31 Temmuz 2016 Pazar

Cinsiyet akışkanlığı, fıtrat, eşitlik…

Geçen gün metroda bir genç insan girdi görüş alanıma, nefis bir gey adam dedim kendime, dar blucin giymiş, hoş kıvrımlarıyla endamı güzel bir kadın gibiydi, hereketleri akıcı ve zarif; sonra tereddüte düştüm, yoksa gerçekten kadın mıydı?

Bu tereddüte düşüp, bu soruyu sorduğunuz anda, akışkan cinsiyet alanında buluyorsunuz kendinizi. İnsanlığın geleceği böyle bir yere işaret ediyor. Dünyada giderek daha çok genç insan, ne kadın ne erkek olmak istiyor, ikisinin arasında, ikisinin karışımı olan, hatta her ikisinden de farklı bir cinsiyet kimliği arayışında. Neredeyse cinsiyeti  hepten reddediyorlar.

Derken, 2014 Kasım ayı biterken, Türkiye’de kadın hareketi ayaklanıyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan, kadınla erkeği eşit konuma getirmek fıtrata terstir demiş. Erkeğin yaptığı her işi kadın yapamaz, narin yapısına uymaz, dinimiz kadına annelik makamını vermiştir diye devam ediyor; eşitlik kavramı yanlıştır, bunu feministlere anlatamazsınız, eşitliğe takılıp adaleti ıskalıyorlar, asıl adalet önemli demiş.

Metrodaki genci ve cinsiyet akışkanlığını düşünüp, bu sözlere de, karşılığında Internet’i dolduran protesto mesajlarına da gülümsemek geldi içimden.

Dünyanın bir kısmı başka yerde, eşitliği çoktan aşmış, cinsiyet akışkanlığı peşinde; bir başka kısmı hala cinsiyet eşitliği konusunda mücadele etmek zorunda; Türkiye gibi bir ülkeye bakın, bir bölümü eşitliği neredeyse yakalamak üzere, onun da ötesini hayal etmeye başlamış; bir bölümü fıtrat yahut yaratılış diye bir şeyle kendini sınırlıyor. Dünya nasıl farklı hızlarda gelişiyorsa, Türkiye de çifte hızda gelişen bir toplum, zor da gelse bu gerçeği kabul etmeliyiz, çeşitli insan grupları, çok farklı hızlarda ilerliyorlar.

Ben bunu üniversite eğitimine bağlayacağım. Tamamen ilgisiz gibi duruyor, biliyorum, ama biraz sabır.

                                     *    *    *    *

Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların üniversiteye gitme hakkını 1914 yılında kazandıklarını daha yeni öğrendim. Yüz yıllık bir hak. Oy kullanmak kadar belirleyici bir değişim. “İnas Darülfünunu” yani “Kadın Üniversitesi” 1914’te kurulup o yılın Ekim ayında öğretime başlamış.

1919’da ilk karma eğitim hareketleri görülüyor, 1920’lerde, hemen Cumhuriyet öncesi, üniversite eğitimi tamamen kadın-erkek karışık hale gelmiş. Ki hatırlayın, erken Cumhuriyet dönemi dahi, liselerin kız ve erkek ayrı olabildiği bir dönemdi. Benim çocukluğumda bile vardı hala, İstanbul Kız Lisesi, Nişantaşı Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi gibi.

Ben kendim Amerikan Kız Koleji’nde okudum. Annemle babamın derdi cinsiyet ayırımı değil, okulun kalitesiydi elbette. 1970’lerde okulun karma eğitime geçmesi de, ideolojiyle ilgisizdi, ekonominin dayattığı bir değişimdi.

Sonra da, garip bir tesadüfle, Amerika’da bir kadın üniversitesine gittim. Kadın erkek ayrı eğitime inandığım için değil, tam tersine; her tür ayırım beni sinir eder – zenciler giremez, kadınlar giremez, erkekler giremez türünden şeylere fena huylanırım. Burs kazanabildiğim  üç üniversite arasında en iyi ortamı ve en kaliteli eğitimi sunduğu için gittim Wellesley’e.

Sonradan öğrendim ki, Hillary Clinton ve Madeline Albright gibi iki dışişleri bakanı çıkartan, uzay yolculuğundan parçacık fiziğine, yüksek mahkeme üyeliğine kadar başarı kazanmış kadınlar yetiştiren bir okula gitmişim meğer.

Sırf o nedenle kadın-erkek ayrı eğitime inanacak değildim elbette. Amerika’da hala kadın üniversiteleri olması beni şaşırtır, ben ayrı kadın üniversitesi olmasını savunmam, ama kendim deneyimleyince Amerika gibi bir toplumda yararlı bir işlevi olabileceğini gördüm.

Önceleri, tıpkı bizde olduğu gibi, üniversiteler kadın öğrenci almayı reddettiği için, kadınların devam edeceği özel üniversiteler kurulmuş Amerika’da, feminist ve girişimci bir ruhla. Ama büyük oranda hukuk eşitliği sağlandıktan sonra, kadın üniversitelerinin, daha az sayıda bile olsa, varlığını sürdürmesi, ilginç. Bir zamanlar sayıları 300 civarındayken, şimdi elli kadar kadın üniversitesi var Amerika’da ve kendim de bunlardan birinde eğitim aldığım için, mantığını görebiliyorum.

Kadın ve erkeğin toplumun her köşesini, eğlenceyi ve işi, kahveyi ve sofrayı, plajı ve oteli, her şeyi zaten ortak paylaştığı ve kaç-göç olmayan bir kültürde, ama feministlerin ücret eşitliği, istihdam ve eğitim eşitliği, fırsat eşitliği için büyük mücadele verdiği  bir toplumda, arzu eden kadınlara ayrı bir kadın üniversitesinde kendilerine güvenmeyi aşılamak, erkeklerle rekabet etmeden kişiliklerini bulma fırsatı vermek, sadece kadınların lider konumunda olduğu ve rol modeli oluşturduğu  bir ortamda onları yetiştirmek, feminist açıdan, anlaşılabilir bir hedef. Amerika’da hala kadın üniversitelerinin olması tek nedene dayalı, o da feminizm; fıtratla bir alakası yok.

Nüfusun yarıdan fazlası için, kadınla erkeğin birlikte kahveye bile gidemediği, kaç-göç üzerine kurulu bizimki gibi bir toplumda, kadınların ayrı eğitim görmesini, asla savunmam. Diyarbakır’da kız lisesi açılsın mı diye saçmasapan sorular duyduğumda, yaşadığım toplumun çifte hızda ilerlediğini hatırlayıp üzüntüme hakim oluyorum. Üniversiteye gitme hakkını yüz yıl önce kazanmışken, başörtüsü uğruna o haktan vazgeçebilen yahut mahrum edilen kadınların trajedisini düşündüğümde de, gene çifte hızda gelişmeyi hatırlayıp üzüntümü bastırıyorum.

Fakat geçenlerde, o farklı hızda ilerlemenin ne anlama geldiğini bana dramatik şekilde hatırlatan bir haber duydum. Amerika’daki, benim feminist okulumdaki  o ileri feminizmin bile modası geçmiş gibi durduğu bir gelişmeyle hem mezun olduğum okul sarsılmış, hem de ben sarsıldım: Bizim kampüste artık sayıları düzinelere ulaşan “trans- erkek” yahut cinsiyeti belirsiz öğrenci okuyormuş meğer!

Doğuştan kadın olan ve okula müracaat ettikleri zaman hala kendilerini büyük ölçüde kadın olarak tanımlayan bu genç kadınlar, zaman içinde cinsiyetlerini farklı tanımlamak istemeye başlamışlar.

Her biri cinsiyet akışkanlığının farklı bir aşamasında; kiminin hedefi erkeğe dönüşmek, kimi  herhangi bir şeye dönüşmek peşinde değil, sadece kesin kalıplara göre erkek yahut kadın diye tanımlanmak istemiyorlar; istisnasız hepsi, cinsiyetle deney yapmak, cinsiyetin sınırlarını zorlamak peşindeler. Hiç birisi klasik anlamda travesti yanut trans-seksüel değil bunların. Kendilerini en rahat hissettikleri tanımlama “cinsiyet akışkanlığı”. Son olarak bunlara, erkek doğup kadınlaşmaya doğru giden “trans-kadın” öğrenciler de eklenmiş. Gökkuşağı misali, cinsiyet akışkanlığı hareketi, fıtrat denilen şeye meydan okuyor.

Ve biz bütün eski mezunlar  geçenlerde üniversitemizin başkanından bir mektup aldık. Kendini cinsiyet olarak akışkan, yahut belirsiz, yahut kararsız, yahut her tür cinsiyete karşı diye tanımlayan öğrenciler konusunda okulun gelecekteki tavrına ilişkin bir bilgi arama komitesi kurduğunu haber veriyordu. Ama sonuç bence şimdiden belli. Başka kalburüstü kadın üniversiteleri, kendini yasal olarak hala erkek diye tanımlayanlar dışında her cinsiyet kategorisindeki  insana kapılarını açmışlar bile. Bir çok konuda olduğu gibi, cinsiyet akışkanlığı denilen geleceği hazırlamakta da, kadınlar ve özellikle feministler, gene devrimci öncüler olacaklar bence.

Devrimin de ne olduğu belli: Fıtrat denilen şeye karşı çıkmak. İnsanın özü değil mi zaten, fıtratı zorlamak?

Biz gene de zaman makinemize binelim ve dönelim bizim fıtrat kurbanı ülkemize.

Cumhurbaşkanı Erdoğan devrimci bir insan değil, onun fıtrata karşı çıkmasını beklemeyeceğiz elbette. Kendini fıtratla sınırlayanların sevgili lideri olmaya devam edecek. Fıtratta eşitliğe inanmadığına göre, fırsatta eşitliğe de inanmıyor.  Eşitlik olmadan adalet olamayacağını unutmuş olabilir mi acaba?

Bu arada Türkiye’de son dört yılda 800 kadın öldürülmüş; o buna cevap olarak, bu cinayetleri işleyenler müslüman olamaz, dinimizde böyle şey yok diyor. Demek ki cinayetleri önlemek için, dinden medet umacak. Daha akla yatkın başa bir şey yapacak mı, emin değiliz.

Ya biz, kendini fıtratla sınırlamayanlar ne yapacağız? Cinsiyet akışkanlığını düşüneceğiz elbette. Bir yandan da kadın-erkek fırsat eşitliği için mücadele etmeye devam edeceğiz. Zihnimizi bütün olasılıklara açık tutacağız. Belki bir gün metroda birisi beni görüp, kadın mı erkek mi olduğuma karar veremeyecek ve ben bunu fark edince gülümseyeceğim.

Türkiye iki ayrı hızda yol almaya devam edecek ve bu çifte hız yüzünden bazen alıştığımız sürtüşmeler, hatta kazalar olacak.

Ama şurası kesin, geleceği hiç kimse durduramayacak.

Nilüfer Kuyaş - T24

http://t24.com.tr/yazarlar/nilufer-kuyas/cinsiyet-akiskanligi-fitrat-esitlik,10693

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder