6 Ağustos 2020 Perşembe

İstanbul Sözleşmesi üzerinden homofobiye devam!

Oda TV’ci Soner Yalçın’a Dilipak’tan cevap: Birileri yangına körükle gidiyor

Gazetemiz yazarı Abdurrahman Dilipak, Oda TV’deki köşesinden kendisine seslenen Soner Yalçın’a cevap verdi. Aynı zamanda Dilipak, kendisine yönelttiğimiz soruları da yanıtladı.

Oda TV’ci Soner Yalçın’a Dilipak’tan cevap: Birileri yangına körükle gidiyor

 yeniakit.com.tr  Karanlık Oda TV’nin sahibi Soner Yalçın, gazetemiz yazarı Abdurrahman Dilipak ile ilgili bir yazı kaleme alarak “Dilipak'a (ve arkadaşlarına) sormalıyız: Aklınız başınıza dokuz yıl sonra nasıl geldi? Sahi, Rusya bu işin neresinde?” ifadesini kullandı. Dilipak, sosyal medya hesabı üzerinden Yalçın’ın sorusuna çarpıcı bir cevap verdi.

Usta gazeteci Dilipak’a, yeniakit.com.tr olarak Twitter’daki bu açıklamalarını sorduk. O da açıklamalarını yeni eklemeler yaparak bize gönderdi.

Abdurrahman Dilipak’ın açıklamaları şu şekilde:

Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize Fahişe dedi” diyorlar. LGBT yerine, “Fahişe ve türevleri” yazdım diye, atıf yapılan adresi çarpıtıyorlar. “Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz?” sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

“Dindarların böyle bir şeye izin vermeyeceğini düşündük”
“Ağuyu altın tas içre sunarlar. Bal da onun suç ortağı” idi. AK Parti’ye de çok fazla güvendik, herkes birbirine fazla güvendi. Şu an itirazlarını yükselten sivil toplum kuruluşlarımızın çoğu yasa yapma sürecine destek vermediler ve insiyatif almadılar. Şüphelerimizin giderileceğini, dindar insanların böyle bir düzenlemeye izin vermeyeceğini düşündük ve olan oldu.

Bu konu biraz da halka “kadına şiddete karşı mısın” sorusuna ya da “dezavantajlı engelli göçmen LGBT’lilere pozitif ayırımcılığa karşı mısın” sorusuna benziyor. “Homoseksüel, lezbiyen” diye, halkın anladığı dilden sorun, ne cavap alırsınız bakın.

Bugün kim Lanzarote’yi konuşuyor. Bir akademisyen yazar arkadaş uyarınca farkına vardık. Ama hemen bir tepki oluştu. Hala adını telaffuzda zorlandığımız bir rezillik.

Mesela hala bir çok kişi CEDAW’ı bilmiyor. Ben ilk itiraz ettiğimde, “zaten bunlar genel olarak CEDAW’da var” dediler. CEDAW’da 1984’de imzalanmış. “Zaten AB sürecindeyiz AİHM var uygulamada sorun olmaz biz varız” dediler.

“İstanbul Sözleşmesi’ne desteğimiz hiç olmadı”
Bir de sözleşmeyi düz okuyunca bugün de bir çok şey hemen anlaşılmıyor. Kelimeler, kavramlar kurumlar.. bir takım arkadaşlar nasıl okunması gerektiğini gösterince kıyamet koptu ama geç kaldık. “İstanbul Sözleşmesi’ne hiç desteğimiz var mı?” Hiç olmadı.. Biz insani ilişkilerle sorunu çözeceğimizi düşündük ve işin iç yüzü ortaya çıkınca da zaten süreç tersine döndü. Siyaset “güven” değil “denetim” müessesesi. Bu konuda kişi kendi nefsine de güvenmemeli.

“Güvenimiz istismar edildi”
Bu gidişattan ciddi anlamda rahatsızlık her zaman vardı. Erdoğan’a güven vardı. Erdoğan’ın yakın çevresindeki birileri bu güveni doğru kullanmadı. KADEM’e benzer bir güven vardı, Aile Bakanlığına güven vardı. Hep çözüm bekledik. Olmadı. Aşırı güven zaafa dönüştü. Birileri bu güveni istismar etti. Aile Bakanlığında her kademede tanıdıklar vardı, o süreçte bu arkadaşlarla sürekli görüştük. Şunu söyleyeyim; aile bakanlarına fazla güvendim ve görüşerek aile ve gençlik konusunda bu işi vakıflarımızla çözeriz sandım.

“Şimdiye kadar neredeydiniz, diyenler bunları hiç haberleştirmedi”
AKV bu süreçte çok önemli iki çalışma yaptı. SEKAM (Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi) Prof. Dr. Celalettin VATANDAŞ, Prof. Dr. Burhanettin CAN ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar daha sonra kitaplaştırıldı. Bu çalışmalar yayınlandı ve ben bu çalışmaları yazdım ve Tv programımda anlattım. Birçok istişare ve konferansta aile ve gençlik konusu enine boyuna tartışıldı. Bugün bize “şimdiye kadar neredeydiniz” diyenler, bunları haberleştirmedi. Cevat Özkaya, Hamza Türkmen, İHH’daki arkadaşlar, Fatma Kutluoğlu, Şemseddin Özdemir beyler ve daha birçok arkadaşla defalarca konuştuk.

“Anlamak istemeyince anlamıyorlar”
Benimle ilgili tartışmanın odağındaki sözlerden kasıt LGBT+’lar. Bu konu ile ilgili bir vakıfta yaptığımız istişare toplantısında, “LGBT’yi kullanmayalım, bunun yerine başka bir isim bulalım” dediler. Ben de o yazımda, “Fahişe ve türevleri” dedim. Bunlara destek olanlar kimler, o holdinglere karşı, “bizim yeşil sermaye ne yapıyor?” sorusunu sordum. Bunu AK Parti içinden ve dışından biri, çarpıtmaya devam ediyor. Hilal Kaplan bunu, “semantik ilmine sığınmak”la yorumlamaya çalışmış. Defalarca açıkladım ama anlamak istemeyince anlamıyorlar ya da işlerine geldiği gibi anlamak istiyorlar.

Sahi bu ülkede LGBT+’a özgürlük yasası mı var ve bunlar kendilerine meşruiyet zeminini hangi düzenlemelerden alıyorlar? Hesap vermesi gerekenler hesap sormaya kalkıyorlar. Bugün hala bozguncular görevlerini yapıyorlar. “Bize fahişe dedi” diyorlar. LBGT yerine “Fahişe ve türevleri” yazdım diye atıf edilen adresi çarpıtıyorlar. Bunları destekleyenlere karşı biz ne yapıyoruz sorusunun bile sorulmasına karşı çıkıyorlar.

“AK Parti içindeki AKP’liler niye gocunuyorlar ki!”
AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerden şikayet edince ötekileri niye gocunuyor ki! ANAP’ın Papatyalarına gönderme yapınca bundan rahatsız olanlar kimler, onlara bakın. AK Parti içinde böyleleri yok mu? Şimdi söylemesem, yarın birileri çıkıp, “Niye uyarmadın?” diyecek. Su testisi kırılmadan önce uyarıyorum. Fakat bu uyarılarımızı Erdoğan karşıtlığı, muhafazakar muhalefet, siyasi hesap gütme gibi kalıplara sokarak kategorize etmeye çalışanlar var. Bu ve benzer konularda 40 yıldan fazla doğru olduğuna inandığım konularda fikirlerimi beyan ediyorum. Bundan sonra da etmeye devam edeceğim. Birileri trol ordularını benim ve arkadaşlarımızın üstüne salıyor, sosyal medyada linç kampanyaları yapıyorlar, hakaretvari tweetler atıp siliyor, yazmadığım ve söylemediğim şeyleri dile getirip iftira atıyorlar. Bugünlerde “fetövari” yöntemleri kullanarak bize saldırıyorlar.

Burada şöyle bir anlayış da var: LBGT diye kendi kendilerine verdikleri bir isim var. Onlar kendilerine “Fahşa”, “Fahişe” yaptıkları işe, “Fuhuş” denmesini istemiyorlar. Kendileri dışından birileri onları eleştiremez! Kendi kendilerine, “Lut kavminin çocuklarıyız” ya da, “Lilith kızlarıyız”, “Fahişeyiz, sürtükleriz” diyebiliyorlar. Bunlara destek veren holdingleri, “Fahişe ve türevlerine” destek vermekle suçlayınca birileri bunu üstüne alabiliyor. AK Parti’de birileri ayağa kalkıyor. İşte bizi bizim bu konuda daha aktif olmamızı engelleyen iki olgudan biri bu tepki, ötekisi AK Parti’deki bazı isimlere olan güvendi!

Dilipak’a sorduk;

-Salih Tuna’nın Davutoğlu ile ilgili, sizin de adınızın geçtiği bir sorusu var.

-Evet, Davutoğlu o zaman, başbakan olarak imzalamış olabilir. Bana imza öncesi okumadığını söyledi. Ama daha sonra okumuş olabilir. Ve bu sözleşmeyi doğru bulabilir. Ama sanırım tekrar okuyacak ve satır aralarında, kavramsallaştırılırken detaylarda gözden kaçan ve referans kodlarında gizlenen gerçekleri görünce kendisi de fikrini beyan edecektir.

-Ahmet Hakan da yazdı sizinle ilgili.

-Ha! Evet, onunla ben artık aynı mekanlarda buluşmuyoruz. Sanırım onun için. İki günü birbirine eş olmadan yürüyüşümüz devam ediyor. BILSAK’da konuşunca entelektüel oluyorsunuz, camide, dini vakıflarda konuşunca olmuyor tabi. Sizi alkışlayanlara göre size değer biçiyorlar. Batılılar sizi ödüllendirmiyorsa değersizleştiriliyorsunuz. Elinizdeki altın bakır oluyor. Onlardansanız bakır altın oluyor. Aynı kelimeler, kavramlar ve kurumlar ile konuşmayınca bir de aynı yöne bakmıyorsanız bu sonuç normal. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin bize gösterileceği bir gün var. Hakan, şu “Küçük Prens’i” yeniden bir okursa, orada başı fesli bir Osmanlı’nın milletlerarası bir astronomi konferansında keşfettiği bir yıldızın nasıl kayda geçmediğini, daha sonra şapka giyip gelince aynı buluşun kayda geçtiğini anlatan bölümünü bir okursa iyi eder. “Bu insanlar böyledir.” Sanırım “kendini yenileme” konusunda derin bir fikir ayrılığımız var. Tarihselci birileri Kur’an’ın bile güncellenmesinden bahsediyor!?



LGBT lobisi sevinçten bayram ediyor
Bu haber dün Alman DW’nin manşetindeydi.
“Ak Parti’de derin çatlak” diyor, “Ak Parti’de sarsıntı” diyor.
Sebep, İstanbul Sözleşmesi.
Tabi haberi servis ederken kullandıkları görsel de ayrıca düşündürücü, “Ak Parti’de İstanbul Sözleşmesi çatlağı büyüyor” başlığında, LGBT’lilerin fotoğrafı kullanılmış.
Yani aslında “İstanbul sözleşmesi eşittir, LGBT” demek isteniyor.
Ak Parti’yi bölen meselenin de LGBT olduğu algısı işleniyor.

BİZİ SÜRÜKLEDİKLERİ YERE DİKKAT!

Gelinen noktayı görebilmek açısından, mühim bir haber.
Çünkü ne yazık ki nereye doğru sürüklendiğimiz tam olarak görülemiyor.
Adamlar sanki Ak Parti içerisinde eşcinselliği savunanlar varmış da, onlarla buna karşı çıkanlar arasındaki bir krizden bahsediyor.
Bizi sürüklemeye çalıştıkları yer burası, bundan daha utanç verici bir durum olamazdı herhalde.

LGBT kısmı sözleşmede bir maddenin içerisine başka bir ifadeyle sinsice yerleştirilmiş.
İmzalandığı yıllarda böyle bir tartışma olmamıştı çünkü LGBT lobisi henüz düğmeye basmamıştı.
Özellikle 2015’ten itibaren bu lobi faaliyete geçti.
İstanbul sözleşmesini kendilerine kalkan yapıp, meseleyi bu aşamaya kadar getirdi.

LGBT lobisinin bu kadar ayyuka çıkmaya başladığı son 5 yıla bakalım.
PKK-HDP’nin terör tezgahları başlarına yıkıldı, 15 Temmuz darbesi püskürtüldü, Suriye sınırının büyük bölümü terörden temizlendi, Irak sınırı da öyle, yetmedi Libya’ya gidildi, Akdeniz ve Ege’deki egemenlik haklarımız koruma altına alındı, dünya korona salgınına maske bulamazken, Türkiye dünyaya örnek oldu.
Nihayet zincirler kırıldı, Ayasofya da açıldı.

Önce hilafet ardından İstanbul sözleşmesi.
Bir Müslüman halifelerini ret eder mi, asla etmez.
Bir Müslüman, eşcinselliği meşrulaştırır mı, LGBT’yi savunur mu, asla yapmaz.

Ama öyle iki damar bulundu ki, ikisinden de sert dozlarda enjekte gelince, ortalık bir anda karıştı.
Ayasofya açılmış, daha ne olsun, derken gündem alt üst oldu.

CHP’den ve ortaklarından hiç ses geliyor mu?
LGBT’yi en çok onlar savunuyordu.
Ne oldu da sustular?
Ne olacak, Ak Parti’de kavga çıksın, büyüsün, izleyelim diyorlar.

Hele ki kadına şiddet meselesi.
Daha birkaç hafta önce ne konuşuluyordu?
HDP’lilerin kadınlara attığı dayaklar, yaptıkları tecavüzler.
CHP’yi savunan bir gazetecinin, eski eşine uyguladığı şiddet.
İmamoğlu’nun faturasını belediyeye ödettiği milyarlık, içkili yemekleri.
Kurban bayramında İBB kesim merkezinde mundar edilen kurbanlıklar.

Hepsi anında unutuldu, gündemden bir anda düşüverdi.

Dış politikayı saymıyorum bile.
Bu ülke, aynı hafta içerisinde hem Akdeniz’de hem Ege’de navtex ilan edip, Azerbaycan’da Rus-Ermeni ittifakına karşı 11 bin Mehmetçikle tatbikat başlattı.
Libya, Suriye, Irak hepsinde askerimiz var, buralar muhafaza edilmeli.
Gözümüz açık olmalı.
Birlik olunmalı.

Meseleyi kadın, çocuk, aile kavramlarından alıp, LGBT boyutuna endekslemeyelim.
DW’nin haberini gördük, orada öyle yapmışlar, kadın meselesi yok sadece LGBT var.
Tezgah çok net şekilde ortada.
Bizi kendi içimizde, eşcinsellik savunucuları ve karşıtları olarak, kapıştırmaya çalışıyorlar.
Yahu nasıl böyle adi ve ucuz bir tuzağa düşülebilir?

Hiçbir sözleşmenin savunucusu değilim.
Evet kadını koruyalım derken aşırılık yapılıyorsa ve durum babalarla çocuklarda mağduriyet oluşturuyorsa veya aile kurumuna zarar verir noktaya geliyorsa, mutlaka ve mutlaka düzenleme şart.
Ya da her hangi bir sözleşme gerçekten LGBT’yi meşrulaştırıyorsa, önünü açıyorsa, o sözleşme de kesinlikle çöpe atılmalı.
Ama tüm bunları konuşurken, yaparken, LGBT lobisinin oyununa gelinmemeli.

Kimsenin şüphesi olmasın, Türkiye’nin başındaki lider, ne kadının ne erkeğin ne çocuğun hakkını çiğnetir ne de aile kurumunun en ufak zarar görmesine imkan veren bir durumu görmezden gelir.
Hele ki LGBT konusundaki hassasiyeti üzerine cümle kurmaya bile gerek duymuyorum.

Bu ülkenin lideri, yedi düvele korku salmışken; üç beş LGBT’liye kendimizi güldürmeyelim.

https://www.haber7.com/yazarlar/taha-dagli/3001230-lgbt-lobisi-sevincten-bayram-ediyor


İstanbul (ifsat) Sözleşmesi’ni doğru “oku”mak

Bahaddin Elçi

26.09.2004 tarih ve 5237 sayılı Yeni Ceza Kanunu’na Avrupa’nın telkinleriyle “zina” suç olarak konulmamıştır. 24.11.2011 tarih ve 6251 sayılı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin Onaylanmasının Uygun Bulunmasına Dair Kanun” tabiata, insan fıtratına aykırı bir kanundur. Çünkü kadının kadınla erkeğin de erkekle evlenmesini bir “hak” olarak öngören bir kanundur. LGBT diye de bilinen kanundur. Toplumumuzun ruh köküne aykırı olduğu açıktır.

11.05.2011’de İstanbul’da imzaya açılmış, 01 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir.

08.03.2012 Tarih ve 6284 Sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”

Bunların değerlerimize uyumlu hale getirilmesi büyük çoğunluğun arzusudur.

Batılılaşma/çağdaşlaşma/AB ile bütünleşme siyasetinde hızla ilerliyoruz. Yine de yaranamıyoruz. . .  2004 yılından itibaren bazı hukuki düzenlemelerle aile hayatımız büyük bir tehdit ve tehlike ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bunlarla; ailemiz, neslimiz, ahlakımız, aklımız, sağlığımız, cinselliğimiz, fıtratımız,  ifsat edilebilmektedir. İşin daha da vahim yönü, ifsatlar/bozgunlar, ıslah/düzeltme adı altında yapılagelmiştir. Ve ne yazık ki, bu düzenlemeler hem ilahi hukuka, hem de pozitif hukuka/Anayasa’ya aykırılıklar içermektedir. Olsun. Yeter ki AB ile ABD ile aramız açılmasın. Onların değerlerini (?!) benimsememek olur mu?! Biz konuyu “İslami” açıdan değerlendirmek istiyoruz. Özetle; zina, eşcinsellik, fıtratın değiştirilmesi ve benzeri haramlar birer hak ve özgürlük olarak kabul ediliyor. . . Haramlar helal sayılıyor. Elbette bu laikliğe aykırı değil. Ama İslam’da bunun adı “şirk”tir. Evet, laik düzen içindeyiz. Ama Müslümanca yaşama hakkımız yok mu? Temel değerlerimiz devlet eliyle ifsat ediliyor. . .
 
Biz; “bela” “şehidna” “işittik-itaat ettik” “lebbeyk” diyenlerden değil miyiz? Allah’a kuluz.  Biz Müslümanlar hem Kur’an-ı Kerim’i “oku”mak, hem de olayları, insanları her şeyi O’nunla “oku”mak durumundayız. Çünkü bir insan Müslüman/mümin olduğunda artık onun İslam’a aykırı görüşleri/ okumaları olamaz. “Oku”malarımız Rabbimizin adıyla olacak, olmalı. Bu, O’nun koyduğu ölçülere, ilkelere, hükümlere uygun değerlendirme yapmak demektir. Bir konu, sorun, ihtilaf söz konusu olduğunda “kim ne diyor?” “doğrusu hangisi?” sorularının doğru cevabını elbette hayat Kitabımızda aramalıyız. İlahi mesajlar bize niçin geldi ki? Adalet için, dertlerimize deva olmak, sorunlarımızı çözümlemek, temel haklarımızı korumak, hayatımızı ve bizi düzelterek, bizim dünyada da mutlu olabilmemiz için değil mi?

“Oku”malarımız Rahmani değilse şeytani/hevai veya aklidir. Selim akıl da vahye teslim olur. İtaatimiz, kulluğumuz da kısaca ya Rahman’a veya şeytanadır. Şeytan, bizim düşmanımız olarak bize hep isyanı, şirki,  günahları, zulmü, fuhşu, münkeri emreder; bizi saptırmaya ateşe çağırıp, yönlendirmeye çabalar. Sapkınlıkları süsler. . . Görevini yapar. Özetle Rabbimiz kendisine, şeytan da kendisine ibadete/kulluğa/itaate çağırıyor. (Araf/ 3, 16, 17, 22, 27; Yasin/60,  Nur/21,  Enbiya/92,  Nahl/36,  Enam/153, Kehf/50,  Nisa/115) Çağrılar çok görünse de temelde ikidir: Rahman’ınki, şeytanınki. . . Tercih/seçebilme özgürlüğümüz,  yeteneğimiz ve sorumluluğumuz var. Sınav hikmeti gereği. . . Ve her işimizde sınavdayız. Ya Rahman’ın iradesine,  emirlerine uygun bir hayatı yaşayacağız ya da başkalarının, tağutların, şeytanların iradelerine uygun yaşamayı tercih edeceğiz. . . Şunu da biliyoruz ki tüm nimetler bize emanettir. Bunları korumak sorumluluğumuz var. Kendi fıtratımızı, tabiat fıtratını ve “Allah’ın dini” anlamında “fıtratullah”ı korumak sorumluluklarımız var. (Rum/30)

“Şeytan fuhşu ve münkeri emreder.” (Nur/21)

“Hakk’a yönelen bir kimse olarak yüzünü dine, Allah’ın fıtri dinine çevir ki Allah insanları bu din üzere yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiçbir değiştirme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum/30) “Fıtrat” yaratılış, yaratmak,  tevhit inancı, dinin özünü koruma anlamındadır.

“Islah adı altında ifsat yapılıyor.” (Bakara/11-12)

“Ekin ve nesil ifsat ediliyor.” (Bakara/205)

“Doğan çocuklar fıtrat (İslam) üzerinedirler. Sonra onu anne babası Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (S.A.V.)

Allah-u Teala kevni/tabiat düzeninin/dengesinin bozulmasını da, teklif ve tavsiye buyurduğu “teşri” düzeninin değiştirilmesini/bozulmasını da yasaklıyor. Bu nedenle de hükümranlık alanına müdahaleyi en büyük ve affedilmez zulüm/şirk olarak bildiriyor. (Lokman/13), (Nisa/116), (Nisa/117-120) ayetleriyle ilgili birkaç iktibas/ alıntıyı paylaşalım:

Nisa/117: “Onlar dişi putlara tapıyorlar. Aslında onlar inatçı şeytandan başkasına tapmıyorlar.”

Nisa/118-119: “(O şeytan) ki; Allah ona lanet etti. (rahmetinden kovdu) O da şöyle dedi: “Elbette senin kullarından belirli bir pay (ve intikam) alacağım.” “Onları elbette saptıracağım, mutlaka boş umut (ve arzu)lara düşüreceğim. Onlara mutlaka emredeceğim (onlar da putlar için ayıracakları kurbanlık) hayvanların kulaklarını yaracaklar. (Yine) Allah’ın yarattığı (tabii şekil ve hallerini) değiştirmelerini emredeceğim ve onlar da bunu yapacaklar.” “(İyi bilin ki) kim de Allah’ı bırakıp şeytanı (ve benzerlerini) dost edinir (onun hoşlandığı şeyleri yaparsa) gerçekten o apaçık bir zarara uğramıştır.” 118. Ayet’in tefsirinde, (Ö.N. Bilmen) “Onları kendime itaate çağıracağım, onlar da vesveselerini kabul eden, izine gidenlerdir. İnsanların büyük bir kısmı kandırılabiliyor. Bütün dinsizler, batıl dinlere tabi olanlar bu cümledendir.” 119. Ayet’le ilgili olarak da: “Emredeceğim de Allah’ın yarattığını tağyir edecekler.” Fıtratullah’a muhalif hareketlerde bulunacaklar. Mesela dini İslam’ın ahkamını tebdile çalışacaklar. Allah’ın helallerini haram ve haramlarını da helal sayacaklar. Sihir gibi, kısırlaştırmak gibi şeylerle uğraşacaklardır. Rehber şeytan. . . “ (Meali Alisi ve Tefsiri, cilt:2, 671. sh. )Ö. N. Bilmen
“Tevhitten çıkacak, ideolojileri din haline getirecekler.” (Feyzzul Furkan) “Allah’ın koyduğu dini, düzeni, kanunları, fıtratı değiştirecekler.” (Ahmet Tekin, Tefsiri Meal) Hasan Basri’ye göre: “Allah’ın dinini değiştirmek, helalleri haram, haramı da helal saymak tağyirdir. Fıtratta değişiklikler de: Estetik, cinsiyet değiştirme, eşcinsellik, dövme, vb. (Kur’an-ı Mecid, 96. sh. )

Kur’an’da her şeyin beyanı/açıklaması var. (Nahl/89)  

Üzerinde bulunduğumuz batıl/Batılılaşma/AB yolundan tekrar dosdoğru/hak yol İslam’a dönmekten başka çare yoktur; aksi takdirde musibetler daha da artabilir. Allah’ın yardımına/yoluna muhtacız, mecburuz. O, bize yardım etmezse, kimse yardım edemez, vesselam.



NEDEN HEP İYİLER ZEDELENİR!

Ahmet BEŞENK

Hatırladığınız üzere dün İYİLİK HAREKETİ güzergahı yolundan dönmeyen ve Diyarbakır’da otistik çocuklar için yapımına devam edilen ABA Klinik merkezinden söz etmiş, bu yatırımın bölge insanı için büyük şans olmasına değiinmiştim. Gerçi son duyumlar engel olma yolunda hoş sinyaller vermesede izlemeye devam ededururken NEDEN HEP İYİLER ZEDELENİR! Sorusunu da kendime sormuyor değilim.
Evet; neden iyiler hep incitilir, neden memleketini, yurdunu, insanını seven, onlara yararlı olmak adına zaman mefunu buruşturup çöpe atan, ailesine, sevdiklerine ayıracağı zamanı halka ayıranlar hep incitilir?
İllegalliğin yoğun olduğu toplumlarda helal bir yaklaşım beklemek abesle iştigaldir bana göre. Somutu dillendirip ete kemiğe bürünürdürelim öyleyse Diyarbakır ekseninde. Diyarbakır’da kaç randevu evi var, kaç günlük kiralık daire var, kaç illegal bahis oynatan mekan ve internet kafe var, kaç hayat kadını var, kaç pezevenk var, kaç uyuşturucu satıcısı var, kaç kumar oynayan, oynatan var, kaç kadın, çocuk, homoseksüel ve transseksüel satan var, var, var diye soruları çoğaltabiliriz. Peki bu alçak güruh sokakların hem reelde hem de fikren aydınlanmasını ister mi, tabiki hayır.
Bunlara verilecek cevap şunu gösteriyor ki illegaliteden beslenen hatırı sayılır bir kesim ile birlikte bunun kontrolünü elinde tutan kaymak kebrağlar var.
Hal böyleyken bunca itliği, köpekliği, namussuzluğu kimse hedefine koymaz iken bu memlekete taş üstüne taş koymaya çalışan siyasetçisi, bürokratı, entellektüeli, gazetecisi, esnafı ve daha birçok meslek erbabı bu benamusların hedefine oturtuluyor.
Şimdi sormak lazım Bağlar ilçesinin 30 yıldır asfalt görmemiş sokaklarını süper lüks bir asfalt ile asfaltlamanın kime ne zararı olabilir ki! Sokaklarına çocuk bahçelerinin yapılmasının ya da üniversiteye hazırlanan öğrenciler için ücretsiz kurs ve malzeme temininin ne tür bir sakıncası olabilir? Hergün periyodik olarak onlarca ailenin ziyaret edilmesi, ihtiyaçlarının karşılanması, onlara dokunmak, acılarını kucaklamak, yaralarına merhem olmak kutsal bir eylem değil mi!
Parkları, bahçeleri, yolları tertemiz olan, insanlara iyilik aşılayan çevreci koşulların yaratılması hoş değil mi. Köylerinde pirinç ekip bunu maliyetine pazarlayan bir Belediye, tarlalarınızdaki taşları toplayıp sizlere tarım arazisi oluşturan bir dinamik niye kötü olsun ki! Peki bunca mücadeleyi ve ötesini olağanüstü bir gayret ile gerçekleştiren Hüseyin Beyoğlu’na teşekkür etmek gerekmez mi?
Veya milli Eğitim müdürü Feysel Taşçıer’i ele alalım. Milli Eğitim cennahında kangrenleşmiş, cerahatli, irinli yapıyı söküp modern bir yapıyı hayata geçirmesi fena mı oldu? Oturduğu yerde koltuk çürüten mantıkların yerine hareketli ve dinamik kimlikler ile Milli Eğitimin oynak kirişlerini sabitlemesi hoş olmamış mı, Okullarda eğitim veren eğitimcilerinde çok daha kaliteli ve kapsamlı eğitim vermeleri için özel olarak enforme edilmelerini sağlaması takdir edilmemeli mi? Yani ALLAH aşkına bu memleket adam gibi bir eğitimi haketmiyor mu?
Takdir edilesi o kadar çok hareketleri var ki toplumda dinamik görevi gören bu kimliklerin. Hüseyin Beyoğlu ve Feysel Taşçıer bu iki güzel kimlige bir örnek sadece, örnekler çoğaltılabilir mi, zaman içersinde elbette.
Şimdi asıl soru şu: Bu kadar hırsızı, arsızı, pezosu, iti, kopuğu görmeyen ve eleştirmeyen karanlık, alçak güruhlar neden kaliteli bir toplumun oluşması noktasında birer nefer gibi mücadele edenleri, ahlaklı ve sağlam karekterli bir jenerasyonu oluşturmayı seçenleri hedeflerine koyarlarr? Aslında bu çok kocaman bir NEDEN sorusudur ve buna gözyumanlar o neden sorusunun yan muhattaplarıdır.
Şimdi burdan o alçak, o basit, o çukur anlayışa şu mesajı göndermek isterim, herkes kapısının önünü temizlesin, temizlesin ki sokaklar temizlensin. O nedenle bu karanlık fikirleriniz, eylemleriniz, pislikleriniz İYİ İNSANLAR tarafından her zaman absorbie edilecek ve sizler böylesi insanlar var oldukça yok olmaya mahkum olacaksınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder