24 Temmuz 2016 Pazar

Ötekinden korkmak

Bireyselliğin yeteri kadar gelişmediği toplumlarda öteki çok daha tehlikelidir. Çünkü kendilik gelişimi zayıfsa, farklı olan öteki, bireyin kendisiyle ilgili gerçeklik ve haklılık algısını daha fazla tehdit eder

Annemin epilepsisi vardı. Halk arasında sara olarak bilinen bu hastalık, nöbet geldiğinde kişinin daha sonra çoğunlukla utanacağı bir durum yaşamasına neden olur. Annem 15-20 saniye kadar bilincini yitirdiği ve yere düştüğü nöbetler geçirirdi. Nöbetlerin nerede ve ne zaman geleceği belli olmazdı tabii. Onu pazarda alışveriş yaparken de yakalayabilirdi, arkadaşlarıyla tatlı tatlı sohbet ederken de. Çok utanırdı annem, sanki bu bir hastalık değil de kendisinin bir kabahati, kusuruydu. En  yakınları dışında kimsenin bu hastalığını bilmesini istemezdi.

Annemin bu düşünüş biçimine, tıpta “selfstigamatizasyon” denir. Yani kişinin kendi kendini damgalaması, dışlaması, ötekileştirmesi. Eğer hastalığını bilirlerse ona hak ettiği değeri vermeyecekler gibi hissederdi bilinçdışı bir şekilde ama “Neden bilsinler oğlum, ne gerek var?” diye bir açıklama yapardı bana ve kendisine.

Tahammülümüz yok

Bazı hastalıklar toplumun onlara yükledikleri anlam nedeniyle, o hastalığı olan kişilerin alnına kazınır sanki ve toplum onları içine almak istemez. Cüzzam da öyle bir hastalıktır mesela. “Türkan Saylan Cüzzam Hastanesi” sınırları dışında, ailelerinin yanında bile, rahat edemez cüzzam hastaları. İnsanlar onlardan korkar, ürker, hatta tiksinirler. Oysa korkuları boşunadır. Cüzzam başlangıçta çok kısa bir süre hariç bulaşıcı değildir çünkü.

Toplum tarafından dışlanan, en büyük hastalık grubu psikiyatrik hastalıklardır. Özellikle şizofreni hastaları, halk arasında tam olarak “deli” damgası yer ve neredeyse hiçbir kişisel hakka sahip değilmiş gibi muamele görürler. Onlarla evlenmek, onlarla arkadaş olmak, onlarla birlikte anılmak istemez “normal” insanlar. Mahallede bir şizofreni hastası varsa, üstelik biraz “garip” davranışları, insanlara tuhaf gelen söylemleri de oluyorsa, dışlarlar onu, ancak gülerek, alay ederek tolere edilebilirler. Sıklıkla “normal”lerin şiddetine uğrar.

Çünkü birçok insan farklı olana, aklına yatmayana tahammül edemez. Bu durum maalesef bizimki gibi “öteki”ne saygının iyice azaldığı toplumlarda çok daha vahim hale gelmiştir.

Stigmatizasyon yalnızca hastalara yapılmaz. Toplumsal normların dışında olduğu düşünülen bütün insanlar, gruplar bu muameleye maruz kalır. Başka türlü olmak, bazı insanların ve grupların yakasına istenmeyen bir kimlik olarak yapışır. Onların kabul edilemez özellikleri vardır, bu özellikleri çoğunluğu oluşturan kesimde tiksinti, korku, öfke vb. olumsuz duygular uyandırır.

Sosyolojik olarak stigmanın tarifi şöyle yapılır: “Kişiyi toplumun ya da içinde bulunduğu grubun diğer üyelerinden olumsuz olarak ayrıştıran ve sosyal olarak kabul görmesini engelleyen, fiziksel, psikolojik veya sosyal bir işaret.” Belli bir politik görüşe sahip olmak, din, cinsel yönelim (eşcinsellik), işsizlik, yoksulluk en önemli stigma kaynaklarıdır. 

Stigma bireyin kişisel özelliği nedeniyle değil, kişinin içinde bulunduğu toplumun, grubun o özelliğe atfettiği olumsuz anlamla ortaya çıkar. O “işaret”in kendisi değil, onun toplum tarafından tanımlanma biçimidir belirleyici olan. Eşcinsellerin stigmatize edilmediği bir ülkede bir eşcinsel, belediye başkanı seçilip partneriyle el ele kendisini seçen halkı selamlarken, bizim ülkemizde alay edilmekten şiddet görmeye, işten atılmaya kadar varan muamelelere uğrayabilir.

Fırsatı kaçırıyoruz

Kriz, savaş ve kaos durumlarında stigmatizasyon öyle bir boyuta varabilir ki en sıradan farklılık düşmanlık olarak algılanır. Bırakın bir azınlığa dahil olmayı, etnik farklılığı, mezhep farklılığını, ayrı partilere oy vermek bile insanların birbirlerini ötekileştirmeleri, birbirlerini dinlemekten vazgeçmeleri, düşman olarak görmeleri için yeterli hale gelir.

Düşman bizi yok etmek ister, öyleyse o bizi yok etmeden biz onu yok etmeliyiz.

Bireyselliğin yeteri kadar gelişmediği bizim gibi toplumlarda öteki çok daha tehlikelidir. Çünkü kendilik gelişimi zayıfsa, farklı olan öteki, bireyin kendisiyle ilgili gerçeklik ve haklılık algısını çok daha fazla tehdit eder. Bu durumda kişi var olabilmek için kendini güçlendirmek, kendiliğinin sınırlarını daha net çizmek yerine, ötekini yok etmeye yönelir çünkü ötekinin varlığının kendiliğini tehlikeye düşürdüğü gibi bir algıya sahiptir.

Farklı olan öteki bir tehdit değil, kişinin birey olabilmesi için bir fırsattır. Ve biz bu fırsatı kaçırmak üzereyiz.

Alper Hasanoğlu - Milliyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder