24 Mart 2012 Cumartesi

‘Pembe’ giyen erkekler

Cinsiyet ve cinselliğe açılan 'yelpaze'

Tayfun Atay, cinsiyet ve cinsellik üzerine 'antropolojik değiniler'ini 'Çin İşi Japon İşi'nde bir araya getirdi

Fotoğraf: ERCAN ARSLAN
ŞEVKET MURAT DÜNŞEN
Radikal
Cinsiyetler arası eşitsiz ilişkinin tarihi, illa bir başlangıç aranacak olursa, antropolojik/arkeolojik birikim doğrultusunda 10 bin yıl önce gerçekleşen tarım devrimine dayandırılabilir. İnsanın ‘kültür’ dolayımıyla doğayı ‘ezdiği’ bu devrimin sembolleri, İbrahimî dinlerin kutsal metinlerinden de keşfedilebilir. İnsanlığın tarım-öncesi 2 milyon yıllık tarihinde olduğu gibi toplayıcılık yaparak bolluk içinde yaşadığı cennetten, bir ağacın yasak meyvesine daldığı için kovulan insan, artık ekmeğini, sürüldüğü dünyanın toprağından çıkarmaya başlayacaktır. Tanrı buyruğu gereğince ‘geçimi topraktan olacak’, bunun için hem üretmek hem de üremek zorunda kalacaktır.

Üretimin ve üremenin kıymete bindiği dünyayı örgütleme sürecinde insan, tanrısal yasağın çiğnenmesiyle yırtılan masumiyet perdesinin çıplaklığında ‘erkek’ ve ‘kadın’ olarak ayrışmıştır. Bu, eşitsiz gerçekleşen bir ‘toplumsal’ ayrışmadır. O zamana kadar sürmüş eşitlikçi yaşamsal deneyim yerle yeksan olmuş, üretmeye dayalı yeni hayatın içinde tohumları toprağa olduğu kadar kadına da ‘serpen’ erkek öncelik kazanmıştır. Bu durum mucibince kadın doğaya, erkek kültüre yakıştırılır. Bu hayatta bakıma, korunmaya muhtaç ve ‘işlenebilir’ durumda olması beklenir kadının. Onu koruyup kollayan ise toplumsal dünyanın örgütlenmesinde lider olması gereken erkektir. Mizacının duygusal, naif, barışçı olarak kutsandığı ‘kadın’ ve ona hâkim olması teşvik ve takdir edilen sert, savaşçı ‘erkek’… Bunların ikisi de ataerkilliği insan hayatının bir ‘rüknü’ haline getiren ‘tarım devrimi’nden miras. Lakin eklemekte fayda var ki modern/siyasal devrimler için geçerli olan acı deneyim, bu kadim/kültürel devrim için de geçerli: Devrim evlatlarını –sadece kadın gelmesin aklınıza, erkeği de- çatır çatır yemekte!..

Akademik hayatının hatırı sayılır bölümünü din antropolojisi alanında ürünler vererek sürdürmüş olan Tayfun Atay’ın cinsiyet ve cinsellik üzerine ‘antropolojik değiniler’ini paylaştığı ‘Çin İşi Japon İşi’, yukarıdaki değerlendirme ve yorumların hammaddesini mümbitçe sunan bir çalışma. Kitap, cinsiyet ve cinsellik anlayışlarına ilişkin insanlık tarihinin yukarıda sözü edilen ataerkil dönümüne ve o dönüme dayalı olarak oluşmuş, hâlâ da süregelen sorunlu birikime karşı ‘antropolojik hassasiyet’ gözetilerek yazılmış makale ve denemelerden oluşuyor.


Ezen ile ezilen

Atay, çarpıcı bir biçimde ele alınan ‘erkeklik’ halinin eleştirel analiziyle işe başlıyor. Kadın-erkek ilişkisinin ezen-ezilen ikili karşıtlığında ‘özne’ sayılan unsurun, tüm muktedir görüntüsünün aksine, gerçekte ‘erkek’ değil, insan toplumsallığının havasına hâkim bir ‘şebeke’ olarak (tabii ki Foucault’ya selâm çakarak!) kavramlaştırdığı iktidar olduğunu yerli/yabancı örneklerle tespit ediyor. Erkekliğe yönelik bu eleştirel-analitik odaklaşma, kitabın ana hattını oluşturmakla beraber, avcı-toplayıcı yaşam formundan tarımcı üretimin hâkim olduğu pratiğe, endüstriyel hayattan post-endüstriyel aşamaya kadar yaşanmış ve halihazırda yaşanan kadınlık, cinsellik ve cinsiyet halleri de kitapta usul usul işlenmekte. Ayrıca eklemeli, akademik hassasiyetle yoğrulmuş özenli, duru bir dil kitap boyunca peşimizi bırakmıyor.

Bir muktedir olarak erkeğin, ‘iktidar’ın taşıyıcısı olmakla kalmadığını, kadını erkeğe yem yapan tarihsel şebekenin erkeği de içten içe kemirdiği, benliğini zehirlediğini ‘Erkeklik, En Çok Erkeği Ezer’ başlıklı makalede ‘tane tane’ anlatan Atay, doğallaştırıcı kuramların karşısında ‘antropolojik’ bir öncülle mevzileniyor. İnsanı anlama çabasında hiçbir şeyin doğal değil, ama her şeyin bütünüyle kültürel olduğuna ilişkin bu öncül doğrultusunda şunu diyor özetle: cinsiyet ve cinselliği ilişkin her ne var ise şu âlemde, müsebbibi kültürdür!..

Atay yukarıda belirtilen oylumlu makalesinde İngiliz sömürgesi Burma’daki ‘fil katili’ George Orwell ve ‘Baba’ filmindeki kardeş katili ‘Michael Corleone’ (Al Pacino) örneklerinde teşhir ettiği ‘iktidar’ zehrini, izleyen yazılarında yerli sinema ve dizilerin anlatılarından da söküp çıkarmaya çalışıyor. Şener Şen ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollerini paylaştığı ‘Kabadayı’ filminde öne çıkan dört erkek karakterin ‘yazdığı’ dört farklı ‘erkeklik kitabı’nı okutmak da istiyor, taşıdığı erkeklik yükünün yol açtığı yıkım altında kendisi de un ufak olan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ dizisindeki ‘Ali Kaptan’ın (Erkan Petekkaya) yükünü boşaltmak da istiyor.


‘Pembe’ giyen erkekler

Kendi gençlik ve çocukluk yıllarından da yeri geldiğinde bahis açan Atay ‘mavi renk’le helâlleşmesini ‘sekso-politik’ bir açıyla yorumlarken ‘pembe’ giyen erkeklerin ‘8 Mart’ını kutlayarak ataerkil ‘kaide’yi bir hayli bozuyor. Bunu tabii, verili koşullar altında, yani kendi deyimiyle ‘endüstri devriminin tarım devrimini törpülediği’ bir vakte borçlu olduğumuzu unutmamız gerektiğini de tarihsel-antropolojik usul gereği hatırlatmayı ihmal etmiyor. Kitle kültürünün ne ‘star’ ne de ‘iman’ tanıdığının delillerini, bedenine yabancılaşan manken kızlarla İslamofobi’yle ‘savaşan’ ‘helâl kızlar’ yardımıyla sunuyor.

Post endüstriyel hayatın cinsiyet ve cinsellik bağlamında analizinin yer aldığı ‘pop-akademik’ yazılardan sonra da homo/transfobik azgın dalgalar karşısında akademik ciddiyetle bir ‘dalgakıran’ olmaya yelteniyor Atay. Bu noktada, cinsiyet ve cinselliğe ilişkin her ne varsa, tüm bunların doğuştan değil tarihsel bir süreç içinde, kültürel özgünlüğün de çarpan etkisiyle çıkageldiğini karşılaştırmalı bir bakışla temellendirdiği makalesinin başlığı, olgunun özüne ve sorunun çözümüne dair anahtar görüşü, fazla söze hacet bırakmaksızın yansıtıyor aslında: ‘Cinsellik Yekpare Değil Yelpazedir!’

Atay, kendi erkeklik serüveninin gayrı resmi durağı olarak, insanın görünce tamamlayası gelen bir tekerlemeyi kitabın adı yapmış (‘Çin İşi Japon İşi’). Bu topraklardaki erkeklerin ‘cinsiyet ve cinselliğe ilişkin ilk malûmatı’, tabiri caizse heteroseksüel bir ‘ajan-provokatör’ görevindeki bir ‘hınzır’ tekerlemeden edindikleri belirtilen kitabın doruğuna, yine antropolojinin ‘lojistik’ desteğinde, başka kültürlerde yer alan heteroseksüalite-dışı çeşitliliğin öğrenilmiş süreçlerle nasıl işlevsel bir hal aldığı anlatılarak varılıyor. Genç erkeklerin ‘erkek’ olabilsinler diye yaşlılar tarafından ‘spermlendiği’ Yeni Gine Etoro’larının erginle(n)me törenlerinden; ‘ne kadın ne erkek’ olan Hindistan’ın kutsal travestileri ‘Hicre’lerden; avcı toplayıcı yerli Amerikan halklarındaki transgender şamanik pratiklerlerden bahsederken Atay’ın cinsiyet ve cinsellik bakımından ‘arafta olma’ halini, Levi-Strauss’un ‘yapı’sından Victor Turner’in ‘anti-yapı’sına yol alarak kültür-kuramsal açılımlara kavuşturma çabası da övgüye değer…

Nihayetinde, bir hamlede okunası bu kitabın, ‘devamsız’ hissi veren başlığını antropolojik bir peşrevle tamamına erdirmek gerek: Çin işi Japon işi… Kültürdür bunun beşiği!..

ÇİN İŞİ
JAPON İŞİ
Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler
Tayfun Atay
İletişim Yayınları
2012, 152 sayfa, 14 TL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder