir rehabiliteye tabi tutulmasıdır. Eğer tövbe edip durumlarını düzeltirlerse bu durum ortadan kalkar. Hiçbir sorun yoktur veya tabii bir duruma gelir, normal bir ilişki boyutu yaşar. Yani bir erkekle evlenir. Bu da tabii bir şeydir. İslam’da livata fiili işleyenlerin hem fiili, hem de sözel olarak incitilmesi vardır. Böylece bu iğrenç fiili işlemekten vazgeçmeleri amaçlanmıştır. Ceza olarak ne söyleneceği ve ne uygulanacağı ayette açıklanmamış, içtihat ve uygulamaya bırakılmıştır. Bu yüzden İslam âlimleri bu suçun cezası hakkında farklı görüşler ileri dürmüşlerdir.
*Eşcinselliğin ve lezbiyenliğin bu kadar hızlı bir şekilde yaygınlaşmasında medyanın rolü nedir?
-Bu eğilimin içine düşmüş insanları kişiselleştirmek çözüm yolu olmadığı gibi insaf sınırları dâhilinde de olmaz. Bir alkoliğe de sorsanız o bundan haz alıyordur ve haz aldığı için yapıyordur. Bağımlı da kullandığı her ne nesne ise o da bundan haz aldığı için yapıyordur ama nedir? Haz almak kişinin kendi kendini imha hakkını vermediği gibi toplumu da imha hakkını vermez. Toplumsal organizasyon canlı bir organizasyondur. Dolayısı ile canlı olan varlıkların hareketlerinde birbirlerine iyi veya kötü tüm davranış biçimleri toplumsallaştığı zamanda etkisini daha fazla gösterir ve birbirine sirayet etme özelliği vardır. Dolayısı ile sistemde bütün çirkinliğin, bütün sapkınlığın hat safhada yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Ve bu sapkınlıkları genelleştirecek, toplumsallaştıracak ve meşrulaştıracak yaygınlaştırma çabalarının maalesef medya eliyle yapıldığını görüyoruz. Ve devlet tarafından da ciddi bir sınırın konulmadığı, ciddi bir düzenlemenin getirilmediğini, ciddi bir rehabilite çalışmasının yapılmadığını görüyoruz. Kötülüğün bu kadar teşvik edildiği bütün imkânların kötülük nezdinde sergilendiği bir dönemde kanallara baktığınız zaman kendi başınıza bile izleyemeyeceğiniz görüntüler ile karşılaşıyorsunuz. Daha ergenlik çağında cinselliğini yeni yeni hisseden, cinsel kimliği yeni oluşan gençleri bu açık tehlikeden kim koruyacak? Bu yaşamı bu kadar cazip gösterip buğulu süslü albenili, allayıp, pullayıp dizilerlerle bu toplumun gençlerine bunu empoze eden bu sistem değil mi? Ondan sonra bu ortamda yetişen gençlerin tercihlerini sorgulamak haksızlık olmaz mı? Bakınız bir toplumun inancına, örfüne, milli ve manevi değerlerine tamamen aykırı olan bir şeyi benimsemek bir akıl, zihin ve dil tutulması olarak da algılanabilir.
*Tüm bu sorunların çözümüne ilişkin olarak sağlık ve eğitim politikalarında nasıl bir duruş sergilenmelidir?
-Sayın bakanın bu konudaki duruşunun devam etmesini istiyoruz. Konunun toplumsal boyutunun çok iyi irdelenip masaya yatırılması ve çözüm önerilerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuda sağlık ve eğitimle ilgili bakanlıklar ile STK’lar müşterek olarak çalışmalıdır. Eğer bu durum meşrulaştırılırsa bunun ızdırabını çekip kurtulmak isteyen homoseksüellere tüm kapılar kapanmış olur. Yani birilerinin keyfi için yüzlerce ızdırap içinde olan insanın o sıkıntıda boğulmasına sebebiyet veririz. Bunun için de bir an önce gerekli tüm çalışmalar yapılmalıdır.
TÜRKİYE ÇIKMAZ SOKAĞA İTİLİYOR!
*Son olarak çağımızın en büyük sorunlarından olan eşcinsellik ile ilgili Müslümanlar nasıl bir duruş sergilemelidir?
-Zihin dil ve akıl tutulmasını biz sayın bakana gösterilen tepkide gördük. Bakana destek gelmesi gerekirken bazı kesimler suskun kaldı. Bu da Türkiye’nin nasıl bir çıkmaz sokağa itildiğinin en önemli göstergesidir. Bu olay bir turnusol kâğıdıdır. Formatlanan akıllar, iğdiş edilen zihniyetler ve içi boşaltılan kavramlarla yeni oluşturulan Müslüman projesi kapsamında kat ettikleri mesafeyi göstermesi açısından önemli bir göstergedir. İçi boşaltılmış bir İslam, farklı bir insan algısı ve istedikleri de yeni formattaki bir Müslüman zihniyetidir. Yani bakış açımızda bu sorunun temelinde her konuda olduğu gibi ana sorun doğru ile yanlışın, güzel ile çirkini belirleyecek parametrenin ne olduğunu belirleyebilmektir. Ana hatları belirleyen, bizim açımızdan ana hatları koyan Allah’tır. Bilginin kaynağı da Kuran’dır, sünnettir, akıldır ve beş duyudur. Onlarda ise ölçüyü koyan insandır, bilginin kaynağı ise sadece akıl ve beş duyudur . İnsanlık Allah’ı devre dışı bıraktığı andan itibaren bugün gördüğümüz bunalımlar daha da katlanarak devam edecektir. Müslümanların görevi Allah’ın lanetlediği bu gayri ahlaki eylemin bir yaşam biçimi olarak toplumsallaştırılmasına karşı mücadele etmektir.
Cahide Hayrunisa Yağcı - Timetürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder