11 Nisan 2017 Salı

Türkiye'nin ilk eşcinsel seri katili Çumra Canavarı Abdullah Aksoy

Türkiye’nin İlk Eşcinsel Seri Katilinin Hitchcock Filmlerini Aratmayacak Hikayesi

Gün geçmiyor ki arşivlerimizden ilginç ve kan donduran olaylar çıkmasın. Şimdi de Türk kriminal arşivine 50 yıl önce ‘Türkiye’nin ilk eşcinsel seri katili’ olarak adını yazdıran bir seri katilin hikayesine şahit oluyoruz.

Bu hikaye Murtaza Berkamel kaleminden ve Haberturk‘den kaynak alınarak listelenmiştir.

Abdullah Aksoy, nam-ı diğer “Çumralı Canavarı” Konya’nın Çumralı köyünde yaşayan ve son zamanlarda yalnız kalan bir adamdı.

Babası Mehmet Emin hacıydı. 3 kardeşinden ikisi Almanya’ya gitmiş, diğeriyse Konya’da arabacılık yaparak hayatını sürdürüyordu. Kendi halinde kimsesiz bir genç olarak yaşayan Abdullah’ın 15 yaşında geçirdiği araba kazasından sonra sara hastalığı nüksetmiş ve bundan sonra bu hastalık olumsuz olayların gerçekleşmesindeki nedenlerden biri olmuştu.

Saralı olduğu için mahalledeki herkes ona acıyordu. Ufak tefek inşaat işleri ona verilir, geçimini sağlasın diye ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Fakat Abdullah yalnızdı. Hem sara hastası hem de toplumdan gizlediği cinsel kimliği bulunuyordu. Abdullah’ı yalnızlaştıran homoseksüelliğiydi. Öyle ki iki karısı sara hastalığından ve de cinsel kimliğinden dolayı kendisinden kaçmış ve bunu öğrenen babası onu evden kovmuştu. Çevre Abdullah’ın neden köyün bir ucunda tek başına sessiz sakin yaşadığına anlam veremiyordu. Soruları sürekli yanıtsız bırakıyordu.

Hacdan dönen arkadaşının ziyaretine gelen Muharrem Özkay’ı öldürmesi.

Hadim ilçesinin Sarıhacı köyünde yaşayan Muharrem Özkay hacdan dönen arkadaşını ziyaret etmek amacıyla Çumralı’ya gider. Muharrem Özkay’dan karısı 4 gündür haber alamayınca direkt Çumralı polisine başvurur. Polis bu gizemli kayıp vakası için hemen soruşturma başlatır. Soruşturma sonucunda kayıp köylünün en son; sol şakağında derin bir yara izi bulunan, orta boylu, iri kemikli sarışın bir adamla görüldüğü ortaya çıkar… Bu adam da Abdullah Aksoy’un kendisinden başkası değildir.

Polis Abdullah’ı hemen sorguya çeker. Karakoldaki sorgusunda sürekli “Ben kimseyi evime götürmedim. Abdestinde namazında bir adamım. Suçum yok” der. O yıllarda 33 yaşında olan Abdullah, en sonunda “Evet ben evime götürdüm ama tam kapıya geldiğimizde sara nöbetim tuttu. Kendime geldiğimde misafirim ortalarda yoktu.” diyerek sorgusunu tamamlar.

Komiser İbrahim Altan, kayıp köylünün karısı ve polis memurlarıyla birlikte şüpheli Abdullah’ın evine gitti. Ev baştan aşağıya suç mahalliydi.

Polisler bir yandan Abdullah’ı sıkıştırırken bir yandan da eşyalarını karıştırarak evini arar. Bir polis memuru önce yatak çarşafında sonra da toprak zeminde kan izlerini bulur. Odanın köşesindeki eşya yığının arasında kayıp köylünün cep saati bulununca karısı hıçkırıklara boğulur… Diğer odadaki kamış yığınlarının arasından ise kanlı bir keser ‘ben buradayım’ diye bağırıyordur… Polislerden birinin gözü sobanın altındaki toprak yığınına takılır. Kazılan yerde, kaybolan adamın cesedi yarı çıplak ve baş aşağı duruyordur. Abdullah’a ise ‘Ben yapmadım’ demekten başka bir şey kalmıyordur…

“Ona acıdım evime aldım. Ben pasif homoseksüelim. Aramızda tartışma çıktı. Şeytana uydum öldürdüm”

Abdullah Aksoy’un ertesi gün sorgusundaki beyanları bu şekildeydi. Komiser İbrahim Altan daha sonra Çumralı’da yıllardır konuşulan ve aydınlanamayan kayıp vakalarının Aksoy’la ilgili olduğundan şüphelendi. Daha sonra Aksoy’un kaldığı evin asıl sahibine bahçeyi kazmaması emredildi. Bir süre sonra toprağın kabarmasıyla buna mecbur kalan arsa sahibi bahçeyi kazdı ve bir kemik parçasına rastladı. Hemen polise haber verdi. Bu 55 yaşındaki Himmet Yılmaz’ın cesediydi.

Bu olayın ardından aynı Muharrem Özkay gibi öldürülen 30 Mart’ta Mevlüt Karaca’nın, 31 Mart’ta Süleyman Aslan’ın, 8 Nisan’da ise Mehmet Can’ın iskelet haline gelmiş cesetleri, derinliği yarım metreyi bulan kuyulardan çıkarıldı.



Abdullah Aksoy artık tutuklanmıştı ve idam cezasına çarptırılmıştı. Fakat Abdullah’ın elinden kaçırdığı fazlasıyla da insan vardı.

Türkmen Cami köyünden Salih Öner aynen şu beyanları veriyordu;
“Aynı inşaatta çalışıyorduk. Bir gün bana ‘Sen iyi insansın. Yalnız biri olduğun için sana acıyorum. Gel benim evimde beraber oturalım’ dedi. Bir tek yatağı vardı ve yerde serili duruyordu. Mecburen beraber yattık. Gecenin bir vaktinde, onun ensemde dolaşan sıcak ve bir boğanınki kadar kuvvetli nefesiyle uyandım. Beni okşuyordu. Kibrit çakıp yüzünü görmek istedim. Çok öfkelendi. Bir anda yastığının altına soktuğu elinde bir keser gördüm. Ben sadece korkutmak istiyor sanmıştım. Hâlbuki o vurmaya başlamıştı bile. Aman demeye kalmadı, bayılmışım. Kendime geldiğimde, onun, bahçeden gelen küfürlerini duydum. Elinde kazma, çukur kazıyordu. Şimdi anlıyorum ki bu çukur benim içindi. Öldüğümü sanmıştı. Zorla kendimi toplayıp, pencereden kaçtım. O hâlâ arkamdan sövüyordu ama peşimden gelmiyordu.”

Bu olayın ardından mahkemeye gitmiş olsalar da hakim Aksoy’u haklı bulup Öner’i İki aylık hapis cezasına çarptırıyor.

Türkmenköy’ün bekçisi Ahmet Kurtu da Abdullah Aksoy’un elinden kurtulanlardan… Danası kaybolan Kurtu’ya danan bende diyerek tuzak kuruyor ve keserle tehdit ederek ona tecavüz ediyor. Ardından adama ‘Paçayı kurtardın…’ diyor.

Ölüm cezasına çarptırılan Abdullah Aksoy idam edilmeden önce yalnız başına kaldığı hücresindeki su borusuna uçkurunu bağlayarak kendisini astı…

Adı Çumralı Canavarı olarak arşivlere geçen Abdullah Aksoy Türkiye’nin ilk homoseksüel seri katili olarak da tarihe geçti.

i

Selim Gerçeker

http://listelist.com/abdullah-aksoy/


TÜRKİYE’NİN İLK HOMOSEKSÜEL SERİ KATİLİ: ÇUMRA CANAVARI ABDULLAH AKSOY

Gamze Yayık

Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.
Ülkemizde seri katil vakası çıkmadığına dair yaygın inanışın aksine 1960’lardan bu yana ondan fazla seri katil kayıtlara geçmiştir. Bazılarının seri cinayet tanımına uyup uymayacağı konusunda şüpheler olsa da Çumra Canavarı olarak da bilinen 1934 doğumlu Abdullah Aksoy’un işlediği cinayetler ve takip ettiği ritüeller bu olayların ciddi bir seri cinayet vakası olduğunu ispatlamaktadır.

Aksoy 1962 yılında başlayan cinai fiillerini on üç kurban boyunca sürdürmüş ancak sonunda yakayı ele vermişti. Onu yakalatan, sorgu odasında cebinden çıkan üç beş iğde ve kuru üzüm olmuştu.  Aralık 1966’da Konya ili Çumra ilçesinde Muharrem Özkay adında bir köylü kayboldu, eşinin yoğun ısrarıyla başlatılan aramalar bir müddet sonuçsuz kaldı. Polis soruşturma sırasındaki garip tavırlarından şüphelendiği Abdullah Aksoy (35)’u karakola çağırdı. Aksoy, biraz sıkıştırılınca, dört gün önce bir adamı evine götürdüğünü, tam evin kapısında epilepsi nöbeti geçirdiğini, kendine geldiğinde misafirini ortalarda göremediğini anlattı. Üst araması sırasında ceket cebinde bulunan iğde ve kuru üzümü gören kurbanın eşi kaybolan kocasının cebine bunları kendisinin koyduğunu ifade etti. Bu bilgiyi kanıt sayan polis zanlıyı da alarak gece yarısından sonra, bütün kasaba halkının uykuda olduğu bir saatte, gösterilen eve gitti.

Çumra Canavarı olarak tanınan Abdullah Aksoy.
Ev, toprak dolgu üzerine kerpiç ve sazla yapılmıştı, iki odayla bir sofadan ibaretti. Küçük ve biçimsiz pencereleri vardı, civar tenhaydı. Evin önüne bağ çubukları dikilmişti. İlk arama, oturma odasında yapıldı. Bir kenarda soba, odanın ortasında da adamın kıl yatağı bulunuyordu. Komiser ve polis memurları bir yandan adamı sıkıştırırken, bir yandan da eşyaları karıştırıyorlardı. Bu sırada bir memurun gözüne yatak çarşafındaki kan lekeleri ilişti. Dikkatle bakılınca, odanın toprak zemininde de kan lekelerinin bulunduğu görüldü. Bir köşede yığılı eşyanın arasından kurbanın cep saati de çıkınca şüpheler kesinleşti. Araştırmayı anlamsız gözlerle seyreden katil burada da sorulara cevap vermedi ve devamlı olarak “Kendisinin bir garip olduğunu, kimseye bir zararının dokunmadığını,” tekrarladı durdu. Bu arada, diğer odadaki kamış yığınlarının içinde cinayet aleti olduğu düşünülen kanlı bir keser bulundu. Sobanın altındaki toprak yığını kazılınca kaybolan adamın ölü bedenine ulaşıldı. Ceset çıplak olarak, başı aşağı gelecek pozisyonda gömülmüştü. Elleri, ayakları sicimle bağlanmış, kafasında geniş ve derin yaralar vardı. Boğazındaki izlerden, yaralıyken boğulmuş olduğu anlaşılıyordu. Kaybolmadan önce cebinde bulunan beş yüz liradan fazla parası saati ve cebindeki diğer kıymetli eşyalar da alınmıştı.


Fidan dikerken kazmanın ucuna takılan iskelet…
Ertesi gün yapılan sorguda katil, Sarıhacı köyünden 55 yaşındaki Muharrem Özkaya’yı kendisinin öldürdüğünü itiraf etti. İfadesine göre, kahvede tanıştığı Muharrem Özkaya’ya acımış ve misafir etmek üzere evine getirmişti, aralarında çıkan bir tartışma sonunda onu öldürmüştü. Yetkililer belki bu kadarla yetinip katil Abdullah Aksoy’u sadece bu suçtan yargılayacaklardı. Fakat Çumra’ya Konya’dan gelme, tecrübeli bir polis olan İbrahim Altan, savcılıktan kendisine intikal etmiş olan bütün kayıp olaylarının Abdullah Aksoy’la ilgili olabileceği görüşündeydi. Aynı fikirde olan Savcı Yüksel Mete Günel ile Komiser bu ipucunun peşini bırakmadılar ve katilin daha önce yaptırıp sattığı evlerin de aranmasına karar verdiler. Fakat kış bastırmıştı, arama bahara kaldı. Bu arada, katilin sattığı evde oturmakta olan şahsa da evin sağını solunu kazmaması konusunda kesin talimat verildi. Fakat bahar gelip de toprak kabarmaya başlayınca bahçede çalışmak ihtiyacını duyan ev sahibi, fidan dikerken kazmanın ucuna bir iskeletin takıldığını gördü. Durumu derhal savcılığa ve polise bildirdi. Savcılıktaki kayıp dilekçelerinin sahipleri teker teker çağrılarak, iskelet haline gelmiş ceset kendilerine gösterildi. Tanınması mümkün olmayan iskeletin yanında bulunan para cüzdanından çıkan bir makbuz durumu aydınlattı. Makbuz, Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından verilmişti ve üzerinde isim yazılı olmamakla beraber, seri numarası belliydi. Bu ipucundan hareket eden ilgililer cesedin, 1963 yılında kaybolan, Karaman’ın Kılbasan köyünden 55 yaşındaki Himmet Yılmaz’a ait olduğunu tespit ettiler. Himmet Yılmaz, o tarihte, hayvan satın almak üzere Çumra pazarına gelmiş ve bir daha da geri dönmemişti.

Haberler bu olaydan sonra basına intikal etti ve tüm yurtta bomba etkisi yarattı. Basın ve halk katile ‘Çumra Canavarı’ ismini yakıştırdı.

Cinayet havadisinin dilden dile dolaştığı günlerde Çumra Savcılığı ve polis yeni cesetler aramakla meşguldü. Kayıp Himmet Yılmaz’a ait iskeletin Abdullah Aksoy’un eski evinin bahçesinde çıkması, diğer kayıpların da durumu hakkında az-çok ipucu veriyordu. Canavarın, bir mezarlık haline getirdiği ancak kazı sonucu anlaşılan Bağlar mahallesindeki evi yıkılıp temellerine kadar arandı. 30 Mart günü, Mehmet Ali Köyü’nden kayıp Mevlüt Karaca’nın; 31 Mart’ta, Elmasun Kasabası’ndan Süleyman Aslan’ın; 8 Nisan günü, Çukurçimen Köyü’nden Mehmet Can’ın iskelet haline gelmiş cesetleri ev içindeki ortalama derinliği yarım metreyi bulan kuyulardan çıkarıldı. Cesetler çukura baş aşağı konulmuştu. Mağdurların ellerini ve kollarını bağlayan ipler çürümüştü. Canavarın kurbanlarından Mevlüt Karaca, bir pancar işçisiydi. İki buçuk yıl önce bir iş için Çumra’ya gelmiş ve kendisini bir daha gören olmamıştı. Ceset tamamen iskelet haline geldiği için kimlik tespiti yanında bulunan kehribar tesbihinden yapılabildi. Kurbanlardan Süleyman Aslan’ın Abdullah Aksoy tarafından öldürülmüş olması çevre halkı hayrete düşürmüştü. Kendi yöresinde ve Çumra’da ‘Efe Süleyman’ adıyla tanınan, feleğin çemberinden geçmiş güçlü bir adamın canavarın tuzağına nasıl olup da düştüğü uzun süre tartışıldı. Efe Süleyman, 1965 yılında kaybolmuştu. Ailesi, onun, hasımları tarafından öldürülmüş olabileceğini düşünerek aramadık yer bırakmamış, bir türlü ne ölüsünden ne de dirisinden haber alabilmişti. Süleyman Efe’nin cesedi, başı gövdesinden ayrılmış olarak bulundu. Takma dişleri ve kehribar ağızlığı sayesinde kimliği tespit edilebildi. Kurbanlardan Mehmet Can ilçede bir duruşmaya gelmiş, bir daha da geri dönmemişti. Canavarın mezarlığından lâstik ayakkabıları çıkmamış olsaydı, onun da akıbeti bir sır olarak kalacaktı. Canavarın bir diğer kurbanı, 55 yaşındaki Muharrem Özkay hacdan yeni dönmüş bir arkadaşını ararken tuzağa düşmüştü. Abdullah onu “Benim babam da hacdan geldi. Gel, bize gidip sohbet edelim,” diye kandırıp evine götürmüştü.

Sık sık camiye giden, sakinliğiyle tanınan bir seri katil…
Yapılan tıbbi muayeneler ve Aksoy’un davetine icabet edip elinden sağ kurtulan şahitlerin beyanlarına göre katilin hem pasif hem aktif homoseksüel olduğu belirlendi. Katil kurbanlarını ellili yaşlarında kasaba dışından ziyarete gelen erkekler arasından seçiyordu. Verilen ifadelerde genelde sessiz ve yalnız olmayı tercih ettiği ancak kasaba pazarının kurulduğu günlerde dışarıdan gelen kişilerle sohbet ettiği ve dostluk kurmaya çalıştığı söylendi. Farklı bahanelerle evine davet ettiği kişileri tehditle ilişkiye zorluyor, direnmeleri durumunda öfkelenerek keserle başlarına vurmak suretiyle öldürüp açtığı çukurlara baş aşağı gömüyordu. Oturacağı evlerin kasabanın kenar mahallelerinde olmasına dikkat ediyor, sık sık ev değiştirerek yeni kurbanlarını gömecek alanlar yaratıyordu. İbadet için sık sık camiye gidişi ve sakin tabiatı çevresinde olduğundan farklı bir izlenim yaratıyordu. Sıkça geçirdiği epilepsi nöbetleri nedeniyle vücudundaki yara ve berelenmeler kimseyi şüphelendirmemişti. İki kez evlenmiş ancak eşleri tarafından terkedilmişti. Çocuğu yoktu. Anne babası hayattaydı ancak onu evlatlıktan reddetmişti. Kardeşleri ile görüşmediği biliniyordu. Verdiği ifadede cinayetleri kriz anında işlediğini ve olayı hatırlamadığını iddia etse de cesetleri saklamakta gösterdiği maharet, nöbetler sırasında kendisini tamamen kaybetmediği hatta yaptığı işleri enine boyuna düşünüp planladığı kanısını uyandırmaktadır.

Cesetlerin gün ışığına çıkmasından sonra Aksoy’un saldırısına uğrayıp kurtulan başka kurbanlar ortaya çıktı. Utançlarından, başlarına gelenleri en yakınlarından bile saklayan bu şahıslar yaşadıkları korkunç olayları anlatmaya başladılar. Bunlardan Türkmen Cami köyünden Salih Öner şunları anlatıyor; “Onunla aynı inşaatta çalışıyordum. Birgün bana, kendisinin iyi bir insan olduğunu, bu yüzden de bana acıdığını, kimsesizliğime dayanamadığını söyledi ve yalnız kaldığı evinde beraber oturmamızı teklif etti. Önce kabul etmedim. Fakat ısrar edince razı oldum ve bir akşam, yatsı namazından sonra çıkıp evine gittik. Bir tek yatağı vardı ve yerde serili duruyordu. Mecburen beraber yattık. Gecenin bir vaktinde, onun ensemde dolaşan nefesiyle uyandım. Beni okşuyordu. Kibrit çakıp yüzünü görmek istedim. Çok öfkelendi. Bir anda yastığının altına soktuğu elinde bir keser gördüm. Ben sadece korkutmak istiyor sanmıştım. Halbuki o vurmaya başlamıştı bile. Aman demeğe kalmadı, bayılmışım. Kendime geldiğimde bahçeden gelen küfürlerini duydum. Elinde kazma, çukur kazıyordu. Şimdi anlıyorum ki bu çukur benim içindi, öldüğümü sanmıştı. Zorla kendimi toplayıp pencereden kaçtım. O hâlâ arkamdan sövüyordu fakat peşime düşmedi.”

Bu olay daha sonra adalete intikal etmiş ve Abdullah Aksoy, Salih Öner’in, kendisine tecavüz etmek istediğini, bu arada parasını da aldığını ileri sürerek davacı olmuştu. Mahkeme, Abdullah Aksoy’u haklı bulmuş ve Salih Öner bu davada iki ay hapis cezasına mahkum edilmişti. Belki de bu olaydan ders alan Çumra Canavarı sonraki saldırılarında kurbanlarının ellerini ayaklarını bağlamayı ihmal etmemişti.

Katilin elinden kurtulan bir diğer kişi, Türkmenköyü bekçisi Ahmet Kurtu’ydu. Kaybolan danasını aramak için mahalleler arasında dolaşırken Çumra Canavarı’na rastlamıştı. Dananın evinde olduğunu söyleyerek kurbanı kandıran Aksoy, keser tehdidiyle Kurtu’ya tecavüz etmiş, her nasılsa kurbanını serbest bırakmıştı. Bir başka şahit ise yanında taşıdığı bıçak sayesinde Canavar’ı korkutup kurtulduğunu anlattı. Aksoy’un elinden kurtulan kişilerin yaşadıklarını toplumdan olumsuz tepki alacaklarını düşünerek anlatmaması katilin kötücül faaliyetlerine devam etmesini desteklemiştir.

Çumra Canavarı yirmi gün Çumra Cezaevi’nde kaldıktan sonra, Konya Cezaevi’ne aktarıldı. Burada genel koğuşa konulan katil, bütün gün tek başına oturuyor, sorulan hiçbir soruya cevap vermiyordu. Okuma yazma bilmediği halde gazeteleri – özellikle mahallî gazeteleri -merakla takip ediyordu. Koğuşta gördüğü kötü muamele nedeniyle tek kişilik hücreye naklini istedi. İşlediği cinayetler sonrası idama mahkûm edileceğini kendisi de dahil birçok kişi tahmin ediyordu. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmasının yapılmasına altı gün kala tuvaletteki su borusuna kendini kuşağıyla asarak intihar etti. Cenazesine ailesinden kimse sahip çıkmadı. Konya Belediyesi tarafından kimsesizler mezarlığına gömüldü.

Yapılan araştırmalar neticesinde kriminoloji tarihine Türkiye’nin ilk eşcinsel seri katili olarak geçen Abdullah Aksoy’un 1962-1967 yılları arasında içlerinde Çatalhöyük’te çalışmaya gelen iki Alman arkeolog ve üç teknisyen işçinin de bulunduğu on üç kişiyi (bazı kaynaklara göre on beş) öldürdüğü iddia edilmiştir. İşlediği cinayetlerin bir kısmı ölümünden yirmi üç sene sonra, 1990 yılında ortaya çıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder