18 Aralık 2017 Pazartesi

Fatma Girik: Doğal yapıya müdadahale etmek itici

Türk sinemasının usta oyuncusu Fatma Girik’in 75’inci yaş günü özel bir etkinlikle kutlanacak. “Şoför Nebahat” temasıyla gerçekleşecek etkinlikte Fatma Girik, 47 yıl önce filmde kullandığı 1952 yapımı aynı model otomobilin direksiyonuna geçecek.



“Sinema benim çocuğum oldu”

Bu hafta 75. yaşını kutlayan Türk sinemasının usta oyuncusu Fatma Girik “Sanat yaşamımda yorgunluk ve sitem hiç yer almadı. Nasıl ki bir anne için çocuk hiçbir zaman pişmanlık, yorgunluk değildir; harcanan yıllar değildir, benim de sinema çocuğum oldu. En güzel duyguları sinema ile yaşadım. Hâlâ yaşıyorum ve yaşayacağım” diyor

Özge Tabak / ozge.tabak@milliyet.com.tr

Türk sinemasının dört yapraklı yoncasından biri Fatma Girik. Mücadeleci, gözüpek Anadolu kadınlarını canlandırdığı filmleri ve masmavi gözleriyle akıllara kazanan Yeşilçam’ın usta ismi geçtiğimiz hafta 75. yaşını Şoför Nebahat temalı bir etkinlikle kutladı. Biz de Fatma Girik’le Bodrum’da bir araya geldik. Anılarına daldık, sinemayı ve Bodrum’daki hayatını konuştuk... 

- 75 yaşınıza girerken en yoğun hissettiğiniz duygu nedir?
Kendimi hâlâ genç, coşkulu ve güzel hissediyorum. Hayatı seviyorum. Yapacak çok şey var; halen eksikler var gibi geliyor yaşamadığım, yaşatamadığım. Sanki dün gibi Memduh Ün’ün karşısına bir film görüşmesi için gittiğim günler. İçinde balıkların olduğu filemi onun göreceği bir yere asmam... Dün ne çabuk bugün oldu, farkında değilim. Bir 75 yılım daha olsa yine Atatürk ve cumhuriyet sevdalısı olmaya devam ederim.

- Yeşilçam filmlerini kaç defa izlesek de sıkılmıyoruz. Yeşilçam filmlerinin bu zamansızlığını siz neye bağlıyorsunuz?
Samimiyete… Filmlerimiz hem çok samimi hem de herkesin kendinden bir şeyler bulacağı hikayeleri anlatıyordu. Oradaki her şey çok gerçekti. Her şey tertemiz… Duygular, insanlar, aşklar… Başka bir anlamı vardı. Kötüler bile iyiydi. Mazlumlar hakiki mazlumdu. Öpüşürken perdeye gelen vazonun bile naif bir hali vardı. Bilirdik ki o vazo, arzuya dayanamayan vücutların buluşması demekti. 

- Sizin başladığınız zamanda teknik anlamda birçok yetersizlik vardı. O dönem çalışanların fedakarlıkları hep konuşulur. Günümüzde o ruh korunabildi mi sizce? 
O günler anlatılır gibi değil. Bizim zamanımızda sette şu kadarcık bir ruj kalemi bile yoktu. Bir tane mağaza vardı, hangimiz önce gidersek o alırdı ruj kalemini. Ama inan bana o günleri yaşamak o kadar önemli ki... Araba yok,  taksi yok. Elinde bir sürü elbisen... Kuaför olmadığı için erken kalkar koca bigudilerle saçımızı sarardık. Elinde elbise dolu bavulun Kabataş vapuruna binersin. Şimdi öyle mi? Saçını biri, makyajını biri yapıyor. Keşke biraz daha kalplere dokunan filmler yapılsa.Onlarca yıl sonra bile yine zevkle izlenebilseler... 

- Kadir İnanır, İzzet Günay, Yılmaz Güney gibi isimlerle rol aldınız.
Hepsiyle iyi ki oynamışım. Çok güzel dostluklar yaşadık. Bazen bir çeyrek ekmeği paylaştık, bazen bir kitabı… Kalbimiz sinema için çarparken emin olun ki düşündüğümüz şey para, şan, şöhret değildi. Daha iyi adımlar atmak için çaba gösteriyorduk. Dijital zamana yetişemedi sevgili Yılmaz Güney ama o duyguları, o inancı hangi dijital sağlayabilir ki? Kim Kadir İnanır kadar güzel bakıp, kim İzzet Günay kadar hakiki oynayabilir ki? Cüneyt Arkın mesela, çok yakışıklı bir adamdır... Ben özlemişim galiba arkadaşlarımı…

- Yorulduğunuz zamanlar olmuştur mutlaka. Nasıl üstesinden geldiniz? 
Sanat yaşamımda yorgunluk ve sitem hiç yer almadı. Nasıl ki bir anne için çocuk hiçbir zaman pişmanlık, yorgunluk değildir; harcanan yıllar değildir, benim de sinema çocuğum oldu. En güzel duyguları, heyecanları, sevinçleri, endişeleri ben sinema ile yaşadım. Hâlâ yaşıyorum ve yaşayacağım. Elbette bir kamera önü daha şansım olursa.

“75 yaşındayım ve halen çok istiyorum film yapmayı”

- Şu an nasıl bir senaryo ya da karakter etkileyebilir sizi ve evet demenizi sağlayabilir?
Bunun tarifi olmaz ki… Okuyacaksın, kalbinin çarpıntısından dışarıdaki sesi duyamayacaksın işte o zaman 
o senaryo tamam demektir. İnsanları kandırmayacak, oyalamak amaçlı olmayacak. Evet 75 yaşındayım ve hâlen çok istiyorum film yapmayı ya da bir dizide olmayı. Ama öyle gençler gibi yoğun çalışamam. Akşam 19.00 dedin mi beni evime yollamalılar. Katharine Hepburn ile Henry Fonda’nın bir filmi vardır “Altın Göl” diye… Ya da Oscar alan “Amour” vardır, öyle işlerde olmayı isterim. Ya da bir evin büyüğü olursun ama bir sözün hayatlara dokunur, öyle istiyorum. Yoksa filmin başından sonuna ben olayım diye bir beklentim yok. Deli miyim ben?

- İlk büyük çıkışınızı Memduh Ün’ün çektiği “Ölüm Peşimizde”  filmiyle yapmıştınız. Ün’le sonrasında da çok sayıda filminiz oldu. Bunun ötesinde bir hayatı paylaştınız. Size ifade ettikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? 
Memduh okul gibi adamdı. Ona o kadar aşıktım ve hâlâ aşığım ki… Dünyanın en iyi adamıydı. O benim her şeyimdi… Babam, dostum, sevgilim, kardeşimdi. Ben kendimi onun elinde doğmuş ve onunla büyüyüp güzelleşmiş, onunla bütünlemiş hissediyorum. 
O benim hayattaki en büyük şansım oldu. Beraber 60 yıl yaşadık neredeyse. Halen yaşıyor gibiyiz de. Hayatımızı birlikte biçimlendirdik.

- Bodrum’da yaşıyorsunuz. Nasıl bir hayatınız var Bordum’da? 
Çok keyifli. Temiz hava, az gürültü, daha az trafik... Annem, kedilerim, köpeklerim, çiçeklerim, denizim… Daha küçük bir yerde olmak bana iyi geliyor. Bodrum’un güneşi bile başka türlü ısıtıyor sırtımı, kalbimi… Bir kere insanları bile daha hakiki. “Ne ettirip durun gari?” diye hal hatır soruyor insanlar birbirlerine.

“Güçlü olunca illa ki erkek Fato olmuyor insan”

- Annenizle birlikte yaşadığınızı biliyoruz. Aile herkes için çok özel bir kavram. Sizin için ne ifade ediyor?
Annem benim canım. O kadar çok seviyorum ki onu. Kız kardeşimi, kızı Ahu’yu, erkek kardeşimi… Biz böyle kalabalık bir aileyiz. Böyle bir ailem olduğu için çok mutluyum. Zorlukları, hastalıkları, kötü günleri hep birlikte aşıyoruz. Ailemdeki herkesi kanatlarımın altına almayı çok seviyorum ve kendimi çok iyi hissediyorum. Birilerine ait olmak, birileri için önemli olduğunu bilmek, acıların ve sevinçlerin ortak yaşanması harika bir duygu. Hiç sevgisiz kalmıyor insan. Böyle bir duvarla korunuyorum. Ailem benim her şeyim. Keşke herkes için de böyle olsa.

- Siz sadece Türk sinemasının efsanevi isimlerinden biri değil aynı zamanda ‘güçlü ve zarif kadın’ın sembollerindensiniz. İkisi arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz? 
Nihayet doğru tanımlama. Güçlü olunca illa ki erkek Fato olmuyor insan. Ben kendim gibi oldum. Güçlü olan zarif de olabilir aslında. Bunun milyonlarca kadın örneği var. Filmlerde bu tür karakterleri canlandırmak çok da hoşuma gidiyordu açıkçası. Abiye kostümlere bayılıyordum çaktırmadan…

- Oyunculuğunuz kadar güzelliğiniz de dillere destan oldu. Ve sizin botoks dahi yaptırmadığınızı biliyoruz. Kendinize nasıl baktınız? Uyguladığınız özel bir bakım var mı?
Ben bu çizgileri kolay edinmedim. Bu düzeltilme işini nedense hiç kabullenemedim. Belki de doğal olanı daha yakın buluyorum. İnsanın doğal yapısına müdahale etmek bana itici geliyor. Yüzü harita gibi olan çok güzel kadınlar gördüm. Çizgileriyle güzeldiler. Ben şimdi bu kadınlardan biri olma yolunda yürüyorum. Estetik yaptıranlara kızmıyorum. Yaptırmamak nasıl benim tercihimse yaptırmak da onun tercihi diye düşünüyorum. Bir kere dünyaya gelmişiz, estetikle kendini mutlu hissediyorsa yaptırsın elbette. Ama ben yüzümde bir tane bile sivilce sıkmam. 
O da pek çıkmaz zaten. Öyle kestir gerdir ben korkarım. Üstelik dediğim gibi yaşanmışlığın izleri bunlar. 

- Hakkınızda yazılan bir kitap da var. Siz düşünüyor musunuz anılarınızı yazmayı? 
Evet sevgili menajerim ve kardeşim Bircan Usallı Silan bu konuda çok bastırıyor. Yayıncılarla konuşmuş bile. Geriye bir tek beni konuşturması kaldı. Atlayıp yanıma gelecekmiş. Bir hafta evden çıkmayacakmış. Bakalım o mu inatçı, ben mi? Aslında anlatmak istiyorum. Biraz daha bekleyeyim bakalım…

Fotoğraf çekiminden izlenimler

Fatma Girik’i 75. yaş gününde Milliyet Pazar röportajının çekimleri için 2009’dan beri yaşadığı Bodrum’daki evinde ziyaret ettim. Müze tadındaki bu evin duvarlarını film afişleri, plaketler, kitaplar, fotoğraflar ve resimler süslüyor. Fatma Girik, deniz kokusu ve motor seslerinin yankılandığı evde annesi Münevver Hanım, yardımcısı Dursune Hanım ve “Zenginliğim” dediği kedileri ve köpekleriyle yaşıyor.

Sizin evinizde de; Eşkıya, Haydut, Kiraz, Nazlı, Lulu diye köpekleriniz Pamuk, Lokma, Bulut isimli  kedileriniz olsa günler nasıl geçer düşünün. Fatma Girik bir çocuğa sarılır gibi sarılıyor gözlerini kapatıp onlara. Kahvelerimizi yudumlarken sormadan edemedim neden çocuk sahibi olmadınız diye: “İlk başlarda ben istemedim, sonra istedim yurt dışına tedaviye gittik geç kalmıştık anlayacağın tren kaçmıştı Ercan.” Aslında tren yolda... Dört ayaklı aşklarının annesi o... Sinemanın baştacı... 

“Erkek baş olabilir ama kadın da boyundur”

- Canlandırdığınız karakterlerle kadın meselelerine de ışık tuttunuz yıllar içinde. Bu tarz, derdi olan filmlerde rol almak sizin için ne ifade ediyordu? Kadınların günümüzdeki koşullarına baktığınızda o dönemde anlattığınız sorunlarda şu an bir iyileşme görüyor musunuz?
Biraz daha iyi galiba her şey derken, bir bakıyorsun ki hiçbir şey daha iyi değil. Şiddet, eşitsizlik, çocuk yaşta evlendirilme, taciz … O kadar fazla ki kadınların yaşadığı problemler… Eğitimsizlik en büyük problem. Kadınlar birey olduklarının farkında değiller. Farkına vardıklarında dünyalar değişir aslında ama bunu istemiyor egemen güçler ne yazık ki… Kadın halen parayla alınıp satılan bir varlık olarak görülüyor. Tıpkı Nazım’ın şiirindeki gibi: “Kimi der ki kadın / Uzun kış gecelerinde yatmak içindir. / Kimi der ki kadın / Yeşil bir harman yerinde / Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. / Kimi der ki ayalimdir, / Boynumda taşıdığım vebalimdir. / Kimi der ki hamur yoğuran. / Kimi der ki çocuk doğuran. / Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal. / O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. / Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, / Hayat arkadaşımdır.”

- “Ben evin başıyım ben ne dersem o olur” diyen erkeklere ne demek istersiniz?
Bana mı soruyorsun yoksa bütün kadınlara mı soruyorsun?  

- Tabii ki sizin şahsınızda bütün kadınlar adına soruyorum.
Tamam o zaman. Sen baş olabilirsin. (Ayrıca seni kim baş yaptı onu da bilmiyorum) Ama ben de boyunum. Seni nereye çevirirsem sen oraya dönersin. Kadınlar boyun olduklarının farkında değil. Onu fark ettirmek lazım.


*****
İstanbul Klasik Otomobilciler Derneği’nin “Yeşilçam’a Saygı” etkinlikleri kapsamında organize ettiği programda filmin başrollerini paylaşan usta oyuncular Fatma Girik ve İzzet Günay, yıllar sonra bir araya gelecek.

Derneğin Kadıköy’deki binasında 10 Aralık Pazar günü “Nice Mutlu Yıllara, Şoför Nebahat Abla” adıyla düzenlenecek etkinlikte, filmdeki bazı sahneler canlandırılacak. Etkinlikte ayrıca, dolmuş durağında kesilecek pastayla Fatma Girik’in hem 75’inci yaş günü, hem de Yeşilçam’daki 60’ıncı yılı kutlanacak.
Filmde oyuncu olarak yer alan Sami Hazinses’e ait unutulmaz “Şoför Nebahat” şarkısını, 47 yıl önce Münir Özkul adına stüdyoda seslendiren Feridun Güçlü akordeonuyla yaklaşık yarım asır sonra yeniden söyleyecek.

Etkinlikte, geçtiğimiz aylarda aramızdan ayrılan ve “Şoför Nebahat” serisinin 1960’lı yıllarda çekilen ilk filminin başrol oyuncusu Sezer Sezin de anılacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder