12 Mayıs 2017 Cuma

'Bizim ahlakımız bacak arasında değil'

Gayriresmi Diyaloglar'ın bu haftaki konukları İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi'nden Dilşa ve Emre ile yaklaşan Onur Haftası'na dair merak ettiğimiz ne var ne yoksa...

Kötü bir şey olduğunu düşündüğümüz, önyargılara kimi zaman bizler de kapılabiliyoruz. Yaklaşan Onur Haftası için İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi’den Emre ve Dilşa ile buluşacağım Kadıköy’de. Buluşma saatimiz 19:30. Onlar benden biraz erken gelmiş buluşma noktasına. İnsanlar Beşiktaş-Fenerbahçe arasında oynanacak ve şampiyonluk düğümünü çözecek derbiyi izlemek için mekanlarda yerini almış. Balıkçılar çarşısı cıvıl cıvıl. Masalardan mis gibi anason kokusu yükseliyor. Masaların arasından ilerleyerek röportajı gerçekleştireceğimiz kahveciye doğru ilerliyoruz.

‘Aslında başka bir mekanda yapacaktım röportajı ama maçın olduğunu atlamışım’ diye bir açıklamaya girişiyorum. Nasıl bir önyargıya kapıldığımın farkında bile değilim. Eğer bir insan LGBTİ+ ise futbolla ilgilenmez diye kodlamışın kafamda. Peki ama niye? Kadın olduğum halde kimi zaman erkeklere kök söktürecek kadar fanatikleşebildiğimi ne çabuk unuttum. Neyseki Dilşa da, Emre de halden anlayan tipler. Gülümseyerek geçiştiriyorlar beni.

Kahvelerini pek bir leziz bulduğum, hem şehrin merkezinde hem de kaostan uzakta bir sokağa konuşlandığı için Feriha’ya oturuyoruz. Kahvenin yanında tadına ilk kez baktığım hünnapı ikram ettikleri günden beri de bütün eşimi, dostumu da Feriha’ya götürüyorum.

Bu sefer yanında kıpkırmızı çileklerle geliyor kahvelerimiz. Sohbetimize başlıyoruz. Dilşa Boğaziçi, Emre de Mimar Sinan’da öğrenci. ‘Röportaja hazırlıksız geldim, dersime çalışmadım, o yüzden siz başlayın’ diye giriyorum söze. Emre, “Cinsel yönelimim, bunu fark etmem ve akabinde aileme, yakın çevreme bu konuda açıklamada bulunmam, bunların hepsi benim için göreli olarak kolay süreçlerdi. Yadırganmadım, itirazlarda bulunmadılar ya da benim –anormal- olduğumu düşünmediler hiçbir zaman, o yüzden rahat atlattım o süreci” diye anlatıyor. Ailesinin onu yadırgamamasının getirdiği bir özgüvenle toparlıyor sözlerini.

Dilşa da benzer bir süreçten geçmiş. Belki bu kadar rahat olmalarının nedeni bu süreçte onlara sahip çıkan insanların olması. Dilşa da “İnsan cinsel yönelimini ilk olarak ergenlik döneminde keşfediyor. Örneğin yakın kız arkadaşlarımın erkek arkadaşlarının olduğu bir dönemde ben erkeklere değil de kadınlara ilgi duyduğumu fark ettim. Ama bu benim için bir sorun oluşturmadı” şeklinde anlatıyor kendi hikayesini.

Kendilerini o süreçte farklı hissedip hissetmediklerini soruyorum, Emre yanıtlıyor “Nasıl ki bir heteroseksüel karşı cinsten etkilendiğinde kendisini normal kabul ediyorsa ben de öyle hissettim.”

Onlara Ferzan Özpetek’in ‘Sen Benim Hayatımsın’ kitabını okuduğumu söylüyorum. Özpetek 70’li yıllardan bu güne değin kendi yaşam deneyimini anlatıyor o kitapta. “Eşcinsellerin, transların dünyası Ferzan Özpetek’in anlattığı kadar büyülü mü?” diye soruyorum, Dilşa söz alıyor; “Ben çok kapalı bir yaşam sürmüyorum.Yalnızca LGBTİ arkadaşlarım yok, hetero arkadaşlarım da var. Bu yalnızca bizim cinsel yönelimimiz kimliğimiz değil ki. Kaldı ki eşcinseller, translar Ferzan Özpetek’in anlattığı kadar rahat yaşamlar sürmüyorlar.”

Zorlukların neler olduğunu sorduğumda Emre yanıtlıyor beni; “Nefret suçları bunun en belirgin olanı. Translar iş bulamıyorlar, eşcinseller cinsel yönelimleri nedeni ile kamusal alanda tacize uğruyor ya da iş yaşamından mobbinge maruz kalıyor. Örneğin iki erkek Bağcılar’da el ele yürüyemiyor” “ İyi de bir kadın ve bir erkek de el ele yürüyemiyor Bağcılar da, bu biraz gericilik ile alakalı bir durum değil mi?” diye sorduğumda önce gülümsüyor Emre, “Haklısınız” diye yanıtlıyor beni. O sırada aşağıdaki caddeden alkışlar kopuyor “Gol oldu” diyor Emre. Önyargılarımdan utanıyorum.

Yaklaşan Onur Haftası için ilk toplantılarını yaptıkları 2016 Kasım’ından beri çalışıyorlar. “Finansal olarak kimseye bağımlı kalmak istemediğimiz için çeşitli organizasyonlar yapıyoruz” diye uyarıyor beni Dilşa. Onur Haftası’nın tarihsel zeminini sorduğumda yine o yanıtlıyor beni; “ABD’nin New York şehrinde 1969’da LGBT+ bireylerin sürekli gittiği Stone Wall adlı barda polis şiddetine karşı Sylvia Rivera adlı bir trans kadının polislere bir taş atmasıyla patlak veren bir hareket Onur Yürüyüşü. LGBTİ bireylere yakıştırılan onursuz, ahlaksız olmaya karşı -Biz onursuz değiliz, bizim ahlakımız bacak aramızda değil- denerek ilk defa ‘pride’ yani ‘onur’ yürüyüşü düzenlenmiş. Onur, eşcinsel ya da trans olmaktan gurur duymak anlamına gelmiyor.”

Geçtiğimiz yıllarda izin verilmeyen Onur Haftası’ndan konu açılıyor. Türkiye’deki tarihçesini sorduğumda da Emre söz alıyor  ve “İlk olarak 1993 yılında Cinsel Özgürlükler Haftası adı ile düzenlendi. İlk etapta yalnızca 20-30 kişilik bir grubun yürüyüşüne sahne oldu zamanla kitleselleşti. Örneğin Gezi Direnişi'nin sonrasında yani 2014'te 100 bin kişi katıldı Onur Yürüyüşüne” diye yanıtlıyor beni.

Bir de Hormonlu Domates ödülleri var tabi. Bu yıl 13. kere verilecek. Yılın en homofobik/ transfobik söylemleri, yine yapılan çağrıyla belirlenen adaylar arasından oylamaya sunularak seçilecek.

Sohbetimiz kahvelerimiz ile birlikte sona eriyor. En yakın tarihli partilerinin ne zaman olduğunu ve LGBTİ olmayan bir bireyin de katılıp katılamayacağını sorduğumda, “Elbette katılabilirsiniz, kapımız herkese açık” yanıtını alıyorum. Daha geniş ve uzun bir zamanda tekrar görüşmek için sözleşiyor ve ayrılıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder