Sahte rekonstrüksiyona bakmak yerine, Gezi'yi daha da güzelleştirip torunlarımızın oynamalarını seyrederken tatlı bir huzur bulabiliriz.
Başbakan, Türkiye’ye ayak bastığı üç gün içinde izleyebildiğimiz kadarıyla yedi-sekiz yerde konuştu. Konuşmaların içeriği haliyle kendini tekrarlıyordu. İnşaat projelerinden birine karşı çıkılmasına, otoritesine karşı konulmasına son derece öfkeliydi. Buna rağmen Türkiye tarihinde ilk kez, ülkenin en büyük kentinin en önemli meydanı ve çevresinde 12 gündür süren barışçıl ve sivil bir işgal hareketinin ortaya çıkmasının en büyük sorumlusunun kendisi olduğunu galiba fark etmişti. Bu konuşmalarında, izleyebildiğimiz kadarıyla, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası kelimelerini ağzına almadı. AKM’yi yıkıp daha büyük, daha güzel bir opera binası yapmaktan sürekli bahsetti. 28 Mayıs sabaha karşı Gezi Parkı’na koşan bir avuç insan AKM’nin yıkılmaması için değil, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmemesi ve oraya bir bina kondurulmaması için hareketlenmişti. Başbakan’ın son günlerde sadece AKM’yi yıkıp yenisini yapacağız demesini, oluşabilecek bir müzakerede anlaşma için açık bir kapı bırakma olarak yorumlamak umarım safdil bir iyimserlik değildir.
Başbakan’ın tuhaf, sert, ‘eski Türkiye’ tarzı bir siyaset yapma biçimi ve dili var. Bu tarz ve dili Türkiye’de beğenen, onaylayan, kendinin ifade edildiğini düşünen geniş bir yurttaş kitlesi de var. Ama Başbakan’ın elde kılıç, taraftarlarını savaşa çağırdığı izlenimi yaratan Ankara konuşmaları, istikrar ve güvenin tesisini icraat ve başarılarının merkezine sürekli yerleştiren bir siyasal lider için çelişkili. Sadece ulusal değil, uluslararası planda kendini konumlandırdığı, görmek ve görülmek istediği yer ile siyaset yapma tarzı ve dili arasında da büyük bir mesafe var. Sürekli toplumda bir kesimi itibarsızlaşmaya, dışlamaya, hedef göstermeye çalışarak siyaset yapıyor. Bu kesimi kriminalize etme eğilimi yüksek. Kendi yaptığı hatayı da bu kesimin sırtına yüklemeye çalışıyor. Doğru olmayan bilgileri aktarmaktan çekinmiyor. Örneğin Dolmabahçe camiinde içki içildiği, Wall Street’i İşgal Edelim eyleminde polisin müdahalesi sonrası 17 kişinin öldüğü ya da Topçu Kışlası projesi önerildiğinde kimsenin karşı çıkmadığı iddiaları gibi. Projeye karşı dava ne zaman açılmış, Gezi Parkı’nı koruma amaçlı parkta ilk eylem ne zaman yapılmış, bunlara aldırmıyor. 2011 seçimi öncesinde bu projeyi halka anlattığını söylüyor. Ne kendisinin 16.4.2011’de sunduğu Genel Seçim Beyannamesi’nde, ne partisinin 160 sayfalık ‘Türkiye Hazır, Hedef 2023’ başlıklı seçim beyannamesinde Gezi Parkı, Taksim, Topçu Kışlası lafı bir kere yer alıyor. 3. havaalanı var, 3. köprü var, daha birçok şey var ama Topçu Kışlası yok. Ayrıca aynı seçim beyannamesinde İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Stratejisi ilan edilirken küresel kapitalist dünyada uluslararası finans merkezi olmak ne demektir, ne tür sorumluluklar içerir, ne sonuçları vardır sorusu üzerine pek düşünülmediği izlenimi uyandırıyor.
Seçim broşüründe, “Zaman içinde açıklayacağımız özel ve çok çarpıcı projelerle İstanbul ‘küresel kent’ haline gelecektir” deniyor. Bunun bugün tamamlanmış bir proje olduğunu söyleyebiliriz. Gezi Parkı direnişi, katılım, içerik, eylem tarzı itibariyle gelişmiş ülkelerin küresel kentlerinde birkaç yıl önce yapılan eylemleri kıyas kabul edilmez biçimde aştı. İstanbul şimdi bütün dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu küresel bir kent. Başbakan Topçu Kışlası projesini inatla savunarak, İstanbul’un sadece finans ve ticaret konusunda değil, yeni toplumsal hareketler açısından da gerçek bir küresel kent olduğunu gösterme fırsatı yarattı. Bu da bir başarıdır.
Üstelik Başbakan aslında şanslı. ‘Occupy’ ve ‘Indignados’ eylemlerinin hükümetlerin hemen tatmin edebilecekleri bir talepleri yoktu. Gezi Parkı eyleminin merkezinde son derece somut, yarattığı büyük iktisadi, siyasal sonuçlarla kıyas kabul edilemeyecek boyutta, tatmin edilmesi basit bir talep var: Gezi Parkı park olarak kalsın! Bunun arkasında ‘faiz lobisi’, Ergenekon, Beyaz Kuvvetler, yabancı istihbaratçılar, emperyalizm, Siyonizm vb... kadim siyasal tahayyülümüzün bütün umacılarını cepheye sürmek ve bu boyutta bir sorun haline getirmek dünya siyaset literatürüne geçecek bir beceridir.
Çocukluğumda annem ve babam, beni ve kardeşimi Gezi Parkı’na götürürdü. Başbakan da çocukluğunun o parkta geçtiğini söylüyor. Rölevesi olmayan bir sahte rekonstrüksiyona bakmak yerine, Gezi Parkı’nı daha da güzelleştirip ileride torunlarımızın o parkta oynamalarını seyrederken de tatlı bir huzur bulabiliriz. Park da küresel kentimizin başka bir küresel simgesi olur.
Ahmet İnsel - Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder