11 Haziran 2013 Salı

Yalnızlığın tefekkürü, kalabalığın tahakkümü

Acaba hangisi doğrudur?

Çocuk denecek genç, genç denecek çocuk ayağa kalkmışsa...

Bu insanların, arkasında, önünde, sağında solunda bir siyasi parti, hatta siyaset yoksa...

Tek arzuları, çevreyi ve haysiyetlerini korumak, otoriter eğilimlere dur demek, azarlanmamak...
Kısaca, insan yerine konmak...
Önlerindeki, büyüklere göre daha uzun hayatlarını, istedikleri gibi yaşamaksa...

Vurmuyorsa, kırmıyorsa...

O meydanı, bir birlikte yaşama bienaline çevirecek kadar çağdaş...
Kirlettiği meydanı, ertesi gün temizleyecek kadar medeniyse...

Zalim değil mazlum, mağrur değil masum bir edayla oradaysa...
Bir siyasetçi, bir başbakan bu gerçeği görmek için nereye sığınmalı?
Yalnızlığın en münzevi yerine çekilip...
Elindeki kartları, sırtındaki yükü...
İçindeki öfkeyi bir kenara bırakıp...
Çevresindeki azmettiricilere, “Hele siz şöyle iki adım geri çekilin bakayım” deyip...
O steril yalnızlıkta düşünüp taşınmalı...
Anlamaya çalışarak, kendini onların yerine koyarak...
Elini uzatıp, “Gelin bakalım şuraya” mı demeli?

***
   
Yoksa, bildik tanıdık, “Vur deyince vuracak, hatta dur deyince durmayacak” akraba kalabalıklara karışıp...
Güç alarak, moral depolayarak, “Arkandayız” korosuna bakıp iman tazeleyerek...
O gençleri elinin tersiyle itip üzerine giderek...
O akraba koronun sloganları eşliğinde “ezip geçmeli” mi...
   
***

İkisi de siyaset...
Biri buraya getirir...
Öteki oraya götürür.
Yalnızlığın tefekkürü mü...
Yoksa kalabalıkların tahakkümü mü...
İkisi de siyaset, ama Türkiye’de rejimin geleceğini liderin tercihi tayin edecek...
Demokrasi mi, yoksa başka bir şey mi...

Ertuğeul Özkök - Hürriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder