13 Ağustos 2020 Perşembe

‘Bizim mücadelemiz 13 Ağustos’la sınırlı değil’

İstanbul Sözleşmesi tartışmaları devam ediyor. Daha önce 5 Ağustos’ta AKP MYK’sında görüşüleceği söylenen bu konunun ertelendiği kamuoyuna yansıdı. O günden bugüne kadınlar 5 Ağustos da dahil olmak üzere sokaklardaydı. İstanbul Sözleşmesi’nin ‘aileyi yıktığı, LGBTİ+’ları koruduğu için özendirdiği’ iddialarını ortaya atanlar ise tartışmadan ‘çekilirken’, iktidarın kadın örgütlenmesi KADEM’den AKP kadın kollarına kadar ‘şerh’ düşülerek de olsa sözleşemeye sahip çıkıldı. Daha önce bu konun görüşüleceğini açıktan söyleyen iktidar cenahında ise sessizlik var. Basına sözleşme ile ilgili kararın bugün verileceği yansımışken alanlardan mahallelere, sosyal medyadan tüm alanlara mücadele veren kadınlar ANF’ye konuştu.

ASIL NASIL ETKİN HALE GETİRMELİYİZİ TARTIŞMALIYIZ

İzmir Mor Dayanışma’dan Deniz Uslu öncelikle Türkiye’de kadın cinayetlerinin ve şiddetin nasıl bir hale geldiğini görmek gerektiğine dikkat çekerek İstanbul Sözleşmesi’nin önemine değiniyor: “Her gün bir kadın öldürülüyor, taciz, tecavüz ve ekonomik şiddete maruz kalıyor. Böyle bir tabloda şiddetin önlenmesine yönelik caydırıcı cezalar vermenin, cinayetin ve şiddetin nasıl önlenebileceğinin tartışılması gerekiyor. Elimizde İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası bir anlaşma ve bunun nasıl etkin uygulanabileceğini tartışmak varken buradan imzanın çekilmesi konuşuluyor. Çünkü ‘halkımız isterse ben bunu çekerim’ gibi söylemler üreten bir iktidar söz konusu.”

Sözleşmenin tek başına kısa sürede şiddeti ortadan kaldırmasa da önleyici ciddi adımlar barındırdığını anlatan Uslu şöyle devam ediyor: “Elbette hem İstanbul Sözleşmesi hem de bunun etkin kullanılması bir günde kadına şiddeti yok edecek, tamamen ortadan kaldırılacak bir şey değil. Ama buna dair adımların atılmasını sağlayan bir sözleşme bu. Aynı zamanda 6284’te olduğu gibi emniyet güçlerine ve devletin resmî organlarına getirdiği yükümlülükler, şiddeti daha gerçekleşmeden önleyebilecek birçok hüküm barındırıyor. İstanbul Sözleşmesi bütün kadınları, LGBT+’ları yani kısacası şiddete uğrama potansiyeli olan herkes için önemli.”

İKTİDAR KADIN ÖRGÜTLÜLÜĞÜNDEN KORKUYOR

Türkiye’de son 4-5 yıldır özellikle yükselen bir kadın hareketi ve öfkesi olduğunu kaydeden Deniz Uslu: “Bu hareket aynı zamanda kendini sokaklarda da gösteren, gerek 8 Mart gece yürüyüşlerinde yasaklansa bile binlerce kadının meydanlara aktığı, gerekse de kadına şiddete karşı eylemlerde olduğu gibi mücadele saflarında. İktidar da bunu görüyor ve aslında kadınların örgütlenmesinden de özgürleşmesinden de korkuyor. Dolayısıyla buraya yönelik saldırılar gerçekleştiriyor. Tek saldırı İstanbul Sözleşmesi’ne karşı değil, her gün bedenimize de emeğimize de gündelik birçok saldırı üretiliyor iktidar mekanizmaları ya da başka organlar tarafından. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıyı da biraz buradan ele alarak değerlendirmek lazım. Kadın öfkesini ve hareketini sindirmeye çalışan bir müdahale var. İstanbul ve İzmir’deki kadın eylemlerine saldırıları da böyle görebiliriz” şeklinde konuşuyor.

GERİ ADIM ATTILAR AMA BİTMEDİ

Uslu, sözleşme için yapılan eylemlere değinerek mücadelenin de bitmediğini vurguluyor: “5 Ağustos’ta AKP MYK’da, İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin bir karar çıkacağı söyleniyordu, biz kadınlar, o gün Türkiye’nin hemen hemen her yerinde eylemler yaptık ve bu gündem ertelendi. Burada bir korku olduğunu ve geri adım atmaya yetinildiğini düşünüyorum. Kadınların mücadelesi ve hareketliliği sonucu oldu bu. Çünkü 5 Ağustos’ta ‘çıkma kararı’ gibi bir şey olursa bu öfkenin önünü alamayacaklarını düşünüyorlardı. Bu erteleme elbette ki ‘bitti, biz kazandık’ gibi bir cümleyi kurdurabilecek bir noktada değil. Çünkü biz bu saldırıları yapanların gece yarısı yasa çıkardığını ya da meclise getirilmeden direkt cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kararlar aldığını da biliyoruz. Bizim mücadelemiz 13 Ağustos’la da 5 Ağustos’la da sınırlı değil. Biz elbette ki o günkü gündemi de teşhir edeceğiz ve buna karşı mücadele yürüteceğiz. Şu da var ki bugün çıkıp İstanbul Sözleşmesi’nde imzamız kalacak deseler dahi biz bu sözleşme daha etkin nasıl uygulanır bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Çünkü bizim tek derdimiz bir imza değil, bunun daha etkin olması, kadına karşı şiddetin azalması ve bitmesi. Bir kadın daha eksilmememiz, bir çocuğun daha istismarı uğramaması bizim nihai hedefimiz.”

HER GÜNDEME GETİRDİKLERİNDE TEPKİ KOYACAĞIZ

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim ise iktidarın aslında bugün tam olarak karar alıp almayacağının belli olmadığına değiniyor: “AKP kendi içindeki kararı alıp almayacağı çok net değil o gün için. Ama elbette ki bizim gözümüz o tarihte, o toplantının üzerinde. Etkin uygulanırsa kadın cinayetlerinin sonlandırılması, şiddeti azaltması ve kadınları güçlendirmesi söz konusu olan uluslararası bir sözleşme İstanbul sözleşmesi. Bu sebeple hem bundan önceki hem de bundan sonraki süreçte, İstanbul Sözleşmesi’nin etkin bir şekilde uygulanması yerine imzanın çekilmesi tartışmasını her gündeme getirdiklerinde, biz kadınların tepkisi ile karşılaşacaklar.”

TEPKİ YADSINMAMALI

Kadınların tepkisinin yadsınmayacağını vurgulayan Ataselim: “Hem bu tepkiyi hem de İstanbul Sözleşmesi’nin gücünü ve önemini kimse yadsımasın. Zaten yadsınmayacağı da toplumun çok büyük bir kadın kesiminden gelen tepkilerle de anlaşılmış oldu. Zira sadece belli bir kesimin sözleşmesi değil, İstanbul Sözleşmesi. Bütün kadınları yaşatacak olan bir sözleşme. Sözleşmeden imzanın geri çekilmesi demek Türkiye’de ayrımcılık olabilir mesajını vermek anlamına geliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesini tartışması demek, şiddetin yaygınlaşmasına, faillerin cezasız kalmasına; eğitimden yargı alanına, medyaya kadar toplumsal eşitsizliğin yayılması anlamına gelir. Ve şiddeti sonlandırma iradesinden geri durulmasıdır aynı zamanda. Ama Türkiye’deki tüm halklar ve toplumun bunun önüne geçeceğini düşünüyorum” şeklinde bir değerlendirme yapıyor.

BİR KADIN DAHA EKSİLMEYECEĞİZ

Farklı toplumsal kesimlerden de İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkıldığını dair açıklamalar olduğunu hatırlatan Fidan Ataselim, “Olması gereken bu, çünkü söz konusu olan kadın cinayetleri. Zira daha tartışmaya açıldığı andan itibaren kadın cinayetlerinin arttığını görüyoruz, Temmuz ayında 36 kadın katledildi erkekler tarafından. Bu yüksek bir rakam önceki aylara göre ki biz bir kadın bile fazla, bir kadın daha eksilmeyeceğiz diyoruz. Yaşamdan yana mı olunması gerekiyor yoksa şiddetin meşrulaştırılmasından mı, eşitsizliğin artmasından mı yana olunmalı yoksa eşitlikten mi? İstanbul Sözleşmesi işte bu kadar keskin. Bunun ilk imzacısı olmakla övünen Türkiye bunun aksini mi söyleyecek? Ben umutluyum buna karşı mücadelede toplumsallaşma var. Bunun için elimizden geleni yapıyoruz ki kendileri istemeden de olsa bunu tartışmaya açarak, İstanbul Sözleşmesi’ni hiç duymayan kadınların bile artık bundan haberdar olmasını sağladı” diye konuşuyor.

BİLMEYENLERİN DE HABERİ OLDU

İstanbul Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Adile Doğan ise yerelde çalışma yürüttükleri için şimdiye kadar sözleşme hakkında bilgi sahibi olmayan kadınlara da ulaştıklarından bahsediyor: “Bu süreçte yerelde yaşayan birçok kadının sözleşmeyi bilmediğini görmüş olduk. Bilenlerin de içeriğine dair çok az bilgisi olduğunu öğrendik. Bununla birlikte hem pazar yerlerinde hem sokaklarda hem de kapı kapı dolaşarak kadınlara bunu anlatmaya çalıştık. Örneğin sokakları duvar gazeteleri çıkardık sözleşmenin maddelerini buralara yazdık. Zaten burada çok fazla vaka ve başvuru alan bir derneğiz. Bize gelen kadınlar koruma kararının bu kadar hızlı alınmasında İstanbul Sözleşmesi’nin etkisi olduğunu biliyor. Bu kadınlar deneyimlerini diğer kadınlara aktardı, örneğin daha önce 1 ay, şiddet görmeye rağmen koruma kararı bekleyen kadınlar, artık bu kararı daha hızlı çıkartabiliyor. Bunlar bile aslında gerektiği gibi yapılmasa da önleyici koruma tedbirlerine ulaşan kadınlar için hayati önem taşıyor.”

KADINLAR ÖĞRENMEK İÇİN GELİYOR

Adile Doğan birçok kadının tartışmalardan sonra sözleşmeyi öğrenmek için kendilerine başvurduğunu söylüyor: “Tartışmayı gündeme getirdikleri için biz sokakta sözleşmeyi daha rahat anlatabiliyoruz. Anlamak ve öğrenmek isteyen kadınlar bize başvuru yapmaya başladı. Sokak başlarında ya da pazar yerlerinde dağıtım yaptığımızda kadınlar ya da erkekler etrafımıza gelip bize sorular soruyor. Ne olup olmadığına dair. Ayrıca bunu anlayan, kavrayan kadınların bir an önce mücadeleye katıldığını da görüyoruz bizi dinledikten sonra elimizden bildiriyi alıp kendileri dağıtıyor. Bu işin bir parçası haline gelmeye başlıyorlar. Ama şunu da belirtmek istiyorum ki ekstra bir saldırı da var özellikle erkeklerden geliyor bu saldırılar bize. Bildiri dağıtımı sırasında üzerimize saldıran ‘İstanbul Sözleşmesi’ni yakacağız, kaldıracağız’ diyen erkeklerle de karşılaştık. Ama buna karşılık muhafazakâr kadınlar uzak durmuyor bu tartışmalardan. Bu bir yanılgı. Birçok kadın okuyup öğrendikten sonra bunun dinle alakalı olmadığını zaten anlıyor. Aksine din neden kadınların korunmasına karşı çıksın ki deniyor. Bunu ifade edenler genellikle muhafazakâr kadınlar oluyor.”

Doğan da diğer kadınlar gibi mücadelenin bitmediğine vurgu yapıyor: “5 Ağustos toplantısı ertelenmiş olabilir onun üstüne 13 Ağustos tarihi var; ama elbette ki bu bizim rehavete kaptırmamalı. 13 Ağustos’taki toplantı ertelenir mi çok kestiremiyorum çünkü karşımızda AKP gibi bir iktidar var. Biz 13’ünde de sonrasında da sokaklarda daha fazla mücadeleye devam edeceğiz.”

KARAR ÇIKSIN ÇIKMASIN MÜCADELEYE DEVAM

Ankara Tuzluçayır Kadın Dayanışma Derneği’nden Elif Sancı da Adile Doğan gibi yerel bir örgütlenme oldukları için çok fazla şiddet başvurusu aldıklarını söylüyor: “Biz yerel örgütlenme olduğunuz için mahalledeki birçok kadınla temas ediyoruz. Yaptığımız toplantılarda Tuzluçayır’da birçok kadına hem İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına hem de imzanın kalmasına dair konuşmalar yaptık. Buna hala devam ediyoruz. Biz özellikle pandemi ile fazlasıyla artan şiddet vakası ile karşı karşıya kaldık. Neredeyse haftada bir şiddet vakası bize başvuruyor. Örneğin şimdi kadınlar şunu söylüyor sözleşme olmadığında uzaklaştırma kararı bile çok zor çıkarılıyordu. Sözleşme sonrası bunun kolaylaştığını kadınlar da biliyor. Bu yüzden mücadelenin doğrudan içinde yer alıyor. Bir de bu tartışmalarla birlikte aslında İstanbul Sözleşmesi’ni bilmeyen birçok kadına da ulaşmış olduk. Bu yüzden karar çıksın ya da çıkmasın mücadeleye devam edeceğiz.”

 https://alevinet.com/2020/08/13/bizim-mucadelemiz-13-agustosla-sinirli-degil/

Ayrımcılık Dışarı Gökkuşağı İçeri

LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık artık bütün dünyanın gündeminde. Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimle ilgili meseleler incelenirken, verilen isimlerin de gün geçtikçe çeşitlendiği, bireylerin cinsiyetlerini, cinselliklerini giderek kalıplardan azade tanımladığı görülüyor. Yapılan çok sayıda araştırma, bireylerin kendilerini keşfederken daha özgür olmak istediklerini, artık ikili seçeneklerden ziyade bir spektrum üzerinden düşünmeye çalıştıklarını gösteriyor. LGBTİ+ bireylerinin toplumsal kabulüne dair önemli aşamalar kat edilmiş olsa da, ayrımcı atmosferin, şiddetin her türlüsüne maruz kalmanın doğurduğu etkiler de hala oldukça yaygın.

Halbuki neredeyse yarım yüzyıl önce, 1974 yılında, Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), eşcinselliğin psikolojik bozuklukların ortak bir dille tanımlanması amacıyla kullanılan tanı kılavuzundan (DSM) çıkarılmasına karar verdi. Nitekim farklı cinsel yönelimi olan bireylerin en az heteroseksüel bireyler kadar psikolojik olarak sağlıklı oldukları yapılan araştırmalar tarafından ortaya konmuştu. O zamandan beri eşcinsellik, tıbbi alanlarda da teşhisi konulan bir bozukluk olmaktan çıktı. Düzenli olarak güncellenen tanı kılavuzlarında da “cinsiyet hoşnutsuzluğu” kategorisiyle birlikte bozukluğa değil, kişinin mevcut cinsiyetiyle ilgili yaşadığı stres ve hoşnutsuzluğa vurgu yapılarak transeksüel bireylerin dönüşüm süreçlerinde ihtiyaçları olabilecek tıbbi desteği almaları kolaylaştırıldı. Bu sayede bireylerin cinsiyet değiştirme operasyonları için ihtiyaç duydukları tıbbı ve psikiyatrik destek daha etkili sağlanmaya başlandı[1] .

Ayrımcılık

LGBTİ+ bireyler, heteroseksüellere kıyasla 10 kat daha fazla ayrımcılık yaşama ihtimali taşıyor. Ayrımcı davranışlar, kötü muameleler, görünüşte “iyi niyetli” şakalardan, doğrudan hakaretlere, fiziksel şiddete kadar birçok farklı biçimde ortaya çıkıyor. Birçok LGBTİ+ birey için ayrımcılık evde, okulda, işte, toplumda ve her yerde ömür boyu sürüyor[2].  Ayrımcılığın, genellikle en güvenli mekân olması gereken ev ortamında istismar, tehdit ve ihmal  şeklinde deneyimlendiği görülüyor. LGBTİ+ gençlerinin %50’si, “kendileri gibi olduklarında” ebeveynlerinden olumsuz tepkiler aldıklarını, %30’u fiziksel istismara uğradıklarını ve %26’sı cinsel yönelimlerinden dolayı evlerinden atıldığını bildiriyor. Aileleri tarafından reddedildiklerini bildiren LGBTİ+ bireylerin, diğer genç yetişkinlere göre altı kat daha fazla depresyon tanısı aldıkları, üç kat daha fazla yasadışı uyuşturucu kullandıkları, sekiz kat daha fazla intihar girişiminde bulundukları görülüyor.[3]

Ayrımcılık maalesef ev ile sınırlı kalmıyor. Örneğin, ev sahipleri LGBTİ+ bireylere ev kiralamak istemeyebiliyor, işverenler işe alımlarda LGBTİ+ bireyleri tercih etmiyor ya da işte yönetici pozisyonlarına gelmelerini zorlaştırabiliyorlar. Bunların sonucunda, daha düşük iş tatmini, daha fazla devamsızlık ve daha sık iş değiştirme kaçınılmaz oluyor [4].

Bireylerin varoluşu ne olursa olsun, kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, herkesin tüm haklardan eşit şekilde yararlanma hakkı vardır. Ayrımcılığın değil, gökkuşağının zenginliğinin yanında olmanız dileğiyle…


[1] Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP). (2017). Psikologlar için
LGBTİ’lerle (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) Çalışma Kılavuzu.

[2] A.g.y.

[3] Friedman,M. (2014). The Psychological Impact of LGBT Discrimination, Psychology Today.

[4] A.g.y.

GÖZDE ÖZBEK, Klinik Psikolog

https://www.porta.com.tr/ayrimcilik-disari-gokkusagi-iceri/

BM’ye çağrı: LGBTI+ hakları için acil önlem alın

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DAYANIŞMA AĞI

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri, Birleşmiş Milletler (BM) yetkililerine bir mektup göndererek, son dönemde Türkiye’de LGBTİ+ haklarına yönelik artan tehdit ve uygulamalara karşı gerekli önlemlerin alınması çağrı yaptı.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri, Birleşmiş Milletler (BM) yetkililerine bir mektup göndererek, son dönemde Türkiye’de LGBTİ+ haklarına yönelik artan tehdit ve uygulamalara dikkat çekti. Mektupta, BM yetkililerinden acil müdahale talep edildi.

Mektupta, Türkiye Hükümeti’nin, ulusal ve uluslararası yükümlülüklerine uygun davranması gerektiğinin altı çizilerek, LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterici, ayrımcı nefret söylemine son verilmesi ve LGBTİ+’ların bu tür söylem ve müdahalelere karşı korunması için gerekli önlemlerin acilen alınması çağrısı yapıldı.

Bu bağlamda mektuba katılan insan hakları örgütleri, BM özel mekanizmalarını, Türkiye Hükümeti nezdinde gerekli adımların atılması için girişimde bulunmaya davet etti.

Mektup, BM Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliğine Dayalı Şiddet ve Ayrımcılığa Karşı Korunma Bağımsız Uzmanı, Barışçıl Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Özel Raportörü, İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü ve Terörle Mücadele Ederken İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü’ne gönderildi.

Ali Erbaş'ın sözleri hatırlatıldı 
Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında gittikçe ağırlaşan hukuk devleti ve insan hakları krizine vurgu yapılan mektupta, bu süreçte LGBTİ+ haklarına yönelen müdahaleler sıralandı.

Bu çerçevede, OHAL sürecinde LGBTİ+ etkinliklerine ilişkin, bir kısmı hala süren yasaklardan bahsedildi. Mektupta, LGBTİ+ hak savunucularını ve bireyleri hedef alan hukuki taciz ve fiziksel saldırıların yanı sıra, sistemli ayrımcılık ve nefret söylemine de vurgu yapıldı.

Mektupta, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 24 Nisan 2020 tarihinde yaptığı ve LGBTİ+’ları hedef alan açıklaması, baroların bu açıklamaya yönelik tepkisi hatırlatıldı ve Ali Erbaş’ın açıklaması sonrası LGBTİ+’lara karşı nefret söylemindeki ciddi artış ve bu söylem sahiplerinin cezasızlık kalkanı ile korunması anlatıldı.

Uluslararası sözleşmeler vurgusu 
Bu yıl Onur Haftası döneminde, pek çok üst düzey kamu görevlisi ve siyasetçi ile hükümet yanlısı medya kuruluşlarının, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı ve kışkırtıcı nefret söylemi kullandığını anımsatan mektupta, bu gelişmelerin, iç hukuka ve Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülüklerine aykırı olduğu belirtildi.

Bu çerçevede mektupta, Anayasa’nın 26. ve 34. maddelerinin, herkesin ifade ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına aldığı; 10. maddenin de “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” düzenlemesini içerdiği hatırlatıldı.

Ayrıca, Anayasa’nın 90. maddesi gereği, iç hukuk ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri arasında çelişki oluşması halinde, uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınması gerektiği vurgulandı.

"Anayasal standartlara akykırı"
Mektupta, Anayasa ve yasaların lafzında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık ifadeleri açıkça yer almasa da,  yukarıda yer alan Anayasal ilkeler ve Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülükleri ile birlikte Türk Ceza Kanunu’nun eşitliği düzenleyen 3. maddesi, ayrımcılığı ve nefret söylemini suç olarak düzenleyen 122. ve halkı farklı özelliklere sahip bir kesime karşı kin ve düşmanlığa tahriki cezalandıran 216. maddeleri gereği de bunlara dayalı ayrımcılık veya bağlı nefret söylemi ve hedef göstermelerin hukuka aykırı olduğunun altı çizildi.

Ayrımcılık yasağının, uluslararası hukukta bir teamül hukuku kuralı olduğunu ve OHAL dönemi dahil, hiçbir şart ve koşulda, bu yasağa istisna getirilemeyeceğini vurgulayan mektupta, Türkiye’nin bu yasağa uyma yükümlülüğünü azaltamayacağı ya da askıya alamayacağı vurgulandı.

Türkiye’nin LGBTİ+’lara yönelik yasaklayıcı politikalarının ve özellikle son dönemlerde LGBTİ+’lara dönük üst düzey hükümet ve devlet temsilcilerinden gelen hedef gösterici nefret söylemlerinin, uluslararası ve Anayasal standartlara aykırı olduğunu anımsatan mektup, bu uygulamaların, LGBTİ+’lara karşı son derece ağır sonuçlara yol açabilecek bir şiddet yönelimini belirli bir kesim için meşrulaştırdığını veya bunun önünü açtığını belirtti.

http://bianet.org/bianet/lgbti/228884-bm-ye-cagri-lgbti-haklari-icin-acil-onlem-alin

Günün homofobi-kleri

İfsat projesi neden iptal edilmeli?

"İstanbul Sözleşmesi neden iptal edilmeli?" sorusuna cevap veren Sosyolog Yazar Adnan Kalkan, İstanbul Sözleşmesi'nin verdiği tahribata dikkat çekti.

 Nurullah Alpay  yeniakit.com.tr

İstanbul Sözleşmesi'ne olan tepkiler her mecrada sürüyor. Son olarak Aile Bilim Kültür ve Eğitim Derneği Başkanı Sosyolog Yazar Adnan Kalkan "İstanbul Sözleşmesi neden iptal edilmelidir?" sorusuna cevap verdi. Türkiye'deki eşcinsel evliliklere değinen Kalkan, tehlikenin boyutlarına dikkat çekti.

"Biyolojik kimliği ortadan kaldırıp 'toplumsal cinsiyet kimliği'ni inşa etmek istiyorlar"
Kadın ve erkeğin biyolojik kimliklerinin ortadan kaldırılarak yerine değiştirilebilir cinsiyet olan toplumsal cinsiyeti getirilmek istendiğini dile getiren Adnan Kalkan, "Kadın ve erkek biyolojik kimlikleri üzerine toplum inşa edilmiştir. Öyle ki bu biyolojik kimlik medeniyetin varlığı anlamında büyük önem taşımaktadır. İstanbul sözleşmesi tam anlamıyla kadınlık ve erkeklik rollerini bütün tartışmalı haline rağmen toplumsal cinsiyet kavramına feda etmekte ve biyolojik cinsiyet üzerine inşa edilen kültürel değerleri de ortadan kaldırmaktadır.(Madde 3 c)" ifadelerini kullandı.

Adnan Kalkan, bu ideolojinin bir grup taşeron azınlığın yürüttüğünü belirterek, "Tabandaki bütün eleştirilere rağmen biyolojik cinsiyet yerine toplumsal cinsiyeti inşa etmeye çalışmaktadır. Oysa bu feminist bir azınlığın savunduğu fikirdir." dedi.

Bu sözleşmeye göre bir baba kızına " 'Namaz kıl' bile diyemez"
Anne babanın çocuklarını yönlendirmesini bile şiddet olarak tanımladığını belirten Kalkan, "İstanbul sözleşmesi dini değerlerin çocuklara aktarılmasını önlemektedir (Madde 12/5). Nitekim sözleşmede taraflar kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde namusun şiddet için mazeret oluşturmamasını sağlar denilmektedir. Burada bir babanın veya bir annenin kendi öz evladına namaz kıl demesi dahi sözleşmeye göre, psikolojik şiddet katagorisine girmektedir." ifadelerinde bulundu.


"Din, namus, gelenek ve milli değerlerimizin şiddetin kaynağı olarak gösteriyor"
Sözleşmenin din, namus, milli değerler ve geleneğin şiddetin merkezine konumlandırdığını söyleyen Kalkan, "İstanbul sözleşmesi din, namus, örf, adet, gelenek, görenek ve değerlerimizin karşısında yer almaktadır. Sözleşme din ve namusu şiddetin temel kaynağıymış gibi sunmaktadır. Oysa İslam dini her türlü şiddete karşıdır." dedi.

"Eşler arasındaki ufak bir tartışma, psikolojik şiddet olarak tanımlanıyor"
Şiddetin tanımının sözleşmede muğlak olduğuna dikkat çeken Adnan Kalkan, karı koca arasındaki ufak bir tartışmanın bile psikolojik şiddete dahil edildiğini vurgulayarak şu ifadelerde bulundu:

"İstanbul sözleşmesinde şiddetin tanımı ve içeriği muğlak bırakılmıştır. Özellikle psikolojik şiddetin tam anlamıyla sınırlarının çizilmemesi, aile içinde ve toplumda çok ciddi problemlere yol açacağı aşikardır. Bu durumda bir kocanın hanımına neden eve geç kaldın, veya yemeği geciktirmişsin demesi dahi psikolojik şiddete dahil olup aile içi bağları ve aynı zamanda toplumsal bağların kopması için ciddi bir problem teşkil etmektedir. Bir kocanın karısının giyimine karışması dahi şiddet olarak algılanmaktadır."

"Cinsel yönelim ve cinsiyet değiştirmek meşrulaştırılıyor"
Cinsel yönelim ve cinsel kimliğin meşru hale getirildiğini vurgulayan Kalkan, LGBTİ'nin bu sözleşme ile yasal statü kazandığını belirtti. Kalkan, cinsiyet ameliyatlarının önünün açılacağını kaydederek "Cinsiyet ayrımcılığını önleme adı altında cinsel yönelim meşrulaştırmaya çalışılmaktadır (Madde 4/3). Ayrıca LGBT bu sözleşme ile statüleri yasallaştırılmış olmaktadır. Cinsel yönelim ve cinsel kimlik önümüzdeki süreçte özellikle kızların ameliyatla erkek olması erkeklerin ise ameliyatla kız olması sonucunu doğuracaktır. Ve cinsel yönelim hakkının korunmasından dolayı kızken erkek erkekken kız olmaya çalışan bir çocuğun anne babası asla engelleme müdahalesinde bulunamayacaktır." ifadelerinde bulundu.

"Şiddetin tek sebebi cinsiyetmiş gibi algılatıyor"
Sözleşmenin şiddetin temeli olarak cinsiyeti öne sürdüğünü belirten ve alkol, uyuşturucu gibi faktörlerin görmezden gelindiğini vurgulayan Kalkan, kadın şiddeti üzerinden yaygara koparanların toplumu kendi ideolojileri üzerinden yönlendirmek istediğini kaydetti. İstanbul Sözleşmesi'nin bu grupları desteklediğini belirten Kalkan, şu ifadelerde bulundu:

"İstanbul Sözleşmesi kadına şiddetin tek sebebinin toplumsal cinsiyet eşitliği problemi olarak sunması ciddi bir algı ve hatadır. Nitekim bugün istatistik verileri kadına en büyük şiddet sebebinin alkol olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Oysa kadına şiddeti önlemeye çalışan grupların kadına şiddetin temel faktörü olan alkole yönelik hiçbir faaliyet gösterdiğine ulaşılamamıştır. Bu da toplumu kendi ideolojileri üzerinden istediklerini elde etmek için yanılttıklarının bir göstergesidir."

"Kadına şiddeti arttıran bu sözleşmede neden ısrar ediliyor?"
İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesiyle kadına şiddeti önlemek yerine şiddeti arttırdığını söyleyen Kalkan, "İstanbul Sözleşmesi maddeleri uygulamaya konulduğu andan beri hiçbir şekilde şiddeti önlememek ile beraber bu toplumun kendi yerli ve milli kültürü ve değerleri ile çatıştığı için kadına şiddeti daha da arttırmıştır. Maden şiddet önlenememiş ve daha da artmıştır o halde neden bu sözleşmenin devamında ısrar edilmektedir? Bu sözleşmeden dolayı nice insanlar yuvaları yıkılmış, ve yuvaları yıkılan nice kadınlar ekonomik sıkıntı ile uğraşmaya başlamış, psikolojileri alt üst olmuştur. Cinsiyet eşitliği adı altında yapılan çalışmaların bu topluma verdiği zarar yaşanan sonuçlar üzerinden gözlenmeli ve artık görülmelidir." dedi.

"Sözleşme devletin asli vazifesini engellemektedir"
Sözleşmenin ne kadını, ne toplumu, ne de aileyi koruduğunu belirten Kalkan, "İstanbul sözleşmesi devletin temel görevlerinden olan aileyi ve vatandaşını korumak görevini ciddi manada engellemektedir." dedi.

"Arabuluculuğu bile yasaklıyor"
Devletin asli vazifesinden uzaklaştığını ve sözleşmenin devletin vazifesini engellediği belirten Kalkan, "İstanbul sözleşmesi (Madde 48) olası durumlarda arabuluculuğu yasaklamaktadır. Şiddet kavramı geniş bir kavram olarak ele alınması sebebiyle sadece fiziki ve cinsel şiddet değil bununla birlikte her alanla ilgili şiddet söz konusu olduğundan ve kavram/sınır karmaşasından dolayı devletin müdahalesini engellemektedir." sözlerini dile getirdi.

"Sonuçlarını yaşamaya başladık"
"Bu sözleşme ve uzantıları iptal edilmezse toplum değerler anlamında infilak edecek. Yerli ve milli kanunlar kadınımızı da ailemizi de korumaya yeter." ifadelerini kullanan Adnan Kalkan, Türkiye'deki eşcinsel evlilikleri de hatırlatarak "Birçok komünist ülkenin dahi toplumu ifsat edeceği endişesiyle kabul etmediği İstanbul sözleşmesini ilk imzalayan ülke olduk, sonuçlarını yaşamaya başladık. Boşanmalar arttı, aileler yıkıldı, erkek erkeğe, kadın kadına ilişkiler partner adı altında evlilikler başladı, eğitimde ve toplumsal alanda cinsel taciz iftirasıyla eğitimciler mağdur oldu, kız öğrenciler hocalarını notla tehdit etmeye başladı, ne de olsa kadının beyanı esastır." dedi.

"Avrupa kendi toplumunu ve ailesini bu kanunlarla çökertmiştir"
İstanbul Sözleşmesi'nin bu milletin kültüründen uzak olduğunu dile getiren Kalkan, "İstanbul Sözleşmesi uluslararası bir sözleşme olduğu için bizim bütün bu konudaki kanunlarımızdan önce gelmektedir. Bu durumda bu konuda hukuki anlamda bir nevi Avrupa Konseyi'ne bağlanmış oluruz. Avrupa'nın yaşam tarzı, aile ve toplum sistemi, kadına ve insana yaklaşımı asla bizimle örtüşmemektedir. Nitekim Avrupa'nın kendi kanunları toplumu ve aileyi çökertmiştir. Bu sözleşme ile bizim aile sistemimizi de yıkmaya sebep olmaktadır." ifadelerinde bulundu.

https://m.yeniakit.com.tr/haber/bu-goruntuler-istanbul-sozlesmesinden-sonra-yasandi-ifsat-projesi-neden-iptal-edilmeli-1357703.html


Cinsiyet azınlığı inşa teşebbüsleri

Azınlıklar, çoğunlukla dini ve ırki boyutlarıyla kabul edilir. Türkiye’de azınlık deyince Hristiyan ve Yahudiler akla gelir. Bizde geleneksel yaklaşım hala etkili. Lozan Antlaşması’nda da azınlık bu manada kullanılır. Bu nedenle Kürtler hiçbir zaman azınlık kabul edilmemiştir. Çünkü onlar Müslümandır, anasır-ı İslam’dır. Birleşmiş Milletler ise ırk, mezhep ve din gibi unsurlara azınlık der. Azınlık kavramını genişletir. Küreselleşme, azınlık haklarını öne çıkarıyor. Onların kolektif haklarının tanınmasını gündeme getiriyor. Çok kültürlülük tezi de bunu destekliyor. Bundan dolayı azınlıklar yoğun bir biçimde politikleşiyor.

Azınlık politikalarında hakların bireyselliği yanında kolektif boyutlar da savunulur. İnsan hakları, kolektif düzlemde de gündeme gelir. Kolektif kimlik talepleri bu haklarla birleşir. Sonuçta azınlık olgusu, çeşitli boyutları ile dünyayı ciddi manada meşgul eden bir sorun. Şimdi yeni bir azınlık olgusundan bahsediliyor: Cinsiyet azınlığı.

Cinsiyet azınlığı kavramını Birleşmiş Milletler kullanıyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ayırımcılıkla mücadele perspektifine dayanır. Her çeşit ayırımcılığı yasaklayan teminatlar oluşturmaya çalışır. Uygulanan ayırımcılık gerekçelerini listeler. Bu listelerde “diğer statüler” tabirini kullanır. Bu tabiri açık uçlu bırakır. Cinsiyet azınlıkları kavramı da bununla ilişkilendirilir.

Cinsiyet azınlıkları ile yeni bir azınlık tarzı meşrulaştırılır. Onun da diğer azınlıklar gibi çeşitli haklara sahip olması gerektiği söylenir. Evrensel haklar içine yerleştirilir. Dünya milletlerine bu haklar deklare edilir ve yine çeşitli paydaşlarla bunun teşviki yapılır. Bu hukuksal ve uluslararası meşruiyet ile piyasaya sürülen cinsiyet azınlıkları, artık dünyada yerini almaya başlar. Kimlerdir bu azınlıklar? Nasıl bir yönelimleri var? Dünyada nasıl bir destek buluyorlar? Devletlerle ve toplumlarla nasıl bir ilişkisi olacak? Bunlar BM ve AB gibi Batı dünya görüşünün cinsiyet politikalarını benimseyen kurumların destekleriyle gündemimizde olacak.

Cinsiyet azınlıkları kavramı, “cinsel yönelimleri” eril ve dişil olmanın sınırlarında kalmayanların oluşturduğu gruptur. Yani eşcinseller, lezbiyenler, pedofililer, zoofililer. vs bir azınlık haline getiriliyor. LGBT, bu azınlığın şemsiye yapısı. BM ve AB kurumlarının insan hakları, kadın hakları ve hatta çocuk hakları artık buna göre dönüşüyor. Mesela BM, Çocuk Hakları Komitesi de Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ayrımı yapılarak ayırımcılık yasağı tanımlanmaktadır. Bu konuda yeterli mücadele edilmediğinden bahseder. Hatta bu komite Birleşik Krallık hakkında “uygulamada bazı çocuk grupları, örneğin… lezbiyen, gey, biseksüel ve trans(LGBT) çocukların… ayırımcılık ve toplumsal damgalanma yaşamaya devam etmeleri” hususunda kaygılarını belirtiyor. Böylece çocukların bile eşcinsel, lezbiyen tutumlarını olumlu görmekte ve korumaya çalışmaktadır.

Cinsiyet azınlıklarının küresel sermaye tarafından da yoğun bir biçimde çeşitli kampanyalar, propagandalar, filmler, sosyal medya projeleri vs. ile desteklenmesi de oldukça ilginç. Çünkü şimdiye kadar politik, dini ve kültürel azınlıklar konusunda bu şirketlerin hiçbir desteği olmadı. Sadece devletlerin, STK’ların, toplumsal hareketlerin ve entelektüellerin önemli çabaları vardı. Ancak ilginç bir biçimde dünya devi olan sermaye çevreleri şimdi açıktan açığa cinsiyet azınlıklarını destekliyor. Türkiye’de de bunu görüyoruz. Bugüne kadar beyaz burjuvazinin kültürel ve dini azınlıkları destekleyen bir tutumları olmadığı halde son bir yıldır etkili bir biçimde cinsel azınlık inşa etme yönünde büyük kampanyalar yapıyorlar. Toplumda insanların kendilerini cinsellik temelinde ayrı ve farklı bir aidiyet için yerleştirmelerini teşvik ediyorlar. Özellikle gençlerin kendilerini eşcinsel ve lezbiyenlik temelinde bir farklı grup içinde algılamalarını özgürlük ve insan hakları temelinde pazarlıyorlar.

Bu yeni azınlık inşası, hem dünyada hem de Türkiye’de önemli sorunlara gebe. Toplumu en içgüdüsel yerde farklılaştırma, çözme ve ayırma stratejisi işlenmekte. Yeni azınlık politikasında en büyük darbeyi aile alıyor. Çünkü aile, cinsel meşruiyet, sadakat, dayanışma, evlilik, beraberlik yeri olma anlamını kaybetmeye başlıyor. Evlilik ve aile kurma cazibesi azalıyor. Cinsiyet azınlıkları, aile yerine geçen farklı bir grup aidiyeti üretmeye başlıyor. Cinsiyete dayalı bir grup bilinci yükseliyor. Cinsiyetçilik, yeni bir aşamaya ulaşıyor. Trans-cinsiyet ve cinsiyet akışkanlığı popülerleşiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği küresel ideoloji haline geliyor.

https://www.yenisafak.com/yazarlar/ergunyildirim/cinsiyet-azinligi-insa-tesebbusleri-2055929


AKP’liler iftira atıyor

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yazdığı köşe yazısından sonra AK Parti Kadın Kollarının 81 ilde hakkında suç duyurusunda bulunduğu Gazeteci Abdurrahman Dilipak, "AK Parti İçerisinde bazı AKP'liler tarafından kendisine iftira atıldığını" söyledi.

Toplumu ifsat eden sözleşmelerden birisi olan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar devam ederken yakın zamanda sözleşme hakkında bir köşe yazısı yazan ve yazısında kullandığı ifadeler sebebiyle AK Partili bazı kadınlar tarafından 81 ilde hakkında dava açılan Gazeteci Yazar Abdurrahman Dilipak, hakkında açılan davalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu, yazısında neyi kast ettiğini açıkladı.

"İnsan onuru için mücadele etmiş bir insana böyle bir isnat asla kabul edilemez"

Şerefli bir insanın iffetli bir kadının namusuna dil uzatamayacağını vurgulayarak konuşmasına başlayan Dilipak, "Müslüman bir kişilikle yıllarca insana iffet, haysiyet, namus ve şeref konusunda konferanslar vermiş, insan onuru için mücadele etmiş bir insana böyle bir isnat asla kabul edilemez. İffetli bir kadına iffetsizlik isnadı İslam'da en büyük suçlardandır. Böyle bir suçlama olmadığı halde ömrünü bu davaya vakfetmiş bir insana böyle bir iftira isnadı da aynı derecede ağır bir suçtur." dedi.

Söz konusu köşe yazısında çok net bir şekilde AK Parti içerisindeki "AKP'lilerden söz ettiğini" vurgulayan Dilipak, maksadının asla iffetli kadınlara iftira etmek olmadığını, asıl amacının LGBT gibi sapkın akımları eleştirmek olduğunu söyledi.

"AK Partideki iffetli kadınlara iffetsizlik isnat edecek kadar alçak biri değilim"

Dilipak, "Hepimizin nefsine oturup taht kuran bir şeytan var. O şeytan peygamberlerin evlerinden bile uzaklaşmadı. Hazreti İbrahim'e de geldiler. Hazreti Yakup'un evinde Hazreti Yusuf'u kuyuya attıran bir şeytan vardı. Hazreti Lut'un evindeki çocukların hepsi sapıtmıştı. Hazreti Nuh, kavminden ancak 40 kişiyi gemiye bindirmişti. AK parti herhalde şeytanın tatile çıktığı, günahkârların hiç olmadığı bir yer değildir. Ben AK Partideki iffetli kadınlara iffetsizlik isnat edecek kadar alçak biri değilim. Çok açık bir şekilde parti içerisindeki 'AKP'lilerden söz ediyorum. ANAP'ın dağılma sürecini hatırlatarak papatyalardan söz ediyorum. Bunların hepsi tasrih, daraltılmış bir alandır. Burada asıl suçlanan LGBT fitnesine İstanbul Sözleşmesi üzerinden çanak tutan holdinglere karşı bizim yeşil sermaye ne yapıyor, diye soruyorum. Yeşil sermayenin de bu AKP'lilere destek verdiğini, yeşil sermaye görüntüsü adı altında iktidar içerisinde kendilerine yer bulmak isteyen bir takım adamların varlığına da atıf yapıyorum. Neden MÜSİAD'dan ses çıkmıyor? Ben MÜSİAD'ın Yüksek İstişare Kurulu üyesiyim. Kendi aileme mi böyle bir iffetsizlik isnadı yapıyorum?" diye konuştu.

"AK Parti içerisindeki AKP'lilerin" hakkında açtıkları davayı tüm Türkiye'de başlatmalarına tepki gösteren Dilipak, sol kesimden bile hiç kimsenin kendisine bu şekilde davranmadığını hatırlattı.

"Yanlış yolda olan bir insan bile çocuklarının lezbiyen, homoseksüel olmasını istemez"

Söz konusu köşe yazısını yazmadan bir gün önce sapkınları kendi tabirleriyle zikretmemek için karar aldıklarını söyleyen Dilipak, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

"Birileri bunu nasıl üstüne alabilir? Ben orada bu fa…e ve türevleri diyorum. Oraya LGBT yazsam ne olacaktı? İstanbul Sözleşmesi'ne göre onlar pozitif ayrımcılığa tabi bir azınlık olarak koruma altındadırlar. Arapçada el tabiri var. Doğrudan bilinen birini işaret etmek içindir. Ben burada 'bu' diyerek İstanbul Sözleşmesi'ndeki bala katılan zehirden söz ediyorum. İnsana işkenceden, kadına dayaktan, cinayetten söz etmiyorum. Onları bahane ederek LGBT'yi meşrulaştırmak isteyenlere söylüyorum! Evet, onları doğrudan kendilerine verdikleri ad olarak anmamak konusunda Müslüman arkadaşlar olarak siyasi olarak değil Müslüman bir tavırla reddedelim ve bunun yerine İslami kavramlar kullanalım diye karar verdik. Bu zinadır, fuhşiyattır, fahşadır. Kendi ifadelerinin yerine hangi kelimeyi yazalım diye daha karar vermeden ben bu yazıyı yazdım. Topbaş hoca (Osman Nuri Topbaş) bu konuda hassasiyet gösterdi. 'Kadına Şiddet konusunda İstanbul Sözleşmesi'ne destek veriyor musunuz diye soruyorlar' dedi. Böyle sorarsanız herkes destek verir. İnsanları dini, etnik, ideolojik, politik ya da cinsiyetine dayalı olarak suçlanıp cezalandırılmasını kabul eder misiniz, diye sorulsa hiç kimse kabul etmeyiz, demez. Veya siz gelininizin lezbiyen, damadınızın homoseksüel,  torununuzun biseksüellik olmasını ister misini, diye konsomatrislere (bar, gazino gibi eğlence yerlerinde müşterinin masasına çağrılabilen, müşteriyle birlikte yiyip içerek çalıştığı yere kazanç sağlayan kadın) de sorsanız kendini rencide edilmiş hisseder. Yanlış yolda olan bir insan bile bunu açıkça kabul etmek istemez. Kendi çocuğunda, kızında, damadında, gelininde bunu görmek istemez."

"Benim şahsımda aslında birileri AK Parti içerisindeki AKP'liler tarafından linç edilmek isteniyor"

Dilipak, "Birileri bir hileyle ortalığı ne hale getirdiler. Onu yürüyüşü diyerek 'utanma' diye pankart açıyorlar. Feministiz, fa…z, i...yiz diye sokağa dökülebiliyorlar. Bunlar kastetmek için bu fa…e ve türevleri kelimesini kullanıyorum beni linç etmeye kalkıyorlar, iftira ediyorlar. İnanmamaları gerekmez miydi? Bu ayette Hazreti Ayşe için sorulan bir sorudur. Bana niye sormadınız? Bana sormanıza gerek yok. Zaten bu tartışma troller üzerinde 3 gün sonra başlayınca ben Recep Tayyip Erdoğan'a mektup gönderdim. Arkasından medyadaki tetikçiler… Çok iyi oldu, kimin kim olduğunu öğrenmiş olduk. Benim şahsımda aslında birileri AK Parti içerisindeki AKP'liler tarafından linç edilmek isteniyor." şeklinde konuştu.

"Gerçek ortaya çıktığında birilerinin yüzü kızaracak, özür dileyecekler"

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'nın "Ömerler arıyoruz" sözüne atıfta bulunan Dilipak, "Hutbede Hazreti Ömer'i susturan kadına bir şey olmamıştı. Ben birilerini eleştirmeye kalkınca birden birileri ayağa kalktı. Hani Recep Tayyip Erdoğan 'iffetsizliğe, ahlaksızlığa, şerefsizliğe karşı sonuna kadar direneceğiz, herkesi de bu yolda direnmeye çağırıyorum' diyordu. Davetine icabet ettim diye senin kapında bekleyenler neden suratıma tükürüyor? Bunun cevabını birilerinin vermesi gerekir. Benim için suç duyurusunda bulunanların isimlerine, yaş ortalamalarına baktığınızda büyük çoğunluğu kızım yaşında insanlar. Şimdi bana bunu yapıyorlar. Beni üzen bu! Benim kimseye özür borcum yok. Özür dilemesi gerekenler onlar. Bir yandan kendi kardeşlerimin bu haline üzülüyorum bir yandan da AK parti gibi koskoca bir parti bu duruma nasıl geldi diye düşünüyorum. Evet, bekliyorum! Bu suç duyurularını geri çekecekler. Çünkü gerçek ortaya çıktığında birilerinin yüzü kızaracak, özür dileyecekler."

https://www.diyarbakirsoz.com/turkiye/akpliler-iftira-atiyor-213847


İnanmamanız gerekmez mi idi?

İffetli bir kadına iffetsizlik isnat etmek “Haddi lian”ı gerektirir. Bu en büyük günahlardan biridir. Hele bir topluluğun tümünü iffetsiz ilan etmek, bu çok çok daha büyük bir günahtır. Böyle bir isnat, iftira, çoğunluğu gayrimüslim bir topluluk olan, Danimarka’da fuhşiyatın pazarlandığı Sex Fuarı’nda bulunanların tamamını bile “fahişe” ilan etmek “haddi aşmak” demek olur. Peki yıllarca birlikte olduğunuz, birbirimizi tanıdığınız insanlar olarak, birbirimize nasıl böyle bir itham ve iftirada bulunabiliriz! Ümmetin iffet, şeref ve haysiyeti için ömrünü harcamış birine, “topyekûn” böyle bir iftira atarak, onu suçlamak bu kadar kolay mı?

İffetli bir tek kadına bile, o kim olursa olsun, iffetsizlik isnat etmekten Allah’a sığınırım. Bana bu iftirayı atanları ise Allah’a havale ediyorum. Bir hesap günü var, herkesin aklından ve kalbinden geçenlerin, kapalı kapılar arkasında fısıldaşanların işleri ve sözlerinin önlerine konulacağı bir gün!

Fitneyi körükleyen ben değildim...

Peki, 40 kere söyledim, fahişe derken ki kastım bırakın AK Parti’yi veya sözleşmeyi destekleyenleri, hiçbir kadın grubu değil! LGBT yerine söylediğim bir ikame kelimedir “fahişe ve türevleri”. “Papatyalar veya Ak Parti içindeki AKP’liler” derken ise, Ak Partililerin tamamını kastetmediğim ortadadır. Böyle bir iddiadan Allah’a sığınırım.

O yazımdaki “bu fahişe ve türevleri” tanımı yerine LGBT+’yı koyup okuyun bakalım. O zaman sesiniz çıkmayacak. Bu tanımı yaparken, belli bir sermaye grubunun sponsor olduğu, AK Parti içindeki AKP’liler diye tanımlamaya çalıştığım bu grubun nasıl olup da bu LGBT’lilere sahip çıktığı ve bunlara sponsorluk yaptığını anlatmaya çalışıyorum.

Allah’ın “sizi kadın ve erkek olarak yarattım” hükmünü reddederek, “Toplumsal cinsiyet” bayrağı açanları, beni “Cinsel Yönelim” ve “Cinsiyet Kimliği” çerçevesinde “Gender” diye tanımlayıp, nüfus cüzdanına bunu böyle yazanlara karşı ne yaptınız? Benim, Mahmut Topbaş hocaefendinin, Diyanet İşleri Başkanının cinsiyetini nüfus cüzdanına “hissettiği cinsel kimlik” diye kim yazdırdı? Kimsenin sesi çıktı mı? Bütün bir toplumu “Gender” diye kim tanımlattı! Buna kim karşı çıktı, kim!

Topbaş hocaefendi ile birlikte LGBT olarak değil, bunlara eleştirimizi din üzerinden, dini kavramlarla açıklamanın daha doğru olacağı yönünde istişare ettim ve bir gün sonraki yazımda ben de LGBT yerine o ifadeyi kullandım.

  LGBTİ+ diye kendilerini tanımlamayıp sokağa dökülenleri kasdettiğim bir ifade ile beni suçlayanlara, bir çift sözüm var: Allah’tan korkun, Allah’tan utanın! Sizin iffet, şeref, namus ve haysiyetiniz için sokaklarda sabahlayan birine karşı nasıl böyle bir iftiraya imza atarsınız!

“Biz eskiden eskiden…” Hatırlar mısınız bir “Dava”mız vardı, hani şu AB, ABD fonları ile tanışmazdan önce, sponsor nedir bilmezken! “Dava adamı” olmak diye bir şey vardı. Darbelerde “davalı” olduk. Şimdi geldiğimiz noktada “davacı”larımız, dünkü “davalı”ların mirası üzerinde oturuyorlar. Bunu da gördük. Hayat insana neler gösteriyor.

Benim dayılarım Hasan Aksay ve Ali Haydar Aksay. 1970’lerde Milli Nizam Partisi’nin kurucularından. Çocukluğum ve gençliğim onların yanında geçti. Yani ben bu “dava”nın içinde en başından beri bulunuyorum.

Ban zaten “müzmin sanık” yani davalıyım. Dava’ya da hep sadık kaldım elhamdülillah. Dava’ma da ihanet etmedim. Hak bildiğim yolda yürümeye çalıştık. “Müftü Mehmet Emin” ve “Hatıp Ahmet”in torunu olarak, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaya çalıştım.

İşin en başından beri bu işin merkezinde bulunurken de Anadolu’yu karış karış gezdim. Kim davet ettiyse gittim onlarla konuştuk dertlerini dinledim. Yani hep tabana yakın durdum. Aklı selim ile düşünen insanlar, benim onların aleyhine olacak bir hareket içinde olmayacağımı bilirler.

  Dünya, bölge ve ülkemizin bu kadar meselesi varken, birilerinin sun’i bir gündemle ülke gündemini daha fazla bloke etmesine izin verilmemeli. Ben de bu konuyla ilgili artık bir yazı yazmayacağım. Bundan sonrası için eğer savcı davayı açarsa savunmamın detayını da sizlerle paylaşacağım.

Selâm ve dua ile.

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/inanmamaniz-gerekmez-mi-idi-33187.html


Sosyolog yazar, İstanbul Sözleşmesi'nin yıkımını madde madde açıkladı!

Aile Bilim Kültür ve Eğitim Derneği Başkanı Sosyolog Yazar Adnan Kalkan, İstanbul Sözleşmesi'nin toplumda gerçekleştirdiği yıkımı tek tek açıkladı.


Aile Bilim Kültür ve Eğitim Derneği Başkanı Adnan Kalkan, İstanbul Sözleşmesi'nde getirdiği yıkımı tek tek sayarak ele aldı.

"İstanbul Sözleşmesine neden karşı olduğunu dile getiren Adnan Kalkan, madde madde şu açıklamalarda bulundu:

1. LGBTQ+ meşrulaştırma ve yasal güvenceye kavuşturma amacıyla çalışmalar yapanlar uzun zamandır tepki ile karşılaştıkları için bu amacı gerçekleştirememekteydiler. İstanbul Sözleşmesi (Madde 3/b) ile homoseksüellik yasal alt yapıya kavuşmuş olacaktır. Birlikte yaşayan bireyler 'partner' deyimi ile cinsiyet farketmeksizin kadın kadına, erkek erkeğe evlilik ve cinsel yaşamı serbest bırakmaktadır. Biz fıtrat olan kadın-erkek evliliği dışında evlilik olmasını istemediğimiz için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

2. Cinsel yönelim İstanbul Sözleşmesi (Madde 4/3) ile temel haklar haline gelmiş olmaktadır. Bu durumda bir kızımızın erkek olmak, erkek çocuğunuzun kız olmak için ameliyat ile cinsiyet değiştirmesine müsaade etmek istemeyişimizden dolayı İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

3. İstanbul Sözleşmesi ile kadınlar lehine alınacak hiç bir karar ayrımcılık (Madde 4/4) sayılamayacak. Bu durum kadını erkek karşısında adaletsiz bir konuma çıkaracağı ve aile bağlarına zarar vereceği için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

4. İstanbul Sözleşmesi (Madde 12/1) ile karı koca arasındaki rol ve sorumluluk ortadan kalkıyor ve aile bağları hasar görüyor. Aile yıkılırsa medeniyet yıkılır. Aile ve medeniyetimizi korumak için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

5. Ailede örf, adet, namus kavramlarının korunması gerekir. Oysa İstanbul Sözleşmesi ile (Madde 12/1) töre, gelenek, değerler dahi kökünden kazımak için çalışılıyor. Din, ahlak, adet, gelenek ve görenek ve namusu korumak (Madde 12/5) için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız. Nitekim namusun kökü kazanınca homoseksüelliği de yasal hale getirmiş olacaktır.

6. Devletin görevi vatandaşını bir bütün olarak korumaktır. Oysa İstanbul Sözleşmesi (Madde 14) ile devlet tüm eğitim kurumlarında biyolojik cinsiyet yerine toplumsal cinsiyet hak olarak kabul edecek ve koruyacak. Böylece gencecik çocuklarımızın beynine eşcinsellik/cinsiyetsizlik nakşedilecek. Çocuklarımızın eşcinsel/cinsiyetsiz olmaması için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

7. Her ailede anlaşmazlıklar olabilir. Bir arabulucu ile aile yıkılmaktan, çocuklar annesiz ya da babasız kalmaktan kurtulabilir. İstanbul Sözleşmesi (Madde 48) ile devlet her türlü arabuluculuk ve danışmanlığı yasaklamaktadır. Ailelerin yıkılmaması için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

8. İstanbul Sözleşmesi sözkonusu bizim bütün kanunlarımızı devre dışı bırakıp feminist Avrupa kanunlarını bize dayatmaktadır. Oysa bizim kanunlarımız bize yeter. En iyi kanunu eşcinsellik, cinsel yönelim, cinsel kimlik vs. olmadan da yapabiliriz. Yerli ve milli kanunlarla aile birliğinden yana olduğumuz için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

9. İstanbul Sözleşmesi feminist erkek düşmanlığı dili ile yazılmıştır. Erkek sürekli tecavüzcü kadın ise sürekli kurban olarak sunulmuştur. Kadının da erkeğinde adalet sınırı içinde cinsiyetine uygun yaşaması için İstanbul Sözleşmesi'ne karşıyız.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/sosyolog-yazar-istanbul-sozlesmesindeki-yikimi-madde-madde-acikladi-1358685.html


Gaziantep’teki 60 STK’dan ortak açıklama: İstanbul Sözleşmesi feshedilsin

Aileyi ve toplumu ifsat eden İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yazılı bir açıklama yapan Gaziantep’teki STK’lar, sözleşmenin ağır sonuçlarına dikkat çekerek sözleşmeden vazgeçilmesi çağrısında bulundu.

Kentteki 60 STK’nin imzasıyla yayımlanan basın açıklamasında toplumu ifsat eden İstanbul Sözleşmesi ile ulaşılmak istenilen sonucun son derece yıkıcı olduğuna dikkat çekildi.

Toplumun değer yargılarını hedef alan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi çağrısında bulunulan basın açıklamasında, “Kadına yönelik şiddeti, toplumda erkek ve kadının klişeleşmiş rolleri olarak ifade ettiği, ‘Toplumsal Cinsiyet’ tanımına bağlama gibi yanlış bir varsayımla yola çıkmış olan, ‘kadınlar kadın oldukları için erkeklerden şiddet görüyor’ gibi yanlış bir varsayımla yol haritası çıkaran, bu bağlamda toplumda erkek ve kadın rollerini değiştirmeyi amaç edinmiş olan, erkeğe karşı kadınları güçlendirme adı altında, erkek karşıtlığını öne çıkaran ve ‘kadın erkek arasında eşitlik sağlayacağım’ derken erkeğe karşı negatif ayrımcılık yaparak, kadın erkek arasında bir çatışmaya sebep olacak düzenlemeler talep eden ve aile yapısına zarar veren sözleşmede geçen cinsel yönelimlere de ayrımcılık yapılmaması talebi ile LGBTİ’yi meşrulaştıran, Ali evcilik, Ayşe futbol oynasın, Ali’nin Barbie bebeği, Ayşe’nin mavi arabası olsun, zihniyetini ülkemize taşımaya çalışan ve sözleşmenin 12’nci Maddesinde ‘Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirler alacaklardır’ diyerek, bizim kültürümüzün, töremizin, geleneklerimizin kökünü kazımayı amaç edindiğini açıkça ifade eden İstanbul Sözleşmesinin feshedilerek yerine Yerli ve Milli bir metin hazırlanmasını talep ediyoruz.” denildi. (İLKHA)

https://dogruhaber.com.tr/haber/684792-gaziantepteki-60-stkdan-ortak-aciklama-istanbul-sozlesmesi-feshedilsin/


Cinsel sapkınlara sahip çıkan baroları eleştiren belediye meclis üyesi ifadeye çağrıldı

​Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cinsel sapkınlar ile ilgili hutbesini hedef alan Barolar hakkında sosyal medya hesabında paylaşımda bulunan Eyyübiye Belediyesi Meclis Üyesi Necmeddin Sağlam hakkında Şanlıurfa Barosu suç duyurusunda bulundu.


Şanlıurfa Eyyübiye Belediyesi Meclis Üyesi Necmeddin Sağlam, Şanlıurfa Barosu tarafından hakkında açılan suç duyurusundan dolayı Eyyübiye 50. Yıl Polis Merkezi Amirliğine gelerek ifade verdi.

Sosyal medya hesabında “Baro yönetimlerini eşcinseller ele geçirmiş mi olabilir mi?” diye paylaşımda bulunan Sağlam, hiç kimseye hakaret etmediğini, herhangi bir Baroyu hedef almadığını belirterek suçlamaları reddetti.

Sağlam ifadesinde, şu ifadelere yer verdiğini açıkladı:

"Bu mübarek saatte kafama bir şey takıldı: Avukat kardeşlerimi tenzih ederek diyorum ki acaba Baroların yönetimini eşcinseller ele geçirmiş olabilir mi?' paylaşımı bana aittir. Bu paylaşımda bir Barodan değil, barolardan bahsettim. Zira Diyanet İşleri Başkanlığı, dinin hükümlerini vaaz ettiği bir hutbesinde LGBT'lere dair dinin bakış açısını belirtmesi üzerine Baroların bir çoğunun Diyanet İşleri Başkanına ve din, LGBT düşmanı ve benzeri biçimde haksız yersiz ve zaman zaman da alaycı bir biçimde bence hukuka aykırı bir eleştiri yağmuruna tutmaları üzerine içimde şüpheyi takipçilerimle paylaşmak adına altını çizerek belirteyim ki avukatları tenzih ederek ve müşahhas olarak bir Baroyu işaret etmeyerek yukarıdaki paylaşımı yaptım. Bu paylaşımla kimseye hakaret etmedim. Böyle bir kastım asla olmamıştır. Sözüm ona bende Barolar gibi ben de düşüncemi açıklama hakkımı kullandım. Şayet eşcinsellik ifadesi bir hakaret ise Urfa Barosu da dahil olmak üzere tüm Barolar harekete hamis bir durumu savunan açıklamalar yaparak onlar da suç işlemişlerdir. Ben kimsenin cinsel tercihi ile ilgilenmem bir kimsenin cinsel tercihini sonucuna da saygı duyarım. ‘Bu minvalde Baroların yönetimini eşcinseller ele geçirmiş olabilir mi’ şeklindeki ifadem Baronun yaptığı savunmalar çerçevesinde bir hakaret olarak değerlendirilemez. Tenzih ve Barolar ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde suça dair hitap unsurunun oluşmadığı açıktır. Son olarak belirtmek isterim ki Urfa Barosunun eşcinseller haklarını savunan yönündeki açıklamaları ile eşcinsel isnadını üzerine alıp bunu hakaret unsuru görmesi ciddi bir çelişkidir. Allah kimseyi bu hale düşürmesin. Söyleyeceklerim bundan ibarettir. Suçlamaları kabul etmiyorum." (İLKHA)

https://dogruhaber.com.tr/haber/684909-cinsel-sapkinlara-sahip-cikan-barolari-elestiren-belediye-meclis-uyesi-ifadeye-cagrildi/



Çarpıcı açıklama: AK Parti, Erdoğan'ı da sanık sandalyesine oturtacak!

Erdoğan'ın eşcinsel sapkınlarla ilgi yaptığı açıklamayı hatırlatan Dilipak, "Lanetlenmiş sapkınlık dediği Erdoğan ile beraber sanık olacağız anlaşılan. Bu aklın mahkum etmek istediği, irade ve ifade bu." dedi.

Akit TV'de Bülent Deniz'in sunuculuğunu yaptığı Derin Gerçekler programında Abdurrahman Dilipak çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Dilipak programda yaptığı açıklamada Erdoğan'ın eşcinsel sapkınlarla ilgi yaptığı açıklamayı hatırlatarak, "Lanetlenmiş sapkınlık dediği Erdoğan ile beraber sanık olacağız anlaşılan. Bu aklın mahkum etmek istediği, irade ve ifade bu." dedi.

Dilipak sözlerine şunları ekledi:

" 'Rabbimizin lanetlediği bu hadiseye karşı tavır alacak adam arıyorum' diyor. Ben de 'Buradayım' diyorum. Şimdi kurduğu parti beni mahkemeye verecek."

Erdoğan: Milletimizi her türlü sapkınlığa karşı tavır almaya davet ediyorum
Geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, son dönemlerde cinsel sapkınlara verilen desteğe işaret ederek, "Türkiye, milli ve manevi yapısını hedef alanlarla mücadele edecek güce sahiptir. Buradan tüm milletimi Rabbimizin yasakladığı, milletimizi her türlü sapkınlığa karşı dikkatli olmaya ve tavır almaya davet ediyorum." demişti.

"Bu tür marjinal akımları destekleyenler aynı sapkınlığın ortaklarıdır"
Sinsice bir faaliyet sürdürüldüğüne dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Birileri yine sinsice milli ve manevi değerlerimize saldırıyor. İnsanlık tarihi boyunca hep lanetlenmiş sapkınlıkları normalleştirerek, genç dimağları zehirlemenin peşindeler. İnancımıza ve kültürümüze aykırı bu tür marjinal akımları destekleyenler bizim gözümüzde aynı sapkınlığın ortaklarıdır." ifadelerini kullanmıştı.

"Türkiye milli ve manevi yapısını hedef alan saldırılara karşı da mücadele edecek güce de sahiptir"
Halkın içinde kök salamayacağını söyleyen Erdoğan, "Halkın lanetlediği hiçbir yanlışın bu ülkede kök salma ihtimali yoktur. Türkiye milli ve manevi yapısını hedef alan saldırılara karşı da mücadele edecek güce de sahiptir. Rabbimden milletimizi ve ülkemizi bu tür sapkınların yol açacağı beşeri felaketlerden korumasını niyaz ediyorum." diye konuşmuştu.

https://m.yeniakit.com.tr/haber/carpici-aciklama-ak-parti-erdogani-da-sanik-sandalyesine-oturtacak-1358570.html